13 Ekim 2016 Perşembe

Sizi obeziteden koruyan 8 öneri!

Sağlığı tehdit eden en önemli sorunların başında gelen obezite ile mücadelede hatalı yemek alışkanlıkları geliyor. Uzmanlara göre 8 adımda bu yanlışlıkları düzeltmek mümkün: Göz önünde yiyecek bulundurmamak, mutfakta fazla zaman harcamamak, serviste küçük boy kepçe kullanmak bunlardan sadece bir kaçı…

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Köse, obezitenin önlenebilen kronik bir hastalık olduğunu belirterek "Dünya Sağlık Örgütü'ne göre obezite ve şişmanlık, sağlık için risk oluşturan anormal veya aşırı yağ depolanmasıdır.

Obeziteyi belirlemek için Dünya Sağlık Örgütü'nün obezite sınıflaması kullanılır ve genellikle Beden Kütle İndeksi (BKİ) esas alınır. BKİ, vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun (m) karesine (BKİ=kg/m2 ) bölünmesiyle elde edilen bir değerdir. BKİ değeri yetişkinlerde 18,5 ile 24,9 değerleri arasında olmalıdır. BKİ boy uzunluğuna göre vücut ağırlığını değerlendiren bir gösterge olup, vücutta yağ dağılımı hakkında bilgi vermez. Bu yüzden yapılan son çalışmalarda bel çevresi daha çok önem kazanmıştır" dedi.

Obezite çocukluk çağında önlenmelidir

Çocuklukta başlayan obezitenin yağ hücre sayısının artışı ile gerçekleştiğini belirten Köse, şunları söyledi:
"Bu durum engellenmez ise yağ hücresi sayısı artar bu da yetişkinlikteki obezite riskini arttırır. Yetişkinlikte sonradan görülen obezite yağ hücrelerinin hacminin, normal ağırlıktaki insanlara oranla daha büyük olması anlamına gelir. Burada yağ hücrelerinin boyutu büyür, sayısı değişmez. Bu yüzden obezite çocukluk çağında önlenmesi gereken kronik bir hastalıktır.

Okul çağı, 6-11 yaş grubundaki çocukları kapsar. Büyüme ve gelişmenin hızlı olduğu, yaşam boyu sürebilecek davranışların büyük ölçüde kazanıldığı bir dönemdir. Vücut ağırlığındaki artış yaklaşık 20 yaşına kadar devam eder. Boy uzunluğunda artış ise kızlarda 17 yaştan sonra genellikle durur, erkeklerde yavaş da olsa devam eder. Bu büyüme süreci önemli miktarda enerji ve yeni dokuların yapımı için daha fazla miktarda protein, vitamin ve mineralleri gerektirir.

Tüm enerji ve besin ögelerinin yeterli ve dengeli karşılanabilmesi için 6-11 yaş grubu çocukların tüketmeleri gereken besinlerin kaliteli ve yeterli miktarlarda olması önemlidir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise besinlerin içeriğidir. Ayakta hazır beslenme yeterli enerjiyi sağlarken kalitesizliği ile obeziteye sebep olmaktadır."

Sağlıklı beslenme için 5 öğün

Yeterli ve dengeli beslenmenin tanımına baktığımızda; büyüme, gelişme, sağlıklı ve verimli olarak uzun süre yaşamak için gerekli olan besin ögelerinin her birini yeterli miktarda almaktır. Hem çocuklukta hem de yetişkinlikte uygulanacak beslenme programı, günlük en az 5 öğünlük düzenli ve sık aralıklarla uygulanmalıdır.

Ana öğünlerde dört besin grubuna dikkat

Ana öğünlerde 4 besin grubundan da tüketilmesi gerekir. Et, süt, tahıl ve meyve-sebze grubu olarak ayrılan besin gruplarına baktığımızda bir öğünde her besin grubundan az miktarda tüketim yapılmalıdır. Örneğin; kahvaltıda et grubundan yumurta, süt grubundan peynir, tahıl grubundan tam tahıllı ekmek ve meyve-sebze grubundan domates ile yeşillik olabilir. Her öğünde sebze tüketilmelidir. Meyveler ise ara öğünde tüketilebilir.

Her gün düzenli yürüyüş şart

Obezite ile mücadelede fiziksel aktivitenin de önemli olduğunu belirten Gizem Köse, "Yapılan çalışmalara baktığımızda her gün düzenli egzersiz / yürüyüş yapılması obezite riskini azaltmaktadır. Günde 30-60 dakika yürüyüş yeterlidir. Önemli olan yapacağınız aktivitenin düzenli olarak haftanın 4 günü uygulanmasıdır. Günlük fiziksel aktivitenizi arttırmanız vücut sağlığınız için olumlu geri dönüş sağlayacaktır.

Bu önerilere kulak verin

Obeziteyi önlemek için yemek alışkanlıklarının da önemine dikkat çeken Gizem Köse, hatalı yemek alışkanlıklarının terk edilmesi gerektiğini belirterek 8 sağlıklı öneride bulundu:
- Göz önünde yiyecek bulundurmamak,
- Mutfakta fazla zaman harcamamak, en kısa surede işi bitirip uzaklaşmak,
- Yüksek enerjili ve yenilmemesi gereken besinleri evde bulundurmamak,
- Serviste küçük boy kepçe kullanmak,
- Yemek biter bitmez sofradan kalkmak,
- Servis yaptıktan sonra servis kabını sofradan kaldırmak,
- Lokmalar arasında çatal ve kaşığı elinden bırakmak,
- Mümkün olduğunca iyi çiğneyerek yavaş yemek."

Olumlu düşünmeyi öğrenme yolları

Dr. Sinan Akkurt, yeni çıkan kitabında hastalıklara yakalanmadan önlem almak ve zinde bir yaşam sürmek isteyenler için özel bir bölüm ayırdı. "Olumlu düşünmenin eğitimle kazanılabilecek bir yetenek olduğunu" belirten Dr. Akkurt, hastalıkların altındaki üç önemli sebebin stres, elektromanyetik kirlilik ve gıda intoleransları olduğunu kaydetti.

Stresle söz konusu olduğunda suçu sadece dış etkenlerde aramanın doğru olmayacağını kaydeden Dr. Sinan Akkurt, "Stresin hayatımıza hakim olmasını engellemenin ön koşulu öncelikle kendimizi ve dünyaya bakışımızı değiştirmek. Bunun için öncelikle olumlu düşünmeyi öğrenmeliyiz." diyor. Biorezonans isimli son kitabında stresle başa çıkmanın yollarına değinen Dr. Sinan Akkurt, stres azaltıcı pratik egzersizler, günlük olumlu düşünme seansları, nefes teknikleri, doğal kür ve doğal tıp yaklaşımları hakkında bilgiler verdi.

Düşündüğümüz her şey hayatımızda belirir

Sürecin olumlu düşünmeye karar vermekle başladığını kaydeden Dr. Akkurt, Biorezonans kitabında şu bilgileri aktarıyor: "Her maddenin bir atomu ve her atomun fiziksel bilgiler içeren bir titreşimi vardır. Bu o maddeye özgü titreşimdir. Aynı frekanslar aynı frekansları çeker. Düşündüğümüz her şey bir süre sonra hayatımızda belirir. Düşüncelerinizin doğrudan hayatınızı etkileyen araçlar olduğunu bilerek onları yönlendirin. Düşüncelerinizle yaşamsal akışınızı etkilediğinizi ve bunun baş sorumlusunun siz olduğunuzu unutmayın."

Stresin psikolojik ve hücresel olmak üzere iki yönüyle ele alan Dr. Akkurt, elektromanyetik kirlilik, yanlış beslenme, çevre toksinleri ve kimyasalların hücresel stresi tetikleyen en önemli unsurlar olduğunu dikkat çekiyor.

Sakinleşmek için 7-1 nefes tekniği

Dr. Sinan Akkurt'un özelllikle sakinleşmek, baş ağrısı, panik atak, anksiyete gibi rahatsızlıklarda şikayetlerin azalmasını sağlamak için önerdiği 7-1 nefes tekniği şöyle uygulanıyor: 7'ye kadar sayarak nefes alınır, 1 saniye beklenir (nefes tutulur), 7'ye kadar sayarak nefes verilir. Dr. Akkurt, bu tekniğin düzenli olarak her gün birkaç kere uygulanması durumunda bağışıklık sisteminin güçlenmesine destek olup kronik yorgunluk sendromunu engelleyebildiğini söyledi.

Bol hareket ve egzersiz kemikleri güçlendiriyor

Kemikleri güçlü tutabilmek ve kemik erimesini önlemek için her yaşta düzenli egzersiz yapmak gerekiyor. Uzmanlar, 35 yaşından sonra haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanın kemik kayıp oranını azaltacağına dikkat çekiyor.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi (SABİF) Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, düzenli fiziksel aktivitenin dengeyi ve koordinasyonu geliştirdiğini söyledi.

Hangi egzersizler kemikleri güçlendiriyor?
Her yaşta egzersizin önemine dikkat çeken Defne Kaya, düzenli olarak yapılacak fiziksel aktivite ve egzersizlerin yüklenme oluşturarak kemiklerin daha güçlü olmasını sağladığını ve düşme riskini azalttığını söyledi. Kaya, şunları söyledi:

"Düzenli fiziksel aktivite dengenizi ve koordinasyonunuzu geliştirir ve böylelikle hareket kapasiteniz giderek artar. Hangi egzersizler kemikleri güçlendirmek için daha etkili diye soracak olursanız; yürüme, koşma ve dans gibi fiziksel aktiviteler ayak ve bacaklarınızın vücut ağırlığını taşıdığı için kemiklerinizi daha çok çalıştırarak güçlendirir. Ağırlık kaldırma gibi kaslarınızı normalden daha fazla çalıştırdığınız kas kuvvetlendirme egzersizleri ise kasın kemiğe bağlandığı kirişleri (tendon) daha çok çalıştırarak kuvvetlendirir.

20'li yaşlarınızın ortasına kadar vücudunuza hareket yatırımı yapın!
20'li yaşlarımızın ortasına kadar iskeletimiz gelişir. Bu dönemin kritik önemi bu yaşa kadar yaptığımız yatırımı ömür boyu kullanacak olmamızdır. 35 yaşından sonra doğal yaşlanmanın hızlanmasıyla kemik kaybı da giderek artar.

Düzenli fiziksel aktivite özellikle de kemik dostu egzersizler kemiklerimizi güçlü tutmaya ve kemik erimesi oranını düşürmeye yardımcı olur. Kemikleri güçlendirmek için uzun uzun egzersiz yapmaya gerek yoktur. Koşmak, sıçramak gibi kalça ve omurgaya da etki edecek yüksek etkili egzersizler kemiklerinizi kuvvetlendirir. 30'lu yaşların ortalarında fiziksel aktivite kemiklerinizi güçlendirmez ama yaşla meydana gelen doğal kemik kaybının oldukça az olmasını sağlar. Yüksek yoğunlukta ve ağırlıkla birlikte yapılan çömelme egzersizleri omurganıza yük bindirir, bu yüzden ciddi kemik kaybı ve kırık riski olan kişilere önerilmez. Yürüme ve merdiven inip çıkma gibi düşük yoğunluklu egzersizler kemik kaybını yavaşlatır, dengenizi ve kassal kuvveti geliştirerek düşme ve olası kırık riskini azaltır."

Kemik yapımı yıllarında neler yapılmalı?
Çocukluk, adölesan ve 20'li yaşların ortalarına kadar iskeletin geliştiğini ve güçlü kemiklerin bu dönemde inşa edildiğini belirten Defne Kaya, şu önerilerde bulundu:
5-18 yaş arasındaki gençlere haftada en az üç gün yoğun egzersiz öneriyoruz ki kemik ve kasları güçlensin.

Kas ve kemikleri güçlendiren aktiviteler:
5 yaş altı- yürüyemeyen çocuklar için:
• Sürünme
• Aktif oyun
• Emekleme
5 yaş altı- yürüyen çocuklar için:
• Tırmanma
• Yürüyüş
• Sıçrama
• Koşu içeren oyunlar
Çocuk ve gençler için:
• Koşu
• Futbol, basketbol, voleybol...
• Trambolin
• Tenis, squash, badminton
• Jimnastik
• Savunma sporları: Karate ve tekvando
• Sıçrama
• Vücut ağırlığı ile yapılan şınav, plank, squat ve lunges egzersizleri
• Müzik eşliğinde aerobik ve boks
• Kaya/duvar tırmanışı
• Dans

Kemik kalitesinin azaldığı yaşlarda neler yapılmalı?
35 yaşından sonra doğal bir kemik kaybı (yaşlanması) meydana gelir. Bu yaştan itibaren haftada en az iki gün kas kuvvetlendirme egzersizleri yapmanız kemik kayıp oranını azaltacaktır.

35 yaşından sonra yapılacak güvenli egzersizler:
• Tempolu yürüyüş (Nordik yürüyüş özellikle)
• Ağırlık antrenmanları
• Merdiven inme-çıkma
• Ağırlık kaldırma ve taşıma (market alışverişinde deneyebilirsiniz)
• Dirençli renkli bantlarla egzersiz
• Bahçede yapabileceğiniz ağır işler
• Daha önceden yapıyorsanız koşuya devam edebilirsiniz
• Esneklik egzersizleri

Osteoporozisi (kemik erimesi) olan kişiler düşmekten korkmadan hareket etmeli
Kemik erimeniz varsa kemikleriniz kırılmaya daha yatkındır. Düzenli fiziksel aktivite hem kemiklerinizi hem de kemiklerinizi saran kaslarınızı kuvvetlendirerek sizi gelecekte kırıklardan korur. Kırık riskiniz yüksekse veya kemik kırığı oluştuysa da aktif kalmak denge ve kassal kuvvetinizi geliştirerek, sizi tekrarlayan kırıklardan korur ve düşme riskinin gelişmesini önler. Unutmamanız gereken en önemli şey, düşmekten korkarak hareket etmekten kaçınırsanız, düşme ve kırık riskinizi artırırsınız. Koşma, sıçrama, tenis, aşırı germe ve bazı yoga (ileri seviye) hareketlerinden kaçınırsanız, egzersiz yapmanızda hiçbir sakınca yoktur.

Kasınızı kuvvetlendirecek, denge ve hareketlerinizi geliştirecek egzersizler:
• Vücut ağırlığı ile yapılan kuvvetlendirme egzersizleri
• Esneklik egzersizleri
• Tai chi
• Yürüme
• Düşük hızda dans
• Düşük hızda aerobik
• Merdiven inme-çıkma

Daha hafif egzersizler istiyorsanız:
• Oturma sırasında yapılacak egzersizler
• Kuvvetlendirme egzersizleri
• Denge egzersizleri
• Esneklik egzersizleri

Uzun Süreli Karın Ağrıları ve Kabızlığa Dikkat!

Karında doygunluk hissi, geçmeyen ağrılar ve kabızlık gibi belirtilerle ortaya çıkabilen kolon kanseri, görülme sıklığı bakımından dünyada üçüncü, fakat kansere bağlı ölümlerde ikinci sırada yer alıyor. Ailesinde kanser öyküsü bulunan bireylerde daha sık ortaya çıkan kolon kanseri erken evrede tanı ve doğru tedavi planlaması ile kontol altına alınabiliyor. 

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü'nden Doç. Dr. Yaşar Tuna, kolon kanserinin belirtileri ve erken tanının önemi hakkında bilgi verdi.

1 cm'den büyük polipler risk faktörü
"Kolon" diye adlandırılan kalın bağırsak, yaklaşık 2 metre uzunluğundaki sindirim sisteminin en sık kanser görülen kısmıdır. Kalın bağırsak kanserlerinin % 80'den fazlası bağırsaktaki polip denilen yapılardan kaynaklanır. Polipler, bağırsağın iç yüzünde oluşan ve bağırsak içine doğru uzanan yapılardır. Kalın bağırsakta polip bulunma olasılığı yaş ilerledikçe artmaktadır. 50 yaş üzerindeki insanların %25 -30'unda, 70 yaşındaki insanların da yaklaşık yarısında polip bulunmaktadır. Polip çapının 1 cm'den büyük olması, birden fazla polip bulunması kansere dönüşüm olasılığını artırmaktadır. 1 cm'den küçük poliplerin %1'den azı kansere dönüşürken, 1 cm'den büyük poliplerde bu oran 10 yılda % 10, 20 yılda da % 25'lere çıkmaktadır.

Hayvansal yağ tüketimini sınırlandırın
Kolon kanserinin nedeni kesin olarak bilinmemektedir fakat oluşumunda etkili olan bazı çevresel ve genetik nedenler vardır. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerin kansere yakalanma riski daha yüksektir. Ayrıca daha önceden meme ve yumurtalık kanseri geçirmiş kişilerde ve ailelerinde kolon kanseri gelişenlerde görülme sıklığı fazladır. Bunların dışında ülseratif colit ve crohn hastalığı da kolon kanseri ihtimalini arttırmaktadır. Beslenme, kolon kanserinin oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle Batı tipi diyet kanser riskini arttırmaktadır. Yapılan araştırmalar, hayvansal yağların tüketiminin kolon kanserinin oluşumunda etkili olduğunu göstermektedir. Ayrıca bazı kimyasal maddelerin kullanımı risk oluşturmaktadır.

Kansızlık ve halsizlik belirtiler arasında
Kolon kanserinde erken tanı hayat kurtarıcıdır. En çok karşılaşılan şikayetler arasında kabızlık veya barsak davranışlarında değişiklik gelmektedir. Kabızlığın ardından hastada ağrı atakları başlar ve bunu genelde ishal takip eder. Bazen kansızlık, halsizlik ve makattan kanamaya yol açabilir. Erken evrede bağırsak lümeni henüz daralmamıştır ve belirtiler tanı koymak için bazen yeterli olamamaktadır. Bu yüzden hastada bu gibi şikayetler varsa, mutlaka bir uzmana başvurulması gerekmektedir. Dışkıda gizli kan tespit edilen hastalar kolon kanseri açısından mutlaka incelenmelidir. Görüntüleme yöntemleri kalın bağırsaktaki herhangi bir anormalliği ortaya koymaktadır.

Kolonoskopi ile konulan erken tanı hayat kurtarıyor
Kolonoskopi, erken evre kolon kanserlerinin saptanması için çok önemlidir. Erken tanı konulması hayat kurtarıcı olduğundan 50 yaşını tamamlayan bireylerde mutlaka kolon kanseri tarama tetkikleri düzenli olarak yapılmalıdır. Kolonoskopi ile hastanın bütün kalın bağırsağı görüntülenir. Görülen tüm polipler çıkartılma, gerekli görülen durumlarda da bağırsaktan parça alınarak incelemeye gönderilmektedir. İşlem uzmanlar tarafından yapılmalı ve tüm kolon çok iyi incelenmelidir. Uyutularak yapılan işlem, hasta için çok güvenli ve konforlu bir işlemdir. Erken evre kolon kanseri tanısı için tarama her 50 yaş sağlıklı bireyde başlamalı ve 5-10 yılda bir tekrarlanmalıdır.

Migrenin kalp düşmanı olduğu ortaya çıktı

Şiddetli baş ağrısı ataklarıyla günlük yaşamı olumsuz etkileyen migren, kontrol altına alınabilen ve tedavi edilebilen bir hastalık. Fakat uzun yıllardır kalp ile ilişkisi bilinen migrende, kalp sağlığını da göz ardı etmemekte fayda var. 

Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor, kalp sağlığı ve migren ilişkisi ile ilgili olarak yapılan bu yeni araştırmanın çarpıcı sonuçlarını paylaşırken, söz konusu kalp olduğunda migren için ne gibi önlemler alınması gerektiğine dair migren hastalarını yakından ilgilendirecek önemli bilgiler de verdi.

Migren ve kalp ilişkisi üzerine bugüne kadar yapılmış pek çok bilimsel araştırma var. Ancak kadınlarda migren ve kalp sağlığı arasındaki ilişkiyi daha net ortaya koyan, en kapsamlı ve yeni araştırma Harvard Üniversitesi bilim insanları tarafından yapıldı. Sonuçları yeni açıklanan araştırmaya göre; migreni olan kadınların, migren sorunu olmayanlara kıyasla kalp-damar hastalıklarına yakalanma riskleri, inme veya kalp krizi geçirme olasılıkları daha yüksek.

Migren her yaştan insanı etkiliyor
Toplumda yaklaşık yüzde 16 civarında görülen ve bir baş ağrısı sendromu olan migrenin, özellikle
18-44 yaş arası kadınların en büyük sağlık sorunları arasında yer aldığını belirten Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor "Genç erkeklerde de sık görülen ve sanıldığından daha fazla oranda çocuklarda da ortaya çıkan migren, sadece baş ağrısı değil periyodik olarak yaşanan karın ağrıları, mide bulantısı ya da kabızlık şeklinde de ortaya çıkabiliyor. Vücutta başka belirtilere de neden olacak şekilde tüm sinir sistemini etkileyen, tedavi edilmezse sıklaşıp kronikleşen ve gittikçe de tedaviye direnç kazanan migren şüphesiz ki, her yaştan ve cinsiyetten hastanın gündelik yaşamını ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Hastaların üçte birinde gerçekleşen bu kronikleşme ve kötüleşme durumuna karşı tıbbın birtakım önleyici veya tedavi edici yöntemleri var. Ancak migren ile kalp sağlığı arasındaki etkileşim nedeniyle alınacak önlemlerde bu iki bağın da göz önünde bulundurulması, dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta" açıklamasında bulundu.

Uzun yıllar migren hastalığı geçirenlerin inme geçirme riski daha yüksek
Migren ile kalp damar sistemi hastalıkları arasındaki bağın; migrende artmış olan pıhtılaşma eğilimi, ortak genetik faktörler, artmış inflamasyon eğilimi ve tam olarak kesinleşmemekle birlikte, migren hastalarında geleneksel risk faktörlerinin (fazla kilo, hipertansiyon, hiperkolesterolemi) daha sık görülmesi ile açıklanabildiğini söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor "Ancak bu faktörler yine de ilişkiyi tam olarak açıklamada yetersiz. Bu durumda migrenin fizyolojisi, damar sistemini genel olarak etkileyen bir hastalığın farklı bir tezahürüdür diyebiliriz. Uzun yıllardır migren hastalarının, özellikle de auralı migren hastalarının inme geçirme risklerinin diğer kişilere göre daha fazla olduğu biliniyordu. Bunun gibi migren ile ilişkili başka özel kalp hastalıkları da var; örneğin ASD (kalpte delik olması şeklinde doğuştan gelen bir kalp defekti) hastalarının migren atakları daha fazla olabiliyor. Son zamanlarda migrenin damarsal hastalıklarla olan ilişkisi de yakından incelenmekte. Örneğin, daha da ölümcül olabilen koroner kalp hastalıklarının, özellikle de migrenli kadınlarda daha fazla olduğu tespit edildi" dedi.

Kolesterol ilaçları damar tıkanıklığını önlüyor
Migrenli kişilerin, özellikle kardiyovasküler risk faktörleri denilen ve aynı zamanda inme riski açısından da ortak risk faktörleri olan; yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, egzersiz azlığı, sigara içme, fazla kilo ve yüksek kan şekerine karşı mutlaka daha sıkı önlemler almaları gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Dr. Ayşegül Karahan Zor "Örneğin kolesterol düşürücü ilaçlar, aynı zamanda damarları da hasara karşı koruyarak koroner damar tıkanıklıkları ve inme riskini daha da azaltır ve kolesterolü belli bir seviyenin üstünde olan kişilerin bu ilaçları kullanması koruyucu bir görev üstlenir. Kilo vermek, sigara içmemek ve diyabet kontrolü migreni olan kişilerde daha da önemlidir. Özellikle ailesinde kalp hastası olanların erken yaşlardan itibaren bu riskleri kontrol altına alması ve daha dikkatli olması gerekiyor" açıklamasında bulundu.

Migren tedavi edilebilir
Migrenin tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu ancak genetik yatkınlık söz konusu olduğundan tedavi edilse de yıllar sonra tekrarlayabileceğini anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Nöroloji Bölümü Direktörü Prof. Dr. Yaşar Kütükçü ve Kardiyoloji Uzmanı Dr. Ayşegül Karahan Zor sözlerini şöyle sürdürdü: "Migren tedavi edilmezse, hastada kalıcı bir hal alan günlük baş ağrıları meydana gelebilir. Ayda beş günden fazla tekrar eden, kişiyi sosyal veya gündelik yaşamından mahrum eden şiddetli baş ağrıları söz konusu ise, tedavi şarttır. Çocuklar da dâhil olmak üzere, bu kişilerin yaşına, diğer hastalıklarına ve risklerine göre seçilen ilacın her gün alınması ve bu tedavi sürecinin en az altı ay boyunca uygulanması gerekiyor. Böylece ağrı sıklığı azalıyor ve hastanın baş ağrısının ağrı kesicilere olan yanıtı tekrar artıyor."

MİGRENİ OLAN KADINLAR VE KALP SAĞLIĞI   Ünlü tıp dergisi British Medical Journal'da yayımlanan, Harvardlı bilim insanlarının kadınlar üzerinde yaptığı araştırmada, 1989-2011 yılları arasında 25-42 yaşlarındaki toplam 115 bin 541 kadın izlendi. Araştırmaya katılan kadınların %15'i migren hastası olduklarını söylerken, araştırma kapsamında toplam 1329 kalp krizi, inme ve çeşitli kalp hastalıkları görüldü. 223 kadın ise kalp krizinden hayatını kaybetti. Özellikle migreni olan kadınların kalp-damar hastalılarına yakalanma risklerinin, diğer kadınlara göre %50 oranında daha yüksek olduğu tespit edildi. Bilimsel çalışmaya göre migreni olan kadınların diğer kadınlara kıyasla kalp krizi geçirme riskleri %39, inme geçirme riskleri %62, kalp hastalıklarına yakalanma ya da anjiyo gibi girişimlerden geçme risklerinin de diğer kadınlara oranla %73, kalp-damar hastalıklarına bağlı olarak hayatlarını kaybetme risklerinin ise %37 oranında daha yüksek olduğu tespit edildi. Çalışmanın sonuçlarına göre migreni olan kadınlarda, olmayanlara göre kalp krizi riski 1.4 kat, inme riski 1.6 kat, bir kalp prosedürü gerekliliği riski 1.7 kat artıyor. Daha da önemlisi kalp damar hastalıklarına bağlı ölüm riskinin bu kadınlarda 1.4 kat arttığı. Yapılan bir diğer çalışmaya göre de; sigara içen, doğum kontrol hapı kullanan ve auralı migreni olan kadınlarda inme geçirme riskinin 10 kat fazla olduğu tespit edilmiş. Dolayısıyla bu tür hastalara inme riskini artıracak sigara ya da doğum kontrol hapı gibi faktörlerden uzak durmaları öneriliyor.

Laktozsuz Süt ve Laktozsuz Ürünler Hakkında Her Şey

Laktoz nedir?

Süt ve süt ürünlerinin içinde bulunan doğal süt şekeridir.

Laktoz intoleransı nedir? 

Laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gerekir. Eğer vücutta yeterli miktarda laktaz enzimi bulunmuyorsa, laktoz intoleransı var demektir.

Laktoz İntolerans belirtileri nelerdir?

Laktoz intoleransı sütün içindeki laktozun sindirilemediği durumlarda ortaya çıkar. Süt içince karın şişkinliği, karın ağrısı, gaz, mide bulantısı görülebilir. Bu tarz sorunlarınız varsa süt ve süt ürünleri tüketmekten vazgeçmek yerine Laktozsuz Süt’ü tüketebilirsiniz. Belirtilerin şiddeti tüketilen laktoza ve kişinin ne kadar laktozu tolere edebildiğine göre değişir. Belirtiler süt ve sütlü ürünlerin tüketimini takiben yarım saat ile 2 saat arası sonrasında kendini göstermeye başlar. Süt içerdiği kalsiyum, protein, yağlar, vitaminler ve mineraller açısından temel besin gruplarındandır.

Yaşam boyu sağlıklı olmak için her yaş döneminde ihtiyacınız olan türde ve miktarda süt içmeniz gerekmektedir.

Laktoz intoleransınız varsa ne yapabilirsiniz?

Laktozu azaltılmış veya laktozsuz süt ve süt ürünleri tüketebilirsiniz.


Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt nasıl üretilir?

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt, sütün içindeki laktozun laktaz enzimi ile parçalanması sonucu elde edilir. Laktaz enzimi katkı maddesi ya da koruyucu değildir. Ürünün prosesi sırasında görevini yerine getirip, son aşamada aktivitesini yitirerek ürünün içerisinde kalmaz.

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt neden daha tatlıdır?

Laktozun glikoz ve galaktoza parçalanması nedeniyle, standart süt ve yoğurttan daha tatlı hissedilen ürünlerdir. Hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez.

Laktozsuz süt sizin için uygun mu?

Laktozsuz süt, sütteki laktozu sindiremeyen ve süt içince şişkinlik, ağrı, gaz ve bulantı sıkıntılarını yaşadığı için süt tüketemeyen kişilerin rahat şekilde süt içmelerini ve sütün besin değerlerinden faydalanmalarını sağlamaya yardımcı olur.

Neden Laktozsuz Yoğurt tüketmelisiniz?

Laktozsuz Yoğurt, laktoz intoleransına karşı hem sağlık faydası sağlamakta, hem de tatlılık derecesinin yüksek hissedilmesi nedeniyle şeker kullanılması gereken ürünlerde şeker azaltmaya imkan tanımaktadır. Bu nedenle ara öğün olarak sade ya da müsli karışımı gibi bir alternatifle tüketilmeye çok uygundur, hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez. Ayrıca, 100 g laktozsuz yoğurt günlük kalsiyum ihtiyacının %23’ünü karşılamaktadır.

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin zararı var mıdır?

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin hiçbir zararı bulunmamaktadır.



Bir boomads advertorial içeriğidir.


Laktozsuz Süt ve Laktozsuz Ürünler Hakkında Her Şey

Laktoz nedir?

Süt ve süt ürünlerinin içinde bulunan doğal süt şekeridir.

Laktoz intoleransı nedir? 

Laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gerekir. Eğer vücutta yeterli miktarda laktaz enzimi bulunmuyorsa, laktoz intoleransı var demektir.

Laktoz İntolerans belirtileri nelerdir?

Laktoz intoleransı sütün içindeki laktozun sindirilemediği durumlarda ortaya çıkar. Süt içince karın şişkinliği, karın ağrısı, gaz, mide bulantısı görülebilir. Bu tarz sorunlarınız varsa süt ve süt ürünleri tüketmekten vazgeçmek yerine Laktozsuz Süt’ü tüketebilirsiniz. Belirtilerin şiddeti tüketilen laktoza ve kişinin ne kadar laktozu tolere edebildiğine göre değişir. Belirtiler süt ve sütlü ürünlerin tüketimini takiben yarım saat ile 2 saat arası sonrasında kendini göstermeye başlar. Süt içerdiği kalsiyum, protein, yağlar, vitaminler ve mineraller açısından temel besin gruplarındandır.

Yaşam boyu sağlıklı olmak için her yaş döneminde ihtiyacınız olan türde ve miktarda süt içmeniz gerekmektedir.

Laktoz intoleransınız varsa ne yapabilirsiniz?

Laktozu azaltılmış veya laktozsuz süt ve süt ürünleri tüketebilirsiniz.


Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt nasıl üretilir?

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt, sütün içindeki laktozun laktaz enzimi ile parçalanması sonucu elde edilir. Laktaz enzimi katkı maddesi ya da koruyucu değildir. Ürünün prosesi sırasında görevini yerine getirip, son aşamada aktivitesini yitirerek ürünün içerisinde kalmaz.

Laktozsuz süt ve laktozsuz yoğurt neden daha tatlıdır?

Laktozun glikoz ve galaktoza parçalanması nedeniyle, standart süt ve yoğurttan daha tatlı hissedilen ürünlerdir. Hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez.

Laktozsuz süt sizin için uygun mu?

Laktozsuz süt, sütteki laktozu sindiremeyen ve süt içince şişkinlik, ağrı, gaz ve bulantı sıkıntılarını yaşadığı için süt tüketemeyen kişilerin rahat şekilde süt içmelerini ve sütün besin değerlerinden faydalanmalarını sağlamaya yardımcı olur.

Neden Laktozsuz Yoğurt tüketmelisiniz?

Laktozsuz Yoğurt, laktoz intoleransına karşı hem sağlık faydası sağlamakta, hem de tatlılık derecesinin yüksek hissedilmesi nedeniyle şeker kullanılması gereken ürünlerde şeker azaltmaya imkan tanımaktadır. Bu nedenle ara öğün olarak sade ya da müsli karışımı gibi bir alternatifle tüketilmeye çok uygundur, hissedilen tatlılık doğal şekerlerdendir, ilave şeker içermez. Ayrıca, 100 g laktozsuz yoğurt günlük kalsiyum ihtiyacının %23’ünü karşılamaktadır.

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin zararı var mıdır?

Laktozsuz süt ve yoğurt tüketmenin hiçbir zararı bulunmamaktadır.



Bir boomads advertorial içeriğidir.


11 Ekim 2016 Salı

Did the US Dietary Guidelines Cause the Obesity Epidemic?

A popular argument holds that the US Dietary Guidelines caused our obesity epidemic by advising Americans to reduce fat intake.  Does the evidence support this idea, or is it simply a fantasy?

Introduction

Read more »

10 Ekim 2016 Pazartesi

Gönül Rahatlığıyla Uçun

Uzun ve sık uçak seyahatleri kimi zaman sağlığı tehdit ederek çeşitli sorunlar, riskler ve kaygılar oluşturabilir. 

Sık ve uzun seyahat edenlere yönelik düzenlediği "Uçuş Sağlığı Programı" ile Liv Hospital Ankara'da hem mevcut hastalıkların takibi hem de sağlıklı kişilerde mevcut risklerin tespiti yapılarak koruyucu tedbirler alınıyor, aşılama hizmeti veriliyor. Yaşam şekli, mevcut sağlık durumu ve kaygıları çerçevesinde muayene ile testler gerçekleştirilirken, uçuş sorunlarıyla baş etmede veya daha önce seyahat edilmemiş ülke ve bölgelere yapılacak ilk seyahatlerde aşılama ve diğer önlemler konularında da danışmanlık hizmeti veriliyor.

Uçuş sağlığı programı Nöroloji, Kulak Burun Boğaz, Göğüs Hastalıkları, Kardiyoloji, Endokrinoloji, Enfeksiyon Hastalıkları ve Bulaşıcı Hastalıklar, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Klinikleri tarafından destekleniyor.

JET LAG en sık yaşlılarda görülüyor
Okyanus aşırı ve saat farkının 2'den fazla olduğu bölgelere uçakla seyahat edildiği zaman biyolojik saatin bozulmasıyla vücudunuzda meydana gelen olumsuz durumlar "jet-lag"dir. En sık ve en ağır şekilde yaşlılarda görülür. Doğudan batıya uçuşlarda mümkünse uyumamaya çalışın. Tersi yöndeyse mümkün olduğunca uyuyun. Alkollü, çay ve kafein içeren içeceklerden uzak durun. Proteinden zengin kahvaltı ve yüksek karbonhidratlı akşam yemeği tercih edin. Gündüz vakti içerisinde yürüme gibi hafif egzersizler yapın.

İniş sırasında uyunmamalı
Özellikle uçaktan inerken yaşanan orta kulak basıncında azalmaya bağlı sıkışma, kulak ağrısından kısmi işitme kaybına kadar pek çok soruna neden olur. Burnu parmaklarla kapatıp, ağızdan hafif bir nefes aldıktan sonra havayı genizden kulağa göndermeye çalışmak ve bu hareketi iniş sırasında her iki dakikada bir tekrarlamak tıkanıklığı engeller. İniş sırasında uyumamalı ve sık sık kulak basıncını dengeleyecek esneme ve yutkunma hareketleri yapılmalı.

Kalbi olanlar dikkat!
Son 1 hafta içinde kalp krizi geçiren, kontrol edilemeyen kardiyak aritmisi, ağır kapak hastalığı olanların uçak yolculuğundan önce mutlaka hekimleri tarafından değerlendirilmesi gerekir. Uçuş öncesi hekim tarafından değerlendirilmesi gereken bir diğer grup ise 10 gün içinde koroner arter bypass operasyonu ve son 3 gün içinde inme geçiren hastalardır.
Hekim görüşü önemli

Uçak yolculuklarında kabin basıncı değişikliklerinde hipoksemisi (dokularda oksijen oranının azalması) olan hastalarda oksijen düşüklüğü derinleşebilir. Kalp hastalıkları riski de oluşan bu kişilerde uçuş sağlığı için hekim görüş ve önerileri önemlidir.

Uzun uçuşlarda hareketsiz kalınmamalı
Uçak yolculuklarında hareketsizlik sonucu bacaklarda toplardamarlarda pıhtı oluşabilir. Pıhtının koparak akciğerlere gitmesiyle bu durum ölümcül olabilir. Bu yüzden her yarım saatte bir ayak bileklerinizi aşağı-yukarı doğru hareket ettirin. Riske göre ortalama 2 saatte bir uçak içinde birkaç dakika yürüyün. Dar çorap ve giysilerden kaçının. Bol sıvı tüketin.

Enfeksiyon ve bulaşıcı hastalıklara dikkat!
En sık karşılaşılan hastalık seyahat ishalleridir. Kısa süreli gezilerde güvenli olarak şişelenmiş maden suları veya kaliteli hazır şişe suları kullanılmalıdır. Ayrıca sivrisinek ve diğer sinek-kene gibi hayvanlardan bulaşan hastalıklar açısından tedbirli olunmalıdır. Sinek kovucu solüsyonlar ve cibinlik kullanılmalıdır. Hepatit B aşısı ve tetanoz aşısı herkesin olması gereken ve seyahate bağlı olmayan aşılardır. Aşılanmak için 2 – 6 ay süre gerekebilir. Bu gidilecek ülkeye göre yapılacak aşı adedine bağlıdır. Aşılar üst üste ve aynı anda yapılamaz. Bunun için üç ay önceden müracaat etmek gerekir.

40’lı yaşlarda hala 30’unda göstermek istiyorsanız

30' lu yaşlar tüm kadınların kendilerini bulmaya başladıkları dönem olarak nitelendirilir. Ayakları yere daha sağlam basmaya başlayan, farkındalığı artan kadınların aynı güzelliği ve öz güveni görünüşlerinde de elde etmek için eskisinden daha özenli davranmak durumunda oldukları da bir gerçek.

Eğer 40'lı yaşlarda hala 30'unda göstermek istiyorsanız, Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur'un bazı önerileri var:

"30'lu yaşları bir sınır olarak kabul eder ve 40'lı yaşlara yatırım yapma zamanı olarak görürseniz, bu işi başarırsınız. Bakın 30'lu yaşlarda kendini çabuk yenileyen cilt artık yavaş yavaş yerini ufak tefek mimik çizgilerine, daha çabuk şişen gözlere bırakmaya başlamıştır. Telaş edilecek bir durum yok. Dediğim gibi zamanında önlemler alırsanız, her şeyin çözümü var, yaşı geriden takip etmek mümkün".

Gözler çevresi ve ilk çizgiler

Yüz üzerinde yaşı en çabuk göz çevresi ele verir. 30' lu yaşlarda kaz ayakları ince çizgiler halinde görülmeye başlanır. Bu süreçte başlangıç çizgilerine yönelik geliştirdiğim Örümcek Ağı kremi gibi, bir kırışıklık karşıtı kremi edinmenizde fayda var. Zamanla uykusuz geceler ve yorgunluk göz kenarlarında aşırı pigmentasyon birikimine neden olabileceği için, gözaltı morluklarının artmasını tetikleyebilir. Gözaltı morluklarını gidermek için yapılan işlemlere göz atmanızı öneriyorum. Söz gelimi göz altı ışık dolgusu, son derece iyi geri dönüşler aldığımız bir uygulamadır.

Cildinizi mutlaka nemlendirin

Işıltısını kaybetmeye ve renk tonu bozulmaya başlayan cilt daha yorgun gözükecektir. Cildinizi olabildiğince nemlendirmeli ve renk tonunu düzenleyici kremler kullanmalısınız. Yine Örümcek Ağı kremi gibi içinde peptit ve kök hücre ajanları barındıran içerikleri tercih edin. Ayrıca 6 ayda bir uygulatacağınız vitamin iğneleri ile daha dolgun ve nemli bir cilde sahip olabilirsiniz. Hyarulonik asit cildin temel yapı taşlarından biridir. Diğer vitaminlerle cildinize enjekte ettirdiğinizde uzun süre sağlıklı bir görünüme sahip olabilirsiniz. Mezoterapi, ozon terapi ve PRP için ayrıntılı bilgiler edinin. İnce kırışıklıkların yerleşmemesi için, belirgin bölgelere yapılabilecek botox uygulamaları, derin kırışıklıkları önlemenize fayda sağlar. Ayrıca unutmayınız, Örümcek Ağı estetiği uygulamasına ne kadar erken yaşlarda başlarsanız, yaşlanma belirtilerine o kadar ileri zamanlarda rastlarsınız. İstenmeyen tüyleriniz için hala eski yöntemlere takılıp kaldıysanız, acısız ütüleme epilasyon hakkında bilgi almanızı öneriyorrum

Göğüs ve dekolteye dikkat

Yüzümüze ne kadar iyi bakarsak bakalım aynı özeni göğüs bölgemize göstermezsek tam bir sonuç alamayız. Zamanla iki göğüs arasında çizgilenmeler başlar ve yaşımızı ele verir. Yüzünüze sürdüğünüz güneş kremini dekoltenize de uygulamalısınız. Geceleri yatmadan önce bir tonikle iyice temizleyerek uygun göğüs toparlayıcı kremlerle genç görünümlü bir dekolte elde edebilirsiniz. Kadınların aktif bir şekilde iş hayatının içinde yer almaları, çocuk sahibi olma yaşının artık 30'lu yaşlara doğru ilerlemesine neden oluyor. Doğum, emzirme, bu dönemde alınan ve verilen kilolar, özellikle göğüslerin deforme olmasına neden oluyor. Meme büyütme, meme küçültme, meme silikonu hakkında bilgiler almaya ve göğüs ameliyatlarını düşünmeye başlayabilirsiniz.

Ellerinizi koruyun

Güneşe en çok maruz kalan eller çok hızlı yaşlanırlar. Haftada bir nem ve leke maskeleri uygulayarak ellerinizi koruyabilirsiniz. Yine unutulmaması gereken önemli nokta dışarı çıkmadan önce ellerinize güneş kremi kullanmaktır. Ellerinizde lekelenmeler başlayabilir, bunun için leke tedavisine başlayabilirsiniz. Yıpranma derecesine göre ellere yağ enjeksiyonları da öneriyorum.

Saçlarınız için tavsiyeler

Saçlar doğum sonrası ve hamilelik döneminde çoğu zaman dökülmeye başlar, saç mezoterapisiyle, canlılığını yitiren saçlarınızı, tekrar eski dolgunluğuna kavuşturabilirsiniz. Ayrıca Organik Saç enjeksiyonu da yine son derece etkili, dolgun, dökülmeyen, beslenen, parlak saçlara kavuşmanızı sağlar.

Zayıflama, doğum ve sıkılaşma

Her ne kadar evle iş arasında mekik dokusanız da, metabolizmanızın eskisi kadar hızlı çalışmadığını, özellikle doğumdan sonra bölgesel yağlanma ve selülit sorunuyla baş başa kaldığınızı gözlemliyor olabilirsiniz. Karboksi terapi, awt, kavitasyon ve hatta daha rahat kilo vermenize yarımcı olacak akupunktur yöntemlerini araştırmanızı öneriyorum.

30'lu yaşlar, hayatın tam ortasında, erken olgunluk yıllarının başlangıcı olarak kabul edilir. İlk yaşlılık belirtilerinin yok olmasını 40'lı yaşlarda hala 30'unda gözükmek ve uzun süren erken olgunluk yıllarını yaşamak istiyorsanız, estetik cerrahiden, medikal uygulamalardan ve aktif kozmetik ürünlerinden faydalanabilirsiniz.

Yaygınlaşan hastalık en çok kadınlarda görülüyor!

Uzmanlar günümüzde çeşitli nedenlerle yaygınlaşan göz kuruluğuna karşı uyarıyor. Göz kuruluğunun erkeklere kıyasla kadınlarda daha sık görüldüğünü söyleyen Dünyagöz Etiler'den Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, "Göz kuruluğu hastalığıyla özellikle menopoz ve sonrası dönemindeki kadınlarda daha yaygın olarak karşılaşıyoruz. Hastalığın ortaya çıkmasına çevresel faktörlerin yanı sıra; akne ve depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da neden olabiliyor" dedi.

Üzüntüye ve sevince eşlik eden gözyaşı, göz sağlığı için de büyük önem taşıyor. Gözyaşının içindeki maddeler sayesinde gözü, dış etkenlerden ve enfeksiyonlardan koruduğunu söyleyen Dünyagöz Etiler'den Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, "Gözyaşı, göz yüzeyinin kurumasını engellerken aynı zamanda gözün oksijenlenmesi ve beslenmesi içinde önemlidir. Ayrıca bir tür optik görevi görerek net görmemize katkı sağlamaktadır. Bu sebeple gözyaşı, göz sağlığı için oldukça önemlidir. Gözyaşının yeteri kadar üretilemediği durumlarda göz kuruluğu sorunu ortaya çıkmaktadır" dedi.

Kadınlarda daha yaygın!
Hastalığın kadınlarda nispeten daha yaygın görüldüğüne dikkat çeken Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, "Erkeklere oranla daha sık karşılaştığımız hastalık kadınlarda yaygın olarak menopoz ve menopoz sonrası döneminde görülüyor. Ancak günümüzde hem kontakt lens kullanımının yaygınlaşması, hem ofis çalışmaları ve bilgisayar kullanımının yaygınlaşması, hem de çevresel faktörlerin kuru göz hastalığını tetiklemesiyle gençlerde de giderek artan sayıda göz kuruluğu hastalığıyla karşılaşıyoruz. Bu nedenle kuru göz için çağımızın hastalığı tanımlamasını yapmamız yanlış olmaz" dedi.

Göz sulanması göz kuruluğunun belirtisi olabilir!
Gözyaşının biri sürekli üretilen normal, diğeri de göze bir şey battığında ya da göz tahriş olduğunda ortaya çıkan refleks gözyaşı olmak üzere iki şekilde üretildiğini söyleyen Op. Dr. İskender Alkın Solmaz "Bu iki gözyaşının da içeriği birbirinden farklıdır. Tezat olarak görünse de batma ve yanma gibi yakınmalara eşlik eden göz sulanması; gözde batma, yanma, kaşıntı ve yabancı cisim hissi gibi göz kuruluğu hastalığının başlıca belirtilerinden biridir" dedi.

Akne ve depresyon ilaçlarına dikkat!
Özellikle bazı hastalıkların ve ilaçların da göz kuruluğuna sebep olduğunu söyleyen Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, "Artrit, lupus (SL hastalığı), lösemiler ve steven Johnson sendromu gibi hastalıklar gözyaşı bezlerini etkileyerek gözyaşı yapımını azaltabiliyor. Yine aynı şekilde akne ve depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar da göz kuruluğunun gelişmesine neden olabiliyor" dedi.

Bu çevresel faktörler göz kuruluğunu tetikliyor
Kuru göz hastalığında öncelikli olarak hekimlerin verdiği tedavinin dikkatlice takip edilmesinin ve uygulanmasının büyük önem taşıdığını söyleyen Op. Dr. İskender Alkın Solmaz, hastalığı tetikleyen çevresel faktörleri de şu şekilde sıralıyor:

• Klimalı ortamlar göz kuruluğunu arttırabilir. Bu nedenle otomobilde, evde ya da ofiste klimalı ortamlardan mümkün olduğunca uzak durulmalı. Önlem olarak zaman zaman pencereler açılmalı, hava nemlendiriciler kullanılmalıdır. Havalandırmanın direkt göze temas etmemesi sağlanmalıdır.

• Çok uzun süre televizyon seyretmek, bilgisayar karşısında çalışmak ya da oyun oynamak gibi alışkanlıklarda göz kuruluğu tablosunu fazlalaştırmaktadır.

• Mesleği ya da eğitimi gereği uzun süre bilgisayar başında çalışmak zorunda kalan kuru göz hastaları takviye suni gözyaşı kullanabilir. Ancak bu ilaçların mutlaka bir hekim tarafından önerilmeli, kesinlikle bilinçsizce alınmamalıdır.

• Kuru göz sorunu olan hastaların 30-45 dakikada bir bilgisayarda çalışmayı bırakıp gözlerini kapatarak dinlendirmeli, bilgisayar ekranının göz seviyesinin altında olmamasına dikkat edilmelidir.

İnsanda ödem ve şişkinliğin zerresini bırakmayan 8 yiyecek

Özel detoks kürleri, diyet listeleri ya da masraflı karışımları unutun! Yemek.com, yazın kapımıza dayandığı bu günlerde, bizi ödem ve şişkinliklerden kurtaracak pratik önerilerini sıraladı. Yaza daha hafiflemiş girmek ve vücudunuzu yenilemek için her evde bulunan, satın alındığında da cep yakmayan bu basit önerilere kulak vermekte fayda var. Listede su, yoğurt, salatalık, nar suyu, yeşil çay gibi çoğunlukla hep elimizin altında olan ürünler yer alıyor.

Yaz kapımıza dayandı, diyet, detoks denince en havalı halini takınan umursamazların bile içini bir telaş kapladı. Diyetler, özel karışımlar, detoks kürleri gibi pek çok yöntem havada uçuşuyor. Ancak tüm gün çalışan ve özel malzemeler almak için çarşı pazar gezemeyen ya da buna bütçe ayıramayan birçok kişi bulunuyor. Yemek.com, işte bu dertlere son verecek pratik önerilerini derledi. Her evde bulunabilen, satın alındığında cüzdan yakmayan ancak kısa sürede etkisini gösteren bu yiyecek ve içecekler ile vücudumuzda ödem ve şişkinlikten eser kalmayacak.

Her zamanki gibi: Su
Bol bol su içmek, ödemlerden ve şişkinliklerden kurtulmanın birinci kuralı. Günlük 1,5 litre ve üzerinde su içmemiz gerekiyor. Ancak art arda tüketilen su vücut için zararlı olabilir. Su içimini güne yaymak en doğrusu.

Evin olmazsa olmazı: Yoğurt
Herhangi bir bakkaldan az yağlı yoğurt alabilir, hatta daha da güzeli yoğurdumuzu kendimiz yapabiliriz. Detoks içecekleri ve smoothielerin de vazgeçilmezi yoğurdun prebiyotik etkisi ödemlerden kurtulmaya yardımcı olacaktır.

Taptaze olacak: Salatalık
Salatalığın sağlık adına hazırlanan listelerde bulunmadığı şimdiye kadar görülmedi. İçerdiği su miktarıyla günlük su ihtiyacımızı da karşılamaya yardım ediyor; taze olduğunda mideyi rahatlatarak kendini ayrı sevdiriyor.

Yarım kase, tazecik: Maydanoz
Sabahları tüketilen yarım kase maydanoz en etkili besinlerden biri. Çekinmeden afiyetle yemeniz gerekenlerden yani.

Günde bir bardak: Yeşil çay
Bitki çayları içinde yeşil çayın yeri ayrı. Ancak bu harika çayı yüksek oranda tüketmemek gerekiyor. Aksi halde kalp çarpıntısına davetiye çıkabilir.

Marketten dilim dilim: Ananas
Doğal detoks olarak da adlandırabileceğimiz ananası market raflarında her mevsim bulabilmek mümkün. Ananası parçalara bölerek meyve suyu şeklinde de içebilirsiniz.

Kıpkırmızı: Nar ya da nar suyu
Taze nardan sıkılmış nar suyu, ödem attırıcı etkiye sahip. Fakat şeker hastalarının nar suyunu hangi oranda tüketmesi gerektiğini doktoruna danışarak öğrenmesi gerekiyor.

Potasyum zengini: Muz
Muz, içerdiği potasyum ile vücuttaki ödemleri yok etmeye kararlı bir dostumuz. Aynı zamanda vücudun ihtiyacı olan doğal şekerin alınmasını da sağlıyor. Muzun gizli gücü ise, vücudumuzun güzel kokmasına yardımcı olması.

Kulağa küpe diğer öneriler
Kızartmalar, kafein, gazlı içecekler, hazır soslar, tuz ve sodyum tüketimini de en aza indirmek ödem ve şişkinliklerden kurtulmada önemli fayda sağlayacaktır.

Özgüven eksikliği kabızlığa neden oluyor

Çağın en büyük sorunu haline gelen kabızlığın altında yatan sebepler, sadece beslenme düzensizliği ya da fiziksel bir hastalık olmayabilir. Kronikleşen ve tüm tedavi yöntemlerine rağmen geçmeyen kabızlık, gelecek endişesi ve özgüven eksikliğinin sonucu oluşabiliyor.

Kendisini sınırlı gören, hayatında yenilikten korkan, geçmişe takılı kalıp yaşayan kişilerde kronik kabızlık sorunun sık görüldüğünü söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Beslenme ve Diyet Uzmanı Arzu Gökmen, kabızlıkla ilgili şu bilgileri verdi:

Kabızlık veya konstipasyon, bağırsak hareketlerinin yetersiz olması (haftada 3 kez veya daha az sayıda) veya bağırsak hareketlerinin yüzde 25'inden çoğunda görülen dışkılama güçlüğüdür.

Kabızlığa neden olan fizyolojik ve çevresel nedenlerin yanında, psikolojik nedenler de bu sorunun çözülememesi ve kronikleşmesine neden olan etmenlerdir.

PSİKOLOJİK BOYUTLARI ELE ALINMALI
Genel olarak bakıldığında, kabızlığın fizyolojik nedenleri dikkate alınarak çeşitli tedavi yaklaşımları uygulanır. Hastayı ilk olarak bir gastroenterolog görür, gerekli tetkikler yapılır ve medikal tedaviye başlanır. Daha sonra bir diyetisyen kontrolünde kabızlık için olmazsa olmaz olan diyet tedavisi uygulanır ve hasta takibe alınır. Gerekli koşullarda bitkisel tedaviden de yararlanılarak hasta tedavi edilir.

Ancak çoğu zaman kişi, en uygun medikal tedavi ve diyet tedavisini almasına karşın, kabızlık problemi çözülemeyebilir. İşte tam da bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir diğer konu, kabızlığa neden olan altta yatan psikolojik durumun ne olduğudur. Hastalığın psikolojik boyutu da değerlendirilerek, tedavi yöntemleri belirlenmelidir.

GEÇMİŞTE YAŞAMAK KABIZ YAPIYOR
Beslenme tedavisi ve medikal tedavinin yanında bir de kabızlık yapan duygu ve düşünceleri değiştirmek gerekir. Kabızlığa zemin hazırlayan duygu ve düşünceleri şöyle sıralayabiliriz;

• Kişinin kendisini çok sınırlı görmesi kabızlık sebebi olabilir. “İşte ben bu kadarım, daha fazlası elimden gelmez” gibi düşüncelerini net bir şekilde değiştirmesi gerekir.
• Bir şeyi bırakırsam yerine yenisini koyamam düşüncesi de kabızlık sebebi olabilir. Kişiyi mutsuz ettiği halde işinden, parasından, eşyasından vazgeçememesi kabızlığa yol açabilir.
• Geçmişte yaşamak, geçmişten ayrılamamak.
• Kişinin kendisine artık zarar veren, ona iyi gelmeyen birisini hayatından çıkarma cesaretini gösterememesi
• Yeni bir şey denemekten, hayatına yeni bir şey girmesinden korkmak.
Beslenme ve Diyet Uzmanı
Arzu Gökmen
• Gelecek endişesi de nedenler arasındadır.

EVDE İŞE YARAMAYAN EŞYALARI ATIN
Siz zihninizdeki işe yaramayan duygu ve düşüncelerin gitmesine izin verirseniz, size hiçbir fayda sağlamayan eşya ve kişilerden kurtulursanız, bedeniniz de buna uyum sağlayarak, içinde işine yaramayan her şeyi dışarı bırakacaktır.

Bir süre kendinizle baş başa kalın, kendinizi dinleyin. Zihninizde böyle duygu ve düşünceler var mı diye kendinizi sorgulayın. Eğer bu tip inançların olduğuna kanaat getirmişseniz iş başına geçin. Evinizde yıllardır birikmiş ve işe yaramayan eşya varsa dağıtın veya atın. Bitmiş ilişkileri içinizde tutmayın, kalbinizden atın. 

Size katkısı olmayan, aksine size kötü geldiğini düşündüğünüz ilişkilerinizi sonlandırın. Geçmişle vedalaşın ve yüzünüzü her zaman geleceğe çevirin. Anı yaşayın. İçinde bulunduğunuz andan zevk alın. Zihniniz ve yüreğinizi özgürleştirirseniz bedeniniz de özgürleşecektir.

İlk kırışıklıklarda en etkili yöntemler

Yirmili yaşların sonunda göz çevresinde ilk yaşlanma belirtileri kendilerini göstermeye başlar. Yavaşlatıcı ve önleyici müdahalelerle yıpranmayı engelleyebilir, her yaşta bakışlarınızın çekiciliğini koruyabilirsiniz. 

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden Estetik Plastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op.Dr. Hüseyin Güner, Göz çevresindeki genel sarkma ve gevşemelerin göz kapaklarına ağırlık yapmasıyla oluşan estetik sorunların , bleferoplasti ile çözülebileceğini belirtiyor.

Yüzde yaşlanmanın ilk ve en belirgin olarak fark edildiği bölge göz çevresidir. Burası hem çok ince yapıda, hem de en yoğun mimiklere sahip bölgedir. Göz kapakları çok hassas olduklarından göz çevresinin en çok yıpranma belirtisi gösteren yeridir ve yaş ilerledikçe göz kapağı düşüklüklerinin görülmesi kaçınılmazdır.

İlk kırışıklıklarda en etkili yöntemler botoks ve dolgu
Superplast Estetik Cerrahi Merkezi’nden ,EstetikPlastik Rekonstrüktif Cerrahi uzmanı Op. Dr. Hüseyin Güner, estetik teknolojilerinin donanımlı uzmanlar tarafından uygulanması gerektiğini belirtti ve şunları ekledi: 

“Yirmili yaşların sonlarında göz çevresinde kaz ayağı dediğimiz ince kırışıklıklar için botoks kullanımı oldukça yaygındır ve kırışıkların yerleşmesini önleyerek yaşlanmayı geciktirir. Otuzlu yaşlarla birlikte göz kapaklarının hemen altında, yanak üst sınırında koyu gölgeyle belirginleşmiş oyuklar ortaya çıkar. Bunun nedeni yanakların gevşeyip aşağı doğru sarkmasıdır. Bu oluklar hyalüronik asit ve kişinin kendisinden alınan (otolog) yağ dokusu gibi dolgu malzemeleriyle doldurulabilir.”

Yaş dönemine göre doğru çözümler üretilmeli
Her yaş dönemine ait problemlerin farklı çözümler gerektirdiğini belirten Op. Dr. Güner şöyle devam etti: “Özellikle otuzlu yaşların ortasından sonra önlem alınmazsa yaşlanma etkileri daha hızlı göze çarpmaya başlar, bu dönemde yüzün orta kısmı genellikle aşağıya doğru yer değiştirir. 

Aşağıya doğru kayan alınla beraber kaşlar da üst göz kapaklarının üzerine sarkmaya başlar. Sarkan alın ve kaşların ağırlığını kaldıramayan gözkapakları da zamanla aşağı doğru kayar. Kırklı yaşların başında artık botoks ve dolgu yöntemlerinin yeterli olmayacağı bu durumlarda farklı ve bazen kombine çözümler üretilmelidir. Şakak germe (temporal lifting) ile gözlerin üzerine yığılmış kaşlar doğru konumlarına geri getirilebilir ve bölgedeki sarkma ortadan kaldırılarak kaz ayakları yok edilebilir. 
Op.Dr. Hüseyin Güner

Her iki göz kapağı için de bu düzeltmeler yapıldıktan sonra bleferoplasti (göz kapağı ameliyatı) ile sadece geriye kalan kas ve deri fazlalıklarını gidermek yeterli olacaktır.”

İleri yaşlarda yüz bütün olarak ele alınmalı
Göz kapağı estetiği ameliyatlarında göz kapağı derisi, deri altındaki ince kas tabakası ve göz torbalarını dolduran yağlar alınmaktadır. Ancak yalnızca tek bir yöntem istenen gençleşmeyi sağlamada yeterli olmayabilir. 

Örneğin, ellili yaşlarda artık yüzdeki tüm yapılarda sarkma meydana gelmiş olduğundan, bu noktada artık bleferoplasti ile yüz ve boyun germe ameliyatlarının bir arada gerçekleştirilmesi uygundur. Ancak bu yaşlarda olup neştersiz bir şekilde gençleşme etkisi görmek isteyen kişiler kan dolaşımını düzenleyici bir yöntem olan PRP (platelet rich plasma), kök hücre enjeksiyonları ile birlikte yapılan lazer uygulamaları sonucunda göz çevresinde yıllar öncesindeki canlılık ve tazeliklerine tekrar kavuşabilirler.

Çalışan anne adayları nelere özen göstermeli?

Yüksek tempolu ve çok yorucu bir işi olmayan anne adayları, gebeliklerinin son haftalarına kadar rahatlıkla çalışabilirler. Ancak çalışma zamanı ve şekli mutlaka kendilerini takip eden doktorları tarafından değerlendirilmelidir. 

Ferti-Jin Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları-Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir, çalışan anne adaylarının hamilelik sürecini sağlıklı geçirebilmeleri için önerilerde bulundu:

KAHVALTIYI ATLAMAYIN!
Çalışan anne adayları en düzensiz beslenen grubu oluşturur. Bunun nedeni, sabah alelacele bir şeyler atıştırılarak güne başlanması, öğlen işyerinde çıkan yemeğin isteğe göre değiştirilememesi ve istenmeyen yemeği yemek yerine yine başka şeylerle öğünün geçiştirilmesi ve akşama yorgun argın eve gelindiğinde yine acelece yemek pişirilmesidir. Haftada bir gün yapılan pazar kahvaltıları da dengesiz beslenmeye katkıda bulunur. Bunun çözümü ise sabah daha erken kalkıp dengeli bir kahvaltı yapmak, öğle yemeğini evden götürmek ve akşam yemeği için de eşten/aileden destek istemek olabilir.

ÇEKMECENİZDE FINDIK VE CEVİZ BULUNSUN
Sağlıklı ve kaliteli bir gebelik dönemi geçirmek için özellikle çalışan anne adayları beslenme alışkanlıklarını tekrar gözden geçirmelidirler. Temel besin maddeleri olan et, yumurta, kuru baklagiller, süt ve süt ürünleri, sebze-meyve ve tahıllardan yeterince alınmalı, şeker ve yağ dengesi iyi ayarlanmalıdır. Şeker ve yağ miktarı yüksek gıdalar besleyici özellikleri düşük ve kalorileri çok yüksek gıdalar olduğu için sınırlı ölçüde tüketilmesi gerekir. Fındık ve ceviz gibi kuruyemişler de yüksek kalorili olmamaları ve antioksidan etkileri nedeni ile iş ortamında sınırlı olmak üzere tüketilebilir.

GÜNDE 2 FİNCANDAN FAZLA ÇAY İÇMEYİN
Anne adaylarının günlük kalori ihtiyaçları diğer kadınlara oranla 300 kalori daha fazladır. Kadınların normal beslenme düzenlerine hamilelikle birlikte 20 gram protein, 20 miligram demir ve 500 miligram kalsiyum eklenmelidir. 3 ana 3 ara öğün olmak üzere en az 6 öğün beslenilmelidir. Sıvı gıdaları ve özellikle suyu (günde 2 litre) gebelik öncesine nazaran daha fazla tüketmek gereklidir. Kahve ve çayın günde 2 fincandan daha fazla tüketilmemesi önerilir. Ara öğünlerde lifli ve kepekli besinler sindirim sistemi için faydalı olacaktır. Ara öğünlerde havuç, elma gibi meyve ve sebzeler rahatlıkla tüketilebilir. Doğal meyve suları da başka bir alternatif olabilir. Yine bu ara öğünler için süt, süt ürünleri ve sütlü tatlılar da rahatlıkla tüketilebilir.

DOĞRU AYAKKABI AZ TOPUKLU OLANDIR
Anne adayları; iş ve günlük hayatlarında vücuda oturmayan, rahat hareket etmelerini sağlayacak hafif ve bol kıyafetler tercih etmelidir. Özellikle terlemeyi artıran sentetik kumaşlar yerine daha sağlıklı olan pamuklu kumaşlar tercih edilmelidir. İç çamaşırlarında da buna dikkat etmeliler. Bu dönemde ayakkabı seçimi de oldukça önem taşır. Babet gibi topuksuz veya yüksek topuklu ayakkabılar sıklıkla bel ağrılarına sebep olabileceğinden alçak topuklu ayakkabılar anne adayının çalışma ortamındaki rahatı için daha doğru olacaktır.

2 SAATTE BİR 10 DAKİKA MOLA
Anne adayının çalışma ortamının aydınlık ve iyi havalandırılmış olması çok önemlidir. Direkt klimaya maruz kalmayan bir bölümde rahat bir koltuğun olduğu ve dirseklerin 90 derecede durabileceği yükseklikteki masalar kullanılmalıdır. Uzun süre dinlenmeden çalışmak kaslarda ağrıya ve dolaşım sisteminde bazı problemlere yol açabilir. Belli aralıklarla verilecek molalarda basit kol, bacak ve boyun hareketleri faydalı olur. Sürekli oturarak çalışan anne adaylarının 2 saatte bir kalkıp 10 dakika ofis içinde dolaşmaları, dolaşım sistemlerini rahatlatmaları açısından önemlidir. Mümkünse işe servisle gidip gelmek, öğle saatlerini 'şekerleme' yapmak için kullanmak, işini bir an önce bitirip geri kalan zamanını istirahat için harcamak veya işyerinden erken çıkma seçeneğini kullanmak da anne adayı için çözüm olabilir.

ARABA KULLANMAK YERİNE SERVİSE BİNİN
İş yerine servis, toplu ulaşım araçları veya eşiniz tarafından kullanılan özel araçla gitmek en idealidir. Aracı kendiniz kullanıyorsanız emniyet kemeri kullanımına özen göstermelisiniz. Tansiyon ve kan şekeri düşme eğiliminin ortaya çıktığı durumlarda araç kullanılması önerilmez. Hamileliğin ikinci yarısından sonra anne adaylarının araç kullanımında daha yavaş seyreden trafikleri tercih etmeleri önemlidir. 32'nci haftadan sonra kısa mesafeler hariç anne adayının araç kullanması istenmez.

ILIK DUŞ RAHATLATARAK UYKUYA GEÇİŞİ HIZLANDIRIR
Çalışan ve günün önemli bir kısmını ayakta geçiren hamileler, evde ayaklarını ve bacaklarını yüksek bir noktaya kaldırarak dinlenmelidirler. İş sonrası evde basit yürüyüş veya temel egzersiz hareketleri ile toplardamarlardaki kan akışını düzenleyecek hareketler yapmaları önerilir. Haftada 2-3 kez yüzme, her gün en az 20 dakikalık tempolu yürüyüşler ya da germe-gevşeme egzersizleri; hem anne adayının kendisini daha iyi hissetmesini sağlar, hem de doğuma iyi bir hazırlık olmaktadır. Gece yatmadan alınan ılık bir duş; anne adayını rahatlatarak düzenli bir uykuya geçişi sağlar.

Burun Spreyleri Bağımlılık Yapıyor

Günümüzde oldukça yaygın olarak kullanılan burun spreyleri, uzun süreli kullanıldığında zaman içerisinde bağımlılık yaparak ''rhinitis medikamentoza'' denilen, yani ilaca bağlı burun tıkanıklığına yol açabiliyor. 

 Op. Dr. Caner Kesimli ''Burun tıkanıklığı sonucunda kullanılmaya başlanan burun damlalarının kullanım süresi 5 günü geçtiğinde bağımlılık yapıyor. Burun tıkanıklığına sebep olan asıl durumun tespiti ve tedavisinin yapılması çok önemli. Böylece kişi hem burun spreyi bağımlılığından ve hem de burun tıkanıklığına neden olan rahatsızlıktan kurtuluyor'' dedi.

Burun spreyini en fazla 5 gün kullanın

Burun tıkanıklığı, özellikle nezle, grip, sinüzit, alerji gibi birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkar. Nezle, grip, sinüzit tedavisinde burun tıkanıklığını gidermek için burun spreyleri sıklıkla kullanılır. Burun spreyleri uygulandığında, konka adı verilen burun etini küçülterek birkaç dakika içerisinde etkisini gösterir ve ortalama 5-7 gün gibi kısa bir süre tedavi yeterlidir. Burun spreyleri, sık enfeksiyon geçiren, burun alerjisi olan, burun kıkırdak ve kemiğinde eğrilik nedeniyle burun tıkanıklığı yaşayan kişiler için geçici bir çözümdür.

İlk başlarda 6-8 saat kadar süren etki, uzun süreli kullanımlarda ilacın etki süresinin azalması nedeniyle daha sık kullanım gerektirir ve bu durum bağımlılık oluşturur. Hasta burun spreyi olmadan nefes alamamaya başlar, evlerinde, işyerlerinde, arabalarında, çantalarında spreyi olmadan yaşayamaz duruma gelir.

Tuzlu su ile burnu temizleyin

Burun açıcı spreylerin meydana getirdiği bağımlılık burundan daha rahat nefes alma ihtiyacının karşılanması için geliştirilen bağımlılıktır. Burun tıkanıklığına neden olan durum ortadan kaldırıldığında bağımlılık da sona erer. İlk olarak kulak burun boğaz muayenesiyle burun tıkanıklığına neden olan durum tespit edilerek nedene yönelik tedavi planlaması yapılır. Hastaların bu spreylerden vazgeçmeleri kolay olmayacaktır. Bu aşamada spreyin kullanması kesilerek tuzlu su çözeltileri ile burnu temizlemek ya da kortizon içermeyen ve uzun süre kullanılması sorun yaratmayan burun spreyleri yararlı olacaktır.

Burun allerjisine bağlı alt burun eti büyümesi olan hastalara lokal anestetik yöntem olan radyofrekansla burun eti küçültülmesi etkin bir tedavi yöntemidir. Burun kemiğinde eğrilik saptanan hastalara septoplasti operasyonu yapılarak sorun kolayca giderilir.

Obezite yürüyüş karakterini de bozuyor

Kişinin yaşam kalitesini düşürerek çeşitli sağlık sorunlarına yol açan obezite, kas-iskelet sistemi üzerinde ciddi etkiler yapıyor. Obezitenin kişinin yürüyüşü üzerinde de etkileri olduğunu belirten uzmanlar, yürüyüş karakterinin bozulmaması için yapılması gerekenlere dikkat çekti.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Defne Kaya, giderek yaygınlaşan ve bir halk sağlığı sorunu haline gelen obezitenin kemik-iskelet sistemi üzerinde olumsuz etkileri olduğunu söyledi.

Doç. Dr. Kaya, şunları söyledi: "Obezite, vücutta sağlığı bozacak ölçüde aşırı yağ birikmesidir. Vücut ağırlığı (kg) boy uzunluğunun (metre) karesine (kg/m2) bölündüğünde elde edilen sonuç 30'un üstündeyse, kişi obezdir. Vücut ağırlığında artış ve obezite, kas-iskelet sistemi üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahiptir.

Fazla kilonun büyük eklemlerde kireçlenmeyi tetiklediği, kas ve yumuşak dokuda yapısal değişikliklere, topuk, ayak bileği, diz, kalça ve bel bölgesinde süreğen ağrılara yol açtığı ve eklem etrafında biriken fazla yağ dokunun hareket kaybına neden olduğu gösterilmiştir.

Obezitede yürüyüş karakteri bozuluyor

Yapılan çalışmalar obez kişilerin yürüyüş karakterinde normal kilolulara oranla ciddi değişikliler olduğunu göstermiştir. Adım aralığı kısalırken, yürüme hızı ve tek bacak üzerinde durması süresi ile bacağa yüklenme miktarı artmaktadır. Yürüme sırasında veya ayakta yapılan aktivitelerde obez kişilerin ayak tabanına binen yükte ciddi artış olduğu bilinmektedir.

Kilo ve hareketsizliğe bağlı gelişen bu bozuk yürüyüş tipi, kas-kıkırdak-eklem yapılarının olumsuz etkilenimi ve ağrılar, fiziksel aktivite önerilerini gerçekleştirilemeyecek hale dönüştürmektedir.
Obezite tedavisinde egzersiz ve yürüyüş, diyet kadar önemlidir. Peki, obez kişilerin kas-iskelet sistemi yapılarında bu kadar olumsuz değişim varken, yürümek eklemlere daha fazla yük bindirmez mi? Yanıt : "Ne yazık ki bindirir". Peki yürümeyelim mi? Yanıt: Elbette yürümeye devam…"

Peki, nasıl yürümeliyiz?

Doç. Dr. Defne Kaya, doğru yürümenin püf noktalarını şöyle sıraladı:
- "Sırtınız dik olsun. Kambur durmayın.
- Yürüyüş sırasında gövdenizin öne ya da arkaya doğru eğilmediğinden emin olun.
- Yürürken sürekli ayaklarınıza bakmayın.
- Gözleriniz, yaklaşık 20 adım ilerideki bir mesafede olsun.
- Dirsekleriniz 90 derece bükülü ve parmaklarınız kapalı pozisyondayken, kolunuzu hafif sallayarak yürüyün.
- Yürüyüş sırasında ayağınıza binen vücut ağırlığınızı, ayak tabanına eşit bir şekilde dağıtacak ve ayak arklarınızı destekleyecek hafif yürüyüş ayakkabılarını kullanınız.
- Küçük adımlar atarak yürüyün. Büyük adım atmaktan kaçının.
- İlk başlarda 5 dakikada 300-500 adım atmak size ideal bir yürüyüş temposu sağlayacaktır.
- Tempolu yürüyüşün, kalbinizi sıkıştırmadan ve sanki yürüyüş sırasında yanınızda biri olsa, onunla nefes nefese kalmadan konuşarak yürüyebilecekmişsiniz gibi hissettiğiniz en yüksek tempolu yürüyüş hızına ulaşmak olduğunu unutmayın."

Kilo vermek ayak taban basıncını normalleştirir

Doç. Dr. Kaya, şöyle devam etti:
"Üç aylık kilo verme programı sonrası hem ayak taban basıncında hem de ayağın sadece dış taraf tarak kemiklerine binen yükte, 6 aylık kilo verme programı sonrası ise hem ayak taban basıncında hem de tüm tarak kemiklerine binen yükte ciddi azalma görülmüştür. Kilo vermek, ayak taban basıncını normalleştir ve vücut ağırlığının tüm bacak eklemlerine düzgün dağılmasını sağlar.

Yürüyüş programı nasıl olmalı?

Düzenli yürüyüş programına başlamaya karar vermek, ilk ve en önemli aşamadır. Haftada beş gün düzenli yapacağınız tempolu yürüyüşlerle sağlığa doğru adım atacaksınız.
Her hafta tempolu yürüyüş sürenizi "ikişer dakika" arttırınız.

Yürüyüş süresinin "ilk beş dakikasını" giderek artan tempo ile ısınma, "son beş dakikasını" ise giderek azalan tempo ile soğumaya ayırınız. Isınma ve soğuma arasında, sabit hızla "tempolu yürüyüş" yapınız.

İlk hafta: Isınma ve soğuma arasında "beş dakika" tempolu yürüyünüz. İkinci haftadan itibaren, tempolu yürüyüş sürenize, her hafta ikişer dakikayı ekleyerek programınızı ilerletin.

Isınma ve soğuma sürelerinin arasındaki tempolu yürüyüş süreniz, 6. haftanın sonunda 15 dakika, 7.haftada 18 dakikaya kadar çıkmış olmalıdır. Üçüncü ayın sonunda kadar tempolu yürüyüş sürenizi en az 30 dakikaya kadar çıkarmış olmalısınız.

Yürüyüş programının başlangıcında kas ve eklemlerinizde hafif ağrılar olabilir, bu normaldir ve dinlenince geçmelidir. Yürüyüş sırasında ağrı hissettiğinizde mutlaka dinlenin, ağrı artarak devam ediyorsa yürüyüş programını bırakarak doktorunuza danışın. Ağrı ya da başka bir şikâyetiniz yoksa yürüyüş süresinizi ve temponuzu yavaş yavaş artırabilirsiniz.

Kış Sebzeleri İle Bağışıklık Sisteminizi Güçlendirin

Hastalıkların arttığı, vücut direncinin düştüğü kış aylarında bağışıklık sistemini güçlendirmek için sağlıklı beslenmek en önemli koşullardan biridir. Vitamin deposu olan kış sebzeleri, hastalıklardan korunmak için uygun pişirme şartlarında hazırlanmalı ve doğru miktarda tüketilmelidir. 

Memorial Hizmet Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü’nden Dyt. Aysu Aydın, kış sebzelerinin yararları hakkında bilgi verdi.

Yeşilleri bol bol tüketin
C vitamini vücuttan zararlı maddelerin atılmasını sağlayarak savunma sistemini güçlendirmektedir. Yeşilbiber, maydanoz, tere, roka, karnabahar, ıspanak, kuşburnu gibi besinler bol miktarda C vitamini içermektedir. Ispanak, içerdiği C, E ve B grubu vitaminler ve demir, magnezyum, fosfor, iyot mineralleri sayesinde bağışıklığı kuvvetlendirmekte ve soğuk algınlığına karşı korumaktadır. Kışlık sebzelerden pırasa C, K, B vitaminlerini, potasyum, kalsiyum, manganez, kükürt, bakır, iyot minerallerini içermektedir. Bağırsakları yumuşatmakta ve kabızlığı gidermektedir. Aynı zamanda vücut direncini artıran pırasanın, böbrek taşlarının oluşumunu engelleyici ve kanserden koruyucu özellikleri vardır. Maydanoz bir provitamin A (Beta karoten) kaynağıdır. Bu özelliği ile görme gücü, kılcal damar sisteminin, adrenal bezin ve tiroid bezinin fonksiyonları üzerinde etkilidir.

Yapraklarında uçucu yağlar, flavonoidler, protein, klorofil ve glikozit, köklerinde ise uçucu yağ, şeker, müsilaj ve glikozit vardır. Yapraklar vitamin( A,C,K ), demir, potasyum, kükürt, kalsiyum, magnezyum yönünden zengindir. Bir tutam maydanoz günlük C vitamini ihtiyacının çoğunu karşılamaktadır.

Kereviz hipertansiyon ve kolesterol düzenlenmesinde önemli
A, B, C vitaminlerinden zengin, fosfor, çinko, bakır, selenyum minerallerini içeren kereviz, bağışıklığı kuvvetlendirmekte ve gaz gidermede etkili olmaktadır. Böbrek kumunun ve taşlarının düşmesine yardımcı olmaktadır. Antioksidan etkisi olan kerevizin içerisindeki “fitalid” adlı madde, kandaki stres hormonunu azaltıcı etkisi ile hipertansiyonu ve kolesterolü dengelemektedir.

Lahana vücut direncini artırıyor
B, C, E vitaminlerinden ve potasyum, kalsiyum, kükürt, demir, bakır, magnezyum gibi minerallerden zengin bir besin olan lahana vücut direncini artırır. İdrar söktürücü ve içerdiği yüksek posa sayesinde kabızlığı giderici etkisi vardır. Antioksidan özelliği sayesinde bağırsak kanserine karşı koruyucu etkisi olmaktadır.

Karnabahar enfeksiyonlardan koruyor
C vitamini ve manganez kaynağı olan karnabahar ise bu etkisinden dolayı iyi bir antioksidandır. Kanser ve kalp hastalıkları riskini azaltmaya yardımcı olan karnabahar antibakteriyel özelliğinden ve enfeksiyonlara karşı etkin olmasından dolayı idrar yolu enfeksiyonlarına iyi gelmektedir.

Brokoli kansere karşı koruyucu özelliğe sahip
Beta karoten içeriği yüksek olan brokoli, bu etkisinden dolayı yemek borusu, mide ve bağırsak kanseri tehlikesini azatlığı bilinmektedir. B1, C vitaminlerinden zengin ve kalsiyum, kükürt, potasyum, selenyum minerallerini içermektedir. Kansere karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Brokoli lif oranı yüksek bir besindir.

Sarımsağın kokusunu değil faydasını düşünün
Sebze yemeklerine tat veren sarımsak sağlıklı beslenmede önemli bir yere sahiptir. Sarımsağın yapısında bol miktarda su, kükürt bileşikleri, protein, lif ve serbest amino asitler bulunmaktadır. Sarımsak ayrıca yüksek miktarda saponin, fosfor, potasyum, kükürt, çinko, orta miktarda selenyum, A ve C vitaminleri ile az miktarda da kalsiyum, magnezyum, sodyum, demir, manganez ve B kompleks vitaminlerini içermektedir.

Sarımsağın en önemli biyokimyasal özelliklerinden biri antioksidan potansiyelidir. Çiğ sarımsakta antioksidan potansiyeli vardır ancak yüksek dozları kalp, karaciğer ve böbreğe toksik etkiler gösterebilmektedir. Ayrıca sarımsakta bulunan flavonoidler de antioksidan etkilerine katkıda bulunabilmektedir. Bu mekanizmalar, sarımsağın ateroskleroz ve hipertansiyon tedavisi ile koruyucu önlem rollerini açıklayıcı olabilmektedir. Sarımsak bağışıklık sisteminin baskılanmasını önleyerek, kansere karşı yararlı olabilmektedir.

Her yaşın egzersizi ayrı!

Egzersiz yapmak vücut sağlığına olumlu katkılarının yanı sıra size aktif ve sosyal bir yaşam sağlar. Ayrıca stresle başa çıkmak için etkili bir yöntemdir. Dikkat etmeniz gereken hangi yaşta hangi sporların uygun olduğudur. 

Pfizer’in “Sen Çok Yaşa” kampanyası için “Her Yaşa Özel Egzersiz Önerileri” uzmanların görüşleri alınarak derlendi.

Yaşınız ister 20'lerde olsun, ister 30'larda, ister 40'larda... Spor her zaman yaşamınızın bir parçası olmalı. Beslenme alışkanlıklarınızı düzenlemek ve egzersizi bir yaşam tarzı haline getirmek daha iyi ve daha uzun bir yaşam için basit ama etkili bir yol olabilir. Yaşınıza uygun doğru egzersiz seçimiyle haftada yalnızca birkaç saat ayırarak her yaşta sağlıklı bir ömür geçirebilirsiniz. 20’li yaşlardan 60 yaş ve üstüne kadar hem kadınlara hem erkeklere özel egzersiz önerileriyle yıllara meydan okumak mümkün.

Kadınlar için Egzersiz Önerileri

20’li Yaşlar: İddialı bir fitness (fiziksel egzersiz) hedefi belirleyin. Uzun mesafe koşularına ya da yoğun bir antrenman sınıfına katılmayı hep istemiş miydiniz? Bu sizin için bir fırsat olabilir. Bir hedef belirleyin, sonra önümüzdeki on yıl içinde ona ulaşmak üzere plan yapın.

30’lu Yaşlar: 20 yaşından sonra bazal metabolizmanız her on yılda bir yüzde 1 ila 2 oranında yavaşlıyor. 30’lu yaşlarınızda haftada dört gün birer saat antrenman (kardiyo ve direnç) ve en az bir gün 45 ila 60 dakika yüksek yoğunlukta kardiyo hedefleyin. Egzersizler arasında bir gün ara vermeyi unutmayın.

40’lı Yaşlar: 40’lı yaşlarda haftada üç gün günde bir saat ağırlık çalışması ve haftada 5 gün günde 45 dakika kardiyo hedefleyin. Haftada bir gün ara verin. Ancak, yeni bir egzersiz programına başlarken mutlaka doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.

50’li Yaşlar: 50’li yaşlarda haftada 4 ila 6 kez 20-40 dakikalık kardiyo ve haftada iki kez yarım saat ağırlık çalışması yapabilirsiniz. Ancak böyle bir egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmalısınız. Egzersizlerin ardından mutlaka germe/esneme hareketleri yapmayı unutmayın.

60 ve Üstü Yaşlar: Bu yaşlarda düzenli egzersiz yapmak, ama bu arada eklemleri zorlayan aerobik egzersizden kaçınmak önem taşır. Eklemlerinize yüklenmekten kaçınmak için, kısa yürüyüşler yapabilir, yüzebilir ya da pedal çevirebilirsiniz. Yeni bir egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmayı unutmayın.

Erkekler için Egzersiz Önerileri

20’li Yaşlar: Çoğu insan 20 ile 29 yaşları arasında fiziksel açıdan zirvede ya da zirveye yakın olur. Bundan yararlanın ve bu yaşlardayken “yaşım genç ileride yaparım” demeden düzenli egzersiz yapın. Böylece ileriki yaşlar için sağlığınıza şimdiden yatırım yapmış olacaksınız. Rutini egzersizlerden kaçının ve sürekli farklı egzersizler deneyerek kendinizi monotonluktan uzak tutun. Böylece sıkılmadan ve vazgeçmeden uzun süreler motivasyonunuzu koruyabilirsiniz.

30’lu Yaşlar: 30’lu yaşlarda bazı hormonlar azalmaya başlar, bu da sizi hem fiziksel, hem de duygusal olarak etkileyebilir. Bu nedenle egzersiz yapmak gittikçe daha fazla önem kazanır. Egzersizden doğal bir antidepresan ve stres giderici olarak da yararlanabileceğinizi unutmayın. İş yaşamınızın zirvesinde olsanız bile yoğun programınızda yer açıp egzersiz için zaman yaratın. Fiziksel olarak gelişiminizin özel hayatınıza etkilerini mutlaka hissedeceksiniz.

40’lı Yaşlar: Spor salonundan uzak mı kaldınız? Yakınınızdaki bir spor kulübünde derslere katılabilir ya da motivasyon sağlamakta güçlük çekiyorsanız özel bir antrenörle de çalışabilirsiniz. Azar azar başlayıp fiziksel aktivitelere ayırdığınız süreyi kademeli olarak artırın. Böylece hem bedeninizi fazla zorlamaz hem de motivasyonunuzun sürekliliğini sağlarsınız. Yeni bir egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmayı unutmayın.

50’li Yaşlar: Egzersiz yağsız vücut kitlesini korumaya yardımcı hormonları uyarır. Egzersiz yapmazsanız metabolizmanız yavaşlamaya başlayacak ve kemik yoğunluğunuz azalacaktır. Spor salonundan uzak kalmayın, ama yeni bir egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmayı unutmayın.

60 ve Üstü Yaşlar: 60 yaşından sonra formda kalmak kalp hastalığı ve diyabet gibi yaşla bağlantılı hastalıklardan korunmanıza yardımcı olur. Ağırlık kaldırma, bisiklet gibi çeşitli egzersizler güvenli, ancak iddialı egzersiz seçenekleri sunmaktadır. Yeni bir fiziksel egzersiz programına başlamadan önce mutlaka doktorunuza danışmayı unutmayın.

7 Ekim 2016 Cuma

Son trend: İnce ayak bileği

Kilo fazlalığı olmamasına rağmen, alt bacaklarında ve özellikle ayak bileği bölgesinde kalınlık sorunları yaşayanlar, estetik cerrahiden yardım alıyorlar

"Bölgesel yağlanma bedenin herhangi bir yerinde görülebilir. Özellikle alt bacakta, baldır bölgesinde ve ayak bileğinde olan durumlarda ise, bayanlar spor dahi yapsalar sonuç alamadıklarından yakınırlar" diyen Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrah Op. Dr. Bülent Cihantimur bu operasyona Bacak Güzelleştirme başlığı altında baktıklarını ve uyguladıkları tekniklerle son derece başarılı geri dönüşler aldıklarını belirtti.

Sorun yumuşak yağ dokusunun fazlalığı

" Alt bacak bölgesinin kalınlığından şikayetçi olan hastalarımızın tamamı, bize gelmeden evvel mutlaka diyet ve ya egzersiz deneyimi yaşamış ama sonuç alamamışlardır. Bilek ve baldırlardaki bu kalınlık, yumuşak yağ dokusunun fazlalığından kaynaklanır. Spor yaptıkça daha da fazla kalınlaşmaya müsait olan bu alan ayrıca yapılan diyetlere de cevap vermeyebilir. Zira zayıflama bedenin her yerinde gözlemlenirken, yine bu alanda inatçı bir biçimde kalan yağ fazlalığını gözlemleriz" diyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, bu sorunu yaşayan hastaların en çok çizme ve ya dar pantolon giyemediklerinden, yaz mevsiminde ise kısa şort etek giyemediklerinden dolayı şikayetçi olduklarını ve görsel olarak da bu sorunun altını çizdiklerini ekledi.

Pratik ve etkili bir yöntem

" Fakat bu sorun çözümsüz değil. Estetik cerrahide bacak estetiği için uyguladığımız liposcuplture tekniği, bacak kalınlığının çözümlenmesine ve kalın ayak bileği sorununu ortadan kaldırmamıza fayda sağlıyor. İnce kanüllerle sorunlu alana müdahale ediyoruz.

Liposuctiona benzer bir uygulama olan bu teknik, yağlı dokunun alınarak düzeltilmesi, estetik açıdan şekil verilmesi manasına gelir. Bu sayede tıpkı bir heykeltıraş gibi, sadece yağın alınmasına değil, geride kalan bölgeye şekil verilmesi de amaçlanır. Liposculpture operasyonu ayrıca sırt, bel, göbek, bacak içi, basenler, diz iç kısımları, çene altı gibi farklı vücut bölgelerine de uygulanabilir. Vakum yardımıyla yağ alınması sonrasında, bölgeye şekil verilerek sonlandırılır" diyen Cihantimur, hastanın işlem bittikten birkaç saat sonra evine rahatlıkla gidebileceğini ve 24 saat sonra banyo yapabileceğini açıkladı.

Darbe girişiminin ruh sağlığımıza etkileri

Türkiye'de yaşanan darbe girişimi, insanlarda ilk aşamada hayal kırıklığı ve şaşkınlık, kendisi ve sevdikleri hakkında yoğun bir güvensizlik, gelecekten umutsuz olma, kendini yalnız, çaresiz ve savunmasız hissetme gibi duyguların yaşanmasına neden oldu. 

Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Selma Bozkurt Zincir, "Yaşanan süreci ruh sağlığımız için daha pozitif bir şekilde atlatabilmek için bu olayları genelleştirmemek, şiddet içeren paylaşımlar ve çatışmalardan uzak durmak, olayları tüm yaşamımıza mal etmemek ve mümkün olduğunca kısa sürede olağan günlük yaşama dönmek önemlidir. Özellikle ilk haftalarda aile üyeleri ve yakınlarımızla daha sık vakit geçirmemiz ve güven verici etkileşimlerde bulunmamız gerekir" dedi.

15 Temmuz 2016 günü tarihimizin en kara gecelerinden biri yaşandı. Çok ciddi bir travmatik olay olarak tarif edebileceğimiz bu darbe girişimi sonrasında, insanlar bir yandan günlük yaşamlarını olağan şekilde sürdürmeye, öte yandan da mevcut olayların ruh sağlığına olan etkileriyle baş etmeye çalıştı. Peki darbe girişiminin ruh sağlığımıza etkisi nasıl oldu? Yaşanan kötü olayların etkisinden nasıl kurtulabiliriz? Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Selma Bozkurt Zincir, zor günlerin iç dünyamıza etkilerini anlattı:

ÇARESİZ VE SAVUNMASIZ OLMA DUYGUSU
Yaşadığımız darbe girişiminde olduğu gibi bireylere zarar verenin insan eliyle, içeriden (güvenilenler) birileri olması ve bu travmatik olaya güvenilen kişiler tarafından maruz kalınması, ruh sağlığı açısından daha olumsuz bir etki oluşturmaktadır. Travma; hayatın günlük akışı içinde, hiç umulmadık bir anda ortaya çıkıp insanın dayanma gücünü zorlayan, ani ve beklenmedik bir şekilde gelişen (ölüm, doğal afetler, kazalar, terör eylemleri, savaş, tecavüz vs.) durumlardır. Doğal afetler insanların daha kolay kabullenebildikleri ve yaralarını beraberce sarabildikleri travmatik olaylardır. Oysa güvendiği kişiler tarafından şiddet içerikli bir olaya maruz kalmak bu travmanın olumsuz etkisini artırır ve bireyin ruhsal bütünlüğünü alt üst eder.

İnsanlarda ilk aşamada hayal kırıklığı ve şaşkınlık, kendisi ve sevdikleri hakkında yoğun bir güvensizlik, gelecekten umutsuz olma, kendini yalnız, çaresiz ve savunmasız hissetme gibi duygu ve düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bireylerin daha önceki travmatik yaşam tecrübeleri, mevcut travmatik olay karşısındaki psikolojik tepkilerini ve baş etme yetilerini önemli ölçüde etkilemektedir.

SIK SIK AĞLAMA VE UYKU DÜZENSİZLİKLERİ
Travmaya maruz kalan bireylerde günler içerisinde keyifsizlik, isteksizlik, konsantrasyon bozulması, sık sık ağlama, uyku düzensizlikleri, iştah değişikliği, aşırı korku ve endişe, panik ataklar vb. önemli ruhsal belirtiler görülebilir.

AŞIRI ÖFKE DUYGUSUNA DİKKAT!
Savaş uçaklarının uzun süre alçak uçuş yapması, aşırı yüksek ses yayması ile patlamalar ve ateşli silah seslerine aniden maruziyet sonucu bazı insanlarda 'saldırıya uğrama ve ölüm korkusu' yaşanması olasılığı yüksektir.

Bu tip travmatik durumlara maruziyet sonrasında bazı kişilerde aşırı irkilme, tetikte olma, aniden parlama, ufacık uyaran ile aşırı öfkelenme gibi tepkiler görülebilir. Bu tepkiler bazen intikam alma düşüncesine kadar uzanabilir. Öfke patlaması, bu gibi toplumsal olaylar (yapılan vahşet) karşısında var olan toplum psikolojisiyle ilişkili olarak kolayca büyüyebilir ve öfkenin dışa vurumu ile istenmeyen karşı olaylara sebep olabilir. Toplumun birer üyesi olarak bizlere düşen, birlik beraberlik duruşumuzu bozmadan demokratik kutlama ve yürüyüşler ile kendimizi ifade etmektir. Bunlara rağmen öfke kontrol zorluğu yaşayanların ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerden yardım alması gerekir.

AİLENİZLE DAHA SIK VAKİT GEÇİRİN
Bu süreçten ruh sağlığımızın daha az olumsuz etkilenerek atlatabilmemiz için bu olayların genelleştirilmemesi, şiddet içeren paylaşımlardan ve olaylardan uzak durulması, tüm yaşamımıza mal edilmemesi ve mümkün olduğunca kısa sürede olağan günlük yaşama dönülmesi önemlidir. Özellikle ilk haftalarda aile üyeleri, arkadaş ve yakınlar ile daha sık vakit geçirilmeli ve güven verici etkileşimlerde bulunulmalıdır. Tüm bu süreçte sağlıklı baş etme becerilerini artırabilmek ve ruh sağlığını olumsuz etkileyen belirtilere yönelik olarak gerekirse psikiyatrik destek alınmalıdır.

OLAYLARI GENELLEŞTİRMEKTEN KAÇININ
Böylesi travmatik yaşantılar sonrasında insanların kaygısını artıracak şekilde yanlı ve dayanaksız açıklamalar, sosyal medyada yer alan 'yeni patlama yerleri' vs. şeklinde asılsız ihbarlar ve spekülatif paylaşımlar, var olan akut stres tepkilerini daha da güçlendirebilir. Bu beklenmedik darbe girişimini tüm hayatımıza genellemeden haberleri izlemek, doğru bilgi almak güven hissini çoğaltır ancak özellikle sosyal medyadaki olumsuz içerikli ve provakatif paylaşımlar bu dönemde ruhsal iyileşmeyi ve günlük rutinlere yeniden uyumu zorlaştırabilir.

GÜVEN VERİCİ AÇIKLAMALAR ÇOK ÖNEMLİ
Darbe girişimi öncesindeki haftalarda da halkımız peş peşe canlı bomba ve terör eylemlerine maruz kalmıştı, bu olayların hemen akabinde böyle ağır bir olaya maruz kalmak, psikolojik yükümüzü biraz daha artırdı. Çünkü şiddet içeren bu tip ağır olayların süresi uzadıkça veya insanların tekrarlayan travmatik durumlara maruziyeti söz konusu olduğunda psikolojik zorlanma artmakta ve bireylerde daha yoğun belirtilerle seyreden travma sonrası stres bozukluğu gelişme olasılığı yükselmektedir.
Bu olayların tekrar yaşanabileceği kaygısını duymak travma sonrasında oldukça sık görülür. Devlet ve hükümet yetkililerinin halkımıza bu konuda yapacakları güven verici ve destekleyici açıklamaları insanların kaygılarını yatıştırmada çok önemlidir.

ÇOĞU KİŞİDE STRES BOZUKLUĞU GÖRÜLMEZ
Travmatik bir olaya maruziyetin akabinde herkeste travma sonrası stres bozukluğu gelişmez. Çoğu kişi birkaç gün içinde sosyal ve aile desteği ile normal günlük hayatına geri dönebilir. İnsanların bir kısmında ise hemen günler içerisinde başlayan ve bir ay içerisinde sonlanan akut stres bozukluğu belirtileri ortaya çıkar. İsteksizlik, aile ve sosyal çevreden uzaklaşma, konsantrasyon bozulması, iş yapmakta zorlanma, aşırı kaygı, depresif duygulanım, panik, uyku düzeninde bozulma, irkilme, aşırı öfke, sinirlilik ve kaçınma davranışları ile seyreder. Bu aşamada psikiyatrik destek alınması travmanın uzun vadeli olumsuz sonuçlarından korunmayı sağlayabilir.

ÇOCUĞUNUZA GÜVEN HİSSİ VERİN
Yaşanan olaylardan çocuklarımız da bizler gibi negatif etkilendi. Bu yüzden olaylar, çocuğun yaşına uygun şekilde, doğru biçimde anlatılmalı ve ebeveynleri olarak onların güvende olması için yapılacak şeyler söylenmelidir. Ebeveynler çocukların korku ve üzüntülerini anladıklarını dile getirmeli ve onlarla daha fazla fiziksel yakınlık kurmalıdır. Birlikte geçirilen vaktin artırılması gerekir.

BİRLEŞTİRİCİ MESAJLAR VERİLMELİ
Darbe girişiminin amacı toplumsal birlik ve düzenin bozulmasıdır. Bu dönemde tüm farklı düşünce ve siyasal görüşleri bir yana bırakarak, her platformda toplumsal birlik mesajları verilmelidir. İnsanların kutuplaşmasını engellemek en başta devlet ve hükümet yetkililerinin yapacağı birleştirici açıklamalarla mümkündür. Toplumda insanların devlete ve birbirine olan güven duyguları tazelenerek günlük rutine devam edilebilir. Bu güven duygusu devlet kurumlarının toplumdaki bireyleri rencide etmeden hakkaniyetle var olan yasal süreci yürütmesi ile giderilebilir.

YAS- KUTLAMA DENGESİ KORUNMALI
Darbe girişiminin bastırılmasında kuşkusuz en büyük rol kahraman Türk milletinindir. Bu haklı başarının meydanlarda coşkuyla kutlanması kadar doğal bir şey olamaz. Ancak bu kutlamalar yapılırken şehit ve yaralılarımızın ailelerinin yanında olmalı, yas-kutlama dengesini korumalıyız. Çok hassas günlerden geçiyor ve birçok karşıt duyguyu bir arada yaşıyoruz. Meydanlarda bunu rahatça görmek mümkün.