26 Kasım 2009 Perşembe

Alkolizm Nedir Belirtileri Tedavisi Sebepleri İlacı Testi

Sekiz bin yıl önce Mezopotamyalıların arpayı ekmek yapmak için ilk ıslah etmesiyle bira yapımı başladı. Altı bin yıl önce Sümerler, Godin Tepelerinde (Batı İran ve Anadolu) bira ve şarap içiyorlardı. Paleolitik çağda fermente edilmiş meyve, tahıl ve baldan alkol yapılıyordu.

Metanol, Yunanca Methy ve Sanskritçe Madhu kelimelerinden gelir ve bal, sarhoş eden madde anlamına gelir. Alkol kelimesi Arapça dan gelmektedir.

Alkolizmin Nedir..
Alkolizm, davranışsal bir bozukluktur. Tekrarlayıcı olarak fazla miktarlarda alınan alkole bağlı problemler gelişmesi anlamına gelir.Alkolik, kötü sonuçlar doğurmasına rağmen, kompulsif bir biçimde alkol içmeye devam eder. Alkolizmde, alkol alımının sınırlanması ile ilgili kontrol kaybolmuştur

İnsanlar Neden içiyorlar?

- Zevk almak

- Duygu durumu düzeltmek

- Stresle başa çıkmak

- Alkol içme arzusu (craving, aş erme)

Alkoliğin Hayatı..

* İçenlerle arkadaşlık eder, evlenir

* İçmek için her zaman neden vardır: mutluluk, neşesizlik, gerginlik vs

* İçme fırsatları sonsuzdur: maç, av, parti, tatil, doğum günü vs

* Alkolizm ilerledikçe problemler artar, yalnız içmeye başlar, gizlice içer, şişeleri saklar, durumun ciddiyetini saklamaya çalışır.

* Suçluluk duygusu gelişir, suçluluk ve pişmanlık duygularını bastırmak için daha çok içmeye ve sabahları kalkınca içmeye başlar.

Suçluluk ve anksiyete nedeniyle daha çok alkol alır, alkol aldıkça anksiyete ve depresyon derinleşir ve şu belirtiler ortaya çıkar: Uyku kalitesinde bozulma, gece uyanmalar, depresif duygu durumu, huzursuzluk ve sıkıntı hisleri, panik nöbetleri, göğüs ağrısı, çarpıntı, nefes almada zorluk ...

Alkolizmde Fiziksel Bulgular..
- Arkus senilis: Gözün kornea tabakasında yağ halkası

- Acne rosecea : Kırmızı burun

- Palmar eritem: Avuç içinde kırmızılık

- Asteriksis: Elde flapping tremor (büyük amplitüdlü titreme)

- Sigara yanıkları: Parmak, göğüs vs de

- Morarıklıklar (düşme ve çarpmalara bağlı)

- Hepatomegali (karaciğer büyümesi), karın ağrısı

- Periferik nöropati (el ve ayaklarda his kusurları, uyuşma vs)

- Kan tetkiklerinde anormallikler: GGT, MCV, AST, ALT, ürik asit, trigliseritler, üre yükselir

Doğal gidiş, cinsiyet farkı

Erkeklerde daha erken başlar (20 civarı), sinsi gidişlidir, 30 yaşından önce problemleri farketmek zordur. 45 yaşından sonra başlama nadirdir.

Kadınlarda başlangıç daha geç olur, depresyon daha sıktır.

Alkolizmin Tipleri..
Gamma tipi alkolizm: Çok aşırı miktarda alkolün aralıksız biçimde alındığı epizotların yaşandığı, ama aralarda alkol alınmayan dönemlerin olduğu alkolizm tipi. Örneğin kişi günler boyunca sızıncaya kadar alkol alıp ayılır ayılmaz içmeye devam eder. Sağlık durumu nedeniyle içemez hale gelince birkaç gün hasta yatar, daha sonra 1-2 hafta alkol almaz ve sonra her şey yeniden başlar. Bu kişilerde temel problem alkol alımı ile ilgili kontrol kaybıdır, yasal ve sosyal problemler ön plandadır. Bunun tersine Fransız tipi alkolizm de kişi sürekli olarak fazla ama aşırı olmayan miktarlarda alkol alır, alkol kullanımı bir hayat tarzı haline gelmiştir. Herhangi bir nedenle alkol içmeyi durdururlarsa alkol yoksunluğuna girebilirler. Uzun vadede sağlık problemleri ortaya çıkar.

Tip A-B ya da 1-2: Erken yaşlarda başlayan, ailede alkolizm öyküsünün varolduğu, antisosyal kişilik bozukluğu ile birlikte sık görülen kötü gidişli alkolizm ve daha geç yaşta başlayan, aile öyküsünün olmadığı, daha çok depresyonun eşlik ettiği, daha iyi gidişli alkolizm tipi.

Komplikasyonlar (alkolizmin sonuçları)

Sosyal:
Boşanma, terkedilme,
İş sorunları, devamsızlık,
Ev-iş-trafik kazaları
Adli problemler

Tıbbi:
1.Akut sorunlar
2.Kronik sorunlar
3.Yoksunluk belirtileri

Karaciğer harabiyeti, kardiyomiyopati (kalp büyümesi), anemi (kansızlık), yüksek tansiyon, trombositopeni (pıhtılaşma sağlayan hücrelerde azalma), miyopati (kas yıkımı), kanser, teratojenite (anne karnındaki bebekte anormallikler), pankreatit (pankreas iltahabı), pnömoni (zatüre), merkezi sinir sistemi bozuklukları (retrobulbar nörit,Wernike-Korskof Sendromu ve bunaması, serebeller atrofi)

Alkol Yoksunluğu Belirtileri.
Otonomik hiperaktivite (terleme, nabız 100 ün üstünde), titreme, uykusuzluk, bulantı ve kusma, geçici halüsinasyon ve ilüzyonlar,

Deliryum tremens: Uzun süre fazla miktarda alkol alan kişilerde alkolü kestikten 2-3 gün sonra ortaya çıkabilen, ölüm riski taşıyan bir tablodur.

Bilinç ve konsantrasyon bozukluğu, görsel halüsinasyonlar (gerçekte var olmayan şeylerin görülmesi), bulunduğu zamanı ve yeri karıştırma ile kendini belli eder, hızlı başlayıp dalgalı bir seyir gösterir.

En sık eşlik eden psikiyatrik bozukluklar:

- Majör Depresyon: Alkol bağımlılarının %30-50 sinde görülür

- Anksiyete bozuklukları: %30 sıklıktadır. Erkeklerde sosyal fobi, Kadınlarda agorofobi sıktır.

- İki uçlu duygu durum bozukluğu (manik depresif b)

- Diğer madde bağımlılıkları: başta sigara olmak üzere esrar vs.

- Kişilik Bozuklukları: antisosyal ve sınırda kişilik bozuklukları.

Alkolizmin Tedavisi..
* Alkolikler tedavi için başvurduklarında genellikle dibe vurmuşlardır yani sağlık, aile, meslek, sosyal yaşam vb yönlerden büyük kayıplara uğramış ve çaresiz duruma düşmüşlerdir. Bu hale düşmeden pek çok alkolik bu zevki terketmeye yanaşmaz, ya da buna karar verse de kolayca vaz geçer. Önemli olan bu denli kayba uğramadan bu kısır döngüyü durdurmaktır. Bu nedenle kişinin alkolik olduğu yani alkol karşısında zayıf, hatta alkolün esiri olduğunu farkedip kabullenmesi düzelmenin başlangıç noktasını oluşturur. Erken dönemdeki alkoliklerin bu gerçeği farketmeleri için motive edici görüşmeler yapılır.

* Alkolizm tedavisi yoksunluk belirtileri kalktıktan sonra başlar

* Hedef ayıklıktır (sobriety): Eşlik eden psikiyatrik bozuklukların ayırıcı tanısı ve tedavisi için de bu önemlidir.

* Ekip tedavisi gerekir

* Tedavi hastanın ihtiyaçlarına göre seçilmelidir.

* Tedaviden sonra uzun süreli izlem gereklidir. Kişi uzun süre hastanede kalsa bile daha sonra izlenmezse alkole dönmesi kolaydır. Düzenli aralıklarla görüşmelere ya da kendine yardım gruplarına katılmalıdır.

* Nüksler (tekrarlamalar) ilk 6 ayda en sıktır.

Alkol Zehirlenmesi (Entoksikasyon) Nedir

İnsanlara verilen aynı miktarda alkol çeşitli faktörler yüzünden aynı etkiyi göstermez. Vücutları daha küçük ve daha fazla yağ dokusuna sahip oldukları için genellikle kadınlarda erkeklerden daha yüksek bir alkol düzeyi olma olasılığı vardır ve bu nedenle alkol kadınları daha fazla etkiler.

Alkolün etkileri içmeden önce yenen yemeğin miktarına da bağlıdır.Mide ne kadar dolu olursa alkolün kana geçişi o kadar yavaş olur. Böylece alkolün kandaki yoğunluğu da düşük olur.

Alkol zehirlenmesi kabaca kan alkol düzeyiyle paralellik gösterir. Bu da beyindeki alkol düzeyini yansıtır. Alkolik olmayanlarda 25 mg/dl üzerindeki bir kan alkol düzeyinde hafif zehirlenme belirtileri ortaya çıkar; bu belirtiler arasında duygulanım bozukluğu,düşünme yeti5mm kaybı ve hareket bütünlüğünün bozulması bulunur. 100 mg/dl nin üzerinde bir kan alkol düzeyi olduğunda ise çift görme,konuşma zorluğu ve belirgin bir hareket bütünlüğü kaybı görülebilir. Alkol yoğunluğu arttıkça komaya kadar gidebilen sorunlar ortaya çıkabilir.

Zehirlenme genelde bir desilitre kanda en azından 80-100 mg alkol bulunması (80-100 mg/dl veya %0. 1)olarak tanımlanır.

Bu sınırın çok altındaki düzeylerde bile birçok insan hareket bütünlüğünü kısmen kaybeder ve tepki gösterme süresi uzar (Örneğin araba kullanırken beklenmedik bir durumda frene ne kadar hızlı basabildiğiniz gibi).

Doğuştan Olan Anomaliler ve Doğum Öncesi Tanı Yöntemleri

Doğuştan meydana gelen engeller iki şekilde oluşmaktadır. Bunlardan birincisi; Anne veya babada hastalık oluşturacak genetik yapıda bir olumsuzluk söz konusudur. Genlerde mevcut olan bu durum anne ve babadaki kromozomlar aracılığıyla bebeğe geçmekte ve bebeğin engelli doğmasına sebep olmaktadır. Bu tür engeller, o çiftin her gebeliğinde ortaya çıkabileceği gibi, hiç çıkmama ihtimali de vardır. Kendiliğinden meydana gelen sık düşükler veya ailede daha önce meydana gelmiş engelli bebek mevcudiyeti, bu ihtimalin düşünülmesini ve genetik araştırmanın yapılmasını gerektirmektedir.

Tüm gebelikler içerisinde engelli bebek doğma riski %1-2 civarındadır. Akraba evliliklerinde bu tür hastalıkların ortaya çıkması için uygun bir ortam oluşturduğundan risk oranının arttığı görülmektedir. Çünkü bu hastalıkların genel toplum içinde farklı ailelerden gelen kadın ve erkeklerde görülme oranı çok düşüktür. Ancak akrabalar arasında görülme oranı ise çok daha yüksektir. Bunun sonucunda hem anne hem de babada aynı hastalıklı gen bulunacağından, şifrelenme (kromozom) yoluyla bebeğe aktarılması sağlanacak ve bebeğin engelli doğmasına sebep olacaktır.

Özellikle "birinci derece akraba" evliliğinden kaçınılması, akraba evliliği yapmış olanlar ise mutlaka genetik araştırmalarını yaptırmaları gerekir.

Diğer bir durum ise anne ve babada genetik hastalık yaratacak herhangi bir etken mevcut değilken, sadece o gebelikte bebeğin kromozomlarında bozukluk yaratan faktörlerin mevcudiyeti rol oynamaktadır.

Bunun haricinde, gebeliğin ilk üç ayında; gebeliğe zararlı olduğu belirlenmiş ilaçların alınması, röntgen ışınlarına maruz kalınması, özellikle gebeliğin ilk üç ayında mikrobik hastalıklardan kızamıkçık, sitomegolovirüs, frengi, kabakulak, suçiçeği, grip, toksoplazma gibi bazı hastalıkların geçirilmesi sonucu genlerde bozukluk oluşarak anne karnındaki bebeklerin engelli olmasına sebep olabilir.

Doğuştan engellerin bazılarında ise yukarıda belirtilen etkenlerin hiçbirisi bulunmayabilir. Gebeliğin ilk üç ayı içerisinde meydana gelen düşüklerin incelenmesinde, bu bebeklerin yaşama şansı olmayacak kadar ciddi genetik bir engele sahip oldukları ortaya çıkmıştır.

Down Sendromu
Down Sendromu, insanın en küçük yapıtaşı olan kromozomların sayısının farklı olmasından ileri gelen bir sorundur. Sağlıklı her insanın hücrelerinde toplam 46 tane kromozom mevcuttur. Bu kromozomlar; kadında 46 tane "X", erkekte ise 45 tane"X" ve 1 tane de "Y" kromozomu olarak bulunmaktadır. İnsan hücrelerinde bulunan toplam 46 tane kromozom, bilimsel anlamda 1 den 46 ya kadar numaralandırılmıştır. Down Sendromunda ise 21 numaralı kromozoma ilave olarak 1 kromozom daha bulunmaktadır. Bu kişilerde 2 tane 21 kromozom olduğundan toplam kromozom sayısı 46 yerine 47 tane olmaktadır. Buna benzer başka isimlerle anılan 18 ve 13 üncü kromozom fazlalığı ile beraber olan farklı sendromlar da mevcuttur.

Hayatla bağdaşan ve en sık rastlanan kromozom bozukluğu olan Down Sendromunun ortaya çıkmasında annenin yaşı çok önemlidir. Canlı doğumlarda görülme sıklığı yaklaşık 1/850 dir. Bu sıklık, 20 li yaşlarda 1/1500 iken, 45 yaşında 1/28 kadar yükselmektedir. Yaklaşık % 30-35 inde ağır derecede kalp rahatsızlığı ve %15 inde de başta oniki parmak bağırsağında tıkanık ve mide barsak sistemi ile ilgili diğer engeller bulunmaktadır.

Anne rahmindeki bebekte, Down sendromu olma riski anne yaşı ile artmaktadır. Çok önceleri tarama testi yapılırken annenin yaşı gözönüne alındığında, 35 yaştan gün almış olan kadınların Down sendromlu bebek doğurma riskinin 1/270 olarak bilindiğinden, bu kadınlara anne karnındaki bebeğin bulunduğu keseden su numunesi alınarak (amniyosentez) kromozom tetkiki önerilmekteydi. Bu konuda yapılan çalışmaların başlıca amacı, mümkün olduğunca annelere az müdahale yaparak yüksek teşhis yeteneklerine sahip bir test geliştirmektir. Daha eski olan ve Üçlü Test olarak adlandırılan test ile daha güncel olan 11-14 haftaları arasında yapılan "İlk üç ay Down Sendromu" tarama testi bu amaçla kullanılan testlerdir.

11-14 ncü gebelik haftaları arasında yapılan Tarama Testi:
Bu testin Down Sendromlu bebekleri ortaya çıkarma duyarlığının % 90 civarında olduğu bildirilmektedir. Kullanılan parametrelerden biri gebeliğin 11-14 ncü haftaları arasında, bebeğin ense derisi altında bulunan sıvı birikimi ile meydana gelen ense kalınlığının ölçülmesi, kanda PAPP-A ve serbest (3-hCG değerleridir. Bu değerler; annenin yaşı hesaba katılarak bir programa girilir ve buna göre Down sendromu riski hesaplanır.

Bu testin en önemli parçası olan ense kalınlığı ölçümü 18 ve 13 ncü kromozomlardaki sayısal değişikliklerle ortaya çıkan diğer engellerin (Trizomi 18 ve 13, Turner Sendromu Kromozom yapısı: "45 XO") taranmasında da yardımcı olmaktadır. Yapılan çalışmalar bu ense kalınlığının artması ile anne rahmindeki bebeklerde doğumsal kalp hastalıkları riskinin de artmış olduğunu göstermiştir. Bu durumda çıkan test sonuçlarında, bebeğin kromozom yapısı normal saptansa bile kalp hastalıkları açısından 5 nci ayda mutlaka tetkik edilmesi önerilmektedir.

16-18 nci gebelik haftaları arasında yapılan Tarama Testi:
Üçlü test olarak bilinen bu yöntem, gebeliğin 16 ile 18 nci haftaları arasında en doğru sonuçları veren bir kan testidir. Yapılış amacı özellikle Down Sendromu diye adlandırılan problemli bebeklerin anne karnında iken saptanmasına yöneliktir. Üçlü test için anneden bir miktar kan alınması gerekir. Alınan kanda Alfa Feto Protein (AFP), human Koryonik Gonadotropin (hCG) ve Östriol (uE3) hormonları ölçülür. Gebeliğin değişik haftalarına göre bu hormonların değerlerinde farklılıklar olmaktadır. Gebelik haftasına göre özel bir hesaplama yöntemi ile "MoM" değerleri bulunur. Testin neticesini hesaplarkn annenin yaşı, ırkı, vücut ağırlığı, şeker hastalığı olup olmadığı ve sigara kullanıp kullanmadığı da dikkate alınır. Tüm bu veriler ile kandaki üç hormon değerleri bir bilgisayar programına girilerek olasılık olarak sonuç elde edilir. Örneğin 1/2300 gibi çıkan bir sonuçta, Down Sendromlu çocuk doğurma olasılığının çok düşük olduğunu gösterir. Bu sonucun 1/270 ve daha sık olarak, 1/220 veya 1/200 olarak hesaplanması, Down Sendromlu bebek doğurma riskinin yüksek olduğunu bildirir. "Üçlü tesfte yüksek risk saptanan yaklaşık 100 anne adayının doğurduğu çocuklardan ancak 1 tanesinin Down Sendromlu olduğu bildirilmektedir. "Üçlü test" yöntemi Down Sendromlu bebeklerin yaklaşık % 60-70 inin saptanmasına yardımcı olur.

Tarama Testinde Yüksek Risk Saptandığı Durumlarda Ne Yapılmaktadır ?
Bu testin sonucunun riski yüksek gösterdiği durumlarda, anne karnındaki bebeğin gerçekten Down Sendromlu olup olmadığını ortaya koymak gerekir. Bu amaçla bebeğin kromozom yapısının saptanması için bebeğin anne karnında bulunduğu kese içindeki sıvıdan örnek almak (amniyosentez) veya göbek kordonundan kan alınarak bebeğin genetik incelemesi (kromozom analizi) nin yapılması gerekmektedir. 5 nci aydan önce kolay yapılan ve gebeliğe olan riski en az olan yöntem olarak su kesesinden sıvı alınması (amniyosentez) yapılmaktadır. Amniyosentez ile elde edilen sıvıdan laboratuvarda yapılan kromozom tayini ile bebeğin normal olup olmadığı hakkında bir karar verilir.

Down Sendromu Testleri Niçin Önemli ?
İlk 3 ay Down Testi, gebeliğin 11-14ncü haftalarında, Üçlü test ise anne adayına gebeliğin16-18 nci haftalarında uygulanması gereken bir testtir. Testin bir tarama testi olduğu unutulmamalıdır. Tarama testi genel olarak kolay yapılan ve herkese uygulanabilen ve aynı zamanda ucuz bir test olmalıdır. Sonuçları ise kesin bir teşhisten ziyade, bir hastalığın ortaya çıkarılmasında kullanılan yardımcı bir yöntemdir. Kesin teşhis için her zaman daha ileri bir yönteme ihtiyaç duyulur. Üçlü testte de kesin sonuç amniyosentezle konur. Tekrar vurgulamak gerekir ki nasıl her yüksek riskli test sakat çocuk anlamına gelmiyorsa, normal sonuç alınan her test de bebeğin % 100 sağlıklı olduğunu göstermez. Bu nedenle bu teste ilaveten 18 ile 20 ci gebelik haftalarında ayrıntılı ultrasonografik inceleme ile diğer problemler aranmalıdır. Özellikle ense kalınlığı 2 mm üstünde olan bebeklerde, kromozom incelemesi normal olsa bile 18-20 nci haftalarda mutlaka detaylı ultrasonografiye ilaveten kalp yönünden incelenmesi gerekmektedir.

Ultrasonografi:
Ultrasonografik inceleme; ses dalgaları kullanılarak elde edilen görüntüleme yöntemleridir.

Anne karnındaki bebeğin durumunun değerlendirilmesi ve bebekteki engelin saptanması açısından ultrasonografi; doğum öncesi tanıda giderek artan bir değer kazanmaktadır. Gebelik döneminde uygulanan ultrasonografi, bebek yaşının hesaplanması, bebeğin yaşam fonksiyonlarının, çoğul gebeliklerin, su kesesindeki sıvı miktarının değerlendirilmesi ve bebek eşinin rahimde -bulunduğu bölgenin tayin edilmesi açısından çok önemlidir. Pek çok doğuştan engeller, anne karnındaki dönemde ultrasonografi aracılığı iletanmabilmektedir.

Anne karnındaki bebekte engelin saptanması açısından ultrasonografi duyarlılığı % 14-85 arasında değişmekte, kişiye özel yapılan incelemede % 99 dolaylarında olduğu bildirlmektedir. Seçilmiş bir engelli olabileceği düşünülen ve aile hikâyesine dayanarak uygulanan özgün ultrasonografide, anne karnındaki bebekte engelin saptanması açısından duyarlılık % 99 lara çıkabileceği bildirilmektedir.

Doğum öncesi bakım almak ve kontrollere düzenli olarak gitmek, gebelikte muhtemel anormal durumların tespiti için yapılacak en doğru seçimdir.

Gebelikte bu tür durumların tespiti için en çok başvurulan ve hiçbir yan etkisi olmayan yöntem ultrasonografidir. Yapılan ultrasonografik tetkik ile bebekteki fiziksel anormalliklerin daha gebeliğin ilk haftasından itibaren belirlenmesi sağlanır. Gebeliğin on ikinci haftasında ultrasonografi ile bebeğin ense cilt kalınlığının ölçülmesi sonucu Down sendromu olma riski hesaplanabilir.

Bebekteki kromozom bozukluğunun kesin tespiti için bebeğin eşinden (plesentadan) ya da kesenin suyundan gebeliğin 15-16ncı haftalarında örnek alınarak (amniyosentez) genetik inceleme yapılmalıdır. Bebeğin eşinden parça alma işlemi ( Koryonik Villüs Biyopsisi=CVS ), gebeliğin 10-11nci haftalarında uygulanır. Hastahanede yatmayı gerektirmeyen ağrısız ve kolay uygulanabilen bir işlemdir. Yapılan işleme bağlı olarak %2-3 oranında düşük yapma veya mikrop kapma riski vardır.

Bu işlemler sadece risk grubu; ense kalınlığı ölçümü ve / veya üçlü tarama testi sonucuna göre risk oranı yüksek olanlara, 35 yaşını geçmiş tüm gebelere, ultrasaund sonucunda şüpheli durumda olanlara, genetik hastalık taşıyıcısı olduğu bilinen ebeveynlere ve daha önce engelli (anomalili) bebek sahibi olan gebelere uygulanması gerekmektedir.

Bebek sahibi olmayı isteyen her çiftin aklının bir kenarında endişe olarak bulunan anomalili bebek sahibi olma ihtimalini; akraba evliliğinin önlenmesi, gebelikte bulaşıcı hastalıklardan, alkol, ilaç, sigara, röntgen ışınları ve diğer zararlı durumlardan kaçınmak gibi önlemlerle azaltmak mümkündür. Ancak bilinmeyen ve önlenemeyen nedenlerle ortaya çıkan engellere yönelik alınacak en etkili yöntemin uygun doğum öncesi bakım olduğu unutulmamalıdır.

Bebek ve Anneler İçin Hamilelikte Egzersiz

Dünyaya yeni bebekler gelirken öncelikle istediğiniz, bebeğin sağlıklı olmasıdır. Doğumun rahat ve bebekle beraber annenin de sağlıklı olması hamilelik döneminde yaşam şeklindeki değişikliklerle mümkün olabilmektedir. Bedensel egzersizler doğumdan ölüme kadar her yaş grubunda uygulanabilmektedir. Hamilelik döneminde de bedensel egzersiz yapmanın yararları çoktur, bunlar:

- Bacak kramplarının çoğalmasını engeller.

- Sırt ve diğer hamilelik ağrılarını azaltır.

- Vücut ağırlığınızın gereğinden fazla artmasını engeller.

- Hamileliğin ve doğumun rahat geçmesini sağlar.

- Çocuğun içinde yaşayacağı kapsülün genişlemesini sağlar.

- Doğumdan sonra normale dönüşü hızlandırır.

Bu kadar önemli yararları sağlayabilmek için mutlaka bilinçli egzersiz yapılmalıdır. Egzersiz sırasında dikkat edilecek noktalar ise şunlardır:

- Bedensel egzersiz düzenli olarak yapılmalıdır. Bir hafta 3 gün, diğer hafta 1 gün egzersiz yapılarak fizyolojik yarar sağlamak mümkün değildir.

- Haftada 4 gün egzersiz yapılmalıdır.

- Eğer doktor tarafından hamileliğin riskli olduğu söylenirse doktor izin verene kadar egzersiz yapılmamalıdır.

- Egzersiz sırasında belirlenecek en yüksek nabız sayınız hiçbir zaman aşılmamalıdır.

- Gövdenin öne ve arkaya eğilmesi engellenmeli, karın bölgesine baskı uygulanmamalıdır.

- Hamile kadının daha fazla oksijene ihtiyacı olduğundan yoğun egzersizlerden kaçınmalıdır.

- Haftada 1 gün küçük ağırlıklarla kas çalışması yapılmalıdır.

- Yağ yakmak için egzersiz yapılmamalı.

- Bilinçsizce yapılacak ve kilo vermeye yarayacağı düşünülen diyetlerden uzak durulmalıdır.

- Egzersiz sırasında ve sonrasında sıvı alımına dikkat edilmelidir.

Sağlıklı bir bebek, sağlıklı bir anne için egzersizin önemi büyüktür. Bu konuda güvenebileceğiniz bir egzersiz uzmanına danışarak yardım isteyiniz. Hamilelik döneminde sigara ve alkolden uzak kalarak doğru ve dengeli bir beslenme programıyla beraber bilinçli egzersiz yapmalıyız, sağlıklı ve mutlu günler...

Gebelik Sırasında Vajinadan Gelen Kanama

Hamilelik sırasında vajinadan gelen kanama, yanlış bir şeyler olduğunun göstergesidir. Hemen doktorunuzu arayın.

Hamileliğin ilk 20 haftasında, kanama genellikle düşükle ilişkilendirilir. Düşük sırasındaki kanama hafif ya da ağır olabilir. Hiçbir uyarı olmayabilir ya da önce kahverengimsi bir akıntı fark edebilirsiniz.

Hamileliğin ilk günlerinde, yumurta rahmin içine tutunurken, bazı lekeler görebilirsiniz. Ayrıca tüm hamile kadınların yaklaşık 20 sinde, ilk günlerinde düşükle sonuçlanmayan kanamalar olmaktadır. Bu nedenle, tehlikeli olmayabilir de, ama mutlaka doktorunuza danışın.

Hamileliğin 20. haftasından sonraki kanamalara doğum öncesi kanama denir. Bu, erken gebelik kanamasından daha az yaygındır ve kadınların yüzde 2 sinden daha azında görülür. Doğum öncesi kanaması, plasenta previa , dış gebelik, düşük ya da erken doğum dahil olmak üzere birçok nedeni vardır.

Birçok durumda, kanama hafiftir. Ancak, ciddi bir kanama sizin ve bebeğinizin hayatını tehlikeye sokabilir.

Gebeliğin ilk aylarından sonra kanama başlarsa, derhal doktorunuzu görün. Hastaneye yatırılmanız ve kanamanın nedeninin belirlenmesi için ultrason gibi testlerden geçmeniz gerekebilir. Kanama ağırsa, kan nakli gerekli olabilir. En kötü durumda, doğum suni olarak başlatılır ya da bir sezeryan ameliyatı yapılır.

Doğum Öncesi Bakım

Kendiniz ve bebeğiniz için yapabileceğiniz en önemli şey, hamile olduğunuzdan kuşkulandığınız anda doğum öncesi bakıma başvurmaktır.

Birçok kadın bir doğum uzmanından ya da doğum öncesi bakım sağlayan başka bir doktordan randevu aldığında, hamile olduğunu biliyordur. Tüm semptomlar görülmektedir ve evde yaptıkları bir gebelik testi pozitif sonuç vermiştir. Hamileliğiniz bir testle doğrulanmadıysa, doktorunuzun muayenehanesinde bir test yaptırabilirsiniz.

Doktorların çoğu, bir adet gecikir gecikmez özellikle hamile kalmaya çalışıyorsanız doğum öncesi bakıma başvurulmasını önermektedir. En fazla iki adetin gecikmesini bekleyebilirsiniz.

Doktora gittiğinizde ayrıntılı bir sağlık formu doldurursunuz ve doktorunuz, soruna yol açacak ya da hamilelik sırasında özel önlemleri gerektirecek, önceden varolan bazı durumların söz konusu olup olmadığını anlamak için aile öykünüz ve genel sağlığınız hakkında birçok soru sorar.

Ne zaman gebe kaldığınızı öğrenmek önemlidir, bu nedenle doktor bebeğin ne zaman doğacağını kesin olarak belirlemek için adet düzeniniz hakkında sorular sorar. Ancak bu yalnızca bir tahmindir. Bebeklerin çoğu tam beklendikleri gün doğmazlar. Bir bebeğin tahmin edilen tarihten 2 hafta önce ile 2 hafta sonrası arasında doğması tamamen normaldir.

Tıbbi öykünüzü öğrendikten sonra, doktorunuz fiziksel bir muayene ve bir pelvis muayenesi yapar. Tipik olarak, ilk vizitten sonra genellikle hamileliğin son haftalarına kadar pelvis muayenesi bir daha yapılmaz, o zaman da doğumun yakın olup olmadığını belirlemek için yapılır. Kan ve idrar tahlilleri ilk vizitte yapılır.

Vizit genellikle doktorun sizinle hamilelik konusunda tartışması, beslenme, kilo alma ve egzersiz konusunda öğütlerde bulunması ve vajinal kanama gibi potansiyel komplikasyonlar konusunda sizi uyarmasıyla son bulur.

İlk vizitten sonra, düzenli vizitleriniz, ağırlık ve kan basıncınızın belirlenmesiyle başlar, ayrıca tahlil için bir idrar örneği vermeniz istenir. Doktorunuz, baş ağrısı, görmede değişiklikler, karın ağrısı, mide bulantısı, kusma, bacaklarda ya da ayaklarda şişme ya da vajinal kanama gibi sorunların olup olmadığını öğrenmek ister. Doktorunuza sormak için, ay boyunca aklınıza gelen soruları not edin.

Gebeliğin 10 ila 12 haftasından sonra, vizitin heyecan verici bir parçası, bebeğinizin bir Doppler aletiyle (bir ses yükseltme aracı) teşhis edilen kalp atışını dinlemektir.

Doktorunuz bebeğin uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini anlamak için karnınızı muayene edecektir. Bazen, döllenmenin gerçekleştiğini düşündüğünüz zaman ile ceninin büyüklüğü arasında bir çelişki olur. Ceninin yaşı söz konusu olduğunda, doktor, ceninin düşünüldüğünden daha büyük olup olmadığını belirlemek için bir ultrason muayenesinin yapılmasını isteyebilir. Bu, doktorun bebeğin kafatasının genişliğini ölçmesi için, ceninin bir resmini kaydetmek üzere yüksek frekanslı ses dalgalarını kullanan acısız bir testtir. Ultrasonografi denilen bu testle, son adet döneminden 7 hafta sonra cenin de görülebilir.

Bedene müdahale etmeden sağlık hakkında yaşamsal bilgiler edinilmesini sağlaması açısından, ultrason testi doğum uzmanlarının pratiğinde önemli bir etki yaratmıştır. Cenin yaşını belirlemek için kullanılmasının yanı sıra, birden fazla bebek taşıyıp taşımadığınızı, bebeğin bütün kısımlarının tamam olup olmadığını, uygun bir şekilde büyüyüp büyümediğini, plasentanın konumunu ve bazı durumlarda çocuğun cinsiyetini de açık bir şekilde gösterebilir.

Bazı doktorların muayenehanelerinde küçük ultrason cihazları vardır ve anneyi bebeğin hayatta ve aktif olduğuna ikna etmek için doğum öncesi vizitler sırasında kullanırlar. Ancak genellikle bu birimler cenin hakkında çok ayrıntılı bilgi sağlayamazlar, bu nedenle ultrason incelemelerinin büyük kısmı hastanelerde ya da radyoloji merkezlerinde yapılır.

24 Kasım 2009 Salı

Erkeklerde Sertlesme Sorunu ve Cozumu

Erkeklerin ortak olarak yaşadığı en büyük cinsel sorun kesinlikle sertleşmedir. Bir diğer adıyla iktidarsızlık olarak anılan sertleşme problemi kişinin cinsel birleşmeye isteği olduğu halde penisin cinsel ilişkiye girmeye yetecek ölçüde sertleşmemesidir. Genelde psikolojik sebepleri olan bu sorun kişide sertleşme yaşanmadıkça daha büyük psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Kendini yetersiz

22 Kasım 2009 Pazar

İyi Kolesterol (HDL) ve Kötü Kolesterol (LDL) Nedir

Çoğumuz kanımızda bir tür iyi kolesterol (HDL) bir tür de kötü kolesterol (LDL) olduğunu duymuşuzdur. Bunlardan iyi olanı bizi damar tıkanması ve yüksek tansiyon gibi hastalıklara karşı korurken kötü olanı bu hastalıkların oluşma hızını artırmaktadır. Dahası iyi kolesterol kalp ve damar sisteminde düzenleyici rol de almaktadır. Peki ikisi de kolesterol olmasına rağmen nasıl bu kadar farklı etkilere neden olabiliyorlar?

Aslında ne HDL ne de LDL sadece kolesterolden oluşmuştur. Bunlar kanda kolesterol ve diğer yağları taşıyan yuvarlak, misket gibi içi yağ ile dolu, dış yüzeyi protein ile kaplı damlacıklardır. HDL ve LDL'nin içinde yağda eriyen vitaminler gibi başka maddeler de vardır. Aslında her ikisinin de yapısı birbirine beznerdir. Ancak davranışlarındaki farklılık onların iyi ve kötü diye nitelenmesine neden olmuştur.

LDL yani kötü kolesterol yağları vücudun heryerine dağıtır. Vücut hücrelerinin ihtiyacı varsa bu yağları kullanırlar ancak fazla olan yağ kanda dolaşır ve özellikle damar duvarlarına çökerek damar sertliğini hızlandırır. Oysa HDL tıpkı bir çöpçü gibi çevreden kolesterolü toplar ve karaciğere taşır. HDL'nin yaptığı bu işe ters kolesterol taşınması denir. Vücuttaki kolesterolü karaciğere taşıyan tek yapı bu HDL'dir. Peki karaciğer kendisine ulaştırılan bu kolesterolü ne yapar? Karaciğer HDL'nin kendisine getirdiği bu kolesterolü ürettiği safranın içine geçirir ve barsaklara gönderir. Böylece kolesterol barsaklar ve dışkılama yolu ile vücuttan uzaklaştırılır. İşte HDL kolesterolün bu özelliği ona iyi kolesterol denmesine neden olmuştur ve gerçekte fazla kolesterolün vücuttan atılmasının tek yolu da budur.

Böylece kan HDL kolesterolünüz yüksek ise kalp ve damar hastalıklarına karşı daha iyi korunuyorsunuz demektir. Ancak LDL kolesterolünüz yüksek bir de HDL kolesterolünüz düşük ise birşeyler yapmanız gerekmektedir.

Koroner Anjiyo - Anjioplasti Nedir Geniş Bilgi

Daralmış veya kendisine kan gelmeyen arterler kalp krizi, anjina veya öteki problemlerin meydana gelmesine sebep olurlar. Bazı yakalarda özel diyet ve ilaçlar bu tür arteryel sorunların önlenmesi için iyi bir tedavi yöntemi olabilirler. Diğer vakalarda ise by-pass ameliyatı ve koroner anjiyoplasti ameliyatı en iyi çaredir.

Koroner Arter anjiyoplastisinin tam adı Perkütan Transluminal Koroner Angioplasti (PTCA) dır. Bu deri içine (percutaneous) ve kalp damarları içinde (koroner transluminal) ameliyatın yapılması ve bu şekilde damarların genişletilmesi (angioplasti) anlamına gelir. Bu yöntem ismi kadar zor bir yöntem değildir ve lokal anestezi (uyuşturma) altında uygulanır. Bu yöntem "Koroner Anjiografl denilen ve teşhis koymaya yarar yönteme benzer.

Uygulama Yöntemi..
Omuz veya kasık bölgesine uyuşturucu verildikten sonra doktor rehber kateter i (ince boru) bacak ve kol damarına sokar. Doktor televizyonlu röntgen ekranından kateter (boru) ve kan damarlarının durumunu izlerken kateteri daralmış arterin içine sokar. Çok küçük bir Radyoopak boya bu kateterden o bölgeye bırakılır. Bu şekilde anjiyogramdaki tıkalı kalp damarları belirlenir. Daha sonra daha küçük bir kateter (boru), rehber kataterin içine yerleştirilir. Bu küçük kateterin ucu balon şeklindedir. Bu uç koroner arter içindeki tıkanık sahaya vardığında yarım dakika için arterin tıkanmış kısmında şişirilir. Bu genişleme (şişme) esnasında kişi, göğüs ağrısı duyar. şişlik indirildiğinde ağrı azalır. Bu şişirme ve indirmenin birkaç kez tekrarlanması gerekir. Balon kateter hareket ettirildiğinde kan akışının nasıl hızlandığı anjiyogramdan görülebilir. Bu yöntemin tamamlanması 30-90 dakikada olur.

Bu yöntem bacak da dahil olmak üzere vücudun tüm tıkanmış arterlerini tedavi etmek amacıyla kullanılır.

Sonuçları..
Kan akışında artma, ilgili arterdeki kan basıncında artma, damardaki tıkanmanın ezilmesi veya parçalanması, arter duvarının gerilerek genişlemesi bu yöntemin istenilen sonuçlarıdır.

Vakaların çok düşük bir yüzdesinde bu yöntem başarısız olup by-pass ameliyatı gerekir. Genelde by-pass ameliyatını yapan cerrahlar takım halinde çalışırlar. Anjiyoplasti tek başına başarılı olduğunda daha büyük ameliyatlara gerek kalmaz. Yukarıda anlatılan ameliyatın maliyeti oldukça düşüktür ve kişinin hastanede kalış süresini birkaç haftadan birkaç güne düşürür.

İyileşme ve Rehabilitasyon..
Bu yöntemi takiben 24 saat süreyle kalp atışı ve ritmi ile diğer bulgular ekrandan takip edilir. Bu yöntemin deri altından damarlara boru yerleştirme olayını kapsaması dolayısıyla yara yeri çok küçüktür ve çoğu insanlar bu yöntemden 1 hafta sonra işlerine tekrar dönebilmektedirler.

Kimlere PTCA Yapılması Gerekir?
İlaçlarla geçmeyen anjina pektorisli kişiler PTCA yapılacak olanlardır. PTCA birçok tıkanmış arteri iyileştirebilmesine rağmen bunun için ideal kişi sadece tek arteri tıkanmış olan kişidir. By-pass ameliyatından ziyade PTcA nın yapılmasına karar verdiren faktörler, arterde tıkanmanın lokalizasyonu, tıkanan arter sayısı, tıkanma şiddeti ve kalbin bütün fonksiyonlarıdır.

Bununla birlikte PTCA yöntemi tıkanmayı yapan hastalıkları tedavi edemez.

Ayrıca bu yöntemin aynı tıkanık arteri veya başka bir arteri tekrar genişletmek için tekrarlanması gerekebilir.

Gelecek yıllarda doktorlar damar içindeki birikmeleri lazer ışını veya mekanik aletler kullanarak yok edebileceklerdir.

By Pass Ameliyatı Sonuçları İyileşme Süreci Kimlere Napılır

Kalp krizleri anjina ve diğer sorunlar arterlerde tıkanma veya daralma sonucunda oluşur. çoğu yakalarda başlangıçta önleyici ilaçlar kullanılmalıdır. Bunlara kilo verme, uygun diyet, şeker hastalığı (diyabet) ve yüksek tansiyonun tedavisi, egzersiz yapmak ve sigaradan kaçınmak gibi diğer faktörler de eklenebilir.

Bununla birlikte belli durumlarda en uygun olan şey Koroner Arter by-pass ameliyatı veya koroner anjiyoplastidir. Bu ameliyatlar ilaç tedavisinin cevap vermediği (yetersiz olduğu) veya arterlerdeki tıkanmanın fazla olduğu durumlarda kullanılır.

Yöntemi..
"By-pass" aynı işi görecek diğer yol anlamına gelir. Bir Koroner Bypass operasyonu genelde uyluktan olmak üzere toplardamarlardan kısa bir parça almayı ve Koroner Arterlerdeki tıkanmayı ortadan kaldırarak, oraya fazla miktarda kan gelmesini sağlamak amacıyla bu parçayı kullanma operasyonunu kapsar. Operasyona dahil olan arter sayısı ortalama 4 veya 5 olmakla birlikte operasyon, bu artererin 8 veya 9 segmentini (bölümünü) de kapsayabilir. Uyluktaki bu toplardamarlarda, kendilerinden bir parça alındığı için zamanla tıpkı koroner arterlerdeki gibi tıkanmalar gelişebilir. Bunun için ayrıca tedavi veya başka bir operasyon gerekli olabilir Son yıllarda bu ameliyat için gerekli olan parça göğsün ön kısmında uzanan iç meme arterinden sağlanmaktadır. Bu arterler göğüs kafesi orta kemiğinin (sternum) her 2 tarafında bulunur. Bu arterleri kullanmanın en büyük avantajı daha sonra gelişebilecek olan aterosklerozu engellemektedir. Ancak bunlar bazen kullanılabilmekte, bazen de kullanılamamaktadır.

Bu ameliyat için hasta tam olarak uyuşturulur. Ameliyatın bir kısmı için hastanın dolaşımı Kalp-Akciğer makinesine bağlanır Meme arterlerinin alt ucu koroner arterle birleştirilir. Ameliyatın süresi yapılan iş miktarına bağlı olarak 2 veya daha fazla saat sürer.

Sonuçları.
Kalbe uygun miktarda kan gelmesi tekrar sağlanır. Anjina veya koroner arter sorunları ortadan kalkar fakat bu sorunları ortaya çıkaran hastalıklar tedavi edilemez.

By-pass segmentleri kapsamına giren arterler diğer vücut arterlerinden farklı olarak koroner arter gibi çalışırlar. Bu yüzden by-pass ameliyatından sonra, düşük kalorili diyet, hayat tarzı değişiklikleri gibi tedbirlerin alınması oldukça önemlidir.

İyileşme ve Rehabilitasyon..
Hasta 7-19 gün arası hastanede kalır. Operasyondan sonra birkaç gün özel kardiyak ünitelerinde kalma zorunluluğu doğabilir. Burada kalbinizle ilgili atım ve ritim durumları ile diğer işaretler ekranda görülebilir. Yiyecek ve içecekler toplardamarlardan verilir. Oksijen takviyesi ve Respiratör (solunum makinesi) gerekli olabilir. Doktor ve cerrahınız iyileşmenin ilerleyen haftalarındaki aktiviteleriniz ve tekrar başlayacak normal faaliyetlerinizin derecesi hakkında size bilgi verecektir.

By-Pass Ameliyatı Kimlere Yapılır?
Hafif bir anjinanız varsa veya kalp krizi geçirmiş ve sonra da hiç bir belirti kalmaksızın iyileşmişseniz sizin için en iyi tedavi, by-pass ve diğer operasyonlardan ziyade, ilaçlar ve diğer yöntemlerdir.

Koroner arter by-pass ameliyatının özellikle erken dönemlerde kullanımı tartışmalı görünüyorsa da tüm veriler bu ameliyatın uygun durumlarda yapılması lehinedir. Bu durumlar ana koroner arterin tıkanması ve bununla birlikte pek çok damar hastalığı, sol ventrikülde fonksiyon yetersizliği ve kişinin takatını kesen anjinanın olmasıdır. Bunlara sahip insanlar için bypass yöntemi açık bir değer taşımakta ve yaşamı daha uzun süreli kılabilmektedir.

Mitral Kapak Yetmezliği Nedenleri Belirtileri Tedavisi

Mitral kapak, kalpte bulunan 4 kapaktan birisidir ve kalbin sol tarafını ikiye böler (sol kulakçık (atrium) ve sol karıncık (ventrikül))ve atrioventricular kapak (valve) olarak da adlandırılır. Kalbin içerisindeki mitral kapağın tam olarak kapanmadığı, uzun süreli (kronik) ve genelde ilerleyici bir kalp hastalığıdır. Mitral kapağın tam olarak kapanmaması sonucunda, kalbin kasılması sırasında kalbin sol karıncığına (atrium) kan geri kaçar.


Nedenleri ve Mekanizma..
Mitral kapağı zayıflatan veya hasara uğratan her hangi bir hastalık veya problem mitral yetmezliğe neden olabilir. Kalp kapak yetmezlikleri arasında en sık olarak mitral kapak yetmezlikleri gözlenmektedir.

Kalbin vücuda pompaladığı kan miktarında azalma meydana gelecektir. Kalp, bu azalmayı telafi edebilmek için daha çok çalışacak ve daha hızlı atacaktır.

Mitral yetmezlik kadınların %6 sında, erkeklerin %3 ünde görülmektedir. Ancak 55 yaş üzerindeki kadın ve erkeklerin yaklaşık olarak %20 sinde bir miktar mitral yetmezlik bulgusu saptanmaktadır.

Doğuştan mitral kapak yetmezliği nadiren gözlenir.

Romatizmal kalp hastalığı; mitral kapak yaprakçıklarının kalınlaşmasına, sertleşmesine ve küçülmesine neden olur. Romatizmal kalp hastalıkları, tüm mitral yetmezliklerin üçte birinden sorumludur.

Mitral yetmezlik, bazı ailevi özellikleri olan hastalıklar sırasında da gelişebilir: ateroskleroz (damar sertliği), yüksek tansiyon, kalp sol karıncığının büyümesi, bağ dokusu hastalıkları (Marfan sendromu gibi), endokardit, kalp tümörleri, tedavi edilmemiş sifiliz (nadiren).

Risk faktörleri: kişide veya ailesinde yukarıda sayılan hastalıkların bulunması, 4 ay veya daha fazla süre ile iştah kesici zayıflama ilaçlarının kullanılması (fenfluramine, dexfenfluramine).

Korunması..
Romatizal ateş gelişmesini önlemek için, streptokoklarla meydana gelen hastalıklarınızda kesinlikle hekime görünün, yukarıda sayılan hastalıklar için tedavi görün.

Diş tedavileri sırasında mikroplar kana karışabilir ve endokardit gelişebilir. Bunu önlemek için diş hekiminizden önce antibiyotik tedavisi isteyebilirsiniz.

Belirti ve Bulgular..
- genelde belirti yoktur, belirtiler başlamışsa ilerleme var demektir

- yorgunluk, bitkinlik, hafi sersemlik hali

- çarpıntı

- öksürük

- egzersiz sırasında nefes darlığı

- yatar pozisyonda nefes darlığı

- gece sık idrara çıkma

+ steteskopla dinlendiğinde tüm sistol (kasılma) süresince üfürüm duyulur, akciğerlerde solunum sırasında anormal solunum sesleri duyulabilir

+ ekokardiyogram, transözafajial ekokardiyogram, dopler, MR, kardiyak katater incelemesi sonucu : sol karıncıkta genişleme, mitral kapakta kalınlaşma ve anormalleşme, kanın kapakçıktan geri kaçması gibi bulgular saptanabilir.

+ göğüs filmi de kalp genişlemesini gösterebilir. EKG de genellikle sivri P dalgaları veya atrial fibrilasyon denilen durum görülür, her ikisi de karıncık genilemesine bağlıdır.

Tedavisi..
Şiddetli belirtiler varsa hastanın hastaneye yatırılması gerekebilir. Kapakçıkların cerrahi olarak düzeltilmesi veya değiştirilmesi gerekebilir. Cerrahi tedavi kalp işlevlerinin zayıfladığı, şikayetlerin şiddetlendiği ve durumun gittikçe kötüleştiği durumlarda önerilir. Mitral yetmezlik tanısı bir kez konduktan sonra, düzenli ve sürekli olarak hekim kontrolünden geçmek gerekir.

Bakteriyel bir enfeksiyon varsa antibiyotik tedavisi verilir, antibiyotik kullanımı diş tedavisinden önce de önerilir.

Gerekli durumlarda antiaritmik (ritim düzenleyici) ilaçlar, damar genişletici ilaçlar kalbin yükünü azaltmak için kullanılabilir.

Kalp atımlarını güçlendirmek için dijital gurubu kalp ilaçları, diüretik (idrar artırıcı) ilaçlarla birlikte kullanılabilmektedir.

Pıhtı oluşumunu engellemek için antikoagülan ve anti-platelet ilaçlar kullanılabilir (atrial fibrilasyon durumunda).

Az tuzlu diyet uygulanmalıdır.

Belirtilerin gözlendiği durumlarda egzersiz kısıtlanmalı ve fazla yorulmamalıdır.

Mitral Kapak yetmeziliği sonucunda gelişebilecek diğer hastalıklar

- endokardit

- kalp yetmezliği

- akciğer embolisi

- inme

- pıhtı oluşumu ve diğer organlara pıhtının atılması

- ritm bozuklukları

Tromboangiitis Obliterans (Buerger Hastalığı) Nedir

Tromboangiitis obliterans (Buerger hastalığı) en çok kol ve bacaklardaki küçük ve orta çaplı arterleri, venleri ve sinirleri etkileyen nonaterosklerotik segmental enflamatuar bir hastalıktır.

Tromboangiitis obliteranslı bir hasta ilk olarak 1879 yılında Von Winiwarter tarafından tanımlanmıştır. Bundan 29 yıl sonra Leo Buerger ampute edilmiş 11 ekstremitede patolojik bulguların kesin ve ayrıntılı tarifini yapmıştır.

Tromboangiitis obliterans bazı önemli yönleriyle diğer vaskülit formlarından ayrılır.

Patolojik olarak, ileri derecede sellüler ve enflamatuar bir trombus vardır. Damar duvarı nispeten korunmuştur.

Bu hastalarda sedimentasyon, CRP, serolojik test-ler (immüne kompleksler, kompleman, kriyoglobu-lin) ve otoantikorlar (antinükleer antikorlar, roma-toid faktör) normal veya negatifken arteriyel intimada immun reaksiyon varlığı gösterilmiştir. Arter duvarındaki kollajen I ve III e karşı artmış hücresel duyarlılığı, normal ve arteriosklerozisli insanlardan ayırıcı tanıda kullanılabilir. Eichhorn ve arkadaşları Buerger in aktif evresinde 7 hastada, serum anti-endotel antikorlarında artma (ortalama 1857 U, nor-mal 30 kişide 126ü, remisyonda olanlarda 461 U.) göstermişlerdir.

Bu hastaların (klinik olarak) hastalıksız gibi duran ekstremitelerine, "Sodium nitroprusside" gibi endotele bağımlı olmadan vazodilatör etki yapan ajanlara verildiğinde vazorelaksasyon normal olmasına rağmen (endotele bağımlı) etkili "Acetyl-Choline" intra arteriyel verildiğinde; "Pletysmog-raphy" ile ölçülen relaksasyon normale göre düşük olmakta, yapılan arteriografik incelemede, küçük arterlerde multipl tıkanmalar olduğu, özellikle proksimal arterler normal görünürken, brakial arter distalinde, infrapopliteal arterlerde, hastalıklı olanla-rın normallerin arasına serpiştirilmiş gibi olduğu görülebilmektedir. Klinik seyrinde ayak ve bacakta "Flebitis migrans" tablosu tipiktir, patolojilerinde akut fazlarında çok hücreli inflamatuar trombüsler vardır. Kronikleştikçe trombüsler organize olur ve duvarda fibrozis gelişir. Ancak internal elastik lamina pek çoğunda korunmuştur. Bu özellikler arteriosklerozis veya vaskülitislerden ayırmada faydalıdır.

Allen testi yapılması genç tiryakilerde, ellerdeki dolaşımı aydınlatır ve ayaklarda trofik değişikliklerin başlangıcında bile bu test sonucu anormaldir. Teş-his: flebitis migrans olması, ellerde de benzeri tutu-lum, istirahat ağrısı, sigara tiryakiliği, yaşın < 45 olu-şu, gangren veya iskemi belirtileri, oto immün has-talık olmayışı, diabetes mellitus olmayışı, emboli nedeni olmayışı, arteriografik bulgular ve nadiren biyopsi ile yapılabilir.

Hastalığın erken dönemlerinde belirti ve bulguları silik olup, sıklıkla ayakta başlayan parmak yaraları, solukluk ve soğukluk, uyuşukluk, karıncalanma ve yanma tarzında şikayetler görülür.

Hastalık ilerledikçe, yürüme ile artan istirahatle azalan bacak ağrıları yerleşir. Hasta uzun süreli yürüyüşlerde, giderek artan ağrı sebebiyle durmak ve dinlenmek zorunda kalır. Sıklıkla caddelerde, bu durma dönemlerinde vitrinlere bakılarak ağrının geçmesi beklendiğinden, klasik tıp kitaplarına bu durum vitrin belirtisi olarak geçmiştir. İleri dönemlerde ağrı sadece hareketle değil, istirahat dönemlerinde bile hissedilmeye başlar.

Yine özellikle soğuk su ve hava ile temasta el ve bacaklarda morarma, ayakta şişme ve gangren ileri dönemlerde görülen bulgulardır.

Hastalığın sigara ile ilgisi kesin olarak gösterilmiş olup, sigarayı bırakmayan hastalar, uzuv kaybına yol açacak sonuçlarla karşı karşıyadır.

Hastalığın teşhisi için Doppler ultrasonografi ile damarlardaki kan akım seviyesi ve daralma gösterilir, damar içine kontras madde verilerek çekilen filmlerle teşhis kesinleştirilir.

Tedavide gangren olmadan sigarayı bırakanlar-da, %94 amputasyon gerekmemiş, sigara içenlerde en az %43 amputasyon yapılmış.

Günde 6 saat süreyle İloprost (prostoglandin analoğu) infüzyonu verilmesi, intraarteriyel "strepto-kinase" 10.000U ile başlayıp, saat başı 5000U veril-mesi nadir endikasyonlarda infra inguinal arteryel By-pass ameliyatı, omental transfer ameliyatları, spinal kord stimülatörleri, vasküler endoteliyal Growth faktör gen tedavileri ile başarılı sonuçlar bildiren raporlar vardır. Sempatektomi ameliyatla-rının, amputasyonları önlemede ve ağrıyı azaltmak-taki rolü yeterince aydınlık değildir.

Atriyal Septum Kusuru Nedir? EKG - EKO - MR Hakkında

Atriyal septum kusuru, kalbin içinde, kulakçıklar (atriyumlar) arasında delik bulunması halidir ve anormal kan akışına neden olur; bu yüzden temiz kanın bir kısmı sağ kalbe geçiş yapar. Bu olay yıllar içinde akciğere giden kanın artmasına bağlı olarak akciğer damarlarında ve kalp kasında hasara sebep olabilir.Kız bebeklerde erkek bebeklerden daha yaygın görülür ve genellikle Down sendromlu çocuklarda ortaya çıkar.

Genellikle uzun yıllar hiçbir belirti vermez. Hatta doktora ve hastaneye pek gitmemiş kişilerde tanının 30-40 yaşına kadar konulamadığı durumlar vardır. Bu tip hastalarda, ancak tesadüfen başka bir nedenle doktora gidildiğinde, dikkatli bir muayene sırasında kalpte üfürümün ve bazı ek seslerin duyulması ile kuşkulanılır. Kesin tanı çocuk kardiyoloji uzmanınca yapılan muayene ve ekokardiyografi ile konur.

Soldan sağa şantın %30 dan az olduğu küçük ASD li olgularda genellikle yakınma olmaz.

Soldan sağa şantın daha fazla olduğu büyük defektli olgularda, yakınmalar daha süt çocukluğu döneminde de başlayabilir.

Hastalar çoğunlukla okul çağında yapılan rutin muayeneler sırasında saptanır. Bir yaşını doldurmadan önce sadece vakaların sadece %10 unda tanı konabilmektedir. Kadınlarda erkelerden 2 misli fazladır.

Efor dispnesi başta gelen yakınmadır.

Nadiren ortopne, atriyal fibrilasyon ve kalp yetmezliği gelişebilir. Paradoksal emboliler ve beyin abseleri (özellikle sağ atriyal basınç artışlı olgular ve şantın sağdan sola döndüğü olgularda) ortaya çıkabilir.

EKG
%80 inkomplet sağ dal bloğu, %10 sağ dal bloğu

ASD-2 de sağ aks deviasyonu, ASD-1 de sol aks deviyasyonu

Nadiren P-pulmonale ve sağ hipertrofi bulguları

Röntgen

Küçük bir aort topuzuyla birlikte büyük bir pulmoner arter konusu

Pulmoner pletora

Sağ ventrikül dilatasyonuna bağlı kalp siluetinde genişleme, sağ atriyal genişleme (posteroanterior grafilerde kalp tepesi yukarı kalkık, yan grafilerde retrosternal alana doğru genişleme görülür. Yan Baryum lu ösofagus grafisiyle sol atriyal genişleme ekarte edilebilir).

EKO
Bütün şüphelenilen olgulara EKO incelemesi yapılmalıdır. Transösofagial ekokardiyografi özellikle yararlıdır.

Ekokardiyografi esnasında; ASD nin yeri, çapı, şant akımının yönü ve öneminin yanı sıra ASD ile birlikte sık görülebilen konjenital anomaliler de araştırılmalı ve tesbit edilmeye çalışılmalıdır. Bunların başlıcaları: Mitral valve prolapsusu, pulmoner stenoz, pulmoner venöz dönüş anomalileri (özellikle sağ üst pulmoner venin sağ atriyuma açılması gibi), Lutembacher sendromu, daha kompleks konjenital kalp hastalıkları, örneğin; büyük arterlerin transpozisyonu, total anormal pulmoner venöz dönüş, trikuspit atrezisi, sağlam interventriküler septumla birlikteki pulmoner atrezi gibi...dir.

Sinus venousus tipi ASD de sıklıkla pulmoner sağ üst lobun anormal venoz drenajı görülür.

M-mode EKO da sağ ventrikül volüm yüklenmesi, sağ atriyal ve ventriküler genişleme ile flat veya paradoks hareketli interventriküler septum saptanır. 2 boyutlu ve doppler EKO çalışmaları ile defektin yeri ve özellikleri saptanır. Sinus venosus tipi ASD de transtorasik EKO ile olguların %25 inde tanı konabilirken diğer tiplerde %80 oranında tanı konabilmektedir. Transösofagiyal EKO ile ise tüm tiplerde tanısal sensitivite %100 dür. Ayrıca ASD operasyonlarında da işlem yeterliliğinin değerlendirilmesi için intraoperatif transösofagiyal EKO yapılmalıdır.

Qp/Qs = (Pulmoner arter akım hızı x Pulmoner arter alanı x sağ ventrikül ejeksiyon süresi x kalp hızı) / (Aortik akım hızı x aort kökü alanı x sol ventrikül ejeksiyon süresi x kalp hızı) formülüyle hesaplanır.

Nukleer Tıp

First-pass radyonuklid anjiyografi ile şantın varlığı ve önemi ortaya konabilir.

MR
Manyetik rezonans görüntüleme ile de ASD nin yeri ve tanısı yapılabilmektedir.

Karıştığı Durumlar

Pulmoner stenoz

Diğer konjenital anomaliler ve kapak hastalıkları (Örneğin mitral kapak hastalığı)

Pulmoner hipertansiyon ve/veya cor pulmonale

Konjestif kardiyomiyopati

Dikkat Edilmesi Gerekenler
Ameliyat, sünnet, diş çekimi ve dolgusu gibi bazı girişimler öncesinde endokardite (kalbin iç tabakasının iltihabı) karşı koruyucu tedaviye ihtiyaç gösterirler. Hastaların beklenmedik komplikasyonlardan korunabilmeleri için yaklaşık 1 yıllık aralıklarla doktor kontrolunde olmaları gerekir. Bu ameliyat olmuş hastalar için de 3-4 yıl süreyle geçerlidir.

Tedavisi..
Defektin büyüklüğü ve akciğer atardamarının basıncı cerrahi tedavinin zamanını belirler. Kendiliğinden kapanmayan, akciğer atardamarında basınç yükselmesi tehlikesi olan açıklıklar genellikle 4-6 yaşlarında, yani çocuk okula başlamadan cerrahi olarak kapatılır. Ameliyat sırasında ve sonrasında genellikle problem oluşmaz. Göğüsün orta kısmında ameliyata ait bir iz kalır. Bazı hastalarda açıklığı kateterle kapatma da uygulanmaktadır. Bu her hastaya uygulanamamakta, ancak bazı ölçümler uygun ise yapılabilmektedir.

İlaç tedavisi mevcut komplikasyonlara göre yapılır. Atriyal fibrilasyonlu olgularda kardiyoversiyon için postoperatif. dönem beklenmelidir.

ASD li olgularda şikayet ve bulguların olmadığı devrede efor kısıtlaması gereksizdir.

Prognoz..
Vaktinde ameliyat edilen olgularda, beklenti; normal bir yaşam süresi ve kalitesidir. Yaklaşık olarak operasyon mortalitesi; komplikasyonsuz ASD-2 de %1, ASD-1 de ise %5 tir. Yine genç ve çocuklarda genel operasyon mortalitesi %1 civarındayken, 40 yaş üzerindeki hastalarda %5 civarındadır. Pulmoner arter sistolik basıncı 60 mmHg ve yukarısına çıkmış olan olgularda operasyon mortalitesi %5 e çıkar. Vakaların çoğunda pulmoner hipertansiyon ve buna bağlı bulgu ve belirtiler yirmili yaşlarda gelişmeye başlar. Özellikle gebelikte hızla ilerlerler. Ölümler en çok Eisenmenger sendromunu takiben konjestif kalp yetmezliği gelişmesi sonucunda meydana gelir. Diğer başta gelen ölüm nedenleri; tromboemboliler, pulmoner vaskuler tromboz, beyin abseleri, enfeksiyonlar, vd. dir.

Varis Nedir Varisin Teşhisi Belirtileri Varisin Tedavisi

Varis her hastalık gibi ciddiyetle ve bilimsel metodlarla tedavi edilmesi gereken bir damar hastalığıdır. Varis kanı akciğer ve kalbe geri taşıyan toplardamarların ilerleyici bir şekilde genişlemesine verilen isimdir.Yaptığı ağrı, kramp, görüntüsü ve oluşturduğu psikolojik tablo insanı mutsuz eder. Varis hastalığı uzun saatler boyunca çalışmak dolayısıyla ayakta kalmak zorunda kalan insanlara modern çağın yeni bir hediyesidir. Yoğun ve uzun çalışma koşulları ve hareketsiz günlük yaşantı sonucu yürüyüşün yerini alan kısa mesafelere bile otomobil ve
taşıma araçları ile ulaşan insanlarda varis daha sık görülen bir hastalık halini almıştır. 25 - 35 yaş grubunda %30 - %35 oranında, 55 - 65 yaş grubunda ise 50 - 60 oranında görülür. Hastaların büyük bir kısmı bacaklarında varislerle birlikte yıllarca yaşarlar ancak ağrı oluşmaya başladığı zaman tedavi ihtiyacı duyarlar. varisin ilk görüldüğü anda hekime estetik kaygılarla müracat eden hastalarda bile derin toplardamarlarda venöz yetersizlik adı verilen hastalık başlamış olabilir. Varisleri ile birlikte yaşamaya çalışan ve bu duruma alışan insanların en büyük dezavantajı zaman geçtikçe daha zor bir tedavi şekline ihtiyaç duymalarındadır.

Varis ve diğer toplar damar hastalıklarında en önemli faktör ırsiyet yani aileden gelen yatkınlıktır. Anne, baba ve diğer birinci derece akrabalarında varisi olan bir kişi eğer uzun süre ayakta kalınan veya devamlı sabit olarak oturulan bir iş yapıyorsa, sigara içiyorsa, kilo alıyorsa, aşırı sıcağa maruz kalıyorsa, kadınlarda hamilelik ve doğum geçirmişse bilmelidir ki varis hastalığı kaçınılmazdır.

Varis ve venöz yetersizlik hastalığının tedavisinin gecikmesi sonucunda hastalığın ciddi yan etkileri görülebilir ki bunlar ayak ve bacaklarda akıntılı ve geçmeyen yaralar, thromboflebitis denilen damar içi iltihapları olup en ciddi sonuç ise venöz thrombozlar sonucu akciğere, kalbe pıhtı gitmesidir ki bazen ölümle bile sonuçlanabilir.

Varis ve venöz yetersizliğin teşhisi damar sistemi muayenesi sonrasında yapılan Doppler ultrason ve gereğinde venografi adı verilen radyolojik tetkiklerle konulur.

Bu tetkikler sonucunda hastalığın ilerleme derecesine göre venöz basıncı düşüren ilaçlar, varis çorabı, skleroterapi adı verilen damar içine yapılan enjeksiyonlar, lazerle damar pıhtılaştırılması ve gereğinde varis ameliyatlarının uygulanması yolu ile tedavi mümkündür. Son yıllarda hastalığın tedavisinde kullanımına başlanan lazer tedavisi varislerde de uygulanmakla birlikte son yapılan bilimsel çalışmalar cerrahi müdahelelerin yani varis ameliyatlarının halen uygulanan en kesin ve kalıcı çözüm olduğunu göstermektedir.

Ana toplardamarların içindeki kapakçık bozukluğu ve basınç yükselmesi ile başlayan varis hastalığının cilt üzerindeki görünümünü kılcal varisler ve ince kıvrımlı mor damarlar şeklinde olup buzdağının görünen kısmı gibidir,yani problemin kaynağı derin toplardamarlardır. Bu nedenle ilerleyen yıllar içinde ciddi sağlık problemleri oluşturabilecek olan varis hastalığının tedavisinin ihmal edilmemesi kişinin yaşam konforu açısından çok önemlidir. Varis tedavisinde basit kural şudur: Varis ne kadar yeni ise tedavi o kadar kolaydır.

Anjina Nedir Hangi Durumlarda Olur Kalp Krizi ile Farkı

Anjina Nedir ? Anjina, kalbe yetersiz kan gelmesi sonucu meydana gelen geçici gögus agrisidir. Sikinti, agirlik, huzursuzluk, uyuSukluk, yanma, basi veya gögsun arkasinda parçalanma hissi Seklinde olabilir. Kollara, boyna ve çeneye yayilabilir. Anjina, genellikle yorulma, yemek yeme veya sikinti sonucunda ortaya çikar. Her gögus agrisi anjina degildir, sadece doktorunuz dogru taniyi koyabilir.

Angina Atagim Ne Kadar Sure Devam Eder ?
cogu zaman 5 dakikadan kisa surer, ancak yarim dakikadan kisa olabilecegi gibi yarim saatten uzun da olabilir. Sizde oluSan anjina ataklarinin suresini ve gelen agrinin Seklini siz bulacaksiniz. Eger devamli olarak degiSkenlik gösteriyorsa bunu doktorunuza belirtmeniz gerekir.

Anjina Atagim Daha cok Hangi Durumlarda Olur ?
Anjina atagi genellikle yokuS yukari tirmanmak, çok yemek yemek, çok sicak veya soguk havalarda diSari çikmak, aSiri sikilip uzulmek gibi kalbinizin iS yukunun arttigi durumlarda meydana gelir. Bunun nedenlerinden birisi kan damarlarinizin iç yuzeyinin yagla sivanmasi (ateroskleroz) olabilir. Damarlariniz bu Sekilde daralmiSsa kalbinize çok kan gerektigi durumlarda yeterli kan kalbe ulaSmayacaktir. Diger bir sebep kalp damarlarinizdan birinin ani olarak kasilmasi olabilir. Bu ani kasilma da geçici olarak darliga neden olur. Bu tip ani kasilmalarin neden oldugu anjina digerinden farklidir ve her zaman atak meydana gelebilir.

Anjina Atagi, Kalp Krizi ile Ayni sey midir ?
Hayir. Anjina atagi kalp krizi degildir. Kalp krizinde, kalbe ait kaslardan bir kismi canliligini kaybeder yani kullanilmaz hale gelir. Ancak anjina tedavi edilmez ise kalp krizi geliSebilir. Anjina ilk geliStiginde veya Sekli degiStiginde derhal doktora muracaat edilmelidir. Anjina ataklariniz siklaStiginda, suresi uzadiginda veya daha az eforla meydana geldiginde hemen doktorunuzu bu durumdan haberdar edin.

Kalp Krizi Geçirdiginizi Nasil Anlarsiniz ?
Eger 10 dakika içerisinde 3 tane dilalti nitrogliserin tableti aldiginiz halde Sikayetleriniz geçmedi ise hemen acil servise muracaat edin. Kalp krizinin iSaretleri genellikle anjinaninkileren daha Siddetlidir. Kalp krizi geçiren bir hastada görulen ve hemen acil servise gitmeyi gerektiren Sikayetler Sunlardir : yarim saatten uzun suren agri, terleme, bulanti, nefes darligi, Siddetli sikinti hissi ve halsizlik. Kalp krizi sonrasi meydana gelen ölumlerin en önemli nedeni zamaninda doktora ulaSamamaktan kaynaklanir; dolayisi ile bu Sikayetlerle karSilaStiginizda hemen bir acil servise ulaSin.


Anjina Tedavi Edilebilir mi ?
Evet. Anjinanin tedavisinde kullanilan çeSitli ilaçlar mevcuttur. Bu ilaçlara ek olarak, sizin hayat tarzinizda yapacaginiz bazi degiSiklikler ataklarin oluSmasini önleyebilir. Uygun tedavi ve olumlu aliSkanliklar edinerek hiç ataksiz bir yaSam surebilirsiniz. Doktorunuzun verecegi ilaçlara ek olarak: Yemek yeme aliSkanliklarinizi degiStirin; az tuzlu ve az yagli yiyecekler tuketin. siSmansaniz zayiflayin. Sigara içmeyi birakin ; bu alabileceginiz en önemli önlemlerden birisidir. Fazla Agir olmayan bir spor programi yapin; bu kalbinizin oksijeni daha iyi kullanmasini saglayacaktir.

Bunlarin ötesinde bu hastaligin sadece sizde olmayip milyonlarca insanin bu hastaliga sahip oldugunu ve yukarida sayilan önlemler sayesinde normal bir hayat surduklerini unutmayin.

Kalp krizi geçirdiginizi duSundugunuzde çekinmeden ve vakit geçirmeden aSagidaki telefonlari arayin :


HIZIR Acil : 112

Cocuk Aldirmak

Ailenin ve devletin mutluluğu göz önüne alınırsa ve buna göre bir sıralama yapılırsa doğum kontrolü birinci sırada yer alır diyebiliriz. Daha sonra ise çocuk aldırmak gelir. Bazı araştırmaların gösterdiği sonuçlarda görülmüştür ki, daha önce çocuk aldıran kadınların, sonraki hamileliklerinde erken doğum veya düşük riski artmaktadır.Ayrıca bu tehlikelere ek olarak bir kaç kez çocuk aldıran

20 Kasım 2009 Cuma

Cinsel Hayatta Monotonluk

İş, güç derken bir gün cinsel yasam da monotonlaşabiliyor. Genellikle evli çiftlerin başına gelen bu durumun birçok sebebi olabilir. Monotonlaşan cinsel hayatın en büyük nedeni heyecanı kaybetmekten kaynaklanan sebepler olacaktır.Cinsel hayat daki mutluluk hem kadın hem de erkek için çok önemli. Evliliğin yürütülebilmesi, sağlıklı anne ya da baba olabilmek için sadece seks değil monoton olan her

19 Kasım 2009 Perşembe

Amilaz Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerleri : 60-180 U/L

Açıklama : Amilaz pankreas, tükürük bezleri ve bazı tümörlerden (örn. akciğer) salınmaktadır. Kandaki amilazın genellikle üçte biri pankreas, üçte ikisi ise tükürük bezleri kaynaklıdır. Dolaşıma giren amilaz esas olarak böbrekler aracılığıyla vücuttan atılmaktadır.

Artığı Durumlar : Yüksek kan amilaz düzeyi pankreatitte meydana gelir. Ayrıca karın ağrısıyla ortaya çıkan bazı acil hastalıklarda, şiddetli şeker komasında, kabakulakta, morfin enjeksiyonundan sonra da amilaz düzeyleri bir miktar yükselebilmektedir.

Azaldığı Durumlar : Amilaz değerinde düşüklüğün bir klinik önemi yoktur.

Ürik Asit Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerleri :
Erkek : 2.5-8.0 mg/dL
Kadın : 1.5-6.0 mg/dL

Açıklama : Ürik asit, vücudun genetik yapı taşları olan DNA ve RNA nın yapısında bulunan purin adındaki maddelerin metabolizmasının son ürünüdür.

Artığı Durumlar : Diyetle fazla protein alımı, vücutta üretim artışı (malin hastalıklar, doku harabiyeti, açlık) ya da böbrek fonksiyon bozukluğu gibi bir nedenle vücuttan uzaklaştırılamaması durumlarında kanda ürik asit
düzeyi yükselir. Yüksek düzeydeki ürik asidin kristaller halinde çeşitli dokularda biriktiği düşünülmektedir. Bu dokular özellikle eklem sıvıları ve böbreklerdir. Eklem sıvılarında ürik asit kristallerinin birikimiyle oluşan ağrılı hastalığa GUT hastalığı denilir. Böbreklerde oluşan birikim ise böbrek yetmezliği ve idrar yollarında taş hastalığına yol açar.

Azaldığı Durumlar : Diğer analiz sonuçları normal ise düşük genelde önemli değildir.

Üre Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerler : 5 - 25 mg/dL

Açıklama : Protein metabolizmasının bir ürünüdür ve böbrekler yoluyla idrarla atılır. Sıklıkla kan üre azotu (BUN) olarak ölçülür. Böbrek fonksiyonlarını değerlendirmede önemli bir ölçüttür. Ancak böbrek fonksiyonları dışında vücuttaki azot yükü, günlük sıvı alımı ve idrar akım hızından da etkilendiğinden tek başına karar verdirici değildir.

Artığı Durumlar : Böbrek fonksiyon bozukluğu dışında kalp yetmezliği, tuz ve su alımındaki dengesizlikler (kusma, ishal, sık idrara çıkma, terleme), bağırsaklarda kanama, stres, yanıklar, diyetle fazla protein alımı ve akut myokard enfarktüsü gibi nedenlerle de kan değerleri yükselebilmektedir.

Azaldığı Durumlar : Karaciğer yetmezliği, kaşeksi (aşırı kilo kaybı), nefroz (bir böbrek hastalığı)

Glukoz (Kan Şekeri) Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerler : 75-115 mg/dL

Açıklama : Şeker hastalığı tanısı için 12-14 saat açlıktan sonra kan glukozu ölçülür. Yüksekse test tekrarlanır. Yine yüksekse yemekten tam 2 saat sonra yeniden ölçülür. Bu da yüksekse glukoz tolerans testi yapılmalıdır.

Artığı Durumlar : Kanda şeker yüksekliği ise şeker hastalığını gösterir.

Azaldığı Durumlar : Hipoglisemiyle seyreden hastalıklar

Ayrıntılı Bilgi İçin Burayı Tıklayınız..

Hemoglobin ve Hematokrit Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerleri :
Hemoglobin: 14-18 g/dL (erkek); 12-16 g/dL (kadın)
Hemotokrit: % 42-52 (erkek); %36-46 (kadın)

Açıklama : Hemoglobin ve hematokrit sıklıkla beraber istenen ve kanın oksijen taşıma kapasitesini ölçmek için kullanılan testlerdir. Hemoglobin kırmızı kürelerde bulunan ve temel olarak oksijenin taşınmasından sorumlu maddedir. Hematokrit ise kırmızı kürelerin kan içerisindeki yüzdesini gösterir. Genellikle hematokrit değeri hemoglobin değerinin üç katıdır. Hemoglobin ve hematokrit bebeklerde, gebe kadınlarda, bakım evlerinde yaşayan yaşlılarda, adet gören kadınlarda mutlaka kontrol edilmelidir. Bu testlerin en önemli yanı aneminin tespit edilebilmesini sağlamasıdır.

Artığı Durumlar : Polisitemilerde, doğuştan var olan kalp hastalıklarında, aşırı su kaybında yüksektir. Orak hücre anemisi gibi kırmızı küre şekil bozukluklarında hemotokrit hatalı olarak yüksek çıkar, bunlarda hemoglobin miktarına bakılmalıdır.

Azaldığı Durumlar : Anemilerde

Kan Şekeri Nedir Normal Değerleri Ölçümü Açlık ve Tokluk

Kan şekeri, insan vücudunda hassasiyet gösterilen düzenlemelerden bir tanesidir. Belirli hastalıkların takibinde son derece önemli bir kriteridir. Düşük olması da yüksek olması da sağlık sorunlarına neden olabilir. Ancak günümüzde daha çok kan şekeri yüksekliği ciddi bir sorundur.

Kan şekeri nedir?
Kan şekeri vücudu dolaşan kan aracılığı ile tüm hücrelerin kullanımına sunulan enerji verici bir maddedir; bu madde glikoz olduğu için, kan şekeri yerine kan glikozu tabiri de sıklıkla kullanılır. Normal değerleri 70-110 (mg/dl) arasındadır. Düşmesine hipoglisemi, yükselmesine hiperglisemi denir.

Kan şekeri niçin önemlidir?
İnsan vücudundaki tüm hücreler yaşamlarını devam ettirebilmek için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Enerjinin bittiği yerde önce hücre yaşamı sonra da o hücrenin ait olduğu canlının yaşamı sona erer. Vücudumuz sadece şekerden değil, yağlardan ve proteinlerden de enerji elde edebilir. Ancak birkaç nedenle enerji kaynağı olarak kan şekeri çok önemlidir;

• Bazı hücrelerimiz enerji kaynağı olarak sadece glikozu kullanabilir ve daima kanda belirli miktarda glikoz bulunmasını arzu ederler. Bu hücrelerin başında sinir hücrelerimiz (yaklaşık 1 trilyon), oksijen taşıyan kırmızı kan hücrelerimiz (yaklaşık 25 trilyon), erkek üreme hücreleri (spermler) gelir. Kan şekerimiz düştüğünde ortaya çıkan bayılmanın asıl nedeni sinir hücrelerinin kandan yeterince şeker alamaması ve ihtiyaç duydukları enerjiyi elde edememesidir. Böylece düzgün çalışamazlar ve vücudu yönetmede zaafiyet ortaya çıkar, kişi bayılır.

• Vücudumuzda en çok enerji tüketen hücreler bizi hareket ettiren kas hücreleridir. Ağırlık olarak yaklaşık vücudumuzun yarısını oluştururlar. Bu hücreler tüm kaynaklardan enerji elde edebilmelerine rağmen, mümkünse glikozu tercih ederler. Bir otomobil ile benzerlik kurmayı denersek; glikoz süper benzin, yağlar ise normal benzin gibidir.

• Vücudumuz ve özellikle kaslarımız, hızla ve çok fazla enerji üretmeye ihtiyaç duyduğunda (ör. koşma- kaçma, spor yapma vs.) glikozdan çok daha hızlı bir şekilde enerji elde edebilir. Yani süper benzin örneğinde olduğu gibi glikoz yağlardan daha kolay ve daha hızlı yakılır ve daha çabuk, daha çok enerji ortaya çıkabilir. Yağların yakılması ve enerjinin ortaya çıkarılması biraz daha uzun zaman alır.

Kan şekeri nasıl ayarlanır?
Vücudumuzda kan şekerini ayarlayan hormonlar vardır. Bunlardan en önemlileri; yükselmesini önleyen ve kan şekerini düşüren insülin, ikincisi düşmesini önleyen ve kan şekerini yükselten glukagon hormonları...ayrıca glukagona yardım eden ve özel durumlarda salınan kortizol ve adrenalin de kan şekerini yükseltir.

Niçin açlık kan şekeri ölçülür?
Yemeklerden sonra kan şekeriniz geçici süreliğine normalin üzerine çıkabilir ve kan şekeriniz yediğiniz yemeğin karbonhidrat içeriğine göre ciddi değişkenlik gösterir. Ancak insülin gerekli miktarda salgılanarak, bu yüksekliği düzeltir. Belirli bir süre açlıktan sonra ise kan şekerinizin normal olmaması için bir neden kalmaz. Böylece açlık durumunda ölçülen şeker düzeyinin hem düşük hem yüksek olması anormallik olarak kabul edilir.

Kan şekerinin ayarlanmasında en önemli organlar hangileridir?
Kan şekeri ayarlanmasında yukarıdaki iki hormonu salgılayan pankreas ile bir şeker deposu (ya da süngeri) olarak çalışan karaciğer en önemli organlardır. Karaciğer insülinin getirdiği mesaj ile kandan glikozu toplar (emer) ve depo eder, böylece kan şekeri düşer. Glukagon ise karaciğere depo ettiği glikozu kana verdirtir; eğer yeterince depo glikoz yoksa ürettirir ve kan şekerini yükseltir.

Kan şekeri yüksekliği ne demektir?
Kan şekeriniz örneğin 120 (mg/dl) ise ve size bir hastalık teşhisi konmamışsa, bu bir sorun olmadığı anlamına gelmez. Kan şekeri yüksekliği kabaca (en sık karşılaşılan) iki ana problemden birinin habercisi olabilir. Ya insülin salgısı yeterli değildir, ya da özellikle karaciğeriniz salgılanan insüline cevap olarak kandan glikozu uzaklaştıramıyor ve içinde depo edemiyordur (sünger gibi ememiyordur). Anlaşılacağı üzere iki durum da şeker hastalığını çağrıştırmaktadır.

Yeterince insülin salgınız olmasına rağmen özellikle karaciğerin insülinin getirdiği mesaja sağır olması durumu “insülin rezistansı” olarak bilinir ve pekçok hastalığın kapısını aralayabilir. Yüksek kan şekeri, zararlıdır ve vücudunuzdaki pekçok hücreyi adeta “oksitleyerek” hasara uğratır. Bu hasarı en çok damarlarımızda yapar ve kan basıncı yükselmesine neden olur. Ayrıca insülin salgılayan pankreasın da zamanla yorulmasına ve daha da az insülin salgılamasına neden olur.

Tamamen sağlıklı olsanız bile kan şekerinize daima dikkat etmelisiniz. Az miktarda yüksekliği bile ileride hastalığa neden olabilir. Peki bu durumda olan bir insan ne yapabilir? Yapılacak en iyi iş, zayıflamaktır. Az miktarda kilo vermek bile (eğer mümkünse göbek çevresinden) karaciğerin insüline olan sağırlığını azaltmada son derece etkindir. Eğer zaten zayıf iseniz o zaman biraz egzersiz yapmayı denemelisiniz. Ayrıca diyetinize dikkat etmeniz ve dengeli-düzenli-yeterli beslenmeniz de size yardımcı olur. Şu noktayı sakın unutmayın; karbonhidrat yemeyerek ya da az karbonhidrat yiyerek (Atkinson diyeti gibi) kan şekeri sorununuzu çözemessiniz. Önemli olan alınan kalorinin kaynağından ziyade ne kadar kalori alındığıdır. Sağlıklı günler dileği ile...

Alkalen Fosfataz - Alp Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerleri : 30-1 20 U/L

Açıklama : Vücutta neredeyse bütün dokularda bulunan ama ne iş yaptıkları tam anlaşılamamış bir enzimdir. Normal yetişkinde kanda ölçülen ALP ın yarısı karaciğer yarısı da kemik kökenlidir. ALP özellikle safra akımının durması ya da yavaşlamasına bağlı olarak görülen karaciğer hastalıkları için iyi bir testtir.

Arttığı Durumlar : Çocuk ve gençlerde hızlı kemik büyümesi nedeniyle normal yetişkine göre ALP değerleri 2-4 kat daha fazla olabilmektedir. Yine doğuma yakın gebelerde de plasenta tarafından sentezlendiğinden ALP değerleri yüksektir. Safra yollarındaki tıkanma sonucu ALP değerleri yükselir. Ayrıca kemik hastalıklarında da (özellikle Paget hastalığı) ALP değerleri yükselir. Pek çok ilaç da ALP düzeylerini yükseltebilir, bu nedenle ALP yüksekliği çoğu zaman bir hastalık belirtisi olmayabilir.

Azaldığı Durumlar :

Bilirubin Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerleri : Direkt : 0.1-0.3 mg/dL
Indirekt : 0.2-0.7 mg/dL

Açıklama : Kan dolaşımında bulunan kırmızı kan hücreleri yaklaşık 120 günlük bir süre sonunda ömürlerini tamamlar ve çoğunluğu dalakta olmak üzere parçalanırlar. Açığa çıkan bilirubin karaciğere götürülür. Karaciğer özel bir işlemle bilirubini suda çözünebilen bir hale getirir ve safra yoluyla bağırsağa atar. Karaciğerde bu işleme maruz kalmış bilirubine direk, henüz işlem görmemiş bilirubine ise indirek bilirubin denilir.

Arttığı Durumlar : Bu sistemin herhangi bir noktasında meydana gelebilecek bir aksama kan bilirubin düzeyinin yükselmesine neden olur. Bu aksamalar; kırmızı kan hücrelerinde aşırı yıkım, karaciğer hastalıkları ve safra yolu tıkanıklıklarıdır. Sonuçta kan bilirubin seviyesi yükselecek ve koyu sarı ten rengiyle tipik sarılık ortaya çıkacaktır.

Azaldığı Durumlar :

Babalık Tayini (Dna Testi) Nedir Nasıl Yapılıyor?

Babalık tayini, yalnız Türkiye nin meselesi değil. Dünyada babalık tayini ile ilgili bir hareketlenme var. İngiliz Kadın Doğum Uzmanı Dr. E. Phillip in verdiği rakamlara göre: İngiltere nin güney doğusunda bir kasabadaki 300 kadın arasında yapılan kan testi sonucunda çocukların yüzde 30 unun taramada kan örnekleri alınan babalara ait olmadığı tespit edilmiş.

Ülkemizde de babalık tayini için DNA testi isteyenlerin sayısında önemli bir artış var. Bu amaçla hizmet veren Identigene firmasının Türkiye irtibat bürosu yıllardır faaliyet gösteriyor.

Merkezi Houston, Texas ta (ABD) bulunan Identigene Inc. şirketi DNA yolu ile babalık ve diger kimlik tayini testlerini iki yıldır Türkiye de sunmakta. Identiplex teknolojisi ile 4 is gününde tamamlanan bu testler anneden örnek alınır ise USD 900, anneden alınmaz ise USD 1000 e mal olmakta. Kimlik bildirme zorunlulugu bulunmayan bu testlerde kesinlik oranı %99,9 un üzerinde. Baba ölmüş ise baba adayının yakın akrabalarından alınan örneklerle DNA testi yapılıyor. Test kişiye özel bir rapor niteliği taşıyor ve hukuki olarak kanıt / belge niteliği taşımıyor. Raporların ABD deki noterden tasdikli olarak Türkiye İrtibat Bürosu tarafından iletildigi bu ve diger kimlik ve akrabalık testleri hakkında Identigene Inc. İstanbul İrtibat Bürosu ndan daha fazla bilgi alınabilir.

İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından da DNA testi yapılıyor. Adli Tıp Enstitüsü nün DNA analizi yapan bir laboratuvarı var. Adli Hemogenetik Merkezi nde annelik-babalık ve akrabalık belirlenmesine ve kan, kemik, kıl, sperm, idrar vb. ile kimlik tespiti yapılıyor. Mahkeme ve özel başvurulara bilirkişi olarak hizmet veriliyor. Kanların mahkeme kanalı ile gelen posta kitleri dışında, kesinlikle enstitüsü içinde alınması gerekiyor. Mahkeme kanalında da ancak huzurda kan alınıyor.

Babalık davalarında son birkaç yıldır kit uygulaması yapılıyor. Kitlerin fiyatları dolara endeksli. Kitin içindeki her malzeme ithal ediliyor. Üç kişilik bir aile için bu analizin fiaytı yaklaşık olarak 1200 dolar. Bu fiyata yalnızca tahlil değil hukuki danışmanlıktan psikolojik danışmanlığa kadar herşey dahil. Raporun çıkmasına kadar işlemler bir ay sürüyor.

NASIL YAPILIYOR?
Her insandaki DNAnın yarısı anneden diğer yarısı ise babadan geliyor. Buna iki insanın arasında akrabalık bağını anlamak için DNA kümesi arasındaki boşluklara bakılıyor. Testler ya yüzde 0 çıkıyor ya da yüzde 99,9 un üstünde çıkıyor. Arada bir başka rakamın çıkması söz konusu değil. Yani çocuk ya A kişinin babasıdır, ya değildir. Örneğin yüzde 80 babasıdır gibi bir rakam çıkmıyor.

- Ağzın içindeki deriden bir pamuklu çubuğu sürterek alınan örnekler, DNA tipini kan örneği kadar tedaylı ve hasassas olarak veriyor.

- Test sonuçları noterden tasdikli bir raporla kişilere bildiriliyor.

- Test sonuçları yalnızca test yaptıran kişiye veriliyor. Sonuçlar telefonla açıklanmıyor.

- İstendiğinde kimlik açıklanmayabiliyor.

- Anne karnındaki bebeğin testi için ceninden aminosentez yoluyla örnek alınabiliyor.

Psa (Prostat Spesifik Antijen) Testi ve Normal Değerleri

PSA (prostat spesifik antijen = prostate specific antigen) testi; erkeklerde serumdaki PSA miktarını ölçen testtir. PSA, erkeklerde bulunan prostatın epitel hücrelerinde bulunan glikoprotein (şeker ekli protein denilebilir) yapıda bir maddedir. Tüm yetişkin erkeklerin kanlarında az miktarda saptanabilir. Kan PSA düzeyleri, prostat kanseri olan erkeklerin hemen hepsinde artar, ancak prostatın diğer hastalıklarında da kan PSA seviyelerinde artış saptanabilir.

Test İçin Kan Alınışı..
Genellikle dirseğin iç kısmından veya el sırtındaki toplar damarlardan test için kan alınır. Kan alınmadan önce kan laınacak bölge antiseptik (miktop öldürücü) bir madde ile iyice temizlenir ve dirseğin 7-8 cm yukarısına turnike uygulanır. Bu turnike toplardamarlardan geri gelen kanın ön kol damarlarında birikmesini sağlar ve bu damarlar belirgin hale gelir. Enjektörün ucu (iğne) kan alınacak damara batırılır ve kan doğrudan tüpe veya enjektörün içine toplanır. Kan alınırken, turnike açılır ve normal dolaşımın yeniden başlaması sağlanır. Kan toplandıktan sonra iğne damardan çıkarılır ve kanamayı engellemek için iğnenin batırıldığı yer gazlı bez, pamuk veya bandajla kapatılır.

Test Hazırlıkları..
Testen önce herhangi bir şekilde hazırlık gerekmez; ancak testten önceki 24 saat içerisinde cinsel ilişkiye giren erkeklerde PSA değerleri yanlış sonuç verebilir ve olduğundan yüksek saptanabilir; bu nedenle testten önceki 24 saat içerisinde cinsel ilişkiye girmemek önerilebilir.

Testin Riskleri..
- Kan alımına bağlı olarak halsizlik, tansiyon düşmesi gibi şikayetler olabilir
- Kan alınan yerde, cilt altında kan birikebilir (hematom)
- Kan alım yerinde enfeksiyon gelişebilir (küçük bir olasılık)
- Bir defada yeterli kan alınamazsa, kan almak için birden fazla kez cilt delinebilir.

Normal Değerleri..
Normal değerler yaşa göre değişim gösterir. Yaşlandıkça kan PSA düzeyleri gençlere göre hafifçe yüksek olabilir; tabii ki bu mutlaka kanser oalcak anlamına gelmez. Afrikalı erkeklerde de PSA düzeyleri beyaz erkeklere göre biraz daha yüksektir. Çoğu laboratuvarda 4 ng/ml nin altındaki değerler normal olarak kabul edilir.

Normalin Üzerindeki Değerlerin Anlamı..
- Bening prostat hipertrofisi (iyi huylu prostat büyümesi)
- Prostat kanseri
- Prostatit
- Prostat nekrozu (prostatı besleyen damarın tıkanması)

Albümin Normal Değerleri Arttığı ve Azaldığı Durumlar

Normal Değerler : 3.5-5.5 g/dL

Açıklama : Albümin karaciğerde sentezlenen bir protein türevidir. Sağlıklı yetişkin karaciğerinde günde 12-14 gram kadar albümin sentezi yapılır. Sağlıklı kişilerde rutin olarak albümin bakılmasına gerek yoktur. Sağlıklı bir kişide albümin düzeyinin biraz yüksek ya da düşük çıkması da klinik bir önem taşımaz. Kan albümin düzeyi ölçümü özellikle ödemi olan, karaciğer hastalığı bulunan veya beslenme bozukluğu düşünülen kişilerde önem taşır.

Artığı Durumlar : Albümin düzeyinin yüksek ölçülmesi genellikle vücuttan su kaybı bağlıdır. Önemli değildir.

Azaldığı Durumlar : Yaşlı insanlarda, karaciğer hastalığı olanlarda ve beslenme bozukluğu bulunan kişilerde albümin azalır. Bazı hastalarda idrar ya da bağırsak yolu ile albümin kaybı gerçekleşmektedir. Sonuçta albüminin kan düzeylerinde azalma (hipoalbüminemi) kan onkotik basıncının düşmesine bu da dokular arasında sıvı birikimine neden olarak özellikle bacaklar ve sırtta ödeme neden olur.

Hamile Kalmayı Önleyici İlaçlar - Ertesi Gun Hapi

Doğumu yani hamile kalmayı önleyici bazı ilaçlar piyasada bulunmaktadır. Aslında hamile kalmayı önleyici bir takım yollar vardır. Cinsel ilişki sirasinda erkek ya da kadinin uygulanılabilecek oldugu prezervatif, diyafram gibi... Ancak eğer bu çözümler etkili olmadıysa ya da hamileliği önleyici herhangi bir şey kullanılmadıysa genelde cinsel ilişki sonrasında hamileliğin önlenmesi sorunuyla karşı

17 Kasım 2009 Salı

Grip Asisi

Bazen öldürücü durumlara ulaşan grip hastalığından korunmanın en etkili yolunun aşı yaptırmak olduğunu belirten uzmanlar aşının salgın başlamadan önce veya grip mikrobu vücuda bulaşmadan önce yapılması gerektiği hakkında uyarıyorlar.Havaların soğumaya başladığı bu günlerde vücudumuzun bağışıklık sisteminde oluşan açıklar yüzünden grip salgınından etkilenerek hastalığa yakalanma oranı oldukça

16 Kasım 2009 Pazartesi

Kalın Bağırsak Tümörleri Kanseri Nedenleri Belirtileri Tedavisi

Kalınbağırsak tümörleri iyi ya da kötü huylu olabilir. İyi huylu tümörler oldukça seyrek, kötü huylular ise çok daha yaygındır. Kötü huylu bağırsak tümörleri sindirim kanalında görülen tümörler arasında, mide ve düz bağırsak (rektum) kanserlerinden hemen sonra üçüncü sırada gelir. Yemek borusu kanseri ve sindirim kanalının öteki bölümlerinde rastlanan kanserlerden ise daha yaygındırlar. Bu kanser türü genellikle erişkinlik ve yaşlılık döneminde görülür.

Klinik açıdan önemli bir nokta, sağ kalınbağırsak çapının sol bağırsağınkine oranla daha büyük olmasıdır. Bu nedenle bağırsaktaki geçiş ile ilgili yakınmalar sol yanda sağa göre daha erken görülür; başka bir deyişle sol kalınbağırsak kanserlerinin hastalık belirtileri sağ kalınbağırsaktan daha çabuk ortaya çıkar.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ NEDENLERİ..
Kalınbağırsak kanserinin nedeni bilinmemektedir, ama kanser oluşumunu hazırlayan etkenler iyi bilinir.

- Çevresel etkenler. Kanser yapıcı etkenlerin harekete geçmesini sağlayan ve onları yönlendiren çevresel etkenler vardır.

Amyant işçilerinde, dokuma sanayisinde, çelik dökümhanelerinde ve sentetik iplikle halı dokunan fabrikalarda çalışan işçilerde kalınbağırsak kanserine yakalanma tehlikesi daha çoktur.

Selenyumun kalınbağırsak kanserindeki etkisi tartışmalıdır. Kalınbağırsak kanseri hastalarının kanlarındaki selenyum düzeyi düşük bulunmuştur. Su ve toprağında yüksek oranda selenyum bulunan bölgelerde kalınbağırsak-düz bağırsak kanserlerine bağlı ölümlerde azalma saptanmıştır.

- Beslenmeye bağlı etkenler. Günümüzde henüz bağırsak kanserine neden olan kanser yapıcı bir hastalık etkeni saptanmamıştır. Batı tipi beslenme, bağırsak kanseri tehlikesini artıran bir etkendir. Örneğin, kalınbağırsak kanserinden ölümlerle hayvansal yağ tüketimi

arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Fazla bira tüketiminin de düz bağırsak (rektum) kanserine yol açabileceği düşünülmektedir. Lahana ve Brüksel lahanası gibi bazı sebzelerin kalınbağırsak kanserine karşı koruyucu etkisi vardır. Bunların içerdiği yükseltgeme önleyici (anti oksidan) maddelerin, kemirici hayvanlarda, polisiklik (birden çok karbon halkası taşıyan) hidrokarbonların yol açtığı kanser oluşumunu engellediği belirtilmiştir.

Lifli besinlerle beslenmenin de koruyucu etkisinden söz edilir. Bu varsayıma göre, daha çok lifli besinler tüketen Afrika toplumlarında, Batılı beslenme alışkanlıklarına sahip toplumlara oranla kalınbağırsak-düz bağırsak kanserinin görülme sıklığı çok daha azdır.

- Kalıtsal etkenler. Kalıtsal etkenlerin çok önemli olduğu görülmektedir.

- Kanserli hasta ailelerinde kansere yakalanma olasılığı nüfusun öteki bölümüne göre daha yüksektir.

- Ailesel polipoz ve Gardner Sendromu gibi iki kalıtsal hastalık büyük oranda kalınbağırsak kanserine eşlik eder.

- Meme, rahim ve yumurtalık kanserine yakalanmış hastaların ailelerinde kalın-bağırsak kanseri sıklığı yüksektir.

- Kalınbağırsak kanserinin yüksek oranda görüldüğü ailelerde, hastalar genellikle gençtir; sağ kalınbağırsak tümörüne daha çok rastlanır; birkaç organda tümör vardır.

Bazı olgularda bağırsak tümörü meme ve dölyatağı tümörleriyle birlikte görülebilir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ ÖNCESİNDE GÖRÜLEN LEZYONLAR..
- Polipler. Sindirim kanalında boşluğa doğru çıkıntı yapmış, saplı ya da sapsız oluşumlara polip denir. Yalnız adenometöz polipler kanser öncesi görülen lezyonlardandır.

Polip-kanser ilişkisi aşağıdaki özellikleri gösterir:

- kanser-adenom birlikteliği oldukça sıktır;

- adenomlar ile kalınbağırsak ve düzbağırsak kanserlerinin vücutta dağılımı birbirine benzer;

- adenom ve karsinomların yaşa bağlı olarak çizdiği eğriler yaklaşık 10 yıllık bir farkla koşut gider;

- adenomların seyrek görüldüğü ülkelerde kanserin görülme oranı düşüktür;

- kalınbağırsak boyunca saptanan poliplerin yaygın biçimde kesilip alındığı toplumlarda kanser görülme sıklığı daha azdır.

Günümüzde adenomların kanser yapıcı lezyonlar olduğu genellikle kabul edilmiştir. Adenomlardan kanser gelişme tehlikesi polipin büyüklüğüyle, hücre tipiyle, doku yapımındaki değişiklik derecesiyle (displazi) ve poliplerin sayısıyla ilişkilidir.

- Düzbağırsak ve kalınbağırsağın ülserli iltihabı. Düz bağırsak ve kalınbağırsakta iltihabi hastalığı (Crohn hastalığı ve ülserli kolit) olan kişilerde, hastalığın ileri yıllarında kalınbağırsak kanseri oluşma tehlikesinin genel nüfusa oranla 10 kat daha fazla olduğu kabul edilir. Bu hastalarda kanser normal kişilerden 20 yıl kadar daha önce, 30-40 yaşlarında görülür.

Çocukluk çağında başlayan düzbağırsak ve kalınbağırsak iltihabı olgulannda, hastalık süresi 10 yılı bulduğunda büyük olasılıkla hastalığın uzamasına da bağlı olarak kanser tehlikesi artar. Düzbağırsak ve kalınbağırsaklarında ülserli iltihap olan hastalarda, hastalık süresi 30 yılı geçtiğinde ve olay kalınbağırsağın tümüne yayıldığında kansere yakalanma oranı yüzde 56 ya çıkar.

Bu hastalarda erken kanser tanısı oldukça zordur. Belirtiler her iki hastalıkta da birbirine çok benzer. Ayrıca radyolojik bulguların yorumlanmasında güçlükler görülebilir. Kesin tanı, kalınbağırsağın bir alet yardımıyla doğrudan gözlemlenip (kolonoskopi) değişik bölgelerinden birçok örnek alınarak (biyopsi) bunların incelenmesiyle konulur.

- Divertiküller. Tümörün bulunduğu kalınbağırsak bölümünün dışa doğru cepleşmesi 60 yaşın üzerindeki kişilerin yüzde 40-50 sinde görülür. Bu nedenle sık görülen bir belirtidir. Çok sayıda divertikül oluşumu (divertiküloz) kanser yapıcı bir hastalık değildir.

- Safrakesesinin çıkartılması (kolesistektomi). Safrakesesi açlık durumunda önemli miktarda safra tuzu içerir. Safrakesesi ameliyatla alınınca bu birikim gerçekleşemediğinden, safra tuzları olanca hızıyla dolaşır. Böylece bağırsak bakterilerinde safra tuzlan daha çok görülür ve safra asitleri artar. Bunların metabolizmasından kalınbağırsak ve düzbağırsak mukozası için kanser yapıcı kabul edilen birtakım maddeler türer. Bu nedenle geçmiş yıllarda safrakesesinin alınmasının kalınbağırsak kanserinin oluşmasında bir tehlike etkeni olabileceği tartışılmıştı. Son yıllardaki klinik çalışmalarda ise, safrakesesi alınan kişilerde kalınbağırsak kanserine yakalanma oranının daha yüksek olduğuna ilişkin belirgin bir sonuç alınamamıştır.

KALIN BAĞIRSAK TÜMÖRÜNÜN TİPLERİ..
İlk olarak kanserin tek başına görüldüğünü belirtmek gerekir, yani hastalık bağırsağın yalnızca bir bölümünde yerleşir. Bazı olgularda bağırsağın birden çok yerinde tümör kütlesine rastlanabilir. Başlıca üç tipi vardır: Ülserli tip, vejetan tip ve skiröz tip.

Ülserli kanserin özelliği, tümör içindeki damarların yıkımı sonucunda tümör kütlesi üzerinde geniş yaraların (ülserlerin) bulunmasıdır. Ülserleşme ilerleyicidir; bağırsak duvarını derinliğine aşındırma eğilimini gösterir. Sonraki aşamada karın zarına ya da daha önce gelişen yapışıklıklar sonucunda kanserli bölgeye yaklaşmış öteki organlara doğru aşınma sürebilir. Vejetan tip kanser, öncelikle bağırsak kanalına doğru büyüyen, önce daralma sonra da bütünüyle tıkanmaya neden olan et yığını görünümünde bir kütleyle belirlenir. Bu kütle çevresinde genellikle doku ölümlerine bağlı gelişmeler, kütlenin kendisinde de bazı biçim bozuklukları ve kanamalar görülebilir. Skiröz kanser tipinde ise tümör bağırsak kanalının içine sarkmadan bağırsak duvarında ortaya çıkar. Her kanser tipinde sonuç az çok aynıdır. Kanser hücrelerinin yerleştiği bölgede bağırsak duvarı kalınlaşır. Bu da bağırsak kanalının daralmasına yol açar.

KALIN BAĞIRSAK TÜMÖRÜNÜN YAYILIMI..
Uzun ya da kısa süren birinci dönemden sonra, kanser birincil yerleşim alanından organizmanın başka bölgelerine doğru yayılma eğilimine girerek metastaz adı verilen ikindi odaklar yapar.

Kötü huylu kalınbağırsak tümörlerinin yayılımı değişik yollar izler. Kanser hücreleri kapı toplardamarı yoluyla karaciğere gelir ve burada birçok yayılım odakları oluşturur. Bu odaklar beyazımsı, sert, karaciğer yüzeyinden kabarık, yuvarlak oluşumlardır. Kanser hücreleri daha sonra kan yoluyla akciğere ulaşır. Kalınbağırsağın zengin lenf ağı, lenfler yoluyla yayılmayı kolaylaştırır. Kanser hücreleri üst ve alt bağırsak askısı (mezenter) damarlarıyla birlikte giden lenf damarları yoluyla önce kalınbağırsağın yanındaki ve üstündeki lenf düğümlerini, sonra orta bölümdeki lenf düğümlerini, son aşamada ise merkezi bağırsak askısı lenf düğümlerini tutar. Tutulan lenf bezleri büyür ama en belirgin değişim, sertliklerindeki artıştır.

Bir başka yol, bağırsaklarda oluşan doğrudan yayılmadır. Kanserli doku parçacıkları ana kütleden koparak sindirim kanalını izleyip, bağırsağın daha aşağı bölümlerine gider ve orada yerleşirler. Burada büyüyüp gelişerek, kaynaklandıkları kanser kütlesinin boyutlarına bile ulaşabilirler.

Kanserin son yayılma biçimi bağırsak duvarı içinde gerçekleşir. Kanser, duvar içindeki lenf damarlarını izleyerek, bağırsak duvarı boyunca karın zarına kadar gider ve birincil kanser kütlesinin kapladığı alandan daha geniş bir bölgeye yayılır. Kanser hücreleri karın zarına ulaşınca çevreye yayılarak kanlı asit (karın boşluğunda kanlı sıvı toplanması) oluşturan yaygın karın zarı kanserine yol açarlar. Bu tabloda karın zarı büyük miktarda kanlı sıvı üreterek kanser hücrelerinin saldırısına karşı koymaya çalışır ya da kanser hücreleri Douglas boşluğuna (erkekte düzbağırsak ile idrar torbası arasındaki, kadında ise düzbağırsak ile dölyatağı arasındaki çukur alan) ve kadınlarda her iki yumurtalığa yerleşir. Karın zarına ulaşan kanser komşuluk yoluyla da yayılabilir. Böylece incebağırsağın kıvrımlarında, böbrek ve idrar borularında, omurganın bel ve kuyruksokumu arasındaki bölümü ile mesanede kanser görülebilir.

Kanserin geniş yayılımı, köklü bir cerrahi girişimi engeller. Hasta bu nedenle ameliyat edilemez. Lenf yoluyla yayılan yerel kanserler bu grupta yer almaz.

Ameliyat edilemeyen olgularda, bağırsak kanalında geçişin aksamaması için yalnızca belirtilere yönelik cerrahi yöntemlere başvurulur. Bu tür girişimler hastanın yaşam süresini uzatmada pek etkili değildir. Tedavinin en önemli noktası erken tanıdır.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ BELİRTİLERİ..
Kalınbağırsak kanseri belirtileri ilerleyicidir ve birbirini izleyen üç evre gözlenir. Bu evreler daralma öncesi evre, daralma evresi ve tıkanma evresi olarak adlandırılabilir.

Bunların en önemlisi ilk evredir. Bu aşamada kanser henüz bağırsak kanalını daraltacak büyüklüğe ulaşamamıştır, yani daha gelişiminin başlangıç evresindedir. Başlangıç döneminde hastalar tam olarak tanımlayamadıkları çeşitli yakınmalar belirtir. Kanserin geliştiği yere uyan karnın belirli bir bölgesinde geçici dolgunluk duyusu, çekilme tanımlarlar. Bu yakınma gerçek bir ağrı değildir. Daha sonra pek açıklanamayan iştah azalması, hafif kilo yitimi ve çabuk yorulma görülür. Bazen birkaç gün süren ve geldiği gibi birden kesilen ishal de görülebilir.

Bazen de ishal yerine dışkıyı yumuşatıcı ilaçlara (müshiller) karşın geçmeyen inatçı kabızlık vardır. Bu başlangıç belirtileri göz ardı edilmemelidir. Gerçekte belirtilerden hiçbiri kalınbağırsak kanserine özgü olmasa da, bağırsakta olağandışı birtakım olayları düşündüren belirtilerin biri bile hastayı kuşkulandırmalı ve sorununu açıklığa kavuşturmak için bir radyolojik inceleme yaptırmalıdır. İnceleme sonucu olumluysa, hasta kafasındaki sorunu çözerek rahatlayacaktır. Ama kanser tipinde organik bir lezyon bulunursa hiç zaman yitirmeden cerrahi tedaviye başvurulmalıdır. Erken yakalanan tümörün cerrahi girişim ile bütünüyle alınma olasılığı vardır ve hasta tam olarak iyileşeceğini ümit edebilir.

Zaman yitirdikçe daralma öncesi evreden, daralma evresine girilir. Bu evrede kanser daha da büyüyerek bağırsak kanalını daraltır. Böylece daralmanın olduğu yerde bağırsak geçişi zorlaşır, daralma yerinin önünde bağırsak içeriği birikir ve kokuşma başlar. Örselenen bağırsak bölümünde salgı ve özellikle kasılmaların artmasıyla biriken bağırsak içeriği, kanser kitlesinin oluşturduğu engelin ötesine doğru geçmeye zorlanır. Klinik olarak, bu olaylar bağırsak kasılmalarına bağlı ağrı nöbetleri, dönüşümlü ishal ve kabızlık dönemleriyle ortaya çıkar. Özellikle bu belirtilerin zamanlaması çok önemlidir. Önce kabızlık dönemi, ardından da ağrı nöbetleri görülür. Bağırsak kasılmaları sonucunda engel aşılıp dışkı çıkarılabilir. Kalınbağırsak kanseri düşünülerek tanıya ulaşmanın oldukça kolay olduğu bu dönemde bile radyolojik inceleme gerekir ve kuşkulu bir kütle saptandığında cerrahi tedaviye geçilmesi gerekir. Kökten ve çözümleyici bir cerrahi girişim olasılığı bu dönemde hala çok güçlüdür.

Zaman geçtikçe hastanın genel durumu bozulur; kilo yitimi ve halsizlik artar, iştah azalır. Hasta bütün çabalarına karşın yemeklere karşı tiksinti ve bulantı duyar. Giderek artan kansızlık gelişir. Yüz rengi mum beyazıdır. Tıkanma evresi bu belirtilerle kesinleşir. Bağırsak içeriği artık ilerleyeme~, bağırsak kanalı bütünüyle kapanmıştır. Tıkanmanın bazı özellikleri vardır. Bağırsak kanalı birkaç gün tam olarak kapalı kalır. Bu süre içinde kanser kütlesindeki doku ölümü ve biçim bozuklukları sonucu tıkanma bölgesinde bir bölüm açılarak geçişe olanak sağlar. Ama bu açılıp-kapanma olayları iki-üç kez yinelendikten sonra bağırsak bir daha açılmamak üzere kapanır. Hastanın genel durumu hızla bozulur, sıvı yitimi artar ve zehirli maddeler kan dolaşımına geçer. Bazı durumlarda hasta ne yazık ki, ancak bu aşamada hastaneye başvurur. Tıkanma yerini saptamak amacıyla kontrast madde verilmeden yapılan radyolojik karın incelemesinden sonra, hastanın karı açılarak tümörün çıkartılıp, çıkartılamayacağına karar verilir.

Bu evrede radikal girişim olasılığı büyük ölçüde azalmıştır.

Kalınbağırsak ve düzbağırsak kanserinin önemli bir belirtisi makattan dışkıyla birlikte kan gelmesidir. Bu durumda hemen endoskopik inceleme yaptırılmalıdır. Özellikle düzbağırsak tümörlerinin saptanmasında radyolojik inceleme tek başına yeterli değildir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ KOMPLİKASYONLARI..
Bazı durumlarda, daha tıkanma evresine gelmeden ortaya çıkan istenmeyen durumlar hastalığın gidişini hızla kötüleştirir: Kalınbağırsak içeriğinde büyük miktarda mikrop bulunduğu göz önüne alınırsa, oluşan bağırsak delinmesine bağlı ağır gidişli ve yaygın karın zarı iltihabının gelişmesi; karın içindeki öteki organlarla bağırsak arasında fistül oluşması; ya da birkaç kan damarının yıkımı sonucunda ağır ve ölümcül sonuçlar doğurabilecek kanamaların başlaması başlıca komplikasyonlardır.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ TANISI..
Kalınbağırsak kanseri tamsı erken konmalıdır. Bu amaçla, röntgen ışınlarını geçirmeyen madde içeren bir lavman yapıldıktan sonra çekilen filmler, dışkıda gizli kan aranması, dışkıda kanser hücrelerinin araştırılması, hastanın klinik bulgulan ile birlikte değerlendirilir. Klinikte yeni kullanılmaya başlanan kolonoskopi çok yararlıdır. Günümüzde 1,5 metre uzunluğa ulaşabilen bükülebilir aletler aracılığıyla bağırsağın hastalıklı bölümü doğrudan görülebilmekte, belirlenen yerlerden istenilen doku örnekleri alınabilmektedir. Kolonoskopi poliplerin saptanmasında ve bunların kolonoskop içinden geçen teller ve elektrikli koterler aracılığıyla çıkanlmasmda da çok yararlıdır. Kalınbağırsak kanseri ve poliplerin birlikte bulunduğu durumlarda, ameliyat edilen bölümün dışındaki bütün polipler de temizlenmelidir.

Kalınbağırsak kanseri tanısı konduktan sonra tedavi yöntemi hemen seçilmeli ve bu da cerrahi tedavi olmalıdır. Cerrahi tedavi açısından kalınbağırsağın sağ yan kanserleri ile sol yan kanserleri ayrılmalıdır. Ayrıca kanserin ameliyatla alınıp alınamayacağının bilinmesi de çok önemlidir. Karaciğere, dalağa, akciğere yayılmış kanserler ile komşu organları tutmuş kanser türleri ameliyat edilebilme sınırını aşar. Bu durumun anlaşılabilmesi ancak cerrahi girişim sırasında yayılım odaklarının ya da çevre dokularda tutulmanın gözlenmesi ile olanaklıdır.

Kalınbağırsağında ya da düzbağırsağında kanser bulunduğu saptanan tüm hastaların idrar yollarının incelenmesi (kanser idrar borularına ve/ya da idrar torbasına yayılabilir); bir göğüs filminin çekilmesi (akciğer yayılımı) ve karın bölgesinin bilgisayarlı tomografisinin çekilmesi (CAT) (karaciğer ve lenf bezlerine yayılımın saptanması için) zorunludur.

Her ne kadar tanı için yetersiz olsa da, doğrudan karın filminin çekilmesi kalınbağırsak ya da düzbağırsak kanseri kuşkusu uyandırabilecek bulgular suna-bilir: Bir kalınbağırsak bölümünde dışkının hemen hiç olmaması, öte yanda ise gaz ve dışkı birikmesi kanser kuşkusu uyandırabilecek bir bulgudur.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ CERRAHİ GİRİŞİMİ..
Ameliyatına karar verilen sağ kalınbağırsak kanseri olgusunda sağ hemikolektomi yapılır. Bu ameliyatta körbağır sak ve ileumun son kısmı ile sağ kalın-bağırsak kesilerek çıkartılır. İleum ile yatay kalınbağırsak birbirine ağızlaştırılır. Tümör ameliyatla çıkartılabilecek durumda değilse, kanserli bölge yerinde bırakılır. Bu bölgenin bağırsak içeriği dolaşımının dışında tutulması sağlanarak ileumun son kıvrımı yatay kalınbağırsak ile ağızlaştırılır. Bu geçici cerrahi girişim hastaya ancak belli bir süre için rahatlama sağlar. Kanser sol kalınbağırsaktaysa ve ameliyata uygun evredeyse, genel olarak sol hemikolektomi yapılır; yani inen kalınbağırsağın tümü çıkartılarak yatay kalınbağırsak ile kalınbağırsağın son kısmı birbirine ağızlaştırılır. Kanserli kütle çıkartılamayacak durumdaysa yatay kalınbağırsak ile kalınbağırsağın son kısmı birbirleriyle ağızlaştırılır ve biraz önce değinilen, çıkartılamayacak durumdaki sağ kalınbağırsak kanserine uygulanan geçici girişim burada da gerçekleştirilir.

Tümörün makata çok yakın olduğu durumlarda ise kalınbağırsağın sağlam parçası karın zarına ağızlaştırılır (kolostomi) ve dışkılama bir torba aracılığıyla gerçekleştirilir.

Cerrahi tedavi genellikle başarılı sonuçlar verir. Radikal cerrahi tedaviden sonra 5 yıllık yaşama süresi yüzde 60 a yakındır. Bu oran erken tanı konan olgularda daha da yüksek olabilir.

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ ÖNLEMLERİ..
Kalınbağırsak kanserlerinin önlenmesi için, koruyucu önlemlerin alınmasının yanı sıra kanserin erken bir evrede tanınması amaçlanır. Son yıllarda standartlara bağlanmış ölçüm ve yöntemler kullanılarak birçok kanser tarama programı gerçekleştirilmiştir. Günümüzde kalın-bağırsak kanseri tanısında en yaygın kullanılan inceleme yöntemi dışkıda gizli kan aranmasıdır (bak. Cilt 6: Tanıya Yardımcı İncelemeler).

Düzbağırsağa (rektum) makattan parmak sokularak yapılan muayene tek başına tanıya götürmede yetersizdir, çünkü parmakla ulaşılabilen bölümdeki kanserler yalnızca yüzde 15 oranındadır.

Rektosigmoidoskopi (düzbağırsağın ve sigmoit kolonun sigmoidoskop ile içerden incelenmesi) kalınbağırsak tümörlerinin yüzde 70 inde tanıya ulaşmayı sağlasa da, hastaların uygulamayı çok sıkıntılı bulması, teknik zorluklar ve pahalı olması nedeniyle yaygın olarak kullanılamamaktadır.

Kalınbağırsak kanseri tarama programlarının sonuçları incelendiğinde, kanser odaklarının erken tanısı yapılıp tedaviye başlanan olgularda da, hastalığın doğal gidişinin fazla değişmediği gözlenmiştir. Buna karşın, tam donanımlı merkezlerde yapılan tarama testlerinin, kalınbağırsak kanser ve poliplemm erken tanı ve tedavisindeki yararı üzerinde giderek artan bir fikir birliği oluşmaktadır. Özellikle adenomatöz poliplerin tanı ve tedavisi kalınbağırsak kanserini önlemede çok önemlidir.

Kanser Belirtileri Nelerdir Kanserin Bilinen Belirtileri Nelerdir

Kanserde erken tanının önemini artık hepimiz biliyoruz. Hastalığın tanısının konmasının uzaması ile kaybedilen zaman, bazen bireyin sağlığını tehdit edecek boyutta olabiliyor. Aşağıda hangi belirtiler görüldüğünde kanserden şüphelenilmesi gerektiği hakkında bilgi bulacaksınız:

Cilt:
- Renk, şekil ve büyüklüğü değişen, çabuk kanayan veya ülserleşen benler,
- İyileşmeyen yaralar varsa,
- Ve uzun süreli güneş ışığına maruz kalıyorsanız

Ağıziçi, Boğaz:
- Ağızda iyileşmeyen ağrılı/ağrısız yaralar,
- Ağıziçi ve dudakta beyaz veya kırmızı plaklar, kitle veya sertlikler,
- Yeni gelişen işitme kaybı veya kulakta çınlama, ses kısıklığı gibi yakınmalar varsa
- Ve alkol, sigara kullanıyorsanız

Akciğer:
- Geçmeyen veya karakter değiştiren öksürük,
- Kanlı, pis kokulu balgam,
- Yeni gelişen ses kısıklığı veya değişikliği,
- Göğüs ağrınız varsa,
- Sık ve uzun süreli akciğer enfeksiyonu (bronşit, zatürre) geçiriyor
- Ve sigara kullanıyorsanız

Meme:
- Göğsünüzde ele gelen kitle,
- Meme derisi üzerinde kalınlaşma, çökme veya çekilme,
- Meme başından berrak veya kanlı akıntı varsa
- Ve ailede meme kanseri hikayesi mevcutsa

Sindirim Sistemi:
- Yutma güçlüğü, uzun süren kusma/bulantı,
- Uzamış ishal veya kabızlık,
- Barsak hareketlerinde düzensizlik,
- Koyu renkli veya kanlı dışkı,
- Uzun süreli karın ağrısı veya baskı hissi,
- Açıklanamayan kilo kaybı varsa
- Ve ailede barsak kanseri veya hastalığı hikayesi mevcuts

Kadın Üreme Sistemi:
- Adette düzensizlik, fazla kanam veya uzun süreli kanama,
- Adet dönemleri arasında veya menopoz sonrası kanama,
- Cinsel ilişkiden sonra kanama,
- Normalden fazla vajinal akıntı varsa
- Ve östrojen tedavisi görüyorsanız

Erkek Üreme Sistemi:
- Sık ve ağrılı idrara çıkma,
- Kanlı idrar gelmesi,
- Yeni gelişen iktidarsızlık,
- Testislerde sertlik veya ele gelen ağrısız kitle varsa

Lenf Sistemi:
- Boyun, koltukaltı ve kasıklarda ele gelen, çoğunlukla ağrısız kitleler,
- Kilo kaybı,
- Gece terlemeleri,
- Uzun süren ve açıklanamayan ateşler,
- Ciltte nedensiz beliren döküntü ve morluklar varsa

İskelet Sistemi:
- Ele gelen kitle veya şekil bozukluğu,
- Kemiklerde şiddetli ağrı,
- Hareket kısıtlılığı varsa

Sinir Sistemi:
- Şiddetli ve uzun süreli baş ağrıları,
- Çift görme veya görme kaybı,
- Yeni gelişen dengesizlik, baş dönmeleri, uyuşma veya felçler,
- Şuur bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü,
- Konuşma güçlüğü,
- Kişilik değişiklikleri varsa

Yukarıdaki belirtileri gördüğünüz ve hissettiğinizde en kısa sürede bir uzmana danışınız.