15 Aralık 2011 Perşembe


DİZ AĞRILARI
DİZ ANATOMİSİ
Diz; uyluk kemiği(femur) ile kaval kemiği (tibia) arasındaki menteşe biçimli bir eklemdir. Eklem iç ve dış olmak üzere iki bölümlüdür. Eklem ön taraftan diz kapağı ile korunur. Eklem içindeki tüm kemik yüzeyler eklem kıkırdağı ile örtülmüştür.
Femur ve tibia arasındaki yük taşıyan kıkırdak yüzeyler,menisküs denilen iki esnek kıkırdaktan yapı ile korunur ve desteklenir. Menisküsler “C” harfi biçimli ve kuş yuvası biçiminde kenarları yüksek ortası ince bir yapıdadır. Bu yapı yuvarlak femur ile düz tibianın yapısal uyumunu sağlar, binen yükün tüm eklem yüzeyine dağılmasını sağlar,gelen darbeleri emer, eklemin sabitliğine yardımcı olur. 
Bağlar diz eklemini sabitleyen ana yapılardır. Birbirlerinden tamamen ayrı yapılar olan bağlarla tendonları karıştırmamak gerekir. Bağlar her iki ucu kemiğe yapışan sabit yapılardır, sınırlı esneklikleri vardır. Tendonlar ise bir uçları kemiğe yapışan, diğer uçları adeleyle devam eden, adelenin hareketini kemiğe ileten yapılardır. 
Yan bağlar dizin iç ve dış yanlarında bulunur ve dizin her iki yana açılmasını önler. Dış yan bağ dışında dizin dışa açılmasını engelleyen dizin arka-dış köşesinde bağlar ve popliteus tendonundan oluşan posterolateral kompleks denilen bir ek yapı vardır. Bu yapının zedelenmesine ait bulgular ve tedavi gözden kaçabilir. Ön çapraz bağ –ACL- tibia ile femuru tam orta noktadan birbirine bağlar. Fonksiyonu dizin dönme hareketlerini kısıtlamak ve tibianın öne hareketini engellemektir. Arka çapraz bağ –PCL- tibianın arkaya hareketini önler. 
Dizin tüm bu anatomik yapıları boyunca kaslar uzanır ve birlikte çalışarak dizin koşmak, yürümek gibi hareketlerini yönetirler. Kaslar ayrıca sabitliği sağlayan oluşumlara destek sağlar, korurlar. Dizi yöneten iki ana grup kas vardır. Ön uyluğun 4 başlı kası (quadriceps) Leğen kemiğinden uyluğun ön yüzü boyunca uzanır, diz kapağı üzerinden tendonlaşarak devam eder ve tibianın üst-ön tarafına yapışır. Dizin doğrultulması-düzleştirilmesi hareketini yaptırır. Aynı zamanda diz kapağı kemiğinin üst, iç ve dışına yapışan ayrı başları ile diz kapağının dengesini sağlar. Dizin dönme hareketlerini kısıtlayarak ACL ye, tibianın arkaya hareketini kısıtlayarak PCL ye yardımcı olur. Uyluğun arkasında ikisi tibianın dışına, ikisi içine yapışan hamsring adeleleri vardır. Hamsringler dönme hareketini ve tibianın öne hareketini kısıtlıyarak ACL e yardımcı olur.
SPORCULARDA SIK GÖRÜLEN ÖN DİZ AĞRISI SENDROMU
Ön diz ağrısı genelde, patellofemoral ekleme (diz kapağı ile uyluk kemiği arasındaki eklem) bağlı ağrıyı çağrıştırsa da, ön diz ağrısı patellofemoral eklemi de kapsamak üzere, etraf yumuşak dokuları ve dizin ön kısmına yansıyan ağrılardan oluşmaktadır. Literatürde sık kullanılan kondromalazi patella (chondromalacia patella) da genellikle ön diz ağrısını işaret eder, fakat ön diz ağrısı sadece kıkırdak doku bozukluğuna bağlı değildir. Fulkersonun'da belirttiği gibi; "Ön diz ağrısı" tanımlamasını doğru yapmak için ağrılı noktaları doğru bir şekilde belirlemek ve tarif etmek gerekir. Klinik Bulgular
Ön diz ağrısının klinik belirtileri; ağrı, kıtırtı sesi, boşalma, kilitlenme, şişlik gibi belirtilerdir. Ağrı; dizin ön tarafında künt ve batıcı bir ağrıdır, zaman zaman ani ve keskin ağrı olarak kendini gösterebilir. Dizin 90 derece fleksiyon pozisyonunda bir süre sabit kalması (oturma pozisyonu), devamlı çömelip doğrulmak, merdiven inip çıkma ile ağrı artar. Uzun süre oturduktan sonra ayağa kalkmakla ağrı ortaya çıkar ya da artar. Hastalar diz çöküp, doğrulurken dizlerinden sesler geldiğini ve buna bazen ağrının eşlik ettiğini belirtirler. Her krepitus ön diz ağrısına sebep olmaz. Dize yük binerken yapılan fleksiyon ve ekstansiyon hareketi, örneğin merdiven veya yokuş inip çıkma, sırasında kuadriseps kasının ani gevşemesi ile dizde boşalma hissi olur. Çapraz bağ veya menisküs patolojilerdeki boşalma dönme hareketlerinde olurken, bunda tek planlı hareket sırasında boşalma görülür, ana sebep kuadrisep-hamstring kaslarının nöromüsküler kontrol dengesinin bir sebepe bağlı olarak kaybedilmesidir. Kilitlenme şikayeti patella veya troklear bölgedeki kıkırdak bozukluklarına bağlı olabilir ve genelde bu his daha çok takılma şeklinde kendini belli eder. Kıkırdak lezyonlarına bağlı olarak dizde aralıklarla şişlikler oluşabilir. 
Fizik muayenede, dikkatli bir hikayeden sonra, öncelikle diz kapağı kemiğinin hareketi kontrol edilmelidir. Daha sonra diz düz ve kuadriseps kası gevşek iken patella troklear sulkusta, distale doğru itilmeli ve bu sırada ağrıların ortaya çıkıp çıkmaması dikkate alınır. Buna ek olarak dize hafif bükülme verilerek eklemdeki temas artırılabilir. Kuadriseps kası gevşek iken peripatellar bölge ellenmeli, patella medial ve laterale doğru itilerek belirtileri hangisinin artırdığına ve retinakulum gerginliğine dikkat edilmelidir. Diz çevresi ligament ve tendonlar da elle muayene edilmelidir. Patella hareketleri pasif olarak fleksiyon ve ekstansiyon boyunca izlenmeli, daha sonra hasta muayene masası kenarına oturtularak aktif hareketlere bakılmalıdır. Tam ekstansiyona yaklaşırken patellanın proksimale ve laterale kayması normaldir. Q açısı patellofemoral ağrı için veya diğer bazı patolojiler için ölçülmelidir. Normal şartlarda diz fleksiyona geldikçe Q açısının sıfıra yaklaşacağı unutulmamalıdır. Dizde sıvı birikimine dikkat edilmelidir, çünkü kıkırdak lezyonu büyüdükçe effüzyon miktarı artar. Hasta yüz üstü yatırılarak pasif fleksiyona (bükülme) bakılmalıdır, bu muayenede kuadriseps gerginliği ortaya çıkarılabilir, ayrıca patellar tendon palpasyonu bu pozisyonda daha kolaydır. Özellikle patellar veya kuadriseps tendinit veya tendinozisi, genelde sıçrama sporu yapanlarda daha çok görülür ve mutlak bir şekilde araştırılarak teşhis konmalıdır.
ÖN DİZ AĞRISINDA AYIRICI TANI 
Retinaküler ağrı:
Patellofemoral aks bozukluğu olan hastalar genelde ön diz ağrısından şikayet ederler. Yapılan artroskopik değrlendirmelerde görülen kıkırdak lezyonları önceleri ağrıyı açıklamakta kullanılsa da, daha sonra kıkırdak lezyonları ile ağrı arasında bir bağlantı olmadığı araştırıcılar tarafından ortaya konmuştur. Fulkerson ve Johnson patellofemoral ağrıda lateral retinaküler hassasiyete dikkat çekmişlerdir. 2 Buna ek olarak medial retinakulumda da anormal stresler ve yüklenmeler olduğu görülmüştür. Mori ve arkadaşları 1991 yılında lateral retinakülum içindeki sinirsel yapılarda dejeneratif değişiklikleri göstermişlerdir. Butler ve Manuel'in 1992 de sempatik blokaj ile ön diz ağrısını tedavi etmeleri de bu bulguyu desteklemektedir. Lateral retinaküler hassasiyeti test etmenin bir yolu da o bölgeye lokal anestezik enjekte ederek ağrıyı izlemektir. 
Retinaküler serbestleştirme yapılan hastalarda oluşan ağrının sebepi ise; rezidüel bantlar, stresin diğer retinaküler bölgelere kayması veya ağrının retinaküler orijinli olmamasıdır.
Sinovial plika
Medialde parapatellar bölgedeki plika ön diz ağrısı sebebi olabilir. Germe ve lokal tedavilere cevap verse de semptomatik plikanın kesin tedavisi artroskopik egsizyondur. Semptomatik plikanın daha önemli başka bir problemin göstergesi olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Kalın ve meniskoid görünümde olan ve diz fleksiyonu ve ekstansiyonu sırasında femoral dejenerasyona sebep olan bir plikanın çıkartılması gerektiği, diğerlerinin ise konservatif olarak izlemenin doğru olacağı akıldan çıkartılmamalıdır.
Patellar tendinit (Jumper's knee, koşucu dizi)
Patellanın alt ucunda patellar tendonda hassasiyet özellikle zıplamayı gerektiren sporlarda sık görülür. Traksiyonel veya insersiyonel injuriler şeklinde yorumlanan bu patolojide konservatif tedavi bazen yetersiz kalabilir. Konservatif tedavide egzersiz programı modifikasyonu, iğne ile mekanik yolla revaskülarizasyon ve hidrokortizon iontoforezi etkili olabilir. Kuadriseps germeleri ve egzersizleri faydalıdır. Tekrarlayan intratendinöz enjeksiyonlardan kaçınılmalıdır.
Prepatellar bursitler
Semptomları benzemekle birlikte diz üzeri çömelerek iş yapan kişilerde olur ve patella önü ödemli görüntüdedir. Akut dönemde şiş, ağrılı ve kızarık olabilir. Dizlik, aktivite modifikasyonu, NSAI veya steroid enjeksiyonuna cevap vermeyen tekrarlayan bursitlerde cerrahi eksizyon düşünülmelidir. Bursa içi psödomembran iyileşmenin engellenmesine sebep teşkil etmekte ve tekrarlayan travmalara bağlı olarak, seröz, hemorajik veya enfekte olarak kendini göstermektedir. Endoskopik kontrol altında günlük cerrahi uygulama sonucunda tam çözüm elde edilebilir.
Retropatellar bursitler
Tibial tüberkül ile patellar tendon arası bursanın inflamasyonu diz ekstansiyonda ve kuadriseps gevşek iken bu bölgedeki hassasiyet ile belirlenir, kuadriseps kasılı konumda ise tendon bursanın palpasyonunu engeller. Kortikosteroid enjeksiyonu veya konservatif takip tedavinin başlıca ilkelerini oluşturur.
Pes anserin bursiti
Her ne kadar daha çok medial kompartman problemleri ile karışsa da ağrısı öne yayılabilir. Basit palpasyon ile tanıya yaklaşılır ama proksimal tibiadaki dev hücreli tümör, sarkomatöz değişiklikler gibi önemli patolojileri atlamamak için radyolojik değerlendirmeyi ihmal etmemek gerekir.
Fat pad sendromu
Doğrudan meydana gelen travmalar ile infrapatellar bölgedeki yağ dokusu zedelenebilir. Özellikle hiperekstansiyona gelen dizlerde sık görülür. Palpasyonla oluşan hassasiyete bazı durumlarda endurasyon eşlik edebilir. Tanıya ulaşırken karşı diz muayenesini ihmal etmemek ve sinovitin de aynı bulguları verebileceği unutulmamalıdır. Tedavide germe egzersizleri, kortikosteroid enjeksiyonu ve artroskopik egsizyon kullanılmaktadır. Meniskeal lezyonlar 
Bazı menisküs patolojisi olan hastaların ağrı kaynağı sorulduğunda dizin ön kısmını gösterdikleri unutulmamalıdır. Dikkatli bir fizik muayene ile tanı konması gerekirse ileri tetkiklere gidilmesi uygundur.
Çapraz bağ lezyonları
Çapraz bağ lezyonlarında kuadriseps zayıflığı, dizin fleksiyonda kullanılması ve rotasyonel instabilite sebepi ile patellofemoral semptomlar ortaya çıkmaktadır. Patolojik ön-arka translasyon, patellofemoral sürtünmeyi arttırır ve ön diz ağrısını provoke eder. ACL yırtıkları ve rekonstrüksiyonları sonrası uygulanan erken hareket patellofemoral dejenerasyonu azaltır ve ağrı riskini sıfırlar. Ayrıca, ön çapraz bağ tamirlerinin, tam hareket sağlanıncaya kadar ertelenmesinin infrapatellar kontraktürü azaltacağını ve haliyle ön diz ağrısının meydana gelmesini engelleyeceğini unutmamak gerekir.
Hemanjiyom
Kuadriseps kası içine kadar uzanan ve eklem içinden menşei alan hemangiomların da ön diz ağrısına sebep olabileceği ve egsizyondan fayda göreceği unutulmamalıdır.
Runner's knee (iliotibial band sendromu)
Aşırı kullanmaya bağlı olabilecek irritasyonlarda patellofemoral eklem de etkilenebilir. Özellikle hafif aks bozukluğu olan kişilerde daha sık görülür. İlliotibial band sendromu germeye, sıcak uygulamaya, NSAI tedaviye, ortozlara ve aktivite modifikasyonuna iyi cevap verir.
Yansıyan ağrılar
Kalça, sakroiliak ve vertebral patolojiler de dize yansıyan ağrıya sebep olabilir. Tüm bu ayırıcı tanıdan sonra varılması gereken tanı "dizin içindeki bir bozukluk" olmamalıdır. Çünkü ön diz ağrısı dikkatli muayene, tetkik ve hikaye ile kesin tanı konabilecek bir patolojidir.
DİZ KİREÇLENMESİ (GONARTROZ )


Osteoartrit (kireçlenme) ağırlık taşıyan eklemlerin yaşlanmaya bağlı olarak yozlaşmasıdır. Kireçlenme kıkırdaktan başlar, kıkırdak altındaki kemiği, eklem kapsülünü ve eklem çevresindeki bağları etkiler. Hatta ağrıdan dolayı kullanılamayan kaslarda incelmeler ve sertleşmeler olur.

Diz vücudun en fazla ağırlık taşıyan ve dolayısıyla kireçlenmeden en fazla etkilenen eklemlerinden biridir. Diz ekleminde üç adet kemiğin eklem yüzeyi vardır. Femur (baldır kemiği), tibia (kaval kemiği) ve patella (diz kapağı kemiği). Tibia femurla, femur patella ile eklem yapar. Tibia ve femur arasında iç ve dış eklemler vardır. Kireçlenme daha çok iç femorotibial eklemlerden başlar ve diğer eklemleri etkiler. Ancak genellikle dizdeki üç eklem birlikte etkilenir.
Diz eklemlerinin içinde iki adet bağ vardır (ön ve arka çapraz bağlar ). Ayrıca eklemin iç yanında ve dış yanında kuvvetli bağlar vardır. Eklem yüzlerinin uyumunu sağlamak için iki adet menisküs vardır. Diz hareketlerini başlıca iki kas grubu sağlar, dizi doğrultan ekstansör kaslar ( quadriseps ) ve büken fleksör kaslar ( harmstringler).
Gonartroz (diz kireçlenmesi ) kimlerde görülür? Gonartroz orta ve ileri yaşlarda görülür. 50 yaşın üzerinde kadınlarda daha sık görülür. Hastalık daha erken yaşlarda da görülebilir. Hastalar genellikle kiloludurlar. Daha önce geçirilen eklem operasyonları, travmalar, spor yaralanmaları, iltihaplı romatizmalar, doğuştan gelen bazı bozukluklar en önemli sebepleridir.

Gonartozlu bir dizde neler olur?
Gonartrozda en erken değişiklik eklem kıkırdağında olur. Kıkırdakta incelme sonucu eklem aralığı daralır. Kıkırdak altındaki kemiklerde de incelmeler ve yıpranmalar olur. Ayrıca eklem kenarlarında kemiksi çıkıntılar (osteofit ) oluşur. Eklem kalınlaşmış olarak görülür. Eklem çevresi kaslarında ağrı sebebiyle kullanılmamaya bağlı atrofiler (incelmeler) olur. Ayrıca eklemin iç yanında pannikülit adı verilen yağ lobülleri vardır. Bunlar çoğu zaman ağrılıdır. Ayrıca zaman zaman eklemlerde iltihaplanma olabilir (sıvı toplanması ).
Hastanın şikayetleri nelerdir ?
Eklemlerde ağrı ve tutukluk hastalığın ilk belirtisidir. Hastalık bazen hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir. Bazen de hastalık belirtileri olduğu halde röntgen filmleri normal olabilir. Hastalık ilerledikçe eklem hareketleri kısıtlanır yürümek ve merdiven inmek-çıkmak zorlaşır. Bazen topallama olabilir. Eklemin düzeni bozulur, bacaklarda eğilmeler olabilir. Eklem içinde, dizin arkasında ve eklemin ön tarafında bursalarda iltihaplı şişkinlikler olabilir. İlerlemiş ve rehabilite edilmemiş dizlerde dizi doğrultmak, ya da bükmek zor ve ağrılı olabilir.
Muayenede neler bulunur ?
Eklemde sürtünme sesi, şişlik, kaslarda erime, pannikülit, eklem hareket kaybı, en sık rastlanan muayene bulgularıdır. Ayrıca değişik derecelerde deformiteler olabilir
Nasıl teşhis edilir ?
Hastanın ifadesi, muayene ve röntgen filmleri genellikle yeterlidir. Bağlar ve menisküslerin durumunu değerlendirmek için MR gerekebilir.
Tedavide neler yapılmalıdır?
Hekimin görevi hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak, ağrıyı dindirmek ve hastayı fonksiyonel halde tutmaktır. Ağrı kesiciler, kas gevşeticiler kullanılabilir. Topikal ilaçlar diz kireçlenmesinde faydalıdır.
Kireçlenmenin fazla ilerlemediği ve kıkırdağın kısmen korunduğu hastalarda kıkırdak besleyici eklem içi enjeksiyonlar yapılabilir (viskosüplemantasyon). Deformiteleri ( şekil bozuklukları ) gidermek için diz korseleri kullanılabilir. Artroza bağlı oluşan şişkinliklerde (sinovit) bu sıvı boşaltılır ve soğuk (buz) uygulaması yapılır. Eklem içi kortizon enjeksiyonu gerekebilir.
Tedavide önemli unsurlardan biri de diz koruma prensiplerinin uygulanmasını ve günde en az iki defa 10'ar dakika hekim ve fizyoterapist kontrolünde yapılan egzersizlerdir. Bütün bu tedavi metodlarına rağmen hastanın şikayetleri devam ediyorsa cerrahi tedavi metodları uygulanır.

Diz koruma prensipleri:
  • Hareket ediniz
  • Fazla kilolarınızı veriniz.
  • Çömelirken ve doğrulurken, bir yere otururken ve kalkarken kollarınızı kullanın dizlerinizi fazla kırmamaya çalışın.
  • Ağır yük taşımayın.
  • Uzun süre yürümek ve ayakta durmaktan kaçının.
  • Yumuşak tabanlı ve düz topuklu ayakkabı giyin.
  • Bacak kaslarınızı düzenli olarak çalıştırın.
  • Diz egzersizlerini mutlaka yapın.
  • Dizlerinizi sert zeminler üzerine koymayın.
Diz egzersizleri
Egzersiz 1:
Ayak bileklerinize ve parmaklarınıza bir ağırlık bağlayın ve yavaşça bir yere oturun ve ayaklarınızı sallayın. 5-15 dakika bu şekilde kalın, günde üç defa tekrarlayın.

Egzersiz 2:
Bir sandalyede oturun ayağınızı bir tabela üzerinde dinlendirin. Dizinizi hafifçe kaldırarak tabelaya bastırın 5-10 saniye bastırın günde 3 defa 10'ar defa tekrarlayın

Egzersiz 3 :
Sandalyede oturun bir şerit haline getirilmiş çarşafı topuğunuzdan iki elinizle birlikte dizlerinize yukarı çekin bu hareketi günde 3 defa tekrarlayın

Egzersiz 4 :
Bir sandalyede yada daha iyisi ayaklarınız değmeyecek şekilde yüksek bir yere oturun, ayağınızı dizleriniz düzleşinceye kadar kaldırın aynı hareketi önce hafif zamanla orta ağırlıklarla tekrarlayın. Günde 5-10 defa tekrarlayın

Egzersiz 5 :
Ayaklarınız arasına bir kitap veya rulo havlu koyun. Dizlerinizi bükmeden kitabı kaldırın, 5 e kadar sayın 3x5-10 kez tekrarlayın

Egzersiz 6 :
Dizleriniz arasına bir havlu veya lastik top yerleştirin, baldırınızı ve dizlerinizi sıkın. 3x5 - 10 tekrar yapın

Egzersiz 7 :
Bir sandalyede oturun sırayla ayak uçlarınızı ve topuğunuzu yükseltin 3x 5 - 10 tekrar yapın

Egzersiz 8 :
Sırt üstü yatın, dizinizi ve bacağınızı bükün. Topuklarınızdan güç alarak kalçanızı olabildiğince yukarı kaldırınız.
DİZ PROTEZİ (ÇİMENTOLU VE ÇİMENTOSUZ)
Dizde diğer tedavi yöntemlerine cevap vermeyen kireçlenmeler diz protezi ile tedavi edilir. Protez denince dizde eklem yapan üç kemiğin eklem yüzeylerinin kesilerek çıkarılması ve bu yüzeylerin metal ve plastik parçalar ile kaplanmasıdır.
En sık soru protez yapım yaşı ve ne kadar ömrü olduğudur. Burada hastanın kişisel özellikleri; yaş, cinsiyet, ağırlık ve hareket seviyesi belirleyicidir. İyi ellerde yapılması şartıyla tüm hastaların %98’inde protez 10 yıl dayanır. 65 yaş üzeri, kadın, 70 kg altı ve az hareketli kişilerde protezin ömrün kalan kısmında idare edebileceği söylenebilir. Genel olarak diz protezi iyi ellerde yapıldığında 15 yıl civarında tamamen ağrısız ve diz fonksiyonlarının tam olduğu bir yaşam süresi elde edilir. 
Normal bir dizde dört adet bağ, dizin kemiklerinin birbiri ile bağlantısını ve koordinasyonunu sağlar.Artritli bir dizde bu bağların yapıları bozulabilir.Diz protezi uygulamalarında bu bağlardan bazıları eklem yüzeyleri ile birlikte kaldırılır ve yeni yapma yüzeyler ile değiştirilir.Konulan parçaları yerinde tutmak üzere 2 yol mevcuttur.Bunlardan biri polimetimetakrilat adı verile çimento ile tespittir. Diğeri ise özel hazırlanan ve kemiğin gelişimine uygun olarak kemikle bütünleşen parçalardan oluşan protezlerdir. 
Bugün diz protezlerinin büyük çoğunluğu çimentolu olarak yapılmaktadır.Çimentolu protezlerin uyumu mükemmel olup 20 yıl kadar dayanabilmektedir.Bu süreyi hastanın kilosu,genel sağlık koşulları,aktivite düzeyi arttırıp, azaltabilmektedir.Çimentonun avantajı gerek kemikle protezi birbirine bağlayan bir yapı olması gerekse katı bir maddenin ortama kattığı biomekanik güçtür.Bugün için kullanılan materyallerde kırılma olayı son derece azdır,kemikten gevşeyebilmeleri bir sorundur.Gevşeme 2 türlü olabilir.
1. Diz hareketler esnasında birçok kuvvetin etkisi altında kalır.Protezli dizde aksial olarak gelen yük değiştirilmiş olan kaval kemiğinin eklem yüzeyi ve arta kalan spongiöz kemik tarafından karşılanır.Eğer gelen yük protezin gücünü aşacak olursa protez alta kalan kemiğin içine gömülür,yada gevşemeye başlar.Bu esnada metal parçalar arasına konmuş olan polietilen tabakanın ezilmesi ondan parçaların ayrışmasına ve bu parçaların vücut tarfından yabancı cisim olarak algılanıp biolojik bir yanıt verilmesine neden olur.Bu cevapta gevşemenin biolojik olarak hızlanmasına neden olur.
2. Polietilen bölgeden kopan parçalar vücudun savunma hücreleri tarafından kaldırılmak istenecektir. Bu amaçla salgılayacakları enzimler sadece bu parçaların değil aynı zamanda protezin kemiğe yapışmış olduğu bölgedeki kemiğin erimesine(osteolisiz) yol açacaktır.Bu olay bir kısır döngü içerisnde devam edip gevşeme ve protezin uyumsuzluğu ile sonlanır. Yukarıda anlatılanlara karşın çimentolu protezler bugün için başarı ile kulanılmaya devam etmektedir.Özellikle genç aktif,artritli hastalarda tek tedavi seçeneği olarak kabul edilmektedirler. 
1980’li yıllarda kemiğe bir çimento materyali olmaksızın uygulanabilen protezler üretilmiştir.Bu implantların yüzeylerinde yeni kemik oluşumunu sağlayabilecek biolojik olarak aktif olan maddeler bulunmaktadır.İmplanları kemiğe tespit etmek üzere çeşitli vida sistemleride geliştirilmiştir.Vidalar yeni kemik gelişimi sağlanana dek protezin tespitinden sorumlu olacaklardır.Bazı modeller çimentolu protezler kadar başarılı olmuşlardır.Ancak ne kadar düzgün yüzeyli olurlarsa olsunlar bu protezlerde de yük altında kalmaya bağlı küçük fragmanların oluşumunun daha fazla olduğu ve biolojik yanıtın daha hızlı geliştiği tespit edilmiştir.Ayrıca bugün için bu tip protezlerin kullanımı ile ilgili uzun dönem sonuçlar henüz elimizde mevcut değildir. 
1980’li yılların sonuna doğru femoral komponenti çimentosuz,tibial komponenti çimentolu hybrid protezler üretilmiş olup bügüne kadar ki sonuçları iyidir. 
Sonuç olarak diz protezi cerrahisi bazı sorunları olsada bugün için dizin biomekaniğini düzenleme de etkili bir tedavi yöntemidir. Hastaların operasyonun ertesi günü yürümelerine, 2. gün tuvalete oturmalarına izin verilir. Dikişler ortalama 15 günde alınır ve sonrasında banyoya izin verilir. Hasta operasyonun ertesi gününden itibaren diz bükme ve adele güçlendirme akzersizlerine başlanır. Bu ekzersizler diz fonksiyonlarının tamamen kazanılmasına kadar devam eder. Genellikle 6. haftada tüm diz fonksiyonları geri döner. Dizde şişlik ve protezin varlığını hastalar 3-6 ay hissedebilirlerse de yürüme ilk haftadan sonra ağrısızdır. 
Diz protezinin iyi ellerde yapılması kadar ameliyathane ve ameliyat sonrası bakım hizmetleride çok önemlidir. Bu operasyonun en önemli komplikasyonu % 1-2 oranında enfeksiyondur.(en iyi ameliyathane şartlarında). Enfeksiyon gelişirse ek cerrahi prosedürler gerekebilir. İyi ameliyathane şartı dendiğinde enfeksiyon kontrolü çok iyi olan, “laminar air flow” lu ameliyathaneler anlaşılmaktadır. Damar ve sinir yaralanması riski neredeyse yoktur.
MENİSKÜS YIRTIKLARI
Vücudumuzun en sık yaralanan bölgelerden birisi de menisküslerimizdir. Menisküsler diz bölgesinde en büyük iki kemiğin kesiştiği noktada ‘C’ şeklinde mevcut olan ince yastıkçıklardır. Dizde yükün taşınması,birçok yöne dönme hareketinin yapılabilmesi,femur (uyluk kemiği) ve tibia (kaval kemiği) arasındaki güç dengesinin sağlanması gibi görevler de rol oynarlar.

Futbol gibi karşılıklı temas sporlarında dizin dönmesi,ani hareketlerde meydana gelen katlanma, tek diz üzerine yük alınması sonrasında menisküsler yırtılabilir. Sporcularda bu yaralanmalara ön çapraz bağ(ÖÇB) yaralanmaları da eşlik edebilir. İleri yaş grubunda ise menisküsler herhangi bir travma olmaksızın dizde gelişen dejenerasyon ve kıkırdak hasarına bağlı olarak yırtılabilirler.
Belirti ve şikayetler
Diz içerisinden gelen sesler yırtığın ilk bulguları olabilir. Dizde ödem gelişene dek sporcular oyuna devem edebilir yada günlük aktiviteler yapılabilir. Ancak ödem geliştiğinde şikayetler oluşur. Şikayetler 24-48 saat içerisinde gelişir.
  • Dizde gerginlik ve şişlik
  • Eklem hareket açıklığında azalma
  • Dizde sıvı toplanması
  • Menisküsün yırtık parçası eklem içine düştüğünde takılma ,kitlenme.Bu durum ancak doktorunuz yapacağı bir manevra ile düzelebilir.
Tanı
Doktorunuza herşeyin hangi travma ile nasıl başladığını anlatın,doktorunuz çeşitli manevralar ile dizinizi muayene edecektir. Ayırıcı tanı için röntgenler ve menisküslerin görüntülenmesi için MRI istenebilir. Dizin kitli kaldığı durumlarda artroskopik muayene önerilebilir. Menisküs yırtıkları birkaç tipte olabilir.
  • Sporcularda dönme sonrasında oluşan dikey yada kova sapı tarzında yırtıklar,
  • Genç atletlerde sürekli tekrarlayan tipte travmalar sonrası koşma gibi oluşan radial yada gaga tarzında yırtıklar
  • Yaşlılarda kıkırdak bozulmasına bağlı oluşan horizantal yada iç taraf yırtıkları sayılabilir.
Menisküs yırtıklarının başlangıç tedavisi RİCE olarak kısaltılmış protokoldür:
  • Rest (istirahat)
  • İce (buz uygulaması)
  • Compressıon (bası uygulamsı ,bandaj gibi)
  • Elevatıon (dizin yukarı alınması) şeklinde özetlenebilir,
Bu tedavinin takibinde dizde kitlenme ve kronik yakınmalar gibi şikayetler gelişmez ise tedavi istirahat süresi boyunca sürer ve biter. Meniskünün sadece 1/3 dış (eklem kapsülüne yakın) bölümünde kan dolaşımı vardır. Bu bölgelerdeki yırtıklarda , menisküs kendi beslenmesi sayesinde yırtığın tamirini sağlar. 2/3 iç bölgede ise tam bir tamir olmaz. Yinede her zedelenmiş menisküs bulgu verecek diye bir kural da yoktur.
Cerrahi tedavi menisküsün iyileşemediği ve şikayetler oluşmaya devam ettirdiği zamanlarda planlanmaktadır. Yırtık ve şikayete neden olan menisküs yırtıkları kıkırdakta aşınmaya ve ileri dönemde kireçlenmeye neden olur. Genç, aktif yaşam süren kişilerde menisküs yırtıklarının ameliyat edilmesi önerilir.Yırtığın tipine ,eşlik eden başka bir patoloji olup olmaması,hastanın yaşına göre doktorunuz uygun tedaviyi, planlayacaktır.Cerrahi sonrası rehabilitasyon tedavinin önemli bir parçasıdır.
PREPATELLAR BURSİT
Bursalar içleri çok az miktarda sinovial sıvı ile dolu keseciklerdir. Bursalar vücudun sürtünmeye maruz kalan bölgelerinde ve eklem çevrelerinde bulunur. Bursalar kemik çıkıntılar üzerinde bulunarak kemiklerle kas ve tendonlar arasında yastıkçık görevi görürler. İltihaplı romatizmalar yada aşırı zorlanmaya bağlı olarak, bursalarda ağrılı veya ağrısız şişlikler, iltihaplanmalar hatta bursa içine kanamalar olabilir.
Tesisatçılar, yer döşemeciler, madenciler gibi diz üzerinde çalışan bazı mesleklerde diz kapağı önünde şişlikler olur. Muayenede içi sıvı dolu bir kesecik olarak ele gelir. Bazen iltihaba bağlı olarak sıcaklık olabilir. Ayrıca hasta yürürken özellikle merdiven inme ve çıkmada ağrı olur. Namaz kılarken dizin üzerine oturamaz.
Kimlerde görülür?
  • Dizüstü çalışanlarda sık görülür. Tesisatçılar, çatı ustaları, döşemeciler, madenciler, bahçıvanlar vs.
  • Sporcularda sık görülür.
  • Trafik kazalarından sonra görülür.
  • Romatoid artrit ve gut hastaları.
Belirtileri nelerdir?
  • Aktivite ile artan, istiharetle azalan ağrı
  • Diz kapağı önünde şişlik
  • Dokunmakla ve basmakla hassasiyet
Tedavi nasıldır?
  • İstirahat, bursadaki şişlik kayboluncaya kadar dinlenilmeli
  • Günde 3-4 defa 20 dk kadar süren buz uygulaması
  • Antienflamatuar ilaçlar
  • Bütün bu tedbirlere rağmen inmeyen şişlikler enjektörle çekilir, kortikosteroid enjekte edilir ve bandajlanır. Bu işlem birkaç defa tekrarlanabilir.
  • Kronik vakalarda bursa cerrahi olarak çıkarılır.
Dizde bursit olmasını önlemek için neler yapılmalı ?
Diz üzerinde çalışanlar ve dizinden darbe alma ihtimali olan sporlarla meşgul olanlar için dizi koruyucu bir dizlik (kneepad) kullanmalıdır. Bir kez prepatellar bursit geçirenlerde dizlerin dinlendirilmesi iş yada sportif aktivite bittikten sonra buz uygulanması ve bacağın yükseltilmesi gerekir.
PES ANSERİN BURSİTİ
Sıklıkla orta ve ileri yaşlarda dizde kireçlenmesi olan kişilerde görülür. Dizin iç tarafında eklem çizgisinin 2-3 cm kadar aşagısında kasların yapışma yerinde tendonlar ile kemik arasında bulunan bursanın iltihaplanmasıdır. Bu bursa iltihaplandıgında diger bursitlerde oldugu belirgin bir şişlik ele gelmeyebilir, o bölgede basmakla ağrı olur. Bu hastalarda özellikle merdiven ve yokuş çıkma esnasında dizin iç tarafından başlayıp yukarıya dogru yayılan bir ağrı vardır.
Tedavisinde diz çevresindeki kasların kuvvetlendirilmesi, sıcak ve soğuk uygulamalar, fizik tedavi, bandajlama gerekebilir. Anti-romatizmal ilaçlar ve pomadlar kullanılır. Bütün bu tedavilere rağmen iyileşmeyen hastalara bu bölgeye lokal anestezik ile birlikte kortizon enjeksiyonu yapılabilir.
ILIOTIBIAL BANT SENDROMU
Dizin yan tarafında ağrı ile karakterize bir durumdur. Uzun koşular yapan ve biomekaniksel sorunları olan atletlerde, özellikle engebeli, bozuk yüzey zeminlerde koşanlarda sıkça rastlanan bir sorundur. Koşu kesildiğinde ağrı kaybolur. Fakat koşuya başlamakla tekrar ağrı başlar. Bacak bacak üstüne atma pozisyonunda dizi bükme-düzeltme işlemi sırasında da benzer bir ağrı oluşabilir. Öncelikli olarak yapılması gereken dinlenmek ve soğuk uygulamaktır. Tepe aşağı koşuları kesmek gerekir. Uzman bir doktorun değerlendirmesi ışığında özel ayak tabanlığı verilebilir. Koşu öncesi ve sonrası bacak dış yan grubu bölgeye germe egzersizleri uygulamak bu sorunla karşılaşma riskini azaltır. 

OSGOOD - SCHLATTER HASTALIĞI
Çocukluk çağında sık rastlanan bir diz ağrısı sebebidir. Diz kapağının alt ucundan, kaval kemiğine (tibia) yapışan patellar tendon ve yapışma yerinde ağrı ve hassasiyet olmasıdır. Hastalık erkeklerde kızlardan 3 kat daha fazla görülür. Erkek çocuklarda 11-15 yaşlarında, kızlarda 8-13 yaşlarında sık görülür. Tek taraflı veya çift taraflı olabilir. Büyüme döneminde gevşek olan kemik- tendon yapışma yerinin uyluk ön bükümündeki kasların (kuadriseps, dizi doğrultucu kas) ani kasılması ile bu bölgedeki periost (kemiği çevreleyen zarlar) tüberositas tibiadan (kaval kemiğinin uç-önündeki çıkıntı) ayrılır.
Hareketle artan, dinlenmeyle azalan bir ağrı vardır. Patellar tendon kalınlaşmıştır. Bu bölgede basmakla ağrı vardır. Dizin tam bükülmesi ve tam doğrultulması (fleksiyon, ekstansiyon) ağrıya sebep olur.

Tedavi
Kendini sınırlayıcı bir hastalıktır. 3 aylık hareket kısıtlaması şikayetleri geçirir. 3 ay spor yasaklanır. Sıcak ve soğuk uygulamalar yapılabilir. Bu tedaviden sonuç alınamazsa kortikosteroid enjeksiyonu yapılabilir. Cerrahi müdahale oldukça risklidir ve ciddi komplikasyonlara (patella alta, genu rekurvatum, kondromalazi vs.) yol açabilir. 15 yaş civarında kendiliğinden iyileşir.
DİZ EGZERSİZLERİ
1) Yaklaşık 30 cm. yüksekliğinde bir basamak üzerine çıkın, dizleri gergin tutarak 3 sn. bekleyin ve inin.

2) Topuklar yerde, parmaklar yaklaşık 5 cm. yüksekliğinde bir basamakta (kalın bir kitap da olabilir) olmak üzere, basamak üzerinde parmak ucuna çıkılır ve inilir.

3) Topuklarınız yere tam değecek şekilde bir iskemleye oturun (yere tam olarak değmesini sağlamak için ayaklarınızın altına bir destek koyabilirsiniz). Bu şekilde bir dizinizi düz-leştirerek bacağınızı yukarı kaldırın, 5 sn. bacağınızı bu şekilde tutun ve yavaşça indirin. Aynı hareketi öbür bacakla da tekrarlayın. Bu hareketi yaparken bacağınızın yere paralel olmasına özen gösterin.

4) Bir duvara yarım metre uzakta durun ve sırtınızı tam olarak duvara yaslayın. Sırtınızı duvardan ayırmadan dizleriniz 90 derece bükülecek şekilde çömelin. Bu pozisyonda 5'e kadar sayın ve sırtınızı duvardan ayırmadan dizlerinizi gererek doğrulun. Bu hareketi yaparken fazla çömelme-meye dikkat edin. Yardımcı olarak altınıza bir iskemle koyabilirsiniz.

5) Yüzüstü yere uzanın. Bir bacağınızı dizinizi bükmeden ve kalçanızı fazla zorlamadan yukarı kaldırın.

6) Bir bacağınız dizden bükük, diğeri düz olarak sırt üstü yere uzanın. Düz olan bacağınızı yerden bir karış yüksekliğe kaldırıp bu pozisyonda yaklaşık 10 sn. tutun, indirin. Aynı hareketi öbür bacakla da tekrarlayın.

7) Yüzüstü yere uzanın. Ayaklarınızın altına rulo şekline getirilmiş birkaç havluyu destek olarak koyun. Bu pozisyonda sırayla dizlerinizi gererek ayaklarınızı desteğe bastırın.

8) Sırt üstü yere uzanın. Dizlerinizin altına rulo şekline getirilmiş birkaç havluyu destek olarak koyun. Ayaklarınızı yukarı kaldırırken dizlerinizi desteğe bastırın.

9) Aynı hareketi ayak bileklerinize ağırlık koyarak ve ayaklarınızı tek tek kaldırarak tekrarlayın.

KONDROMALAZİ EGZERSİZLERİ
Egzersiz -1 : (izometrik quadriseps)Resimdeki pozisyonda olduğu gibi uzanılır, bir kanepe yada koltuğa yaslanarak da yapılır. Sol bacak bükülür, diğer bacak düz olarak uzatılır ve baldır ön kasları sıkılır sıkmaya 10-20 sn. devam edilir. 5-10 defa tekrarlanır diğer taraf için de ( gerekliyse ) yapılır.
Egzersiz-2 : (quadriseps kuvvetlendirme)Aynı pozisyonda sağ bacak düz olarak havaya doğru kaldırılır ( 5-10 cm ) 5-10 sn tutulur. Bırakılır ve 5-10 defa tekrarlanır.
Egzersiz -3 :( iliotibial bant ve baldır germe ) Oturma pozisyonunda sol bacak uzatılır, sağ diz bükülür, sağ ayak sol dizinde soluna konulur. Sonra sol dirsekle sağ diz sola doğru zorlanır ve gövde sağa doğru döndürülüp 10-20 sn germe yapılır.
Egzersiz -4 : (iliotibial bant germe)Şekilde görüldüğü gibi sağ bacak sol bacak önünde çaprazlanır, eller bir arada tutularak alabildiğince öne doğru eğilinir. Sol baldırın dışındaki zorlanma hissedilmelidir. 10-20 sn germe sürdürülecek ve 5-10 defa tekrar edilecek.
Egzersiz-5 : ( harmstring germe )Diz ve kalça 90 derece bükülür. Daha sonra sol bacak, baldır arka kaslarında zorlanma hissedilinceye kadar düzleştirilir. 5-10 kez tekrarlanır.
Egzersiz -6 : ( kalça iç kaslarını kuvvetlendirme )Oturma pozisyonunu bir lastik top dizler arasına sıkıştırılır, 5-10 sn tutulur 5-10 kez tekrarlanır.
Egzersiz-7 : ( kalça açıcı kasları kuvvetlendirme )Sağ diz hafif bükülmüş olarak ayakta durulur. Sonra sağ bacak 30 derece kadar açılır, 2-3 saniye tutulur, yavaşça kapatılır. Kalça ve dizin dönmesine izin vermeyin.
Egzersiz-8:( kalça ve baldır germe )Sağ diz kıvrılarak oturulur. Sol diz havaya kaldırılır. Sol ayak tabanı yere oturtulur. Sonra, sol diz karşı tarafa doğru gerilir, 20 sn tutulur.
Egzersiz-9:( baldır germe )Şekildeki pozisyonda bir duvara yaslanılır. Duvardan uzak olan baldırda germe oluşturacak şekilde öne doğru yaylanılır, 10-20 sn bu şekilde durulur, 5-10 defa tekrarlanır.
DİZİN ÖN BÖLGESİNDE AĞRI (PATELLOFEMORAL AĞRI SENDROMU)
Patellofemoral ağrı ( PFA ) diz kapağı kemiği ile uyluk kemiği arasındaki eklemden kaynaklanan ağrıdır. Diz ağrılarının en sık rastlanan sebeplerinden biridir. PFA da diz kapağının altında ve çevresinde ağrı ve çıtırtı vardır. Diz kapağında şişme görülebilir. Patellar kondromalazi adı ile de adlandırılır. Daha çok genç ve orta yaşlılarda görülür, hastalar genellikle atletik yapılı kişilerdir. İleri yaşlarda gonartrozun bir bileşeni olarak görülür. Uzun süre oturduktan sonra, ayağı kalkıldığında ve yürümekle ağrı ortaya çıkar ( sinema belirtisi ). Tekrar oturmakla ağrı geçer. Merdiven inmek ve çıkmak zorlaşır. Eğer diz kapağı alttaki kemiğe doğru bastırılarak hareket ettirirse hasta şiddetli ağrı duyar.
Ağrı kesiciler, soğuk ve sıcak uygulamalar kısmen yarar sağlar. En ideal tedavi, uzun süre yapılacak egzersiz programlarıdır. Ağır sporlardan ve zorlayıcı aktivitelerden kaçınmak gerekir. Ayrıca, yumuşak tabanlı ayakkabılar, ayak destekleri dize gelen darbeleri enaza indirir.

Egzersizler :

Egzersiz -1 : (izometrik guadriseps)
Resimdeki pozisyonda olduğu gibi uzanılır, bir kanepe yada koltuğa yaslanarak da yapılır. Sol bacak bükülür, diğer bacak düz olarak uzatılır ve baldır ön kasları sıkılır sıkmaya 10-20 sn. devam edilir. 5-10 defa tekrarlanır diğer taraf için de ( gerekliyse ) yapılır.

Egzersiz-2 : (quadriseps kuvvetlendirme)
Aynı pozisyonda sağ bacak düz olarak havaya doğru kaldırılır ( 5-10 cm ) 5-10 sn tutulur. Bırakılır ve 5-10 defa tekrarlanır.

Egzersiz -3 :( iliotibial bant ve baldır germe )
Oturma pozisyonunda sol bacak uzatılır, sağ diz bükülür, sağ ayak sol dizinde soluna konulur. Sonra sol dirsekle sağ diz sola doğru zorlanır ve gövde sağa doğru döndürülüp 10-20 sn germe yapılır.

Egzersiz -4 : (iliotibial bant germe)
Şekilde görüldüğü gibi sağ bacak sol bacak önünde çaprazlanır, eller bir arada tutularak alabildiğince öne doğru eğilinir. Sol baldırın dışındaki zorlanma hissedilmelidir. 10-20 sn germe sürdürülecek ve 5-10 defa tekrar edilecek.

Egzersiz-5 : ( harmstring germe )
Diz ve kalça 90 derece bükülür. Daha sonra sol bacak, baldır arka kaslarında zorlanma hissedilinceye kadar düzleştirilir. 5-10 kez tekrarlanır.

Egzersiz -6 : ( kalça iç kaslarını kuvvetlendirme )
Oturma pozisyonunu bir lastik top dizler arasına sıkıştırılır, 5-10 sn tutulur 5-10 kez tekrarlanır.

Egzersiz-7 : ( kalça açıcı kasları kuvvetlendirme )
Sağ diz hafif bükülmüş olarak ayakta durulur. Sonra sağ bacak 30 derece kadar açılır, 2-3 saniye tutulur, yavaşça kapatılır. Kalça ve dizin dönmesine izin vermeyin.

Egzersiz-8:( kalça ve baldır germe )
Sağ diz kıvrılarak oturulur. Sol diz havaya kaldırılır. Sol ayak tabanı yere oturtulur. Sonra, sol diz karşı tarafa doğru gerilir, 20 sn tutulur.

Egzersiz-9:( baldır germe )
Şekildeki pozisyonda bir duvara yaslanılır. Duvardan uzak olan baldırda germe oluşturacak şekilde öne doğru yaylanılır, 10-20 sn bu şekilde durulur, 5-10 defa tekrarlanır.

7 Aralık 2011 Çarşamba

Vitaminler, Vitaminlerin Faydaları Yararları, Vitamin Eksikliği

VİTAMİNLER

Vitaminler yaşamımız için az (mikro) miktarda gerekli olan organik maddelerdir. Vitaminler vücuttaki birçok reaksiyon için gereklidir. İnsan vücudu genel olarak vitaminleri üretemez, bu nedenle dışarıdan alınmalıdır. Vitaminlerin eksikliği ağır hastalıklara, fazlalığı genellikle zehirlenmelere neden olur.

Günümüzde 13 vitamin bilinmektedir. Bunların 4′ü yağda, 9′u suda erir. A, D, E, K vitaminleri yağda erir.

Bazı vitaminleri çok az miktarda bağırsaklardaki bakteriler üretir.

Dünya Sağlık Örgütü belirli aralıklarla, yaşam için gerekli olan günlük vitamin değerlerini (RDA) yayımlar. Günlük vitamin ihtiyacı yaş, cinsiyet, fiziki aktiflik gibi birçok faktöre bağlıdır. Örneğin hamilelerin, emziren annelerin, çocukların vitamin ihtiyacı daha fazladır. İnsanların yaşam biçimleri ve alışkanlıkları da vitamin ihtiyacını etkiler. Örneğin sigara içenlerin daha çok C vitaminine, normalin üzerinde alkol kullananların ise daha çok Bı, B6 vitaminine ihtiyaçları vardır.

YAĞDA ERİYEN VİTAMİNLER:

A vitamini (Retinol): Işığa karşı çok duyarlı, sıcağa karşı dayanıklıdır. Karotenlerin görevlerini yapabilmesi için A vitaminine dönüşmeleri gerekir. 6 mg fi-karoten (betakaroten) 1 mg retinole dönüşür.

Balık yağında, karaciğerde, süt ürünlerinde, yumurtada, yeşil ve sarı sebzelerde bulunur. Karoten yağ bağlantısıyla daha kolay emilir.

Not: Karaciğer, içindeki ağır metaller nedeniyle birçok ülkede gıda maddesi olarak yenilmemektedir.

A vitamini özellikle siyah beyaz görmek için önemlidir. Vücudun gelişmesi, direncinin artması ve cilt metabolizması için gereklidir. Karoten vücudu dışa karşı koruyan hücrelerin çoğalmasını, kendi kendilerini yok etmemelerini sağlar.

Karaciğerde 1-2 yıllık retinol ihtiyacı depolanabilir. Ayrıca, göz ağ tabakasının pigment hücreleri de A vitamini depolar. Bu yüzden A vitamini eksikliği önce gece körlüğüne, sonra körlüğe neden olur. Kolesterol oranını düşürmek için ilaç alanlarda A vitamini süratle emildiğinden, bu ilaçları kullananların daha çok A vitaminine ihtiyacı olabilir.

A vitaminin fazlalığı kilo kaybına, baş ağrısına, kemik şişmelerine, saç dökülmesine ve karaciğer büyümesine neden olur. Hamilelerde bebek de zarar görebilir. Buna çoğunlukla yiyeceklerle alınan A vitaminin yanı sıra kullanılan A vitamini tabletleri neden olur. Karotenin fazlalığı herhangi bir sorun yaratmaz, çünkü bağırsaklarda A vitaminine dönüştürülen karoten, ancak belirli bir oranda emilebilir. Günlük A vitamini ihtiyacımız 1,2-1,3 mg’dır.

D vitamini: Sıcağa karşı duyarlı değildir. Kaynatıldığında kaybolmaz. Bitkilerle D2 vitamini alınır. D3 vitamini doğal durumda olanıdır. Provitamin D (sterol), ultraviyole güneş ışınlarının etkisiyle insan ve hayvan derisinde aktif D vitaminine dönüşür. Deri güneşte yanarak belirli bir koyuluğa ulaştığında D vitamini üretimi durur.

D vitamini karaciğerde kimyasal değişikliğe uğrayarak, kaslarda ve vücuttaki yağda depolanır. Kemiklerin gelişebilmesi, kalsiyum ve potasyum metabolizması için gereklidir.

Bağırsak hastalıkları, güneşin azlığı D vitamini eksikliğinin başlıca nedenleridir. Eksikliği yetişkinlerde kemiklerin yumuşamasına, incelmesine (osteomalaz) neden olur.

D vitamini balık yağında, balıkta, yumurta sarısında, sütte ve süt ürünlerinde bulunur.

Fazlalığı mide bulantısı, baş ağrısı, kusma ve iştahsızlıkla kendim gösterir. Arkasından kaslarda kramplar başlar, tansiyon yükselir. Sonunda böbrekler görevlerini yapamaz hale gelir. Dünya Sağlık Örgütü günlük ihtiyaç o-larak 2,5 ug önermektedir.

E vitamini: Sıcağa karşı çok dayanıklıdır. Saf olarak sarı renkli bir sıvıdır. 1936′da izole edilmiştir. E vitamini etkisi yapan 8 tokoferol ve tokotrienol tanınmaktadır. İçlerinden en etkili olanı alfatokoferoldür.

E vitamini hücre zarını okside olmaktan korur, A vitamininin etkisini artırır, bitkinlik ve yorgunluğu giderir. Ayçiçeği yağı, fındık yağı, ceviz yağı, zeytinyağı, mısırözü yağı, buğday özü yağı, soya fasulyesi yağı gibi yağlarda bulunur. 1 yemek kaşığı buğday özü yağı bir insanın günlük E vitaminini ihtiyacını karşılar.

Yüksek miktarda alındığında baş dönmesine, yorgunluğa, mide bulantısına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü günlük ihtiyaç olarak 8-10 mg E vitamini önermektedir.

K vitamini (Filokinon): 1934′de bulunmuştur. Sıcağa ve oksijene karşı dayanıklı değildir. Işıkta parçalanır. Bitkilerde Ki bulunur. Bakteriler ise K2 üretir.

Sebzelerde, balık yağında, soya fasulyesi yağında, yeşil lahanada bulunur. Meyve, tahıl ve hayvani gıdalarda yok denecek kadar azdır.

K vitamini hakkında bilinen tek şey kanı pıhtılaştırma etkisi olduğudur. Eksikliği kanamalara neden olur. Yetişkinlerde K vitamini eksikliği çok seyrek olarak, karaciğer, safra kesesi ve bağırsak hastalıklarında görülür. U-zun süre antibiyotik kullananlarda da K vitamini eksikliği görülebilir. Günlük ihtiyaç 40 ug ile 2 mg arasında değişmektedir.

SUDA ERİYEN VİTAMİNLER:

Bı vitamini (Tiamin): Saf halinde suda süratle eriyen beyaz bir tozdur. Işığa, sıcağa, oksijene karşı çok duyarlıdır. Ekşi ortamda 120°C ye kadar ısıtıldığında çok az kayba uğrar.

Karbonhidratların sindirimi için gerekli olduğundan günlük ihtiyaç, yiyeceklerimizdeki karbonhidrat oranına bağlıdır. Süt ve süt ürünlerinde bulunur.

Eksikliği beriberi hastalığına neden olur. Uzun süreli Bı vitamini eksikliği sinir sisteminde ve kasların koordinasyonunda bozukluğa neden olur. Sonuç ölüme giden kötürümlük olabilir. Bı vitamini eksikliği olanlar çabuk sinirlenir, iştahsız, güçsüz ve yorgundur. Eksikliği çoğunlukla yetişkinlerde görülür.

Yüksek oranda alındığında baş ağrısı, yorgunluk ve uykusuzluk yapar, kalp ritmini artırır, çabuk sinirlenmeler görülür. Fazlası idrarla atılır. Vitamin Bı tabletle alınmaz. Dünya Sağlık Örgütü günlük olarak 0,5 mg Bı vitamini önermektedir.

B2 vitamini: (Laktoflavin, Riboflavin): Fosforlu ışık veren sarımsı yeşil bir maddedir. 1933′de bulunmuştur. Birçok enzimin (flavoproteinler) aktif maddesidir. Flavoproteinler metabolizma ve hücre solunumu için çok önemlidir. Kaynamayla kaybolmaz. Işığa karşı çok duyarlıdır. Güneşte kalan gıda maddelerinde B2 vitamini kaybı olur.

Eksikliğinde ciltte değişiklikler görülür, ancak ağır hastalıklara neden olmaz. Günlük B2 vitamini ihtiyacı 0,6 mg’dır. B2 vitamini birçok gıda maddesinde vardır.

B6 vitamini: Alkol pridoksal, aldehid pridoksal ve amin pridoksamine verilen ortak addır. Üç form da birbirine dönüşebilir. Kaynamaya dayanıklı değildir. Birçok gıda maddesinde bulunur, ancak et, meyve ve sebzede azdır.

Koenzim olarak birçok reaksiyona karışır. Protein metabolizmasına, hemoglobin ve bazı hormonların sentezine katılır.

Eksikliğinde yerel kramplar, ciltte ve sinirlerde iltihaplanma görülür, kansızlık başlar.

B6 vitamini yüksek miktarda alındığında menstrüasyon öncesi şikâyetler artar, kaslar güçsüzleşir, içine kapanıklık görülür. Ayrıca sinir sistemi üzerinde zehir etkisi yapabilir. Günlük B6 vitamini ihtiyacı çocuklar için 0,3-1,6 mg, yetişkinler için ise 1,8-2,2 mg’dır.

B12 vitamini (Kobalamin): Kırmızı kristalize bir maddedir. Kırmızı rengi, içindeki kobalttan kaynaklanır. Işığa karşı duyarlı değildir. Sterilize edilen yiyecek maddelerinde kaybolur.

Karaciğerde, sakatatta ve yumurtada bol miktarda bulunur.

Vücudun B12 vitaminine fazla.ihtiyacı yoktur, gıda maddeleriyle almanın da hepsi emilmez. Bu nedenle alınan gıda maddelerinde, ihtiyaçtan 3-10 kat fazlası olmalıdır.

B12 nüklein asidin sentez edilebilmesi için gereklidir. Nüklein asit hücrelerin çoğalmasında genetik bilgi taşınması ve sinirlerin normal görevlerini yapabilmesi için gereklidir.

B12, suda eriyen vitaminler içinde, en çok karaciğerde depo edilebilen (yaklaşık 5 mg) tek vitamindir. İnceba-ğırsakta emilebilir. Mide ve bağırsak hastalıklarında, bu organlar görevlerini yerine getiremeyince eksikliği görülebilir. Sadece meyve, sebze yiyenlerde eksikliği görülür. Eksikliğinde öldürücü kansızlık başlar. Günlük B12 vitamini ihtiyacı 3 ug’dır.

Biotin (Koenzim R veya H vitamini): Saf halinde ince, saydam, iğne görünümündedir. En aktif biyolojik maddelerdendir. Albüminde bulunan avidin, proteine özgül olarak bağlanabilir, ancak bağlı olarak etkili değildir. Yüksek ısıya dayanıklıdır. Avidin ise yüksek ısıya dayanıklı olmadığından kaynatıldığında serbest kalır.

Koenzim olarak karbondioksit artıklarının transfer edilmesinde rol oynar. Karaciğerde, sakatatta, ette, meyvelerde, sebzelerde, fındıkta, cevizde ve sütte bulunur.

Bitkisel, hayvansal gıda maddelerinde yeterince bulunur, bakteriler ve mayalar H vitamini üretir. Bu nedenle eksikliği pek görülmez. Günlük ihtiyaç 0,1-0,2 mg’dır.

C vitamini (Askorbik asit): Sıcağa karşı duyarlıdır, çabuk oksitlenir, toz olarak saklanabilir. Kaynatılan, uzun süre sıcak tutulan gıda maddelerinde süratle azalır, kaybolur. Yiyecek maddeleri sterilize edilince tamamen yok olur.

C vitamini demirin bağırsakta emilmesini sağlar. Hayvanlar C vitaminini sentez edebilir. Bazı insanların da bunu yapabildiği sanılmaktadır.

Sebzelerde ve meyvelerde, özellikle narenciye, yeşil biber, kırmızı-siyah frenk üzümü, kuşburnu, kivi, patates ve rezenede bol bulunur.

C vitamini, noradrenalin ve kortizon hormonları ile kollajen sentezi için çok önemlidir. C vitamini iyi bir anti-oksidandır, artrit ve eklem aşınmalarına, astım ve bronşit spazmlarına karşı koruyucudur Bağışıklık sistemini destekler, akyuvar ve antikorları artırır. Histaminin serbest kalmasını önleyerek, alerjiye karşı da olumlu etki göstermektedir.

C vitamininin kansere karşı koruyucu olduğu da ileri sürülmektedir. Günlük ihtiyaç bir çok faktöre göre değişir. C vitaminin tümü vücutta depolanmaz, ihtiyaç fazlası idrarla atılır. Hamile ve emziren kadınların, ameliyat olanların, enfeksiyonlu hastalıklara yakalananların, yaralananların, stres altında olanların daha çok C vitaminine ihtiyacı vardır. İnsan vücudu yaklaşık 3,5 g C vitamini depolayabilmektedir.

Eksikliği iskorbüte neden olur. Günde 1000-2000 mg C vitamini koruyucudur. Daha fazlası doktor kontrolünde kullanılmalıdır. Çok yüksek miktarda alındığında idrar torbasında taş oluşumuna neden olabileceği ileri sürülmektedir. Böbreklerinde taş oluşumuna meyilli olanlarda, az da olsa bir risk oluşturmaktadır. Bu riski azaltmak için C vitamininin magnezyum ve Bö vitaminiyle kullanılması önerilmektedir.

Folik asit: Saf halde sarı, kristalli bir maddedir. Suda çok az erir, sıcağa ve ışığa karşı çok duyarlıdır. C vitamini folik asidi oksidasyona karşı korur. Gıda maddelerinde genellikle başka maddelere bağlı olarak bulunur. İn-cebağırsak epitel dokusunun salgıladığı bir enzimle, diğer maddelerden ayrılarak emilir.

Karaciğerde, ıspanakta, lahanada, fasulyede, taze meyve ve sebzelerde bulunur. B12 vitaminiyle beraber nüklein asit sentezi için gereklidir.

Eksikliği genellikle iyi beslenemeyen, tropik bölgelerde yaşayan insanlarda görülür. Ayrıca hamilelerde ve in-cebağırsakları hasta olanlarda (bazı kanser çeşitlerinde) görülebilir. Eksikliği alyuvar anemisine (megaloblastik hiperkrom) neden olur. Yeterince folik asit alamayan hamilelerde, ceninin beyin ve omurilik gelişimi olumsuz etkilenir. Bu nedenle hamilelere, doktorlarına danışarak, günlük 0,4 mg’lık folik asit takviyesi almaları önerilmektedir.

Fazla alanlarda uykusuzluk görülür, genellikle kendilerini hasta hissederler. Günlük folik asit ihtiyacı 300-400 ug’dır.

‘Niasin (Nikotinamid veya PP vitamini):
Sıcağa karşı çok duyarlı değildir. Uzun süre depolanabilir. Oksitlenmeye karşı dayanıklıdır. Niasin en dayanıklı vitamindir. Saf halde suda eriyen bir tozdur. Niasin ve nikotinamid kimyasal olarak akraba olmalarına rağmen, birbirinden çok farklı zehir etkisi gösterirler.

Nikotinamid birçok gıda maddesinde, az oranda vardır. Ette, balıkta, sakatatta ve bazı tahıl türlerinde bulunur.

Hücrelere oksijen taşınmasında rol oynar. İlaç olarak kan dolaşımını güçlendirmekte ve bazen kolesterol oranını düşürmekte kullanılır.

Eksikliği (pellegra), ana gıda maddesi olarak mısır ve mısır ürünlerinin yendiği bölgelerde çok seyrek olarak görülür. Eksikliğinde sinir sisteminde ve bağırsaklarda bozukluk, cilt pigmentlerinde artış görülür.

Fazla alındığında karaciğer tahribatı olur, kalp ritmi bozulur, kandaki şeker, idrardaki üre oranı artabilir. Dünya Sağlık Örgütü günlük olarak 6,6 mg niasin önermektedir.

Pantotenik asit: Soluk sarı renkli, yağlı bir sıvıdır. İlk olarak 1939′da izole edilmiştir. Kaynadığında yıkılmamasına rağmen, alkalik ve asitli ortamda parçalanır. Pantotenik asitteki koenzim A, kolesterol sentezinde ve steroid hormonu, yağ ve protein metabolizmasında önemli rol oynar.

Eksikliğinin neden olduğu bir hastalık henüz bilinmemektedir. Fazlası zehir etkisi yapmaz. Dünya Sağlık Örgütü, günlük pantotenik asit ihtiyacını 7-10 mg olarak açıklamıştır. Bütün gıda maddelerinde bulunur.

Doğal Bitkilerle Tedavi Yöntemleri

DOĞAL KAYNAKLARLA TEDAVİ YÖNTEMLERİ

Aroma Terapi (Güzel Koku ile Tedavi): Bitkinin güzel kokulu esansı kullanılır. Halk arasında çoğunlukla esans olarak tanınan bu maddeyi Mısırlılar günümüzden 6000 yıl önce tanıyordu. Doğal bitkisel esanslar damıtma, presleme, sıcak veya bitki çentikleme (kesilerek) yöntemleriyle elde edilir. Doğal esanslar, sentetik olarak elde e-dilen esanslardan daha etkilidir.

Aroma terapide tedavide en büyük etki, etkili madde sentez edilmeksizin bitkinin tüm esansı ile sağlanır. Aroma terapide anason, ceviz, fesleğen, gül, karanfil, kekik, kuşdili, lavanta, limon, nane, oğul otu, papatya gibi birçok bitkiden yararlanılır.

Ayurveda: Ayurveda insanların hastalanmadığı uzun yıllar yaşadığı bir altın dönemden söz edilir. Hint mitolojisine göre, insanlar doğal yaşam alanlarını terk edip kozmik yasaları bozmaya başlayınca hastalıklar ortaya çıkmıştır. Dönemin bilgeleri içlerinden Bharadvaja’yı, kendilerine yaşamın gizemini öğretmesi için tanrı İndra’ya gönderdiler. İndra ona hayatın gizemini öğretti. Bu bilgiye ayurveda dediler. Vücut ve ruh arasındaki uyuma dayanan ayurvedaya göre, insan yaşamını tüm çevresiyle uyum içinde sürdürmek zorundadır.

Hastalıklar bu uyumun bozulması ve yanlış düşünmekten kaynaklanır. Bir hastalığın tam olarak tedavi edilebilmesi için hastalığın ruhsal nedeninin de kesinlikle anlaşılması gereklidir, çünkü hastalık ruhla beden arasındaki uyumun bozulması ve akim yanlış düşünmesiyle oluşmuştur. Sadece fiziksel ve kimyasal belirtileri tedavi etmek yeterli değildir.

Bach Çiçeklerle Terapi Yöntemi:
Kökeni homeopatiye dayanır. Bu yöntemde sadece 38 bitkiden yararlanılmaktadır. İlke olarak hastalıkların vücut ile ruh arasındaki uyumun bozulmasından kaynaklandığı kabul edilmektedir. Bir hastalığın tam olarak tedavi edilebilmesi için bozulan uyumun yeniden sağlanması gereklidir.

Bach bazı bitkilerin yüksek nitelikli olduklarından yola çıkmaktadır. Bu bitkilerden yayılan titreşimler vücut ile ruh arasındaki uyumu sağladığından hastalığın süratle ve köklü olarak tedavi olacağım kabul etmektedir. Bach’m 1930′lu yıllarda temellerini attığı bu yöntem yavaş da olsa yayılmaktadır.

Homeopati: Kurucusu Dr. Samuel Hahnemann’dır(l755-1843). Ana ilkesi hastalığı hastalığa neden olan şeyle tedavidir. Eğer bir insanın gözü yaşarıyorsa, onu göz yaşartan bir maddeyle, örneğin soğanla tedavi etmelidir. Homeopatinin karşıtı allopati tedavi yöntemidir. Allopatinin ana ilkesi hastalığı karşıtıyla, örneğin sıcağı soğukla tedavi etmektir.

Homeopatide önemli olan uygulanacak olan maddenin, ilacın eriyik oranıdır. Hahnemann’a göre insanlardaki tüm hastalıkların kaynağı metabolizma bozukluklarıdır. Aynı hastalık hemen her insanda değişik bir seyir izler, çünkü insanlar gerek ruhi yönden gerekse fiziksel olarak farklılıklar gösterir. Bir ilaç sadece hastalığın tedavi maddesi olmamalı, vücudun direncini de artırmalıdır.

Homeopati bitkilerden yararlanır, ancak tedavi maddesi olarak hayvani maddeleri ve mineralleri de kullanır. Homeopatikalar ana tentürün su, alkol veya süt şekeriyle 1/10, 1/100, 1/50000 oranlarında incelmesiyle hazırlanır. Bu inceltme oranları tentüre, hastalığa ve hastaya göre değişir.

Tedavideki ana ilkelerden biri, birçok seçenekten en iyi tedavi yolunun bulunmasıdır. Homeopatikaların bu yönde bilgisi, deneyimi olan uzmanlarca uygulanması gerekir.

Fitoterapi: Hastaları bitkisel ilaçlarla tedavi etme yöntemidir. İlaç olarak kullanılan tüm bitki çeşitlerini kapsar. Bitkiler taze, kuru, öz, tentür, su, kök, gövde, yaprak, çiçek olarak yalnız başlarına veya birbirine karıştırılarak kullanılabilir. Bitkiler binlerce yıldır ilaç olarak kullanılmaktadır. Günümüzde fitoterapinin geldiği nokta ve gördüğü ilgide birçok uzmamn rolü vardır.

Günümüzde bitkilerin içerdiği etkili maddelerin birçoğu sentez edilerek, katıksız kimyevi madde olarak kullanılmaktadır. Bazı bitkilerin içerisindeki maddeler toplu olarak daha etkili olmaktadır. Bir bitkinin içerisindeki maddeleri daha etkili hale getirebilmek ve içimlerini kolaylaştırabilmek için iki, üç veya daha çok bitki bir arada kullanılabilir. Daha çok bitkiyi karıştırırken dikkatli olunmalıdır.

Bitkisel ilaçlar alışkanlık yapmadan uzun süre kullanılabilir, ancak bundan bitkisel ilaçların yan etkileri olmadığı sonucu çıkarılamaz. Bitkisel ilaç reçetelerinin ölçülerine uygun ve bilinçli olarak kullanılması gerekir. Bu da ancak bir uzmanın denetiminde olabilir. Fitoterapinin gelişmesi, modern kimyanın sağladığı olanaklarla bitkilerin daha iyi araştırılması bitkilerin daha iyi kullanılmalarını sağlamaktadır. Bilinçsizce yapılan uygulamalar yarar sağlamak yerine hastalığın uzamasına neden olabilir ve ne yazık ki daha kötü sonuçlar doğurabilir.

Süt ve Süt Ürünleri Yararları Faydaları

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ

Sütten, en az süt kadar yararlı birçok gıda maddesi üretilmektedir. Bunların en çok tüketilenleri peynir, tereyağı ve yoğurttur. Süt günümüzde tam yağlı, az yağlı, yağsız, süt tozu, konsantre, taze, pastörize ve sterilize halde pazarlanmaktadır. Sütün çiğ hali en zengin olduğu durumdur, ancak çiğ sütün içerisinde insan sağlığına zararlı mikroplar olabilir. Bu nedenle çiğ süt ancak sağlıklı olduğunu yüzde yüz bildiğimiz hayvanlardan sağıldığmda içilebilir. Bu durumda hayvanın çok iyi denetlenmesi gerekir.


Süt özellikle sıcak havada, içindeki birçok mikroorganizma nedeniyle süratle bozulur, ekşir. Bunu önlemek için genellikle kaynatılır. Bilgisizce kaynatıldığında içerisindeki zararlı mikroplar ölmediği gibi, yararlı birçok vitamin de kaybolur. Bu nedenle süt pastörize yada sterilize edilir.

Sütün pastörize işleminde genellikle iki yöntem kullanılır: Birinci yöntemde süt, 15-40 saniye, 71-74°C’ye kadar ısıtılır. Bu durumda süt değerinden %10 kaybeder ve ancak buzdolabında saklanabilir. İkinci yöntemde süt 3-5 saniye, 135-150°C’ye kadar ısıtılır. Bu durumda süt değerinden %20 kaybeder, 6 hafta saklanabilir.

Daha uzun süre saklanabilmesi için süt 10-20 dk arasında, 110-120°C’ye kadar ısıtılarak sterilize edilir. Bu yöntemle süt tüm mikroplardan arınmış olur, oda sıcaklığında bir yıl saklanabilir.

İnek sütündeki ortalama yağ oranı %3,8 olarak kabuL edilmektedir. Bu oran %2-8 arasında değişebilir. Süt yağı, süt serumu içerisinde küçük yuvarlar halinde dağılmıştır. Yuvarların zarının %60′ını lipidler, %10′ım proteinler oluşturur. Sütteki lipidin %98-99′u ise trigliserittir. Zarda çok az fosfolipid ve sterid bulunmaktadır. İnek sütündeki fosforlu lipid yığılımı 100 mi’de 30-50 mg’dır. Fosforlu lipidin tüm lipide oranı ise %0,2-1 arasındadır. İnek sütündeki doymamış yağ asidi oranı, hayvanın yemine soya fasulyesi, ayçiçeği tohumu gibi besinler karışürılarak artırılabilir.

Bu oran mevsime göre de değişir. Sütteki başlıca lipidler monogliserit, digliserit, trigliserit, fosfolipid, serebrosit, sterid ve bağımsız yağ asitleridir. İnek sütü yağındaki kolesterol, diğer tüm hayvani gıdalara göre daha düşüktür. Örneğin 100 g sütteki kolesterol oranı 13 mg iken, pavurya ve midyede 150 mg, tereyağında 230 mg, yumurta sarısında 1500 mg, balık yağında ise 5000 mg’dır. Sütte kolesterol %80 bağımsız, %20 ester durumundadır.

İnsan sütündeki ortalama yağ oranı da %3,8 olarak kabul edilmektedir. Doğumdan sonra çok düşük olan bu değer sonraları artar. İnsan sütündeki yağ yuvarları daha küçük, doymamış yağ asidi oram daha yüksektir. Fosforlu lipid oranı inek sütünün iki katı, kolesterol oranı daha yüksektir. Buna neden olarak alınan gıdaların çeşitliliği gösterilmektedir. İnsan sütündeki lipidler monogliserit (izi), trigliserit, fosfoli-pid, sterit ve bağımsız yağ asitleridir. İnsan sütünde tereyağı, kaproik ve kaprilik asit dışında inek sütünde bulunan tüm yağ asitleri vardır.

Süt yağı diğer tüm yağlara göre daha kolay ve çabuk sindirilir. İnek sütünün sindirimini kolaylaştırmak için homojenleştirme işlemi yapılır. Homojen sütte yağ yuvarları 1 um’e iner. Midesinden rahatsız olanlara homojenleştirilmiş süt içmeleri önerilir. Kilo başına günde 0,9 g albümin almamız gerekir. İnek sütünde albümin oranı %3,4-3,5 olarak kabul edilmektedir. İneğin yemi büyük ölçüde azotlu gübreyle gübrelenmişse sütteki nitrat oranı yükselir. Bu oran içecek su için önerilen oranı aşmadığından insan sağlığı için bir sakıncası yoktur. Kazein sütteki albüminin %80′ini oluşturur.

insan sütündeki albümin ortalama %1-1,2 olarak kabul edilmektedir. Ayrıca insan sütündeki albüminin birleşimi ineksütünden oldukça farklıdır ve içinde daha yüksek oranda taurin vardır. Bebeklerin süte karşı alerjisi genel olarak albümine karşı olmayıp laktoza karşıdır. Çok seyrek olarak bebekler anne sütüne de alerji göstermektedir.

Süt önemli bir karbonhidrat kaynağı değildir. İçerisindeki laktozun etkili bölümü yaklaşık %30′dur. Süt ve süt ürünleri karbonhidrat ihtiyacımızın %6-10′unu karşılar. Gocuklarda bu oran %20′ye kadar çıkabilir. Laktozun tatlandırma gücü de oldukça düşüktür. İnsan sütündeki laktoz oranı %7, inek sütünde ise %4,8′dir. Laktoz sütün içerisindeki kalsiyumun daha iyi emilmesini sağlar. Isınma veya uzun süre bekleme sonucu laktozun bir bölümü laktuloza dönüşür. Laktulozun tatlandırma gücü daha fazladır. Bu yöntemle sterilize edilerek hazırlanan sütlü mamalarda-ki karbonhidrat oranı daha da yükselir.

İçindeki Bazı Maddeler: Sütte tüm vitaminler vardır. 1 litre sütte 0,1-0,9 mg A vitamini, 0,05-0,4 mg betaka-roten vardır. Bu günlük ihtiyacın yaklaşık %46′sidir. A vitamini ve betakaroten ışıkta yok olur, ancak sütü kaynatmak A vitaminini ve betakaroteni etkilemez. Sütte 0,2-0,8 mg Bı vitamini vardır. Bunun %20′si proteine bağlıdır. Kaynatıldığında %70′i yok olur. Bu günlük ihtiyacın yaklaşık %30-32′sini oluşturur. Sütteki 0,8-2,6 mg B2 vitamini genellikle bağımsızdır.

Işığa duyarlılığı nedeniyle süt ışıkta bırakılmamalıdır, günlük ihtiyaç sütle bol bol karşılanabilir. Sütteki B6 vitamini (0,17-1,9 mg) sütün pastörize edilmesiyle yok olmaz, sterilize edilmesiyle yok olur. Sütteki B6 vitamini günlük ihtiyacın %10-20′sidir. B12 vitamini (2-7 mg) sütteki kobalt oranına bağlı olarak değişir. Pastörize edilirken kaybolmaz, sterilize edilirken kaybolur. Günlük ihtiyacın %10-15′ini karşılar.

Biotin miktarı bağımsız olarak 10-70 ug’dır. Bu günlük ihtiyacın %18′idir.

C vitamini miktarı 5-30 mg’dır. Süt sterilize edildiğinde tümü, pastörize edildiğinde %20′si kaybolur. Sütün beklediği süreyle doğru orantılı olarak azalır. D vitamininin miktarı ineğin güneşte durma süresiyle doğru orantılıdır. (Ortalama 0,1-2 mg) Kimi ülkelerde süte D vitamini karıştırılır. Süt günlük ihtiyacın %5-20′sini karşılar.

Sütte E vitamini çok azdır. Başlıca alfa tokoferol’den oluşur ve oranı 0,2-2 mg’dır. 100°C’nin üzerinde de dayanıklıdır. Günlük ihtiyacın %10′unu karşılar. Sütteki folik asit bağlı olarak 10-100 mg’dır. Günlük ihtiyacın %10-15′ini karşılar.

K vitaminin izi vardır. 170 mg günlük ihtiyacın %2′sini karşılar.

Niasin 0,3-2 mg’dır. Günlük ihtiyacın en çok %6′sım karşılar.

Pantotenik asit, bağlı ve bağımsız olarak 2,6-4,9 mg’dır. Günlük ihtiyacın %20-30′unu karşılar. 1 litre inek sütünde ortalama 7,3 mg, insan sütünde ise 2 mg mineral vardır. Bazı mineraller mevsimlere göre dalgalanmalar gösterir. 1 litre sütteki ortalama değerler: P (0,95 g), Ca (1,2 g), Cl (1,03 g), S (0,32 g), Mg (0,12 g) K (1,5 g), Ni (0,47 g). Birçok mineralin de izleri vardır, büyük bir bölümü organik olarak bulunur ve büyük dalgalanmalar gösterir. Kıyılarda otlayan hayvanların sütündeki iyot oranı genellikle daha yüksektir. Günlük mineral ihtiyacının yaklaşık %60′ını karşılar.

İnek sütünde 40′m üzerinde enzim vardır. İnsan sütündeki enzimlerin çoğu inek sütündekilere göre daha çok etkinlik göstermektedir.

Çok az olmakla birlikte hem anne süründe, hem de inek sütünde östrojen, progesteron, kortizol, glikokortikoit, kortikoit ve prolaktin gibi hormonlar bulunur.

Sütte bazı organik asitler de bulunur. Limon asidi süt içerisindeki asitlerin %70′ini oluşturur. İnsan sütünde 0,2-1,5 g arasında değişen miktarlarda noyramin asit, laktik asit, siyalik asit görülür. Nükleik asit, bütün hücreleri tamamlayıcı olarak ribonükleik asit (RNA), desoksiribonükleik asit (DNA) ve nükleotit durumunda görülür. Bu yönden insan ve inek sütü çok farklılık göstermez. Ayrıca sütte çok az oranda süt yağı asidi, sirke asidi, propionik asit ve yağ asidi bulunur. Sütte bulunan retinoit kanseri önleyici bir maddedir, tümörlere karşı da uygulanmaktadır. Retinoit var olan kötü huylu tümör hücrelerini de öldürmektedir.

KONSANTRE SÜT:

Sütün içerisindeki suyun %60-65′inin alçak basınç altında buharlaştırılmasryla elde edilir ve sterilize edilir. Konsantre süt ülkelere göre çeşitli yağ oranlarında pazarlanmaktadır. içerisine A, D ve C vitaminleri karıştırılması önerilmektedir. Su karıştırılarak içilebilir.

SÜTTOZU:

Süt tozu ilk olarak 1872′de pazarlandı. Günümüzde süt çeşitli tekniklerle kurutulmaktadır. İçerisindeki değerler uygulanan tekniğe göre az veya çok değişir. C vitamini kaybı olur, albümin, mineraller, özellikle kalsiyum ve genel olarak B vitaminleri grubu yüksektir. Kurutulurken sterilize edilmediği için mikroplardan arınmış olduğu söylenemez, ancak içerisindeki suyun yok denecek kadar az olması mikropların çoğalmasını önler.

Süt tozu havası alınmış, ışık geçirmez kaplarda, içerisindeki değerleri kaybetmeden bir yıldan çok saklanabilir.

ANNE SÜTÜ:

Anne sütü bebeğin gelişimi için gerekli olan maddeleri içerir ve bebeğe hastalıklara karşı bağışıklık kazandırır.

Anne sütü tüm memelilerde yeni doğmuş yavru için tek gıda maddesidir. Bu insan için de yüzde yüz geçerlidir. Her türün sütündeki protein o türün ihtiyacına göredir. Bu nedenle bebekler ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslenmelidir. İnsan sütüne en yakın süt eşek ve at sütüdür.

Şimdiye kadar yapılmış bütün araştırmalar anne sütüyle beslenen bebeklerin, beslenmeyenlere oranla daha iyi geliştiğini ve bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olduğunu göstermiştir.

AT SÜTÜ:

At ve eşek sütü insan sütüne en yakın olanlardır. Bazı nedenlerle anne sütü verilemeyen bebeklere genellikle inek, koyun veya keçi sütü verilmektedir. İnek sütündeki yağ oranı insan sütüne yakındır, ancak koyun sütü (%7) çok yağlıdır. At sütündeki yağ oranı ise %1,9 dur. Bebeğin beslenmesinde önemli rol oynayan süt şekeri ise anne sütünden sonra en yüksek oranda at sütünde (%6,2) bulunmaktadır. Anne sütündeki madenlerin oranı (%0,2) diğer sütlere göre çok düşüktür. İnek sütünde bu oran %0,7, koyun sütünde %0,8, at sütünde ise %0,5′dir.

Bebeğin böbrekleri tam olarak gelişmediğinden yüksek orandaki madenler telafisiz su kayıplarına neden olur. At sütünde dikkate değer miktarda demir ve selenyum bulunur. Oldukça yüksek oranda bulunan folik asit, B12 ve C vitamini de at sütüne ayrı bir değer kazandırmaktadır. At sütündeki doymamış yağ asitleri değerleri de anne sütüne yakındır. At sütü içindeki madenler ve oranları yönünden anne sütüne en yakın olan süttür.

Dokularda, organlarda ve sıvılarda (tükürük, sümük, gözyaşı, kan, süt) bulunan lisozim enziminin anne, at ve kediden başka diğer memeli hayvanların sütlerinde ancak izi vardır. Lisozim enzimi hücre duvarlarını gram-pozitif bakterilere karşı korur ve bağışıklık sistemini uyarır. Anne sütündeki lisozim enzimi erken ve yeni doğan bebekleri çeşitli enfeksiyonlara karşı korur.

İnek, koyun ve keçi sütlerine alerji gösteren bebek, çocuk ve yetişkinlerin çoğu at sütüne alerji göstermemektedir. At ancak tayım emzirdiği sürece sağılabil-mektedir. Tayını emzirmeyen kısrağın sütü birkaç gün içinde kesilmektedir. “Kısrak yavruladıktan 1 ay sonra genellikle otomatik süt sağma makineleriyle sağılır. Tayın normal gelişebilmesi için günde 10 litre süte ihtiyacı vardır. Bir kısrak ise günde yaklaşık 15 litre süt verir.

At sütünde %91,5 su, %1,25 yağ, %2,13 albümin, %0,75 albümin ve globülin, %l,40 kazein, %6,26 süt şekeri, %0,38 kül, madenler, maden izleri, vitaminler (A, B, C, Bı, Bö, B12), fermentler (peroksidaz, fosfataz, dias-taz,katalaz, lipaz), %0,175 limon asidi bulunmaktadır. At sütünden yağ metabolizması ve kronik karaciğer hastalıklarında yararlanılmakta ve çok iyi sonuçlar alındığı ileri sürülmektedir.

Kısa Bilgiler:Süt ağır bir gıda maddesi değildir. Midenin sütü kabul etmemesi çoğunlukla nasıl içildiğine bağlıdır. Sütü farklı şekillerde içmeyi denemek gerekir: soğuk, sıcak, şekerli, şekersiz, kakaolu, kahveli, ballı, vb. Sütü yudum yudum, yavaş içmekte yarar vardır. Bütün denemelere rağmen süt hala rahatsızlık yapıyorsa, süte karşı alerji olasılığını düşünmek gerekir. Bu durumun psikolojik alerji de dahil olmak üzere birçok nedeni olabilir, iyice araştırılması gerekir.

Bazı insanlar sütü sindiremediğinden gaz, şişkinliği veya ishal şikâyetleri olur. Bazı durumlarda bu insanlarda süt, sancılı kramplara bile neden olur. Bu rahatsızlıklar bu insanların bağırsaklarındaki laktaz enziminin eksikliğinden kaynaklanır. Bu durumda enzim terkipleri yardımcı olur. Bu insanlarda genellikle yoğurt ve peynir gibi mayalanmış süt ürünleri rahatsızlık yapmaz.

Bebeğin dişlerinin oluşmasında anne karnındayken aldığı fosforun ve kalsiyumun etkisi büyüktür. Bu nedenle hamile kadınlara süt içmeleri önerilmektedir. Süt içemeyenler kefir içmeli veya yoğurt yemelidir.

Süt halk arasında çeşitli iltihaplı deri döküntülerinde ve çıbanlarda pansuman olarak kullanmaktadır. Laktozun çok az bir oranının bağırsakların başlangıç bölümünde sentez edilmesi, buradaki yararlı mikropların çoğalmasını destekler. Bu da sütün pekliği önlemesini sağlar.

Süt, yoğurt ve kefir içerdikleri kalsiyum nedeniyle osteoporoza karşı çok iyi bir koruyucudur. Karaciğer süt ve süt ürünlerini çok kolay değerlendirir, bu nedenle sarılıkta hastaya yoğurt, kefir, tuzsuz beyaz peynir, lor, çökelek gibi sütten yapılmış yiyecekler verilir.

Süt ve süt ürünleriyle antibiyotik alınmamalıdır. Süt ve sütten yapılmış ürünler antibiyotik alındıktan yaklaşık 3 saat sonra tüketilmelidir. Birçok antibiyotik (özellikle tetrasiklin) süt veya süt ürünleriyle etkileşerek bağırsakta erimeyen kelat oluşturur. Bu da antibiyotiğin büyük bir bölümünün bağırsakta emilmeden atılmasına ve antibiyotiğin beklenen etkiyi göstermemesine neden olmaktadır. Tedavi bittikten sonra bol süt, kefir içmek veya yoğurt yemek yerinde olur.

%3,5′luk yağlı 500 gr süt, günlük enerji ihtiyacının %11′ini sağlar. Ayrıca her yaştaki çocuk için değerli bir gıda maddesidir. Okula gitmeyen çocuklara günde 1/4 litre, okul çağındaki çocuklara ise, 1/2 litre süt verilmesi önerilmektedir. Çocuklarda, okul çağındaki çocuklarda ve gençlerde %3,5 yağ oranı uygun kabul edilmektedir. Uykusuzluk için yatmadan önce, içine 1 çay kaşığı bal karıştırmış ılık süt içilebilir. Soğuk algınlıklarında 1 su bardağı sıcak süte 1 tatlı kaşığı bal karıştırılıp içilir.

REÇETELER

Kansızlık l:

1 su bardağına 1 yumurta sarısı, 1 yemek kaşığı bal ve üzerine bardak doluncaya kadar süt konur, çok iyi karıştırılır. Sabahları aç karnına içilir.

Kansızlık 2:

Süt 50 mi

Yoğurt 50 mi

Elma suyu 50 mi

Havuç suyu 50 mi

Portakal suyu 50 mi

Bal 50 mi

Yumurta sarısı 1 adet

Peynir tuzsuz 100 g

Karışım çok iyi karıştırılır. Bekletmeden içilir. Karışıma başka meyve suları da karıştırılabilir.

Kaşıntı, Kuru Deri:

Zeytinyağı 50 mi

Süt 250 mi

250 mi süt ve 10 mi zeytinyağı karıştırılır. Karışım banyo suyuna karıştırılarak 10 dk banyo yapılır.

SÜT ÜRÜNLERİ KEFİR:

Kefirin ne zamandan beri tanındığı bilinmemektedir, ancak Asya’da çok uzun süredir kullanıldığı bilinmektedir. Özellikle Kafkasya’da insanların yüz yıldan çok yaşamalarına yoğurt ve kefir yemelerinin neden olduğu ileri sürülmektedir. Bir Tatar efsanesine göre kefir Allah’ın bir hediyesidir, kefir mayası insanların açlık çekmemesi için gökten inmiştir. Kımızın adını dünyaya kefirden önce duyurmasının ve tıbbi olarak kullanılmaya başlanmasının nedeni Osetlerin kefir mayasını ve üretimini kimseye açıklamamaları, bu sırrı kendilerine saklamalarıdır.

Kefirin tarifi Osetler için kutsaldı. 1866 yılında bir Rus bilim insanı Osetlerden bir parça kefir almayı başardı, kefirle ilgili bir rapor hazırlayarak Kafkas Tıp Derneğine gönderdi. Kefir, kefir mayasıyla ilgili ilk açıklama yayımlandıktan on yıl sonra hekimlerin ilgisini çekti. Birçok hekim kefiri mide, bağırsak ve akciğer hastalıklarının tedavisinde başarıyla uygulamaya başladı. 1881 yılında Ukrayna’da Karadeniz kıyısında bir liman şehri olan Yalta’da ilk kefir sanatoryumu kuruldu.

Burada midesinden ve akciğerinden hasta olanlar tedavi edilmeye başlandı. Yalta kefir sanatoryumunda elde edilen büyük başarı nedeniyle Rusya’da bir çok kefir sanatoryumu daha açıldı. Kefir Rusya’dan sonra süratle doğuya ve batıya yayıldı. Ancak yapılan yanlış propagandalar ve tanıtımlar sonucu insanlar kefirden harikalar bekledi, kefiri uzun yaşama ve sağlık garantisi olarak gördüler. Ancak kefirin harikası Oset halkının kefirle birlikte yaşama felsefesinde yatıyordu: onlar az et yiyor ve çok hareket ediyordu.

1930′lu yıllarda kefir endüstriyel olarak üretilmeye başlandı. Şeker, su, limon suyu ve kuru incir karışımından yapılan içeceğe de kefir denmektedir, içinde birayla aynı oranda alkol vardır. Kefir karbondioksitli ve hafif alkollü bir içecektir. İçerisinde yaklaşık %0,5-l laktik asit ve %0,2-0,8 alkol vardır. Piyasada satılan kefirde alkol oranı çok düşüktür (%0,002-0,05). Mayalanma kefir tanecikleriyle olur. Ülkemizde bu taneciklere peygamber darısı denir.

Birçok mikroorganizmanın süt içerisinde beslenip çoğalmasıyla süt kefire dönüşür. Kefirde bağımsız aminoasit oram süte göre daha yüksektir. Limon asidinin tamamı sentez edildiğinden yoktur. Benzo asit ise kg’da 30 mg’a kadar yükselir. Pantotenik asit ve Bı, B2, B12 vitaminleri de süte göre fazladır. İçerisindeki CO2 serinlik verir, iştah açıcıdır, albüminin sindirilmesini destekler ve kefirin içindeki alkolün kana karışmasını sağlar. Kefirdeki alkol oranı çok düşük olduğundan herhangi bir etkisi yoktur.

100 g kefirde 0,04-0,12 mg A vitamini, 0,2-0,06 mg karotenoid, D vitamini, folik asit, niasin, pridoksin, riboflavin, tiamin, demir, iyot, kalsiyum. Diğer süt ürünleri gibi kefirin içinde de çok değerli proteinler vardır.

Hava geçirmeyen cam bir kaba kefir tanecikleri (mantarı) ve kaynatılıp 20°C’ye kadar soğutulmuş taze veya 20°C’ye ısıtılmış pastörize inek sütü konur. Sütün üzerinde oluşan kaymak alınır. Hava geçirmeyen kap oda sıcaklığında, ışık almayan bir yerde, en az 12 en çok 40 saat dinlendirilir. 1 litre süte 4 ceviz büyüklüğünde kefir mantarı konur. Sıcak kefirin oluşması süratlendirir. Mayalanma 20°C’nin üzerinde süratlenir, altında yavaşlar.

Kefirin koyuluğu, dinlenme süresiyle orantılıdır. Koyulaştıkça etkisi de değişir. Örneğin 36-40 saatlik kefir pekliğe neden olur, 12 saatlik kefir ise sürücüdür. İstenilen dinlenme süresinin sonunda kap iyice çalkalanır, süzülür. Madeni süzgeç kullanılmamalıdır.

Süzülerek içinden kefir taneleri alman kefir buzdolabında saklanabilir. Kefir taneleri kuru olarak, ağzı hava geçirmeyecek biçimde sıkıca kapanabilen cam kaplarda, ışıktan korunarak, oda sıcaklığında en çok 48 saat saklanabilir. Kefir taneleri su çıkarıp yüzmeye başlarsa bozulmuştur, kullanılmaz. Kefir taneleri haftada bir ılık suyla yıkanmalıdır. Taneler 3-4 haftada çoğalarak iki katına çıkar.

Kefir kuru kefir mayasıyla da yapılabilir. Bu durumda kefir mayasından 10-15 kere yararlanılabilir.

Kısa Açıklamalar:

• Kefir bazı ilaçlarla, özellikle antibiyotiklerle kullanılmaz. Örneğin sinoksasin, siprofloksasin, enoksa-sin, fleroksasin, nalidiksik asit, norfloksasin, pefloksasin, ofloksasin, pipmit asit, tetrasiklin, demeklosiklin, doksisiklin, metasiklin, minosiklin, oksitetrasik-lin, florit, bifosfonat, etidron asit, parmirdon asit, tiludron asit. Bu ilaçları aldıktan 2 saat sonra veya ilaçları almadan 2 saat önce kefir içilebilir. Antibiyotik alındığı sürece günde 2 bardaktan fazla kefir içilmemelidir.

Tedaviden sonra 2-3 hafta boyunca bağırsaklardaki faydalı mikropların çoğalarak denge sağlamaları için günde 3 bardak kefir içilmelidir. Kefirde yüksek oranda bulunan K vitamini kanın pıhtılaşmasına neden olduğundan kalp ve kan dolaşımı hastalarının kefir içmemeleri doğru olur. Bu durumda günde en çok 1 su bardağı kefir içilebilir.

• Küçük yaşlarda kefir içmeye başlayan Kafkas halkı arasında verem ve kanser görülmediği de ileri sürülmektedir. Kefir yalnız gıda maddesi olarak değil, astım, bronşitli nezle, böbrek iltihapları, sarılık, safra kesesi tıkanıklığı, sinir bozuklukları, skleroz, yüksek tansiyon, peklik gibi birçok hastalığa karşı ilaç olarak da kullanılır.

Rusya’da kefir akciğer hastalıklarında, nekahet döneminde, kadın hastalıklarında, kansızlıkta, sindirim organları hastalıklarında, raşitizmde ve ödemde uygulamaktadır.

Kefirin içindeki süt asidi bakterileri, bağışıklık sistemini uyararak vücudun kansere karşı direncini artırır. Kefirdeki polisakkarit ise kandaki kolesterol oranını düşürür ve vücudun zehirleri atmasına yardımcı olur. Bu nedenle çok sigara içenlerin ve şeker hastalarının bol bol kefir içmeleri önerilmektedir. Kefirle yapılan tedavilerde kronik ishaller, gastrit ve ülser, bağırsak iltihapları, kansızlıkta başarılı olunmuştur. Tedavi maddesi olarak kefirin en büyük destekleyicilerinden biri Rus bilim insanlarından Nobel ödüllü Elie Metchnikof’tur.

• Bronşitli nezle olanlar hastalık geçinceye kadar astımlı olanlar ise tüm yaşamları boyunca 1 litre kefiri tüm güne bölerek içmelidir.

• Enfeksiyonlu hastalıklarda günde 1 litre içilmelidir.

• Uykusuzluk ve kronik depresyon için düzenli olarak, her gün 1 litre kefir tüm güne bölünerek içilmelidir.

• Süt içtiklerinde mide ağrısı, gaz ve ishalden şikâyetçi olanlara kefir içmeleri önerilmektedir.

• Deri döküntüleri ve egzama geçinceye kadar her gün 0,5-1 litre kefir içilir. Döküntülü, ekzamalı yer üzerine masaj yapılarak kefir sürülür ve kurumaya bırakılır. Gece yatarken yıkamamalıdır. Döküntülü veya ekzamalı yer sabah kefirle temizlenir, yeniden sürülür. Yüz sabahları kefirle temizlendikten sonra yıkanmadan, kuru bir bezle hafifçe temizlenir.

• Karaciğer ve safra kesesi sorunları için günde 0,5 litre, 12 saat dinlendirilmiş kefir içilir. Safra kesesi hastalıklarında süt ve kaymak zararlıdır, ancak kefir tedavi edicidir.

• Ülser için sabahları 1 su bardağı, geri kalanı öğle ve akşam yemeklerinde olmak üzere günde 1 litre kefir içilir.

• Kansızlık geçinceye kadar 1 litre kefir, eşit aralıklarla tüm güne bölünerek içilir.

• Skleroz için günde 1 litre kefir içilmesi önerilmektedir.

• Peklik çekenler günde 1 litre, 12 saatlik, normale döndükten sonra 24 saatlik kefir içmelidir.

• Yüksek veya düşük tansiyon için en az 2 ay boyunca, günde 0,5 litre kefir içilir.

KIMIZ:

Tarih boyunca tüm Türk boylarının en önemli içeceği olmuştur. Günümüzde de Asya’nın birçok yerinde içilmektedir.

Süt laktobasil ve saccharomyces mayası etkisiyle kımıza dönüşür. Genellikle at ve koyun sütünden yapılır. İçerisinde %1 alkol, %1,9 yağ, %2,2 albümin ve %2,1 laktoz vardır.

Rusya’da kımızın özellikle verem mikroplarına karşı antibiyotik etki gösterdiği ileri sürülmektedir. Verem hastalığında, özellikle başlangıç aşamasında tedaviye paralel olarak uygulanmaktadır. At sütünün ve kımızın içinde çok ince olarak yayılmış albümin, kolay sindirilen yağlar, B vitaminleri, kalınbağırsaktaki yararlı mikropları destekleyen laktoz, mikroplara karşı güçlü koruyucu lizozim, özellikle amilazın üretimini kolaylaştıran otoliklipid bulunmaktadır. Kımız özellikle sindirim organları için çok yararlıdır.

Kımız Avrupa’ya ilk olarak 1253 yılında Tataristan’a seyahat eden Fransız bir keşiş tarafından tanıtılmıştır. Avrupalı doktorlar kımızı tanıdıktan sonra ilk kımız sanatoryumunu 1858 tarihinde kurdular. 1959 yılında ise askerler için ilk kımız hastanesi kuruldu. Kefirin tanınmasından sonra kımız arka planda kalmaya başladı.

PEYNİR:

Yağ oranı yönünden çok değişiklik gösterir, bazı çeşitlerinde bu oranın %50′nin üzerine çıktığı görülür. Peynirde yüksek değerli biyolojik albümin vardır. Bu yönden esansiyel aminoasit ihtiyacının karşılanmasında önemli bir yer tutar. Olgunlaşma süresi çeşitli olduğundan albüminin yığılımı da değişiklik gösterir. İçerisindeki albümin ve bağımsız aminoasitler mide sularının artmasını sağladığından peynir sindirimi kolaylaştırır.

Olgunlaşma süresinde bağımsız aminoasitten amin oluşur. Peynirde histamin, tiramin, triptamin, putresin, kadaverin ve fenetilamin bulunmuştur. Peynir ve diğer gıda maddelerindeki amin çok çabuk değişime uğrayarak sindirildiğinden insan sağlığı için sakıncası yoktur.

İçindeki Bazı Maddeler: Peynirin içerisindeki toplam mineral oranı en yüksek %6′dır, bu oran çeşide göre değişir. 1 kg peynirde 0,3-12 mg demir, 0,05-1 mg iyot, 0,3-1,85 mg sodyum, 0,1-0,7 mg magnezyum, 0,8-3,8 mg potasyum vardır. Kalsiyum ve fosfor oranı peynirdeki tuza bağlıdır. Peynirdeki laktoz ve karbonhidrat oranı çok düşüktür.

Yağda eriyen vitaminlerin oranı peynirin yağ oranına göre değişir. Suda eriyen vitaminler de doğal olarak bu oranla değişir. Özellikle B vitaminleri kompleksi ihtiyaca cevap verebilir.

Peynirdeki tüm değerler çok değişkendir. Bu değerleri peynirin yapıldığı sütün çeşidi, içerisine karıştırılan mayalar, olgunlaşmayı sağlayan mikroorganizmalar, depolama, dinlendirme süresi, yağlılık derecesi gibi faktörler etkiler.

Kısa Açıklamalar:

Araştırmalar peynirin kariese (diş dokusunun tahribi) karşı koruyucu olduğunu göstermiştir.

PEYNİR SUYU: Peynir suyu peynir mayalandıktan sonra kalan yeşilimsi sarı sıvıdır. Süt serumu olarak da adlandırılır.

Peynir suyu Hippokrates’den beri birçok hastalığın tedavisinde uygulanmaktadır. Hippokrates peynir suyunun vücudu toksinlerden temizleme, kan dolaşımını harekete geçirme, vücuda yeniden hayat verme ve ayrıca bağırsakların rahatça boşalmasını sağlayarak sindirime yardımcı olma özelliklerinden söz etmiştir. Galen, Napoli yakınlarında kurduğu bir kür merkezinde peynir suyu kürüyle hastalarım tedavi etmiştir. 18. yy’da Freiburg ve Basel üniversitelerinin peynir suyunun tedavi gücü ile ilgili yayınlar yapması üzerine Almanya, Avusturya ve İsviçre’de peynir suyuyla tedavi yapılan birçok kür merkezi açılmıştır. Ancak o dönemdeki en büyük sorun peynir suyunun 2-3 saat içinde bozulmasıydı.

19. yy’da peynir suyuyla kür şöyle yapılmaktaydı: Sabahın erken saatlerinde aç karnına sonra 0,25 litre peynir suyu içilirdi. Sabahlan 15′er dakika arayla 2 kere 0.25 litre peynir suyu içmekle başlayan kür, peynir suyu her gün yavaş yavaş artırılarak günde 3 litreye kadar çıkarıldıktan sonra, yine günde 0,25 litre azaltılarak başlama miktarına dönülünce biterdi. Peynir suyunu özellikle sporcular canlandırıcı ve enerji verici madde olarak kullanır. Ekşimsi tadıyla susuzluğu süratle giderir.

İçinde yağ ve kazein olmadığından sindirimi kolaydır. Ayrıca içindeki mineraller, mineral izleri, süt şekeri ve yüksek değerli albümin nedeniyle vücuda hızla enerji sağlar. Peynir suyu bağışıklık sistemini güçlendirir, bağırsakların boşalmasını sağlayarak sindirimi destekler, böbrekleri uyarır, karaciğeri harekete geçirir, deride kanlanmayı artırarak selülitin azalmasını sağlar, tansiyonu düşürür, kan dolaşımını ve midedeki asidi dengeler, osteoporozu, gut hastalığını, eklem hastalıklarını önler, safra kesesini uyararak salgısını artırır. Peynir suyu peynir oluşurken, labenzim tarafından sütteki yağdan ve kazeinden ayrıştırılır. Avrupa’da piyasada ekşi, filtrelenmiş, teknik ve tatlı peynir suyu çeşitleri vardır.

Ekşi peynir suyunda yüksek oranda süt asidi vardır. Sütün, süt asidi üreten mikroorganizmalarla peynire dönüştürülmesi sonucu oluşan artık sıvıdır. Filtrelenmiş peynir suyu, elde edilmiş peynir suyundan albümin filtrelenerek elde edilir. Tatlı peynir suyunun içinde süt asidi yok denecek kadar azdır. Sütün sadece labenzimle peynire dönüşmesi sonucu oluşan artık sıvıdır. Teknik peynir suyu, sütün karınca asidi, limon asidi, süt asidi gibi organik asitlerle peynire dönüşmesi sonucu oluşan artık sıvıdır.

İçindeki Maddeler: Albümin, globulin, süt asidi, B2, B12, C ve D vitaminleri, mineraller ve mineral izleri (bakır, demir, çinko, kalsiyum, magnezyum, potasyum), orotik asit.

Peynir suyu kalsiyum yönünden çok zengindir. 1 litre peynir suyunda 700 mg kalsiyum bulunur. Peynir suyunda %4,5 oranında süt şekeri vardır. Süt şekeri bağırsakta glikoz ve galaktoza dönüşür. Bir miktar süt şekeri de süt asidine dönüşür. Peynir suyu süt asidi ve enzimler yönünden çok zengindir, bu nedenle doğal antibiyotiktir. Peynir suyundaki süt asidi bağırsaklardaki ph değerinin düşük kalmasını sağlayarak tüm zararlı mikropları ve mantarları öldürür, bağırsak sinirlerini uyararak bağırsak kaslarının düzenli çalışmasını sağlar. Bu da sindirimi destekler.

Peynir suyu albümin yönünden fakirdir. Protein miktarı %0,5 ile %1 arasında değişmektedir. Ancak yüksek kaliteli bu proteine vücudun çok küçük ölçüde ihtiyacı vardır. Peynir suyunda bulunan albümin kimyasal bakımdan insan kanma çok yakın olduğundan vücut tarafından çok iyi değerlendirilir. Peynir suyundaki orotik asit (B13 vitamini) 1905 yılında bulunmuştur. Orotik asit hücre çekirdek zarı yapısının vazgeçilmez maddesidir, DNA ve RNA metabolizması için kesinlikle gereklidir. Hücrenin yenilenmesini ve albüminin sentezini sağlar. Ayrıca karaciğer fonksiyonlarını ve kolesterolü olumlu olarak etkiler.

Peynir suyu, içindeki asit nedeniyle doğal bir antiseptiktir. Enfeksiyonlu boğaz ağrıları ve solunum yolları enfeksiyonlarında iyi bir ilaçtır. Bağırsaklardaki gaz şişkin ligi, peklik, kronik bağırsak iltihabı ve kalınbağırsak iltihaplarında (kolit), her gün yemekte 1 çay-yemek kaşığı peynir suyu suya karıştırılarak içilmelidir.

Peynir suyuyla cilt bakımı yapılırsa sivilceler temizlenir, cilt yumuşaklık ve parlaklık kazanır. Örneğin 5 adet limonun suyu, 10 mi limon yağı ve 2 litre peynir suyu 36°C banyo suyuna karıştırılır. Banyoda 15-20 dakika yatılır.

TEREYAĞI: Birçok ülkede tereyağındaki yağ-su oranı yasalarla düzenlenmiştir. Tereyağında yağda eriyen vitaminler çok yüksek oranda bulunur. İneğin yemindeki A ve E vitamini tereyağındaki A ve E vitaminini etkiler. Yazın A ve E vitamini oranı daha yüksektir. Tereyağında bulunan alfa-tokoferol oksidas-yonu önlediğinden A vitamini değerinden kaybetmez.

Aramasında birçok madde etkili olur. Depolama süresi boyunca bu maddelerde olabilen değişiklikler aromasının ve renginin değişmesine neden olur. Oksidasyon nedeniyle tadı bozulabilir, bu nedenle ışıktan korunması gerekir. İçyağı ve tereyağı ışığa bitkisel yağlardan daha duyarlıdır. Tereyağı 25°C de, içerisine oksidasyona karşı askorbil palmitat karıştırılarak, kalite kaybına uğramadan bir yıldan uzun süre depolanabilir. İçerisindeki su alındıktan sonra vakum altında paketlenirse 15°C de, 2,5 yıldan çok depolanabilir.

İçindeki Bazı Maddeler: 1 kg tereyağında 7 g albümin, 7 g karbonhidrat, 1,2 g mineral, 6,8 g A vitamini, 5,8 g karoten, 0,06 mg Bı, 0,19 mg B2, 0,04 mg B6 vitamini, 0,5 mg niasin, 2,3 mg pantotenik asit, 10 ug D vitamini, 28 mg E vitamini, 0,6 mg K vitamini vardır.

YOĞURT: Türkler yoğurdu yüzyıllardır tanımaktadır. Yoğurt sözcüğü yau ve urt sözcüklerinden kökenle-nir ve öz Türkçedir. Yoğurt Avrupa’da yoğurt adıyla 19. yüzyıldan sonra yaygınlaşmıştır. İnce torbalara

konan yoğurt süzülüp kuruyuncaya kadar asılır. Yemek istenildiğinde sulandırılır.

Ülkemizde yoğurt hala çoğunlukla evlerde yapılmaktadır. Kaynatılıp 18-20°C ye kadar soğutulan veya 18-20°C’ye kadar ısıtılan pastörize süte 1-2 yemek kaşığı yoğurt katılır, sıcak bir yerde 8-10 saat dinlendirilir, lactobasillus bulgaris ve streptecoccus ther-mophilus bakterileri sütü yoğurda dönüştürür. İçindeki Bazı Maddeler: Süt ve yoğurt arasında çok az bir farklılık vardır.

1 kg yoğurtta 33 g albümin, 40 g karbonhidrat, 8 g mineral, 0,30 g A vitamini, 0,15 mg karoten, 0,40 g Bı, 0,5 mg B6, 3 ug B12 vitamini, 1,4 mg niasin, 3,8 mg pantotenik asit, 3 mg biotin, 10 mg C vitamini, 1,8 mg E vitamini, 8 g süt asidi vardır.

Yoğurttaki süt asidi, laktoz, D vitamini ve kalsiyum birleşimi, kalsiyumun en yüksek oranda emilimini sağlar. Bu nedenle yoğurt yaşlılar, büyümekte olan çocuklar, gelişmekte olan gençler ve hamile kadınlar için önemli kalsiyum kaynağıdır. Mayalanma nedeniyle yoğurtta laktoz, limon asidi ve üre azalır, bağımsız aminoasit çoğalır. Yoğurt ve kefirdeki albümini mikroorganizmalar, bağımsız aminoasitle peptide dönüşür ve emilimi kolaylaşır. Aynı miktardaki sütün sindirimi için yoğurdun iki katı süre gerekmektedir.

Yoğurt ve kefirdeki protein insan sütündekine yakındır ve sindirimi kolaydır. Bu nedenle emzikli bebekler ve yaşlılar için çok uygun bir gıdadır. Yoğurt ve kefir kısmen antibakteriyel etki gösterir. Kimi laktobasil çeşitleri antibiyotik etkili maddeler üretir. Bunlar patojen mikroorganizmaların çoğalmasını engeller. İshalli çocuklara yoğurt verildiğinde olumlu sonuçlar alınmaktadır.

Mide asit bozukluklarında, enterit ve kolitin çeşitli türlerinde kefirle yoğurt çok önemli gıdalardır. Her gün 300-400 g yoğurt yenmelidir.

Dikkat: Türkiye’de halk arasında balığın yoğurtla yenmeyeceği inancı yaygındır. Bu tamamen yanlıştır, hiçbir tıbbi dayanağı yoktur.

SÜTÜN TARİHÇESİ

Süt sayısız yararları nedeniyle insan beslenmesinde-ki en önemli gıda maddelerindendir. Hippokrates ve Plinius insan ve bazı hayvanların sütünü ateş, astım, öksürük, iltihaplanma gibi birçok hastalığa karşı kullanmıştır. Plinius dalak hastalıklarına karşı üç gün süt içmeyi önermektedir. Tarihte özel prevantoryum ve sanatoryumlarda inek sütü kürleriyle tedaviler yapılmıştır. Arı sokması, yılan ı-sırığı, zehirlenmeler, ağızdaki yaralar, kolik, mide ağrıları, uykusuzluk vb. rahatsızlıklara karşı kullanılmıştır. Ayrıca faydalı bitkiler sütle yıkanmış, içlerindeki droglardan yararlanabilmek için süte yatırılmıştır.

Romalılar ve Yunanlılar inek, keçi, koyun ve eşek sütünden yararlanıyordu. Romalılar borçlarını ve cezalarını sütle öder, ayrıca sütü ilaç ve güzellik maddesi olarak da kullanırdı. Neron’un eşi Poppea’ran güzelleşmek için eşek sütünde banyo yaptığı bilinmektedir. Marco Polo seyahatnamesinde Moğol hanlarının yazlık saraylarında kar gibi beyaz binlerce kısrak beslediklerini, kısrakların sütünü sadece Cengiz Han’ın ailesinin ve yakınlarının içebildiğim yazmıştır.

Tatarlar inek veya koyun sütünden yapılan hafif alkollü kefir içiyordu. Marco Polo Tatarların sütten yaptıkları bir içkiyi içtiklerini, tadının beyaz şaraba yakın olduğunu yazmaktadır. Kırgızlar, Moğollar ve birçok Türk boyu, at, deve veya keçi sütünden kımız adlı içkiyi yapıyordu. Göçebe Araplar deve sütünden kanyağa benzer bir içki yapmaktadır. Süt din kitaplarında da yer almıştır. Sütle ilgili eldeki en eski resim Mezopotamyada kurulmuş olan Ur medeniyetine ait, MÖ 3000 yılında yapılmış bir rölyeftir.