13 Ekim 2016 Perşembe

Sizi obeziteden koruyan 8 öneri!

Sağlığı tehdit eden en önemli sorunların başında gelen obezite ile mücadelede hatalı yemek alışkanlıkları geliyor. Uzmanlara göre 8 adımda bu yanlışlıkları düzeltmek mümkün: Göz önünde yiyecek bulundurmamak, mutfakta fazla zaman harcamamak, serviste küçük boy kepçe kullanmak bunlardan sadece bir kaçı…

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Köse, obezitenin önlenebilen kronik bir hastalık olduğunu belirterek "Dünya Sağlık Örgütü'ne göre obezite ve şişmanlık, sağlık için risk oluşturan anormal veya aşırı yağ depolanmasıdır.

Obeziteyi belirlemek için Dünya Sağlık Örgütü'nün obezite sınıflaması kullanılır ve genellikle Beden Kütle İndeksi (BKİ) esas alınır. BKİ, vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun (m) karesine (BKİ=kg/m2 ) bölünmesiyle elde edilen bir değerdir. BKİ değeri yetişkinlerde 18,5 ile 24,9 değerleri arasında olmalıdır. BKİ boy uzunluğuna göre vücut ağırlığını değerlendiren bir gösterge olup, vücutta yağ dağılımı hakkında bilgi vermez. Bu yüzden yapılan son çalışmalarda bel çevresi daha çok önem kazanmıştır" dedi.

Obezite çocukluk çağında önlenmelidir

Çocuklukta başlayan obezitenin yağ hücre sayısının artışı ile gerçekleştiğini belirten Köse, şunları söyledi:
"Bu durum engellenmez ise yağ hücresi sayısı artar bu da yetişkinlikteki obezite riskini arttırır. Yetişkinlikte sonradan görülen obezite yağ hücrelerinin hacminin, normal ağırlıktaki insanlara oranla daha büyük olması anlamına gelir. Burada yağ hücrelerinin boyutu büyür, sayısı değişmez. Bu yüzden obezite çocukluk çağında önlenmesi gereken kronik bir hastalıktır.

Okul çağı, 6-11 yaş grubundaki çocukları kapsar. Büyüme ve gelişmenin hızlı olduğu, yaşam boyu sürebilecek davranışların büyük ölçüde kazanıldığı bir dönemdir. Vücut ağırlığındaki artış yaklaşık 20 yaşına kadar devam eder. Boy uzunluğunda artış ise kızlarda 17 yaştan sonra genellikle durur, erkeklerde yavaş da olsa devam eder. Bu büyüme süreci önemli miktarda enerji ve yeni dokuların yapımı için daha fazla miktarda protein, vitamin ve mineralleri gerektirir.

Tüm enerji ve besin ögelerinin yeterli ve dengeli karşılanabilmesi için 6-11 yaş grubu çocukların tüketmeleri gereken besinlerin kaliteli ve yeterli miktarlarda olması önemlidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise besinlerin içeriğidir. Ayakta hazır beslenme yeterli enerjiyi sağlarken kalitesizliği ile obeziteye sebep olmaktadır."

Sağlıklı beslenme için 5 öğün

Yeterli ve dengeli beslenmenin tanımına baktığımızda; büyüme, gelişme, sağlıklı ve verimli olarak uzun süre yaşamak için gerekli olan besin ögelerinin her birini yeterli miktarda almaktır. Hem çocuklukta hem de yetişkinlikte uygulanacak beslenme programı, günlük en az 5 öğünlük düzenli ve sık aralıklarla uygulanmalıdır.

Ana öğünlerde dört besin grubuna dikkat

Ana öğünlerde 4 besin grubundan da tüketilmesi gerekir. Et, süt, tahıl ve meyve-sebze grubu olarak ayrılan besin gruplarına baktığımızda bir öğünde her besin grubundan az miktarda tüketim yapılmalıdır. Örneğin; kahvaltıda et grubundan yumurta, süt grubundan peynir, tahıl grubundan tam tahıllı ekmek ve meyve-sebze grubundan domates ile yeşillik olabilir. Her öğünde sebze tüketilmelidir. Meyveler ise ara öğünde tüketilebilir.

Her gün düzenli yürüyüş şart

Obezite ile mücadelede fiziksel aktivitenin de önemli olduğunu belirten Gizem Köse, "Yapılan çalışmalara baktığımızda her gün düzenli egzersiz / yürüyüş yapılması obezite riskini azaltmaktadır. Günde 30-60 dakika yürüyüş yeterlidir. Önemli olan yapacağınız aktivitenin düzenli olarak haftanın 4 günü uygulanmasıdır. Günlük fiziksel aktivitenizi arttırmanız vücut sağlığınız için olumlu geri dönüş sağlayacaktır.

Bu önerilere kulak verin

Obeziteyi önlemek için yemek alışkanlıklarının da önemine dikkat çeken Gizem Köse, hatalı yemek alışkanlıklarının terk edilmesi gerektiğini belirterek 8 sağlıklı öneride bulundu:
- Göz önünde yiyecek bulundurmamak,
- Mutfakta fazla zaman harcamamak, en kısa surede işi bitirip uzaklaşmak,
- Yüksek enerjili ve yenilmemesi gereken besinleri evde bulundurmamak,
- Serviste küçük boy kepçe kullanmak,
- Yemek biter bitmez sofradan kalkmak,
- Servis yaptıktan sonra servis kabını sofradan kaldırmak,
- Lokmalar arasında çatal ve kaşığı elinden bırakmak,
- Mümkün olduğunca iyi çiğneyerek yavaş yemek."

Olumlu düşünmeyi öğrenme yolları

Dr. Sinan Akkurt, yeni çıkan kitabında hastalıklara yakalanmadan önlem almak ve zinde bir yaşam sürmek isteyenler için özel bir bölüm ayırdı. "Olumlu düşünmenin eğitimle kazanılabilecek bir yetenek olduğunu" belirten Dr. Akkurt, hastalıkların altındaki üç önemli sebebin stres, elektromanyetik kirlilik ve gıda intoleransları olduğunu kaydetti.

Stresle söz konusu olduğunda suçu sadece dış etkenlerde aramanın doğru olmayacağını kaydeden Dr. Sinan Akkurt, "Stresin hayatımıza hakim olmasını engellemenin ön koşulu öncelikle kendimizi ve dünyaya bakışımızı değiştirmek. Bunun için öncelikle olumlu düşünmeyi öğrenmeliyiz." diyor. Biorezonans isimli son kitabında stresle başa çıkmanın yollarına değinen Dr. Sinan Akkurt, stres azaltıcı pratik egzersizler, günlük olumlu düşünme seansları, nefes teknikleri, doğal kür ve doğal tıp yaklaşımları hakkında bilgiler verdi.

Düşündüğümüz her şey hayatımızda belirir

Sürecin olumlu düşünmeye karar vermekle başladığını kaydeden Dr. Akkurt, Biorezonans kitabında şu bilgileri aktarıyor: "Her maddenin bir atomu ve her atomun fiziksel bilgiler içeren bir titreşimi vardır. Bu o maddeye özgü titreşimdir. Aynı frekanslar aynı frekansları çeker. Düşündüğümüz her şey bir süre sonra hayatımızda belirir. Düşüncelerinizin doğrudan hayatınızı etkileyen araçlar olduğunu bilerek onları yönlendirin. Düşüncelerinizle yaşamsal akışınızı etkilediğinizi ve bunun baş sorumlusunun siz olduğunuzu unutmayın."

Stresin psikolojik ve hücresel olmak üzere iki yönüyle ele alan Dr. Akkurt, elektromanyetik kirlilik, yanlış beslenme, çevre toksinleri ve kimyasalların hücresel stresi tetikleyen en önemli unsurlar olduğunu dikkat çekiyor.

Sakinleşmek için 7-1 nefes tekniği

Dr. Sinan Akkurt'un özelllikle sakinleşmek, baş ağrısı, panik atak, anksiyete gibi rahatsızlıklarda şikayetlerin azalmasını sağlamak için önerdiği 7-1 nefes tekniği şöyle uygulanıyor: 7'ye kadar sayarak nefes alınır, 1 saniye beklenir (nefes tutulur), 7'ye kadar sayarak nefes verilir. Dr. Akkurt, bu tekniğin düzenli olarak her gün birkaç kere uygulanması durumunda bağışıklık sisteminin güçlenmesine destek olup kronik yorgunluk sendromunu engelleyebildiğini söyledi.

Bol hareket ve egzersiz kemikleri güçlendiriyor

Kemikleri güçlü tutabilmek ve kemik erimesini önlemek için her yaşta düzenli egzersiz yapmak gerekiyor. Uzmanlar, 35 yaşından sonra haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanın kemik kayıp oranını azaltacağına dikkat çekiyor.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi (SABİF) Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, düzenli fiziksel aktivitenin dengeyi ve koordinasyonu geliştirdiğini söyledi.

Hangi egzersizler kemikleri güçlendiriyor?
Her yaşta egzersizin önemine dikkat çeken Defne Kaya, düzenli olarak yapılacak fiziksel aktivite ve egzersizlerin yüklenme oluşturarak kemiklerin daha güçlü olmasını sağladığını ve düşme riskini azalttığını söyledi. Kaya, şunları söyledi:

"Düzenli fiziksel aktivite dengenizi ve koordinasyonunuzu geliştirir ve böylelikle hareket kapasiteniz giderek artar. Hangi egzersizler kemikleri güçlendirmek için daha etkili diye soracak olursanız; yürüme, koşma ve dans gibi fiziksel aktiviteler ayak ve bacaklarınızın vücut ağırlığını taşıdığı için kemiklerinizi daha çok çalıştırarak güçlendirir. Ağırlık kaldırma gibi kaslarınızı normalden daha fazla çalıştırdığınız kas kuvvetlendirme egzersizleri ise kasın kemiğe bağlandığı kirişleri (tendon) daha çok çalıştırarak kuvvetlendirir.

20'li yaşlarınızın ortasına kadar vücudunuza hareket yatırımı yapın!
20'li yaşlarımızın ortasına kadar iskeletimiz gelişir. Bu dönemin kritik önemi bu yaşa kadar yaptığımız yatırımı ömür boyu kullanacak olmamızdır. 35 yaşından sonra doğal yaşlanmanın hızlanmasıyla kemik kaybı da giderek artar.

Düzenli fiziksel aktivite özellikle de kemik dostu egzersizler kemiklerimizi güçlü tutmaya ve kemik erimesi oranını düşürmeye yardımcı olur. Kemikleri güçlendirmek için uzun uzun egzersiz yapmaya gerek yoktur. Koşmak, sıçramak gibi kalça ve omurgaya da etki edecek yüksek etkili egzersizler kemiklerinizi kuvvetlendirir. 30'lu yaşların ortalarında fiziksel aktivite kemiklerinizi güçlendirmez ama yaşla meydana gelen doğal kemik kaybının oldukça az olmasını sağlar. Yüksek yoğunlukta ve ağırlıkla birlikte yapılan çömelme egzersizleri omurganıza yük bindirir, bu yüzden ciddi kemik kaybı ve kırık riski olan kişilere önerilmez. Yürüme ve merdiven inip çıkma gibi düşük yoğunluklu egzersizler kemik kaybını yavaşlatır, dengenizi ve kassal kuvveti geliştirerek düşme ve olası kırık riskini azaltır."

Kemik yapımı yıllarında neler yapılmalı?
Çocukluk, adölesan ve 20'li yaşların ortalarına kadar iskeletin geliştiğini ve güçlü kemiklerin bu dönemde inşa edildiğini belirten Defne Kaya, şu önerilerde bulundu:
5-18 yaş arasındaki gençlere haftada en az üç gün yoğun egzersiz öneriyoruz ki kemik ve kasları güçlensin.

Kas ve kemikleri güçlendiren aktiviteler:
5 yaş altı- yürüyemeyen çocuklar için:
• Sürünme
• Aktif oyun
• Emekleme
5 yaş altı- yürüyen çocuklar için:
• Tırmanma
• Yürüyüş
• Sıçrama
• Koşu içeren oyunlar
Çocuk ve gençler için:
• Koşu
• Futbol, basketbol, voleybol...
• Trambolin
• Tenis, squash, badminton
• Jimnastik
• Savunma sporları: Karate ve tekvando
• Sıçrama
• Vücut ağırlığı ile yapılan şınav, plank, squat ve lunges egzersizleri
• Müzik eşliğinde aerobik ve boks
• Kaya/duvar tırmanışı
• Dans

Kemik kalitesinin azaldığı yaşlarda neler yapılmalı?
35 yaşından sonra doğal bir kemik kaybı (yaşlanması) meydana gelir. Bu yaştan itibaren haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanız kemik kayıp oranını azaltacaktır.

35 yaşından sonra yapılacak güvenli egzersizler:
• Tempolu yürüyüş (Nordik yürüyüş özellikle)
• Ağırlık antrenmanları
• Merdiven inme-çıkma
• Ağırlık kaldırma ve taşıma (market alışverişinde deneyebilirsiniz)
• Dirençli renkli bantlarla egzersiz
• Bahçede yapabileceğiniz ağır işler
• Daha önceden yapıyorsanız koşuya devam edebilirsiniz
• Esneklik egzersizleri

Osteoporozisi (kemik erimesi) olan kişiler düşmekten korkmadan hareket etmeli
Kemik erimeniz varsa kemikleriniz kırılmaya daha yatkındır. Düzenli fiziksel aktivite hem kemiklerinizi hem de kemiklerinizi saran kaslarınızı kuvvetlendirerek sizi gelecekte kırıklardan korur. Kırık riskiniz yüksekse veya kemik kırığı oluştuysa da aktif kalmak denge ve kassal kuvvetinizi geliştirerek, sizi tekrarlayan kırıklardan korur ve düşme riskinin gelişmesini önler. Unutmamanız gereken en önemli şey, düşmekten korkarak hareket etmekten kaçınırsanız, düşme ve kırık riskinizi artırırsınız. Koşma, sıçrama, tenis, aşırı germe ve bazı yoga (ileri seviye) hareketlerinden kaçınırsanız, egzersiz yapmanızda hiçbir sakınca yoktur.

Kasınızı kuvvetlendirecek, denge ve hareketlerinizi geliştirecek egzersizler:
• Vücut ağırlığı ile yapılan kuvvetlendirme egzersizleri
• Esneklik egzersizleri
• Tai chi
• Yürüme
• Düşük hızda dans
• Düşük hızda aerobik
• Merdiven inme-çıkma

Daha hafif egzersizler istiyorsanız:
• Oturma sırasında yapılacak egzersizler
• Kuvvetlendirme egzersizleri
• Denge egzersizleri
• Esneklik egzersizleri

Uzun Süreli Karın Ağrıları ve Kabızlığa Dikkat!

Karında doygunluk hissi, geçmeyen ağrılar ve kabızlık gibi belirtilerle ortaya çıkabilen kolon kanseri, görülme sıklığı bakımından dünyada üçüncü, fakat kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor. Ailesinde kanser öyküsü bulunan bireylerde daha sık ortaya çıkan kolon kanseri erken evrede tanı ve doğru tedavi planlaması ile kontol altına alınabiliyor. 

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Yaşar Tuna, kolon kanserinin belirtileri ve erken tanının önemi hakkında bilgi verdi.

1 cm'den büyük polipler risk faktörü
"Kolon" diye adlandırılan kalın bağırsak, yaklaşık 2 metre uzunluğundaki sindirim sisteminin en sık kanser görülen kısmıdır. Kalın bağırsak kanserlerinin % 80'den fazlası bağırsaktaki polip denilen yapılardan kaynaklanır. Polipler, bağırsağın iç yüzünde oluşan ve bağırsak içine doğru uzanan yapılardır. Kalın bağırsakta polip bulunma olasılığı yaş ilerledikçe artmaktadır. 50 yaş üzerindeki insanların %25 -30'unda, 70 yaşındaki insanların da yaklaşık yarısında polip bulunmaktadır. Polip çapının 1 cm'den büyük olması, birden fazla polip bulunması kansere dönüşüm olasılığını artırmaktadır. 1 cm'den küçük poliplerin %1'den azı kansere dönüşürken, 1 cm'den büyük poliplerde bu oran 10 yılda % 10, 20 yılda da % 25'lere çıkmaktadır.

Hayvansal yağ tüketimini sınırlandırın
Kolon kanserinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir fakat oluşumunda etkili olan bazı çevresel ve genetik nedenler vardır. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerin kansere yakalanma riski daha yüksektir. Ayrıca daha önceden meme ve yumurtalık kanseri geçirmiş kişilerde ve ailelerinde kolon kanseri gelişenlerde görülme sıklığı fazladır. Bunların dışında ülseratif colit ve crohn hastalığı da kolon kanseri ihtimalini arttırmaktadır. Beslenme, kolon kanserinin oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle Batı tipi diyet kanser riskini arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar, hayvansal yağların tüketiminin kolon kanserinin oluşumunda etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca bazı kimyasal maddelerin kullanımı risk oluşturmaktadır.

Kansızlık ve halsizlik belirtiler arasında
Kolon kanserinde erken tanı hayat kurtarıcıdır. En çok karşılaşılan şikayetler arasında kabızlık veya barsak davranışlarında değişiklik gelmektedir. Kabızlığın ardından hastada ağrı atakları başlar ve bunu genelde ishal takip eder. Bazen kansızlık, halsizlik ve makattan kanamaya yol açabilir. Erken evrede bağırsak lümeni henüz daralmamıştır ve belirtiler tanı koymak için bazen yeterli olamamaktadır. Bu yüzden hastada bu gibi şikayetler varsa, mutlaka bir uzmana başvurulması gerekmektedir. Dışkıda gizli kan tespit edilen hastalar kolon kanseri açısından mutlaka incelenmelidir. Görüntüleme yöntemleri kalın bağırsaktaki herhangi bir anormalliği ortaya koymaktadır.

Kolonoskopi ile konulan erken tanı hayat kurtarıyor
Kolonoskopi, erken evre kolon kanserlerinin saptanması için çok önemlidir. Erken tanı konulması hayat kurtarıcı olduğundan 50 yaşını tamamlayan bireylerde mutlaka kolon kanseri tarama tetkikleri düzenli olarak yapılmalıdır. Kolonoskopi ile hastanın bütün kalın bağırsağı görüntülenir. Görülen tüm polipler çıkartılma, gerekli görülen durumlarda da bağırsaktan parça alınarak incelemeye gönderilmektedir. İşlem uzmanlar tarafından yapılmalı ve tüm kolon çok iyi incelenmelidir. Uyutularak yapılan işlem, hasta için çok güvenli ve konforlu bir işlemdir. Erken evre kolon kanseri tanısı için tarama her 50 yaş sağlıklı bireyde başlamalı ve 5-10 yılda bir tekrarlanmalıdır.

Migrenin kalp düşmanı olduğu ortaya çıktı

Şiddetli baş ağrısı ataklarıyla günlük yaşamı olumsuz etkileyen migren, kontrol altına alınabilen ve tedavi edilebilen bir hastalık. Fakat uzun yıllardır kalp ile ilişkisi bilinen migrende, kalp sağlığını da göz ardı etmemekte fayda var. 

Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor, kalp sağlığı ve migren ilişkisi ile ilgili olarak yapılan bu yeni araştırmanın çarpıcı sonuçlarını paylaşırken, söz konusu kalp olduğunda migren için ne gibi önlemler alınması gerektiğine dair migren hastalarını yakından ilgilendirecek önemli bilgiler de verdi.

Migren ve kalp ilişkisi üzerine bugüne kadar yapılmış pek çok bilimsel araştırma var. Ancak kadınlarda migren ve kalp sağlığı arasındaki ilişkiyi daha net ortaya koyan, en kapsamlı ve yeni araştırma Harvard Üniversitesi bilim insanları tarafından yapıldı. Sonuçları yeni açıklanan araştırmaya göre; migreni olan kadınların, migren sorunu olmayanlara kıyasla kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskleri, inme veya kalp krizi geçirme olasılıkları daha yüksek.

Migren her yaştan insanı etkiliyor
Toplumda yaklaşık yüzde 16 civarında görülen ve bir baş ağrısı sendromu olan migrenin, özellikle
18-44 yaş arası kadınların en büyük sağlık sorunları arasında yer aldığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor "Genç erkeklerde de sık görülen ve sanıldığından daha fazla oranda çocuklarda da ortaya çıkan migren, sadece baş ağrısı değil periyodik olarak yaşanan karın ağrıları, mide bulantısı ya da kabızlık şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Vücutta başka belirtilere de neden olacak şekilde tüm sinir sistemini etkileyen, tedavi edilmezse sıklaşıp kronikleşen ve gittikçe de tedaviye direnç kazanan migren şüphesiz ki, her yaştan ve cinsiyetten hastanın gündelik yaşamını ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Hastaların üçte birinde gerçekleşen bu kronikleşme ve kötüleşme durumuna karşı tıbbın birtakım önleyici veya tedavi edici yöntemleri var. Ancak migren ile kalp sağlığı arasındaki etkileşim nedeniyle alınacak önlemlerde bu iki bağın da göz önünde bulundurulması, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta" açıklamasında bulundu.

Uzun yıllar migren hastalığı geçirenlerin inme geçirme riski daha yüksek
Migren ile kalp damar sistemi hastalıkları arasındaki bağın; migrende artmış olan pıhtılaşma eğilimi, ortak genetik faktörler, artmış inflamasyon eğilimi ve tam olarak kesinleşmemekle birlikte, migren hastalarında geleneksel risk faktörlerinin (fazla kilo, hipertansiyon, hiperkolesterolemi) daha sık görülmesi ile açıklanabildiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor "Ancak bu faktörler yine de ilişkiyi tam olarak açıklamada yetersiz. Bu durumda migrenin fizyolojisi, damar sistemini genel olarak etkileyen bir hastalığın farklı bir tezahürüdür diyebiliriz. Uzun yıllardır migren hastalarının, özellikle de auralı migren hastalarının inme geçirme risklerinin diğer kişilere göre daha fazla olduğu biliniyordu. Bunun gibi migren ile ilişkili başka özel kalp hastalıkları da var; örneğin ASD (kalpte delik olması şeklinde doğuştan gelen bir kalp defekti) hastalarının migren atakları daha fazla olabiliyor. Son zamanlarda migrenin damarsal hastalıklarla olan ilişkisi de yakından incelenmekte. Örneğin, daha da ölümcül olabilen koroner kalp hastalıklarının, özellikle de migrenli kadınlarda daha fazla olduğu tespit edildi" dedi.

Kolesterol ilaçları damar tıkanıklığını önlüyor
Migrenli kişilerin, özellikle kardiyovasküler risk faktörleri denilen ve aynı zamanda inme riski açısından da ortak risk faktörleri olan; yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, egzersiz azlığı, sigara içme, fazla kilo ve yüksek kan şekerine karşı mutlaka daha sıkı önlemler almaları gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Dr. Ayşegül Karahan Zor "Örneğin kolesterol düşürücü ilaçlar, aynı zamanda damarları da hasara karşı koruyarak koroner damar tıkanıklıkları ve inme riskini daha da azaltır ve kolesterolü belli bir seviyenin üstünde olan kişilerin bu ilaçları kullanması koruyucu bir görev üstlenir. Kilo vermek, sigara içmemek ve diyabet kontrolü migreni olan kişilerde daha da önemlidir. Özellikle ailesinde kalp hastası olanların erken yaşlardan itibaren bu riskleri kontrol altına alması ve daha dikkatli olması gerekiyor" açıklamasında bulundu.

Migren tedavi edilebilir
Migrenin tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu ancak genetik yatkınlık söz konusu olduğundan tedavi edilse de yıllar sonra tekrarlayabileceğini anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor sözlerini şöyle sürdürdü: "Migren tedavi edilmezse, hastada kalıcı bir hal alan günlük baş ağrıları meydana gelebilir. Ayda beş günden fazla tekrar eden, kişiyi sosyal veya gündelik yaşamından mahrum eden şiddetli baş ağrıları söz konusu ise, tedavi şarttır. Çocuklar da dâhil olmak üzere, bu kişilerin yaşına, diğer hastalıklarına ve risklerine göre seçilen ilacın her gün alınması ve bu tedavi sürecinin en az altı ay boyunca uygulanması gerekiyor. Böylece ağrı sıklığı azalıyor ve hastanın baş ağrısının ağrı kesicilere olan yanıtı tekrar artıyor."

MİGRENİ OLAN KADINLAR VE KALP SAĞLIĞI   Ünlü tıp dergisi British Medical Journal'da yayımlanan, Harvardlı bilim insanlarının kadınlar üzerinde yaptığı araştırmada, 1989-2011 yılları arasında 25-42 yaşlarındaki toplam 115 bin 541 kadın izlendi. Araştırmaya katılan kadınların %15'i migren hastası olduklarını söylerken, araştırma kapsamında toplam 1329 kalp krizi, inme ve çeşitli kalp hastalıkları görüldü. 223 kadın ise kalp krizinden hayatını kaybetti. Özellikle migreni olan kadınların kalp-damar hastalılarına yakalanma risklerinin, diğer kadınlara göre %50 oranında daha yüksek olduğu tespit edildi. Bilimsel çalışmaya göre migreni olan kadınların diğer kadınlara kıyasla kalp krizi geçirme riskleri %39, inme geçirme riskleri %62, kalp hastalıklarına yakalanma ya da anjiyo gibi girişimlerden geçme risklerinin de diğer kadınlara oranla %73, kalp-damar hastalıklarına bağlı olarak hayatlarını kaybetme risklerinin ise %37 oranında daha yüksek olduğu tespit edildi. Çalışmanın sonuçlarına göre migreni olan kadınlarda, olmayanlara göre kalp krizi riski 1.4 kat, inme riski 1.6 kat, bir kalp prosedürü gerekliliği riski 1.7 kat artıyor. Daha da önemlisi kalp damar hastalıklarına bağlı ölüm riskinin bu kadınlarda 1.4 kat arttığı. Yapılan bir diğer çalışmaya göre de; sigara içen, doğum kontrol hapı kullanan ve auralı migreni olan kadınlarda inme geçirme riskinin 10 kat fazla olduğu tespit edilmiş. Dolayısıyla bu tür hastalara inme riskini artıracak sigara ya da doğum kontrol hapı gibi faktörlerden uzak durmaları öneriliyor.

Laktozsuz Süt ve Laktozsuz Ürünler Hakkında Her Şey

Laktoz nedir?

Süt ve süt ürünlerinin içinde bulunan doğal süt şekeridir.

Laktoz intoleransı nedir? 

Laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gerekir. Eğer vücutta yeterli miktarda laktaz enzimi bulunmuyorsa, laktoz intoleransı var demektir.

Laktoz İntolerans belirtileri nelerdir?

Laktoz intoleransı sütün içindeki laktozun sindirilemediği durumlarda ortaya çıkar. Süt içince karın şişkinliği, karın ağrısı, gaz, mide bulantısı görülebilir. Bu tarz sorunlarınız varsa süt ve süt ürünleri tüketmekten vazgeçmek yerine Laktozsuz Süt’ü tüketebilirsiniz. Belirtilerin şiddeti tüketilen laktoza ve kişinin ne kadar laktozu tolere edebildiğine göre değişir. Belirtiler süt ve sütlü ürünlerin tüketimini takiben yarım saat ile 2 saat arası sonrasında kendini göstermeye başlar. Süt içerdiği kalsiyum, protein, yağlar, vitaminler ve mineraller açısından temel besin gruplarındandır.

Yaşam boyu sağlıklı olmak için her yaş döneminde ihtiyacınız olan türde ve miktarda süt içmeniz gerekmektedir.

Laktoz intoleransınız varsa ne yapabilirsiniz?

Laktozu azaltılmış veya laktozsuz süt ve süt ürünleri tüketebilirsiniz.


Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt nasıl üretilir?

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt, sütün içindeki laktozun laktaz enzimi ile parçalanması sonucu elde edilir. Laktaz enzimi katkı maddesi ya da koruyucu değildir. Ürünün prosesi sırasında görevini yerine getirip, son aşamada aktivitesini yitirerek ürünün içerisinde kalmaz.

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt neden daha tatlıdır?

Laktozun glikoz ve galaktoza parçalanması nedeniyle, standart süt ve yoğurttan daha tatlı hissedilen ürünlerdir. Hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez.

Laktozsuz süt sizin için uygun mu?

Laktozsuz süt, sütteki laktozu sindiremeyen ve süt içince şişkinlik, ağrı, gaz ve bulantı sıkıntılarını yaşadığı için süt tüketemeyen kişilerin rahat şekilde süt içmelerini ve sütün besin değerlerinden faydalanmalarını sağlamaya yardımcı olur.

Neden Laktozsuz Yoğurt tüketmelisiniz?

Laktozsuz Yoğurt, laktoz intoleransına karşı hem sağlık faydası sağlamakta, hem de tatlılık derecesinin yüksek hissedilmesi nedeniyle şeker kullanılması gereken ürünlerde şeker azaltmaya imkan tanımaktadır. Bu nedenle ara öğün olarak sade ya da müsli karışımı gibi bir alternatifle tüketilmeye çok uygundur, hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez. Ayrıca, 100 g laktozsuz yoğurt günlük kalsiyum ihtiyacının %23’ünü karşılamaktadır.

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin zararı var mıdır?

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin hiçbir zararı bulunmamaktadır.



Bir boomads advertorial içeriğidir.


Laktozsuz Süt ve Laktozsuz Ürünler Hakkında Her Şey

Laktoz nedir?

Süt ve süt ürünlerinin içinde bulunan doğal süt şekeridir.

Laktoz intoleransı nedir? 

Laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gerekir. Eğer vücutta yeterli miktarda laktaz enzimi bulunmuyorsa, laktoz intoleransı var demektir.

Laktoz İntolerans belirtileri nelerdir?

Laktoz intoleransı sütün içindeki laktozun sindirilemediği durumlarda ortaya çıkar. Süt içince karın şişkinliği, karın ağrısı, gaz, mide bulantısı görülebilir. Bu tarz sorunlarınız varsa süt ve süt ürünleri tüketmekten vazgeçmek yerine Laktozsuz Süt’ü tüketebilirsiniz. Belirtilerin şiddeti tüketilen laktoza ve kişinin ne kadar laktozu tolere edebildiğine göre değişir. Belirtiler süt ve sütlü ürünlerin tüketimini takiben yarım saat ile 2 saat arası sonrasında kendini göstermeye başlar. Süt içerdiği kalsiyum, protein, yağlar, vitaminler ve mineraller açısından temel besin gruplarındandır.

Yaşam boyu sağlıklı olmak için her yaş döneminde ihtiyacınız olan türde ve miktarda süt içmeniz gerekmektedir.

Laktoz intoleransınız varsa ne yapabilirsiniz?

Laktozu azaltılmış veya laktozsuz süt ve süt ürünleri tüketebilirsiniz.


Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt nasıl üretilir?

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt, sütün içindeki laktozun laktaz enzimi ile parçalanması sonucu elde edilir. Laktaz enzimi katkı maddesi ya da koruyucu değildir. Ürünün prosesi sırasında görevini yerine getirip, son aşamada aktivitesini yitirerek ürünün içerisinde kalmaz.

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt neden daha tatlıdır?

Laktozun glikoz ve galaktoza parçalanması nedeniyle, standart süt ve yoğurttan daha tatlı hissedilen ürünlerdir. Hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez.

Laktozsuz süt sizin için uygun mu?

Laktozsuz süt, sütteki laktozu sindiremeyen ve süt içince şişkinlik, ağrı, gaz ve bulantı sıkıntılarını yaşadığı için süt tüketemeyen kişilerin rahat şekilde süt içmelerini ve sütün besin değerlerinden faydalanmalarını sağlamaya yardımcı olur.

Neden Laktozsuz Yoğurt tüketmelisiniz?

Laktozsuz Yoğurt, laktoz intoleransına karşı hem sağlık faydası sağlamakta, hem de tatlılık derecesinin yüksek hissedilmesi nedeniyle şeker kullanılması gereken ürünlerde şeker azaltmaya imkan tanımaktadır. Bu nedenle ara öğün olarak sade ya da müsli karışımı gibi bir alternatifle tüketilmeye çok uygundur, hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez. Ayrıca, 100 g laktozsuz yoğurt günlük kalsiyum ihtiyacının %23’ünü karşılamaktadır.

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin zararı var mıdır?

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin hiçbir zararı bulunmamaktadır.



Bir boomads advertorial içeriğidir.