31 Temmuz 2016 Pazar

Hastalığınız kişiliğinizi ele veriyor!

Yeniliğe kapalı ve inatçılarda boyun ağrısı görülür, sorumluluk sahibi insanlar omuz ağrısı çeker.

Vücudumuz, iç dünyamızın bir yansıması. Duygu durumumuz, stres ve düşüncelerimiz vücudumuzun bazı bölümleriyle bağlantılıdır ve vücudumuzu otomatik olarak etkiler. Çoğu zaman bilincinde olmadığımız bu durum vücudumuzda çeşitli problemlere sebep olur ve yaşam kalitemizi etkiler.

Okan Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü'nden Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, kişiliğimizi ele veren rahatsızlıklarımızdan yola çıkarak vücudumuzun duygusal haritasını çıkardı:

VÜCUDUNUZUN DUYGUSAL HARİTASI
"Bazı kişilik özellikleri ise vücudun belirli bölümlerinde kendini gösterir. Örneğin; inatçı ve yeniliklere kapalı bir insansanız boyun ağrısı sizin için oldukça tipiktir.

Çok fazla sorumluluğa sahip insanlar, görevlerini büyük bir titizlikler yerine getirmeye çalışanlar ise omuz ağrısı çekerler. Bir bakıma bütün işleri ve stres omuzlarındadır.

Omurgamız ise hayatımızın bel kemiğini oluşturur. Sevgi, suçluluk, korku hep bu bölgede yansıma bulur. Duygusal olarak kendini iyi hissetmediğinizde üst sırt ağrısı artar. Suçluluk ve geçmişe takılı kalma sırtın tam ortasında kendini belli eder. Bel ağrısı ise ekonomik ve mali problemlerle ilişkilidir. Vatandaşın belinin bükülmesi deyimleri buradan geliyor demek.

Günümüzün en büyük problemlerinden biri olan stres kaslar, bağlar ve eklemlerin yanı sıra iç organlarımızda da kendini gösterir. Stresten çoğumuzun midesine kramplar girer, iştahımız etkilenir, nefes alış verişimiz değişir, duygu durumumuz oldukça değişken hale gelir. Bütün bunlar ise stresin kan dolaşımı ve hormonal sistem üzerindeki etkilerinden kaynaklanmaktadır.

Vücudun tamamını dolaşan bu iki sistem stresin etkisi altında kaldığında işleyişlerinde aksamalar meydana gelir. Stres vücudumuzdaki sürekli tetikte ve savaşta olmamızı sağlayan sempatik sinir sistemini uyarır. Bu sistemin uyarılması vücudumuzun sürekli tehdit altındaymış gibi hissetmesine neden olur. Kaslardaki gerginlikler artar, vücut savaşa hazır halde bekler. Gevşemeye ve rahatlamaya izin vermez. Ancak tehdit ortadan kalktığında vücutta bir gevşeme sağlanır.

Bütün bunlar kısa süreli ortaya çıktığında hayatınızda birkaç günlük sıkıntıya sebep olur. Ancak vücutta her şey tedavi edilmediği takdirde birikerek artar. Problemin kaynağı ne kadar büyük olursa vücutta etkileri de o kadar ciddi olur. Bu noktada koruyucu tedavi devreye girer ve gelecekte bir problemin yaşanmaması için hayatidir. Önceden tespit edilen problemler kısa sürede çözülerek problemin birikerek büyümesi engellenir.

MANUEL TERAPİ VE REFLEKS TERAPİ
Manuel terapi ve refleks terapi koruyucu tedavi kapsamında uygulanan etkili tekniklerdendir. Manuel terapi ile stresin omuzdaki, beldeki ve boyundaki etkileri el ile yan etkisiz bir şekilde tedavi edilir. Refleks terapi de ise hormonal ve sinir sistemi üzerine yapılan çalışmalar stresin etkilerini azaltır. Rahatlama ve gevşeme sağlar."

Ameliyatsız yüz germede 'sıcak' haber

Günümüzde insanlar yaşlanmayı kabullenmekte zorlanıyor ve yaş ilerledikçe genç kalmanın yolları aranıyor. Yaşlılığın izlerini sildirmek isteyenlere sıcak ve güzel haber, 'Gençlik Isısı' ile geliyor.

Yıllar içerisinde yüzde ve boyunda görülen gevşeme ve sarkmaların, hem erkekleri hem de kadınları aynalardan uzaklaştırdığını söyleyen, Estetik, Plastik ve Rekostrüktif Cerrah Op. Dr. Metin Kerem; insanların yaşlanmayı kabullenmekte zorlandığına dikkat çekti. Yaşlanma izlerinin ameliyatla silinebildiğini belirterek, ameliyat olmadan da alınabilecek iyi sonuçlar olduğunu söyledi ve bu teknikler olduğu hakkında bilgi verdi.

Yüz Germede Gençlik Isısı Nasıl Uygulanıyor?
Op. Dr. Metin Kerem; "Gevşeyen dokuları ameliyat etme şansımızın olmadığı ya da hastanın tercih etmediği durumlarda modern teknoloji daha çok kullanılıyor. Günümüzde gevşek dokular radyofrekans enerjisi ile sıkılaşıyor. Bu amaçla geliştirilmiş en modern sistem, 'gençlik ısısı' olarak bilinen ısı kontrollü, enjekte edilebilir radyofrekans sistemidir. Bu sistem ile yüzdeki sarkmalardan sorumlu olan cilt altındaki tabakayı, kontrollü bir şekilde ısıtarak sıkılaştırmayı hedefliyoruz. Bunu başarabilmek için cilt altı dokuyu 60-65 derece sıcaklıklara kadar ısıtmak gerekiyor. Bu sıcaklıklar deri için tehlikeli düzeydedir. Dolayısıyla deri altındaki hedef dokumuzun sıcaklığını, 60 derecenin üzerine çıkarırken, derinin sıcaklığını ise 42 derecenin altında tutmak gerekiyor. Aynı anda içerideki sıcaklığı hassas bir probla ölçerken, deri sıcaklığını da dışarıdan hassas bir termal kamerayla ölçüyor, dolayısıyla hata yapma ihtimalimizi sıfıra indiriyor. 'Gençlik ısısı' olarak bilinen bu sistem günümüzde ameliyatsız iyi sonuçlar veren bir yöntem. "

Gençlik Isısı Kaç Seansta Yapılıyor?
Gençlik Isısı işlemi için herhangi bir kesi yapılır mı, kaç seans yapılması gerekir, işlem sonrasında süreç nasıl işler gibi soruların cevaplarını veren Op. Dr. Metin Kerem şöyle konuştu: ' Gençlik Isısı işlemi tek seansta yapılır. İşlem bölgesine 3 adet iğne deliğinden girmek mümkün ve dolayısıyla herhangi bir izin kalması söz konusu değil. İşlem, yüz için 1.5 saat kadar sürer. Öncesinde lokal anestezi yapıldığından ağrı duyulmaz. Uygulamayı takip eden dönemde, yapıldığı bölgede mutlaka bir miktar şişlik-morluk olabilir. Bir hafta süreyle bölgeyi korse kullanarak baskı altında tutmak gerekir. Daha 7. Günden görünür hale gelen sonuçlar 3 ayda tam olarak görülür.'

Gençlik Isısı Nerelere Uygulanır ?
Op. Dr. Metin Kerem gevşeyen tüm dokuların, ısı kontrollü enjektabl radyofrekans için uygun hedefler olabildiğini söyledi. Deri sarkmalarının yaşandığı, boyun ve alt yüz bölgelerinde sıkılıkla kullanıldığını belirterek, bunun dışında kollar, bacak içleri, karın gibi bölgelerde de özellikle ABD'de çok geniş kullanım alanı olduğuna dikkat çekti.

Meme Kanserinin Vücutta Yayılmaması İçin Önlemler

Kadınlarda en sık görülen kanser türleri arasında yer alan meme kanseri, erken tanı konulup zamanında müdahale edilmediği takdirde vücutta farklı organları da etkileyebiliyor. 

Özellikle kan yoluyla beyin ve omurgaya yayılım gösteren kanser vakalarında tedavi şansı da azalabildiği için tedavinin vakit kaybedilmeden planlanması gerekiyor.

Memorial Şişli Hastanesi Beyin Sinir ve Omurilik Cerrahi Bölümü'nden Prof. Dr. Gökhan Akdemir, 4 Şubat Dünya Kanser Günü öncesinde "meme kanserinin beyin ve omurga sağlığına etkileri" hakkında bilgi verdi.

Kadınlarda erkeklere oranla 100 kat fazla görülüyor
Kadınlarda görülen kanserlerin yaklaşık %25'i meme kanseridir. Meme kanseri olan veya tedavi altında olan hastaların metastaz yani kanserli dokunun vücudun diğer bölgelerine sıçraması konusunda bilgi sahibi olmaları önemlidir. Memede ortaya çıkan kanser hücreleri, kana karışarak beyne ve omurga kemiklerine ulaşabilmektedir.

Şiddetli baş ağrısı ve vücutta kuvvet kaybına dikkat!
Meme kanseri akciğer kanserinden sonda beyne en çok sıçrayan kanser türüdür. Meme kanserlerinin %10-30 arası beyne metastaz yapmaktadır. Meme kanseri hücrelerinin beyne ya da omurgaya sıçraması farklı belirtiler verebilmektedir. Metastazlar genellikle, meme kanseri tanısı konulduktan birkaç yıl sonra ortaya çıkmaktadır. Beyne sıçrayan hücreler zaman içinde büyüyerek beynin fonksiyonlarında bozulmaya neden olur. Meme kanseri tedavisi gören ya da daha önce tedavi alan hastaların bazı belirtileri bilmeleri ve dikkat etmeleri önemlidir.

• Giderek artan baş ağrısı; Şiddeti giderek artan baş ağrısıdır. Daha çok sabahları kalkınca ortaya çıkar ve bazen ağrıya bulantı kusma, bulanık görme eşlik edebilir. Bu kafa içi basıncın kanser nedeniyle arttığını ifade eder. Ağrı tipi migrene benzemez. Devamlıdır. Ağrı kesicilere yanıt verir ancak bütünüyle kesilmez.

• Nöbet geçirme; Konuşma bozukluğu, yüzde, dudaklarda seğirme, kol ve bacaklarda istem dışı hareketlerin olması, bütün vücudun kasılarak bayılması, kendini kaybetme şeklinde olabilir. Kanser hücrelerinin beyindeki kabuğu etkileyerek fonksiyonların bozulmasına neden olması sonucudur.

Kuvvetsizlik, hissizlik; Yüzde felç, kol ve bacaklarda kuvvet kaybının başlaması ve giderek artması, yürüyememe, yürürken düşme, bedenin aynı tarafının uyuşukluk önemli belirtilerdir. Bedeni hareket ettiren ve hissiyatını alan beyindeki bölgenin kanser hücreleri tarafından etkilenmesi sonucudur.

• Dengesizlik; Kanser hücreleri beyincik bölgesine sıçramışsa dengeyi kontrol eden beyincik etkilenmiştir. Yürürken denge kaybı, bir tarafa çekme, ayakta duramama gibi belirtiler olur.

Gece artan ağrıları önemseyin
Meme kanseri omurgaya sıçramış ise bel boyun ya da sırt ağrıları yaşanabilir. Ağrının geceleri artması önemli bir belirtidir. Kanser hücrelerinin omurga kemikleri tutması sonucu kemikte ve kemiğin içinden geçen sinirlerin etkilenmesi sonucu ağrı oluşur. Bununla birlikte kanser hücrelerinin omurgaya yerleşmesi, omurganın dayanıklılığını azaltmaktadır.

Ağır kaldırma veya düşme sonucu kırılmalara neden olabilmektedir. Bu kırılma ve çökmeler omuriliği etkileyerek kol veya bacaklarda kuvvetsizlik, idrar ve büyük abdestini kaçırmaya neden olabilmektedir. Uzun kemiklerde yaşanan kırılmalar, kol ve bacaklardaki sinirleri etkiyerek uyuşmaya ve hareket kısıtlılığına neden olabilmektedir.

Uykusuzlukla Baş Etmenin Yolları

Uykusuzluk zaman zaman hepimizin yaşadığı bir sorun. 

Hayatımızda bir şeylerin ters gitmesi, stresli çalışma ortamları, tükettiğimiz besinler ve daha pek çok etken, gece boyu huzursuz saatler geçirmemize neden olabiliyor.

Rahat, deliksiz, dinlendirici bir uykunun özlemini çekiyorsanız aşağıdaki önerilere bir göz atın!

Yatak odanızı davetkar, sıcak ve sevebileceğiniz bir mekana dönüştürün. Odanın dağınık ve dikkat dağıtıcı olmamasına özen gösterin. Yatağınızın ihtiyaçlarınıza uygun olup olmadığından emin olun. Yanlış yatak kas-iskelet sistemi rahatsızlıklarına neden olabilir ve bu da uyku bozukluklarına yol açabilir.

Yatağı uyumak için kullanın. Televizyon seyretmek, bir şeyler atıştırmak, bilgisayarla uğraşmak, çalışmak gibi aktiviteler için yatağı tercih etmeyin. Eğer yatmadan önce kitap okuma alışkanlığınız varsa keyifli içeriğe sahip olanları okumayı tercih edin.

Terapistlerin de genellikle kullandıkları bir yöntem olan "yeniden şartlandırma" yönteminden faydalanabilirsiniz. Bu metodun uykusuzluk sorunu yaşayan insanlar için yatak ile uyku arasındaki ilişkiyi yeniden yapılandırmaları açısından yardımcı olduğu biliniyor. Eğer uykuya geçme konusunda sorun yaşıyorsanız, uykusuz olduğunuz süre içerisinde yataktan kalkıp başka bir odaya geçmeyi deneyin. Böylece yatağı sadece uyku ile ilişkilendirebilmeniz mümkün olur.

Düzenli bir uyku-uyanıklık döngüsü kurmaya özen gösterin. Böylece vücut saatiniz de bu döngüye uyum sağlayacak ve uyku ya da uyanma saatinize göre kendini ayarlayabilecektir. Bunu sağlamanın en güzel yolu da hafta sonlarında bile mümkün olduğunca aynı saatte yatıp aynı saatte kalkmaya özen göstermektir.

Şekerleme yapmaktan kaçının. Gün içerisinde ufak tefek uyku kaçamakları ne kadar cazip olursa olsun, gündüz vakti ufacık bir uyuklama bile gece uykusunu daha da zor hale getirmeye yeterli olabilir.

Öğleden sonra ve akşamları kafein tüketiminizi azaltmayı deneyin; daha az çikolata yemek ya da kola ya da kahve içeren içecekler tüketmek gibi...

Alkol tüketiminizi takip edin. Uyku saatinizin yaklaştığı zamanlarda alkollü içecekler içmemeye çalışın. Gün içerisinde aşırı miktarda tüketilen alkol de uyku düzenini bozabilir ve yetersiz uykuya sebep olabilir.

Gün içerisinde fırsatınız olursa birkaç egzersiz yapmaya çalışın. Yatmadan önce ise yorucu egzersizler yapmaktan kaçının.

Akşamları daha hafif yemekler tüketmeye çalışın. Akşamları yenen ağır yemekler ya da yatağa gitmeden kısa bir süre önce yenen atıştırmalıklar rahat bir uykuya engel olabilir.

Yatma saatiniz yaklaşırken günün stresinden ve kafanızı meşgul eden düşüncelerden uzaklaşmak için kitap okumak, müzik dinlemek ya da güzel bir film izlemek gibi rahatlatıcı aktivitelerle ilgilenin. Bu zihninizin rahatlamasına yardım ederek güzel bir uyku için sizi hazırlayacaktır.

Kadınları Şiddetten Korumak için Neler Yapılmalı?

SİMA Psikolojik danışmanlık merkezinden Uzman Psikolog Sibel Deniz Toledo Falay ile giderek büyüyen ve toplumu yaralayan kadına şiddet üzerine açıklamalarda bulundu.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet olayları giderek artmakta ve son olarak Kayseri'de lise öğrencisi Cansel'in matematik öğretmeninin tecavüzü sonrası dayanamayıp intihar etmesinin ardından gündemin üst sıralarına yerleşti. Yine geçen sene bu zamanlar Özgecan Aslan cinayeti ile gündem sarsılmıştı. Tabi ki bu yaşananlar maalesef ne ilk ne de son kadına yönelik şiddet olayı, basına yansıyan ve belki de daha fazlası ile yansımayan pek çok şiddet olayı yaşanmakta.

Giderek artan kadına şiddet olayları hakkında konuşan Uzman Psikolog Sibel Deniz Toledo Falay:

"Toplumda sadece kadına yönelik olarak değil genel olarak şiddet olaylarında bir artış gözlemlemektedir. Sosyal medya hayvanlara yapılan şiddet görüntüleri ile dolu. Araştırmalar da ortaya koymaktadır ki bir insan hayvana şiddet uyguluyorsa, canlıya merhamet duymuyorsa çok yüksek olasılıkla bir sonraki adımı insana aynı şekilde şiddet uygulamaktır. Şiddeti önleyecek en önemli duygular; sevgi, merhamet ve empati duygularıdır. Toplum olarak bu duygularımızın şiddi şekilde yara aldığını düşünüyorum. Giderek daha öfkeli bir toplum haline dönüşmekteyiz. Ayrıca bir diğer önemli noktada hayatı içeresinde ezilmiş, kötü muamele bir bireyin eline fırsat ve güç geçtiğinde bunu yaşadıklarının acısını çıkarmak istercesine kötüye kullanmasıdır. İster evde olsun ister okulda disiplin ve eğitim sistemimiz maalesef şiddet içermektedir. Kocasından dayak yiyen kadın çocuğunu disipline etmek için dayağa başvurabilmektedir. Bu da dayağı normalize etmektedir. Çocuğun gördüğü rol model, kadına şiddet uygulamanın normal olduğudur. Ayrıca anne babanın diğer insanlara, çocuklara, yaşlılara, hayvanlara, doğaya karşı davranışları çocuk için örnek olacaktır. Olumsuz örnekler ile büyüyen bir çocuğun yetişkinliğinde olumsuz davranışlar sergilemesi çok yüksek olasılıktır." dedi.

Kadına yönelik şiddet örnek alınabilecek bir davranış mıdır?

"Şiddetin genel olarak örnek alınabilecek bir davranış olduğunu düşünüyorum. Ailesinde, çevresinde şiddet gören bir çocuğun şiddet uygulaması çok büyük olasılıktır. Ayrıca şiddet davranışı örneğin bir tartışma sırasında arkadaşına bir tane patlatması büyükleri tarafından hoş görülen hatta teşvik edilen çocuk şiddetin doğru bir davranış olduğunu öğrenecektir. Özellikle erkek çocuklar kendini savunma adına şiddete daha büyük bir şiddetle karşılık vermesi gerektiği yoksa erkek sayılmayacağı yönünde yönlendirildiğinde sorunları çözme yolunun şiddet olduğunu kodlayacaktır"

Şiddette suçlu kimdir? Burada toplumun rolü nedir?

Bir şiddet olayında suçu sadece failde görmenin son derece kolaycı bir tutum olacağını söyleyen Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo Falay, "şiddeti doğuran etkenleri iyi incelemek gerekir. Kişinin aile yaşamı, eğitim durumu, sosyo-ekonomik seviyesi, psikolojik durumu, alkol ve madde kullanımı belirleyici faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca içinde yaşadığı çevre, genel tutum ve inanışları, örnek aldığı rol modellerin tutum ve davranışları çok önemli etkenlerdir. Şiddet içinde büyümüş, çaresizlik yaşamış, kendisi ile hiç empati kurulmamış bir çocuğun sağlıklı bir yetişkin olması çok zordur.

Bunun yanında toplumsal öğretiler ve kabuller de maalesef özellikle kadına yönelik şiddeti destekler niteliktedir; kadının sırtından sopayı karnından sıpayı eksik etmeyeceksin, kocandır döver de sever de, öğretmene teslim ederken: 'eti senin kemiği benim, kadın kuyruk sallamasa erkek bakmaz' gibi söylemler şiddeti hak ve meşru göstermektedir. Aileler erkeklerin pek çok davranışlarına daha hoş görülü davranmaktadır. Fakat diğer yandan kadın bir olaya maruz kaldığında mağdur olduğunu ispatlama ihtiyacı hissetmektedir. Hatta sırf bu yüzden başına bir olay geldiğinde susmaktadır. Taciz, tecavüz, dayak her ne olursa olsun bunu uygulayan erkek en büyük gücüde kadının bu suskunluğundan almaktadır. Çünkü yaptıklarının sonucu yanına kar almakta bu yüzden de yapamaya devam etmektedir." açıklamasında bulundu.

Şiddet olaylarını engellemek, kadınları şiddetten korumak için neler yapılmalı?

"Öncelikle en önemli çözüm hukuki düzenlemelerle kadına, çocuğa, yaşlıya, hayvana şiddete, tacize, tecavüze gereken cezaları hafifletici sebepleri işletmeden, affı olmadan verilmesini sağlamak olmalıdır. Böylelikle kanun önünde hiç kimse yaptığının yanına kar kalabileceğini aklından geçirmemelidir.

Bir kadın kocasının şiddetinden şikâyetçi olduğunda karı-koca arasına girilmez gibi bir tutum yerine durumu ciddiye alıp gereken önlemlerin alınması sağlanmalıdır. Aile mutlaka koşulsuz bu noktada kızının arkasında olmalı koruyup kollamalıdır. Gelinlikle çıktığın bu eve ancak kefeninle dönersin yaklaşımı kadınları maalesef kocalarının şiddetine boyun eğmek zorunda bırakmaktadır.

Aile kızlarına güvenmeli ve arkasında olduğunu hissettirmelidir. Başına bir şey geldiğinde nedenleri sorgulamak yerine koşulsuz olarak mağdur görüp desteklemeli ve gerekli mercilere şikâyet etmek konusunda sonuna kadar arkasında olmalıdır. Unutmayın suçu işleyen kişi en büyük gücü mağdurun suskunluğundan almaktadır.

Erken yaşlardan itibaren çocuklara tüm canlılara karşı sevgi ve merhamet duygusunu aşılamalı ve anne babalar bu anlamda çocuklarına olumlu rol model olmalıdır. Çocuklarına yaşam hakkına saygı duymayı mutlaka öğretmeliler. Hayvanlara zarar vermesine asla göz yummamalı ve bu konuda gerekirse bir uzmandan destek almaktan çekinmemeliler.

Hiç bir şiddet olayını normalize etmemek veya üstünü örtmeye çalışmamak oldukça önemlidir.

Şiddet, taciz, tecavüz mağduru kadın ve çocuklar için mutlaka destek grupları oluşturulmalı ve bu kişiler bu gruplara yönlendirilmeli.

Basın, medya ve sosyal medya mağdurları değil failleri teşhir etmeli böylelikle mağdur kişinin toplum içerisinde kendisini daha fazla kötü hissetmesine engel olunmalıdır."

Uzm. Psk. Sibel Deniz Toledo Falay sözlerini "Şunun altını kalın harflerle çizmek isterim ki şiddetin sebebini anlamaya çalışmak şiddeti mazur göstermek demek değildir. Ancak bir problemi çözmek istiyorsanız önce problemi yaratan nedenleri ortaya çıkararak bu nedenleri ortadan kaldıracak önlemler almanız doğru ve kalıcı bir yol olacaktır." diyerek bitirdi.

Alerjiden Korunmak İçin Sağlıklı Beslenmek Gerekiyor

Son dönemlerde, çocuklarda görülen alerjik hastalıkların hızla arttığı belirtiliyor. Özellikle dengesiz beslenme ve kalitesi bozulmuş gıdalar, alerjik hastalıkların artmasının nedenleri arasında gösteriliyor.

Alerjik hastalıklardan korunmak için sağlıklı beslenmenin önemine dikkat çeken Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, Mart ayının Amerika'da 'Sağlıklı Beslenme Farkındalık Ayı' olarak kutlandığını söyledi. Topluma, Mart ayı boyunca sağlıklı ve doğru beslenmenin önemi ve metotları ile ilgili eğitimler ve seminerler verildiğini belirtti.

Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony sağlıklı beslenmeyi şöyle anlattı: 'Vücudun ihtiyacı olan besin öğelerini, vitamini ve mineralleri vücuda uygun bir şekilde almak gerekir. Çünkü besinler anne karnında başlayarak büyümeye, zekâ gelişimine, sağlığa, bağışıklık sisteminin düzenli çalışmasına, hastalıklar ile basa çıkabilmeye yarayan, bütün enerjiyi ve ihtiyaçları karşılar. Tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat, 2500 yıl önce 'Besinler ilacınız, ilacınız besininiz olsun' sözleriyle, besinlerin sağlıklı olmamız için önemine değinmiştir.

Hormonlu Gıdalar Alerjiye Neden Oluyor

Özellikle günümüzde eskiye nazaran toksinli, hormonlu ve katkı maddeli gıdaların tüketildiğine değinen Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, savunma sistemini oldukça olumsuz etkileyen bu durumun, Alerji başta olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkardığını söyledi.

Çocukları Alerjiden Korumak İçin Tavsiye Edilen Sağlıklı Beslenme Önerileri;

• -Anne adayının, hamilelikten başlayarak, emzirme dönemi de dâhil olmak üzere sağlıklı ve dengeli beslenmeli,
• -Bebeği ilk 6 ay sadece anne sütüyle besleyin. Bir bebek için anne sütünün üstüne bir başka gıda yoktur,
• -Kendi beslenme şeklinizle çocuklarınıza iyi bir örnek oluşturun, çünkü onlar sizden gördüklerini yaparlar,
• -Çocuğunuza bol bol su içirin: Su en sağlıklı içecektir,
• -Mümkün olduğunca bol taze meyve ve sebze tüketin. Çocukların hastalıklara karşı daha dirençli olmaları ve sağlıklı gelişimleri için her gün en az 5 porsiyon taze sebze veya meyve tüketmeleri önerilmektedir,
• -Mevsiminde üretilen sebze ve meyveler tercih edilmelidir,
• -Mümkünse lokal olarak üretilmiş sebze ve meyveler tüketilmelidir,
• -Çocuğun beslenmesinde çeşitliliğe özen gösterilmelidir, çünkü̈ karbonhidratlar, proteinler, yağlar, vitaminler ve mineralleri tek bir besin ile sağlamak mümkün değildir, farklı türde tüketilen gıdalara ihtiyaç vardır,
• -D vitamini savunma sistemi için olmazsa olmaz vitaminlerden biridir, bu nedenle mutlaka D vitamininden zengin; balık, tereyağı, yumurta ve süt ürünlerini dengeli tüketin,
• -Yemeklerinizde her zaman için zeytinyağı kullanmalısınız,
• -Hazır gıdalardan, fabrikadan çıkmış, paketlenmiş yiyeceklerden uzak durmak gerekir, hazır yiyecekler özellikle alerjik çocuklar için oldukça zararlı olan katkı maddelerini içerir,
• -Her yaşta olduğu gibi çocuklarda da şişmanlık önlenmelidir, fazla kilo savunma sisteminin fonksiyonlarını olumsuz etkiler,

30 Temmuz 2016 Cumartesi

Tatil Öncesi Cildinizle ilgili Bilmeniz Gereken Gerçekler

Güneş ışığının bedenimiz üzerinde pek çok faydası olduğu gibi bazı zararı da var. Özellikle yaz tatilinde, bol bol güneş banyosu yaparken, güneşin zararlı etkilerini engelleyecek önlemler almak gerekiyor.

Güneşin olası zararlarını ve cildin nasıl korunması gerektiğini çoğu insan bilmiyor. Elbette güneş ışığı D vitamini üretimini uyarır ve ayrıca sedef gibi bazı deri hastalıkları üzerinde son derece faydalı bir etkisi vardır. Fakat diğer yandan, kontrolsüz bir şekilde güneşlenmenin, başta cilt yaşlanması, kırışma, deri kanserleri ve hatta alerjik reaksiyonlar gibi bir dizi sorunları da beraberinde getirir. Bu sebeple bu tarz sorunlar yaşamak istemiyorsak, güneşten korunmak birincil kural.

Güneş cildi yaşlandırır, cilt lekelerini artırabilir

Cildin yaşlanma süreci, cilt katmanları olan dermis ve epidermisde gözlemlenir. Ayrıca cilt alt dokusundaki yağlanma ve hacim azalır, bu da genel esnekliğin de azalmasına neden olur. İşte güneş ışığı yani ultraviyole radyasyona maruz kalmak, ince ve ya derin kırışıklıkların artmasına, düzensiz pigmentasyon nedeniyle kahverengi ve kırmızı lekelerin çoğalmasını tetikler.

Güneş kremlerinin mutlaka kullanılması gerekiyor

Kısaca cilt yaşlanma sürecini hızlandırır. Bu olay aslında cildimizin kendini korumak için yaptığı bir savunma mekanizmasıdır. Bu mekanizmayı bozmamak ve cilde iyi bakmak gerekiyor. Hemen herkes artık, öğle saatlerinde güneşe çıkmaması gerektiğini, kıyafet seçimlerini sentetik olmayan pamuklu ürünlerden yana kullanmaları gerektiğini biliyor. Ayrıca koruyucu yüksek faktörlü, içeriğinde parfüm gibi lekelenmeyi artıracak malzemeler olmayan güneş kremlerinin mutlaka kullanılması gerekiyor. Güneş kremlerinin koruyucu etkisini yaşamak için, güneşe çıkmadan 15 dakika evvel sürmenizi öneriyorum.

Yüzünüzü güneşten koruyun

Yaz mevsimi sonrasında, ciltlerinde oluşan lekelenmeler için kliniklerimize çok fazla hastamız gelir ve gerekli tedavi süreçlerini başarıyla uygulanır. Fakat bu tarz sorunları yaşamamak için önlem almak gerekiyor. Burun üstü ve dudak bölgesi en fazla ihmal edilen yüz bölgesidir. Diğer alanlara göre daha ince bir yapıları vardır. Yüzünüze yüz için üretilmiş güneş kremlerini ve dudaklar için da yüksek korumalı dudak koruyucularını kullanabilirsiniz. Güneş banyosu sonrasında, cildinizi illaki nemlendirin, bol su için. Hatta yüzünüzü kapatarak güneşlenmeniz yaşlanma süreci ve lekelenme gibi sorunların büyük ölçüde önüne geçmenize fayda sağlayacaktır. Örümcek Ağı kremi bu süreçte cildinize büyük bir nemlendirme takviyesi yapacaktır. Sabah akşam aksatmadan kullanmanızı öneriyorum.

Botoks, dolgu ve Örümcek Ağı estetiği

Yaz tatilinize çıkmadan evvel, kırışıklıkların önüne geçebilmek için özellikle botoks, dolgu gibi anında etki eden medikal uygulamaları öneriyorum. Ayrıca ameliyatsız Örümcek Ağı estetiği de cildinizde kolajen artışına destek olabilecek ve kırışıklıkları engelleyip, var olanları yok edecek, son derece etkili bir uygulamadır.

Zayıflama İsteği İle Gelen Yeme Bozukluklarına Dikkat

Son yıllarda zayıflığın fiziksel güzellikle özdeşleştirilmesi, özellikle kadınların şişmanlıktan korkarak ince bir vücuda sahip olmak için pek çok yönteme başvurmasına neden oluyor. Bu nedenle toplumda hızla artış gösteren anoreksiya nervoza ve bulimiya nevroza gibi yeme bozuklukları hayati tehlikeye yol açabiliyor. 

Memorial Hizmet Hastanesi Psikiyatri Bölümü'nden Uz. Dr. Cennet Yıldırım, yeme bozukluklarının psikolojik etkileri ve alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi.

Genç kızlar daha çok etkileniyor
Anoreksiya nervoza ve bulimiya nevroza yeme bozuklukları arasında en sık görülen hastalıklardır. Anoreksiya nervoza gençlerin ergenliğe uyum sağlamakta zorluk çektiği 14-15 yaş aralığında daha fazla görülürken,bulimiya nervoza ise 18-19 yaşlarında ortaya çıkmaktadır. Genç kızlarda erkeklere oranla 10 kat daha fazla görülen her iki hastalıkta da vücut kilosuyla ilgili olarak aşırı kaygılanma ve olağan dışı yeme davranışı yaşanmaktadır.

Çocuğunuzun kilosu dengesini ve davranışlarını gözlemleyin
Her yaşta yaşanabilmesine rağmen daha çok erken ergenlikteki kızların sorunu olarak görülen anoreksiya nervoza hastalığında ince bir bedene sahip olma isteği ve kilo almaktan aşırı korku oluşmaktadır. Beden algısı bozukluğu yaşayan anoreksiya nervoza hastaları sürekli kilo verip tehlike sınırlarına gelmelerine rağmen kendilerini şişman görür. Adet kesilmesinin genç hastalarda ortaya çıkan ilk belirtiler arasında olduğu unutulmamalıdır. Porsiyonlarını azaltan ve düşük kalorili besinleri tercih etmeye başlayan anoreksiya nervoza hastaları, ağır diyet ve egzersizlerin yanında su atıcı veya ishal yapıcı ilaçlar da kullanabilmektedir.

Yemek ziyafetleri yanıltıcı olabilir
Anoreksiya nervoza hastaları, farklı tarifler toplayıp yakınlarına yemek ziyafetleri çekebilirler. Yemek saklama davranışları da gözlemlenen hastalar, nadiren kontrollerini kaybedip tıkınırcasına yerler ve sonrasında pişman olarak kendilerini kusturarak yediklerini çıkartırlar. Yemekten sonra kilo almamak için kendini kusturma alışkanlığı daha çok bulimiya nevroza rahatsızlığında da görülür. Anoreksiya nervozadan farklı olarak kişi normal vücut ağırlığında ya da hafif kiloludur. Bulimiya nervoza hastalığının en belirgin özelliği uzun süren yeme kısıtlamasının ardından tıkınırcasına yeme krizlerinin gelmesidir. Yeme krizlerinin ardından kişi kendini suçlu ve depresif hissetmektedir. İshal yapıcı ya da su atıcı ilaçları da kullanan bulimiya nervoza hastaları sık sık kendilerini kusturdukları için ellerinin üzerinde nasırlaşma benzedi dokular oluşabilmektedir.

Mankenler ve sporcular da sık görülüyor
Anoreksiya ve bulimiya hastalıklarının gelişiminde birçok açıklama yapılmakla birlikte ortak uyarıcının diyet yapma davranışı olduğu vurgulanmaktadır. İnce bir vücuda sahip olmanın güzel görünmekle eşdeğer sayılması, beden imgesinin önemli olduğu mankenler, dansçılar ve sporcularda da yeme bozukluğu yaşanması riskini arttırmaktadır.

Tedavi edilmezse hayati risk yaşanabilir
Anoreksiya ve bulimiyanın yanında tıkınırcasına yemek veya aşırı gıda alımı da bedensel belirtilerin ön planda olduğu ciddi psikiyatrik hastalıklar arasında yer almaktadır. Yeme bozukluğu olan kişilerde kalp ritminde bozukluk, kusmalara bağlı yemek borusu hasarları, potasyum düşüklüğü, ishal yapıcı ve su atıcı ilaçlardan dolayı bağırsak hasarı ve böbrek hastalıkları görülebilmektedir. Bunun yanında aşırı zayıflamayla birlikte adet düzensizliği, kas kaybı, kansızlık, kemik erimesi ve diş minesinde bozulmalar yaşanabilmektedir. Ölümcül olabilecek sürece girilmeden önce tedaviye başlanması gerekmektedir.Yeme bozukluklarında hasta sadece psikiyatri değil aynı zamanda dahiliye, kadın hastalıkları ve doğum gibi diğer branşların da işbirliği ile takip edilmektedir.

Bu belirtiler varsa dikkat!

-Zayıf olunmasına rağmen katı diyet yapmak
-Çarpıcı kilo kaybı ve aşırı zayıflığı kabul etmemek
-Sık sık tartılmak ve vücut ağırlığındaki küçük değişikler nedeniyle endişelenmek.
-Çok az beslenilmesine rağmen, yemek yapmak ya da yemek tarifleri toplamak gibi sürekli yemek işleriyle ilgili zaman geçirmek.
-Yemek yemeyerek yediğine dair yalan söylemek.
-Görüntüsünü katı bir şekilde eleştirmek
-Diyet, su atıcı, iştah kapatıcı gibi ilaçları sık kullanmak
-Yemekten sonra kusmak

İyi giden ilişkiyi bozmanın 7 yolu!

Yaşadığınız ilişkiyi sağlıklı sürdürebilmek ya da bitirmek sizin elinizde. Çoğu zaman belki de farkında bile olmadan yaptığınız bazı davranışlar, ilişkinizi zehirleyebilir. Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, ilişkinizi zehirleyen ve kaçınmanız gereken yedi davranışı anlattı.

KURCALAMAYI BIRAKIN
Partnerinizle ilgili birşeyleri onun haberi olmadan karıştırmaktan vazgeçin. Bir ilişkiye en çok zarar veren şey güvensizliktir.

Kız arkadaşınızın e-mailini gizlice okumayın.
Erkek arkadaşınızın cep telefonunu karıştırmayın.
Sevgilinizin internetteki arama geçmişine bakmayın.
Sevgilinizin Instagram'da hangi fotoğrafları beğendiğini araştırmaktan vazgeçin.
Sevgiliniz Whatsapp'ta online mi Facebook'ta kime yorum yazmış, kim ona yorum yazmış takibinden vazgeçin.

Ayrıca, bir kadının çantasının asla karıştırılmaması gerektiğini de aklınızdan çıkarmayın.
Bir şey size ait değilse, uymanız gereken basit bir kural var: Ona dokunmayın.

Güvensizlik güvensizliği doğurur.
Şayet romantik ilişki yaşadığınız biri varsa, beraber olduğunuz bu kişiye güvenin. Sevgilinizin sizinle gönül eğlendirdiğini düşünüyorsanız ya da ona güvenmiyorsanız, yapmanız gereken şey bu ilişkiyi devam ettirmek için sizi motive eden şeyleri ve güven konusunu gözden geçirmek. Eski sevgililerinizin yaptıkları yanlışlar üzerinden, yeni sevgilinizi yargılamayın ve onu cezalandırmayın.

Partnerinizin arkasından işler çevirmeyin. Bu, sağlıklı bir ilişkide olmaması gereken ve sadece partnerizin size duyduğu güveni zedeleyemeye yarayacak bir davranış.

KISKANÇLIK YAPMAKTAN VAZGEÇİN
Partnerinizin beraber olduğu kişi sizsiniz, değil mi?

Partneriniz ne zaman bir akşamı arkadaşlarıyla dışarıda geçirmek istese ya da iş arkadaşlarından biriyle öğle yemeğine çıksa, kıskançlık yaparsanız, başka birinin olma ihtimali ortaya çıktığında sizinle sağlıklı bir iletişim kurma yolunu ona kapatmış olursunuz.
Gerçekten sakin olun.

Güvensizlik duygularınızı kontrol altında tutun. Sevgilinizi kıskanıyorsanız, sevgilinize onu kıskandığınızı söyleyin ve bunun nedenlerini açıklamayı deneyin. Bir ilişkide sağlıklı iletişim kurmanın çok büyük öneme sahip olduğunu siz de göreceksiniz.

KAVGALARINIZI SAVAŞA ÇEVİRMEKTEN KAÇININ
Bir tartışma anında sevgilinizin kişiliğine saldırı içeren cümleler sarf etmeyin. Bu tür sözler aranızdaki yakınlığa ve sevgiye büyük zarar verecektir.

Birbirinizin zayıf yönlerini ve birbirinize ait sırları biliyorsunuz.

Kızgınlığa kapılıp, kavga anında normalde söylemeyeceğiniz şeyleri söylemek çok kolaydır fakat bu asla kabul edilemez.

Tartışma konusu neyse onu anlamaya çalışın, birbirinizi dinleyin ve problemi beraberce çözmeye çalışın.

Birbirinizin hassas olduğu konuları biliyorsunuz.

Bunu bildiğiniz için sevgilinize ne söylerseniz onu incitirsiniz, bunun çok iyi farkındasınız ve bunu yapacak gücünüz de var ama asla bu gücü ona karşı kullanmaya kalkmayın.
Yaparsanız, ilişkinizde artık tamiri mümkün olmayan bir güven kaybına sebep olmuş olursunuz.

ESKİ KAVGALARINIZI, KIRGINLIKLARINIZI GÜNDEME GETİRMEYİN
İkinizin de kızgın olduğu bir anda, partnerinizin üç ay önce söylediği bir sözü şimdi gündeme getirmek, halihazırda yaşadığınız problemi çözmeye yardımcı olacak mı? Olmayacak.

Partnerinizin geçmişte sizi kızdıran bir dizi davranışını not edip, bunları sonradan ona karşı sürekli bir mermi gibi kullanmak sağlıksız bir davranış olmakla birlikte aynı zamanda ilişkinizi zehirleyecek nitelikte. Eski kavgalarınızı ısıtıp tekrar tekrar gündeme getirmeyin.
Unutun gitsin.

TEHDİT ETMEYİN YA DA ÜLTİMATOM VERMEYİN
Kişinin partnerine karşı duygusal terörizm uygulaması asla tasvip edilecek bir davranış değildir. Partnerinizi ayrılmak, boşanmak, tüm eşyalarını camdan aşağı atmak, intihar etmek, adam öldürmek, ortak arkadaşlarınıza sizin ne kadar kötü biri olduğunuzu anlatmak ya da bunlara benzeyen tehditlerle esir almayın.

Bunu gerçekten yapmayın. Eğer bu tehditler size yapılıyorsa da tahammül göstermeyin ve ilişkinizi bitirin.

KİRLİ ÇAMAŞIRLARINIZI SOSYAL MEDYAYA SERVİS ETMEYİN
Twitter'da gerçekten biraz safça biraz da saldırganca yapılan aşkın acı çekmek olduğu ya da hayatın hiç adil olmadığı gibi konularla ilgili statü yenilemelerine ya da bazı imalı mesajlara hiç gerek yok.

Mesajlarınızın muhatabı olan kişi dahil herkes sizin kimden bahsettiğinizi anlıyor.
Sizi üzen bir konu varsa, bunu direk sizi üzen kişiye söyleyin.

O nedenle, sosyal medyaya kirli çamaşırlarınızı servis etmekten vazgeçin. Bunun yerine enerjinizi sevdiğiniz insana olan sevginizi göstermek için harcayın.

SEVGİLİNİZİN HAYATTA İHTİYAÇ DUYDUĞUNUZ TEK ŞEY OLDUĞU DÜŞÜNCESİNDEN VAZGEÇİN
Birini hayatta ihtiyacınız olan her şey gibi görmek, ona böyle bir önem atfetmek çok güzel, çok romantik, çok şiirsel ama gerçekte durum böyle olsaydı, sonuç felaket olabilirdi. Çünkü tüm mutluluğunuzu hayattaki en kırılgan ve değişken bir varlığa bağlamış olacaktınız; yani başka bir insana.

Çiftlerin birbirlerinde boğulmamaya dikkat etmeleri gerekir. Tüm mutluluğunuzun kaynağı olarak bir kişiyi görmek gerçekçi ve adil olmamakla birlikte aynı zamanda tehlikeli de. Başka bir kimsenin omuzlarına bundan daha büyük bir yük yükleyemezsiniz.

Partnerinizin de sizin de ilişkiniz dışında başka ilgi alanları ve ayrı hayatları olsun. Aynı şeyleri sevmek zorunda değilsiniz. Neden öyle olsun ki? Birinin bir şeyi sevmesini aynı şeyi sevmeden de takdir edebilirsiniz.

Ortak ilgi alanlarınız ve isteklerinizin olması ilişkiniz için önemli olsa da, her şeyi beraber yapmak zorunda değilsiniz. Siz kimseniz o olmaya devam edin, zaten partnerinizin aşık olduğu haliniz de o halinizdir.

Vajinismus hakkındaki en yaygın 9 yanlış inanış

Kadınlarda görülen cinsel fonksiyon bozukluklarından biri olan "vajinismus" hakkında o kadar çok yanlış inanış var ki bunlar tam da evlilik sezonunda genç hanımların kabus yaşamasına neden olabilir. Bu durum ilişkiye gireceğiniz varsa da girmenize engel olabilir.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, vajinismus hakkındaki en yaygın dokuz yanlış inanışı ve doğruları anlattı.

VAJİNİSMUSU OLAN KADINLAR FRİJİDTİR!
Bu tanım, cinsel soğukluk - cinsel isteksizlik anlamına gelen, kırıcı bir terimdir. Vajinismus olan çoğu kadının cinsel istek konusunda sorunu yoktur. Seks esnasında acı duyan ve rahatsız olan bir kadının, cinsellikten kaçınması doğaldır.

VAJİNİSMUS ZAMANLA DÜZELİR!
Vajinismus, kendiliğinden düzelmez. Tedavi olmayı gerektirir. Erken tedaviye başlanması, sonucun daha çabuk alınmasını sağlar. En kötüsü bu durumu kabullenerek yaşamaya devam etmektir ya da çoğunluğun kendisi gibi olduğunu düşünmektir.

KENDİNİ ZORLAYARAK DA OLSA DENEMEYE DEVAM ETMEK GEREKİR!
Ağrı ve rahatsızlık varken ilişkiye girmeye çalışmak, sadece durumu daha da kötü yapar. Zorlamanın yararı yoktur. Tedavi sürecine girene kadar cinsel ilişki denemesi yapmamak gerekir.

VİTAMINLER, GEVŞEME, ALKOL, CİNSEL İÇERİKLİ FİLM İZLEMEK VAJİNİSMUSU TEDAVI EDER!
Bunların hiçbiri vajinismusu tedavi etmez. Ancak ana tedaviye destek olabilir.

SEKS SIRASINDA AĞRI OLMASI, BEKLENEN BİR DURUMDUR!
Belki ilk cinsel ilişkide biraz rahatsızlık duyulabilir ama devam eden ağrılı cinsel birliktelik normal değildir, tedavi gerektirir.

VAJİNANIN DAR OLMASI VAJİNİSMUSA YOL AÇAR!
Vajinismusta, vajinal kasların istemsiz kasılması söz konusudur. Bu durum, cinsel ilişkiyi imkansız kılar. Normal bir kadında, vajina fiziksel olarak ilişkiye engel olmaz ve esneme kapasitesine sahiptir.

VAJİNİSMUS TEDAVİ EDİLEMEZ!
Tamamiyle yanlış, vajinismus yüksek oranda tedavi edilebilir.

CERRAHİ MÜDAHALE SORUNU ÇÖZEBİLİR!
Vajinismusu tedavi edecek cerrahi bir uygulama yoktur. Tedavi ancak bir program dahilinde yapılabilir. Nadiren cerrahi müdahale gerektirebilecek durumlar olsa da bunlar çok nadirdir.

VAJİNİSMUSLU KADINLAR GEÇMİŞTE CİNSEL İSTİSMARA UĞRAMIŞLARDIR
Vajinismusun altında yatan fiziksel ve duygusal pek çok sorun olabilir. Cinsel istismar bunlardan sadece biridir.

29 Temmuz 2016 Cuma

Sağlıksız duruş kronikleşmeden önüne geçilmeli

Duruş bozuklukları ve uzun süre sabit pozisyonda hareketsiz kalmak boyun ve bel bölgesinde ağrılara neden oluyor. 

Omurga ve omurga çevresi kaslarında oluşan zorlanmanın dokunun dayanma kapasitesini aşması ile doku hasarına neden olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof Dr. Semih Akı; "Uzun süreli sabit ve kötü duruşta çalışmak boyun çevresindeki kasların zorlanmasına, gerilmesine ve kas yorgunluğuna yol açar. Bu sorun ilerleyen dönemde bölgesel kas ağrısı sendromuna neden olabilir" dedi.

Yapılan araştırmalara göre bölgesel kas ve boyun ağrıları en sık görülen ve tedavi edilmediğinde kronikleşip yaşam kalitesini bozan hastalıklar arasında yer alıyor. Bu ağrıların en çok 30-49 yaş arası kadınlarda görüldüğünü söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Semih Akı; "Birçok kişi çalışırken omuzlar düşük, baş öne uzatılmış ve sırt kamburlaştırılmış pozisyonda bilgisayar kullanıyor. Bu da boyun, omuz arkası ve kürek kemiği çevresindeki kaslarda ağrılı, sert ve hassas noktalar gelişmesine neden oluyor" dedi. Prof. Dr . Semih Akı, boyunda hareket kısıtlılığı ve tutukluk, kollarda güçsüzlük, çabuk yorulma ve baş ağrısına neden olabilen bu durumun miyofasial ağrı sendromu gelişimi için ciddi bir risk faktörü olduğunu söyledi.

Çalışırken dik oturulmalı
Uzun süre sabit pozisyonda, sırtı desteklemeden, gövdeden öne eğilerek ve başı gövdeden öne uzatarak gelişen "Yuvarlak sırt duruşu"na çalışma ortamında çok sık rastlandığını belirten Prof. Dr. Akı, "Bu duruşun neden olduğu kamburluk ancak dik durmaya çalışmakla düzelir. Duruş bozukluğu ve hareketsiz kalmaya bağlı göğüs, boyun ve kürek kemiği kaslarının esneklik kaybı, boyun ve sırt arkası kaslarının zayıflığı bu duruşa yol açar" dedi.

Uzun süreli hareketsiz kalmanın solunum ve dolaşım sistemi yetersizliğine ve fiziksel kondisyon kaybına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Akı, "Hareketsiz kalmak bel ağrılarının en sık görülme nedenidir. Aynı zamanda bel ağrısı kişinin günlük aktivitesini bozar ve tedavi edilmediğinde kronikleşebilir" dedi.

Günde 20 dakika egzersiz alışkanlık haline getirilmeli
Oturuş sırasında duruşa dikkat edilmemesi ve yanlış duruşun alışkanlık haline gelmesinin omurgada bozukluklara neden olabileceğini anlatan Prof. Dr. Akı; "Yapısal olmayan bu bozukluklar; duruş egzersizleri, germe ve esneme egzersizleri ile boyun-sırt- bel ve karın kaslarının güçlendirilmesini sağlayan fizik tedavi ile düzelebilir. Ama sonrasında bu egzersizlerin günlük yaşantıda bir alışkanlık haline getirilmesi çok önemlidir" diye konuştu.

Hareketsiz kalmanın yol açabileceği kondisyon kaybını önlemek için yüzme, bisiklete binme, yürüyüş gibi egzersizlerin yapılabileceğini belirten Prof. Dr. Akı "Bu egzersizlere günde 20 dakika ile başlanıp, her hafta bu süreye 5 dakika ekleyerek ideal süre olan haftada 3-5 gün, 30-45 dakikalık egzersiz kapasitesine ulaşılabilir" dedi.

Herkes detoks yapmak zorunda mı?

Son yılların en çok konuşulan ve her gün tarif üzerine tarif yazılan diyet konusu detoks. Peki gerçekten herkes detoks yapmak zorunda mı? Kimlerde detoks gerçekten işe yarar ve gerçek detoks nedir? Diyetisyen & Yaşam Koçu Gizem Şeber merak edilen soruları yanıtlıyor.

Karaciğerimiz en büyük detoks organımız. Çünkü birçok toksin madde yağlarda çözünür durumda vücudumuzda tutuluyor ve bunları suda çözünür hale getiren karaciğerimizde düzenli olarak işleyen vücudumuzun kendinden sahip olduğu detoks sistemi. Toksinler suda çözünür hale geldikten sonra vücuttan kolayca uzaklaştırılabiliyor. Toksinleri vücudumuzdan ne kadar hızlı attığımızı belirleyen ise vücudumuzda detoks sağlayan enzimlerin ne hızda ve ne kadar etkin çalıştığı. Sitokrom P450, süperoksit dismutaz ve glutatyon sistemleri bedenimizi artık ve zararlı öğelerden temizleyen ve aslında ne hızda yaşlandığımızı ve kanser gibi DNA hasarı ile ilişkili hastalıklara yakalanma riskimizi belirleyen önemli enzim sistemleridir. Bu sistemlerin ne kadar etkin çalıştığını belirleyen ise genlerimizdir. Genlerimizin yapısı detoks durumumuzu ve yatkınlıklarımızı söyler.

Sitokrom P450 enzim sisteminde bir genotipte olanların mangalda pişen et tüketimi kansere yakalanma riskini arttırırken, diğer genotipte kahve meme kanserine karşı koruma sağlar. Bu bilgiler, uzun zamandan beri sürdürülen farklı bilimsel araştırmalar ile kanıtlanmış ve desteklenmektedir. Örneğin bu enzimin genetik kodlanmasından sorumlu gen AA genotipinde ise mangalda et tüketiminin azaltılması ve antioksidan meyve-sebze tüketiminin arttırılması gerekir. Yine bilimsel çalışmalar göstermiştir ki; CC genotipinde olan kadınlarda günde 3 kupaya kadar kahve tüketimi meme kanserine yakalanma riskini düşürmektedir. Yine epoksit hidrolaz isimli vücudumuzdaki toksinlerin aktive edilmesi ile ilgili bir enzimdir. TT genotipinde olanların kansere yakalanma riski diğer kişilere göre belirgin şekilde fazladır.

HERKESİN DETOKSU KENDİNE ÖZEL!
Vücudundaki detoks sistemleri genlerine bağlı yavaş çalışan kişilerin antioksidan tüketimine çok daha fazla özen göstermesi gerekir. Günlük sebze ve meyve tüketiminin arttırılması dışında karnabahar, brokoli, lahana, soğan ve sarımsak gibi besinleri daha sık tercih etmeli, pişirme yöntemlerini ızgara ve mangaldan haşlama ve fırında pişirmeye çevirmelidirler. Eğer bu kişiler sigara veya alkol kullanıyor ise ek antioksidan takviyesi kullanmaları da gerekir.

Özetle herkes nasıl kendine has ve biricik ise detoks ihtiyacı da öyledir. Bu nedenle piyasada detoks için satılan sular veya verilen tarifler herkes için aynı etkiyi göstermeyecektir. Detoks sistemleri yavaş çalışan kişilerin uzun dönemli ve kalıcı detoks stratejileri belirlemeleri gerekir. Üç beş günlük öneriler sonuç getirmeyecek ve kronik hastalık riskini uzun dönemli azaltmayacaktır.

DETOKS ENZİMLERİM NASIL ÇALIŞIYOR?
Detoks enzimlerinizin ne kadar aktif çalıştığını öğrenmek için genetik test yaptırabilir ve sonuçlarını diyetisyeniniz ile değerlendirebilirsiniz.

BİLİNÇSİZ YAPILAN DETOKSLAR SAĞLIĞINIZI ÇALABİLİR!
Diüretik ve laksatif etkili çaylarla ve sadece sebze-meyve tüketimi ile sürdürülen detoks programları hem kısa hem de uzun dönemde sağlık sorunlarına neden olabilir.
Kısa sürede kan şekerinin aşırı düşmesine bağlı olarak yorgunluk, halsizlik, agresyon ve mutsuzluk yaratabileceği gibi uzun dönemde kalp kasının zayıflamasına ve ani ölümlere yol açabilir.

Vücudu toksinlerden temizlediğine dair herhangi bir bilimsel veri yoktur. Çoğunlukla da hızlı kilo vermek için kullanılmaktadır. Ancak çok düşük kalorili diyetler sınıfına giren detoks diyetleri vücuttan su ve kas kaybına yol açar. Yağ kaybı sağlamaz.

Birçok bilim otoritesi detoks programlarının yapılmaması gerektiğini, kişi yapmayı tercih ediyor ise 3 günden fazla sürmemesi gerektiğini açıklamaktadır.

DOĞRU DETOKS VAR MI?
• Günde 2-3 litre su tüketimi
• Eğer hipotansiyon ve mide problemleri yok ise 2-3 kupa yeşil çay tüketimi
• Günde 3-5 porsiyon taze sebze ve meyve tüketimi
• Sigara kullanılıyor ise doktora sorarak C vitamini takviyesi kullanılması
• Kronik alkol tüketimi var ise doktora sorarak B vitamini takviyesi kullanımı
• Sebze olarak koyu yeşil yapraklıların ve lahanagillerin daha sık tercih edilmesi
• Meyve olarak kırmızı-bordo-turuncu meyve ve sebzelere yer verilmesi

Antibiyotikler obeziteye neden oluyor

Antibiyotiklerin gereğinden fazla kullanımı nedeniyle dünya antibiyotiklere dirençli bakterilerle savaşırken, diğer yandan antibiyotiklerin bir zararına daha vurgu yapıldı. Yeni yapılan bir araştırmaya göre tekrar eden antibiyotik kullanımı astım riskini artırıyor.

Antibiyotiklerin bağırsak florasını değiştirdiğini, bu değişikliğin ise astımdan, kansere, şişmanlıktan, diyabete, depresyondan, enfeksiyon hastalıklarına kadar bir çok soruna neden olduğu bildirildi. Finlandiya'nın Helsinki Üniversitesinde ocak ayında yapılan bir araştırmada, iki yaşından önce tekrar eden antibiyotik kullanımının, bağırsak florasında değişiklikler yaptığını, çocuklarda hem astım hem de obezite riskini arttırdığını ortaya koydu.

ANTİBİYOTİK KULLANIMI BAĞIRSAK FLORASINI DA BOZUYOR

Çocuk Sağlığı Hastalıkları, Çocuk Alerji ve İmmunoloji Uzmanı Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, son dönemlerde yapılan araştırmaların insan vücudunda milyonlarca mikrop olduğunu ortaya koyduğuna dikkat çekti. Antony, "Mikrobiyomu oluşturan bu mikroplar, vücudumuzun her yerinde; içinde ve dışında bulunuyor.

Bu mikroplar bakteri, virüs ya da mantar türlerinde olabiliyor. Her bir organın taşıdığı mikrop sayısı ve kombinasyonu birbirinden farklı olduğu gibi, sağlıklı insanda bir denge içerisinde bulunuyor. Mikrobiyomdaki mikroplar arasında ki bu dengenin bozulması hastalıklara neden oluyor ve hastalıklarda, mikrobiyomun dengesini değiştirebiliyor. Antibiyotik kullanımının ise mikropları öldürdüğü için bağırsak florasını bozduğu ve birçok hastalığa neden olduğu görülüyor." dedi.

İKİ YAŞINDAN ÖNCE ANTİBİYOTİK KULLANIMI BAĞIRSAK YAPISINI DEĞİŞTİRİYOR

Doç. Dr. Antony, yapılan araştırmalarla desteklenen ve iki yaşından önce tekrar eden antibiyotik kullanımının, bağırsak florasında bir yılı aşkın süren değişiklikler yaptığını vurgulayarak, çocuklarda hem astım hem de obezite riskini arttırdığını söyledi. Test sonuçlarından emin olduktan sonra antibiyotik tedavisinin başlamasını, aksi takdirde faydadan çok zarar verebileceğini ifadelerini kullandı.

Çocuk Sağlığı Hastalıkları, Çocuk Alerji ve İmmunoloji Uzmanı, son dönemlerde özellikle Amerika ve Avrupa'da bu konuda birçok çalışmanın yapıldığını, insan vücudu ile ilgili birçok şaşırtıcı ve heyecan verici bilgi elde edildiğini ifade etti.

Sizin Flörtünüz Hangi Türden?

Uzm.Psikolog Evlilik ve Aile Terapisti Gamze Eser tüm flört edenlere ışık tutacak çok özel açıklamalarda bulundu. 

''Flört dönemi çiftlerin birbirlerini tanımaları için vardır. Üç farklı flört türü olduğunu düşünüyorum;

-Evlenmek amacıyla bir arada olanlar,
-Flörte başlarken bu niyet olmasa da bir süre sonra adını koymak gerekir deyip yüzük takanlar,
-Flörtü evlilikle ilişkilendirmeden yaşayanlar.

Evlilik öncesi dönem ne kadar şeffafsa ilişki o kadar sağlıklı bir temele sahip olur. Büyü bozulmasın, hayaller yıkılmasın diye her şeye tamam diyen gelin ya da damat nikahtan sonra bir canavara dönüşebilir.

Flört dönemi çiftlerin birbirlerini tanımaları için vardır

Üç farklı flört türü olduğunu düşünüyorum;
-Evlenmek amacıyla bir arada olanlar,
-Flörte başlarken bu niyet olmasa da bir süre sonra adını koymak gerekir deyip yüzük takanlar,
-Flörtü evlilikle ilişkilendirmeden yaşayanlar.

Evlenmek amacı aşikarsa birey olduğu gibi davranmak yerine rol yapmayı, gizlemeyi tercih edebilir. Belki kendisi gibi olmaya cesaret edebilse yine kabul görebilir ama bu riske girmez.

Özellikle uzun süren flörtlerde ailelerin ve çevrenin baskısı ile söz, nişan, nikah yolu açılınca davranış ve tutumlarda ciddi bir değişim olmazsa sağlıklı bir evlilik mümkün görülebilir. Bu tür durumlarda iki taraf da birbirini iyi tanıdığı için başka biriymiş gibi davranma şansları pek olmaz.

Evlilik öncesinde uyulması gereken prosedür niyetlerinin ciddiyetini sorgulayan birer sınavdır aslında.

Evlilik amacı olmayan ilişkilerde şeffaf, doğal, kendi gibi olmak daha kolay sanırım. Neysen osun. Partnerin de neyse o. Yarın ne olacağı belirsiz. Herkes yoluna da gidebilir, sonsuza kadar mutlu mesut yaşanabilir de. İşte bu tür ilişkilerde alınan evlilik kararı iki tarafın ortak kararıysa ve çevre, aile baskısıyla alınmamışsa şahane bir evlilikle sonuçlanabilir.

Flört türünüzü seçin; evlilik amacıyla flört ediyorsanız ve partnerinizi önceden tanımıyorsanız nikahtan sonra bambaşka biri ile evlendiğinizi düşünebilirsiniz. Bu süreçte gizlenen huylar, tutum ve davranışlar bir anda ortaya çıkabilir ve hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz.

Evlilik ağır bir kelime. Bir amaç olduğunda ona ulaşmak için her yol mübah görünebilir. Oysa bir başlangıç; iki kişinin biz olması, yola birlikte çıkmaları anlamına geliyorsa bir amaç olmaktan çıkıp sanat haline gelir.

Sözün özü; flört evresinde şeffaf olmak şart. Siz olamıyorsanız nişanlınızdan da böyle bir beklentiniz olmasın. "Evlenmezsek de birlikte olabilir miyiz?" Sorusuna vereceğiniz cevap samimiyetinizin göstergesi olacaktır.

Uzman Psikolog & Aile Danışmanı Gamze Eser

Çocuğum Kendini Keşfediyor


 VEKA MEDYA
VEDAT KIZIL | VEKA MEDYA YAYINCILIK | GENEL YAYIN MD. | BEYLİKDÜZÜ- İSTANBUL | 

---------- Yönlendirilmiş ileti ----------
Gönderen: VEKA MEDYA <no-reply@blogger.com>
Tarih: 5 Şubat 2016 10:08
Konu: [NET DERGİM] Çocuğum Kendini Keşfediyor
Alıcı: vedatk78@gmail.com


Acıbadem Ankara Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Reyhan Erol, çocukların cinsel kimliklerini keşfetme süreçlerini anlattı.

Çocukların cinsel kimliklerinin oluşum sürecini doğdukları andan itibaren başladığını belirten Uzman Dr. Reyhan Erol, ailelerin kız ya da erkek çocuğu istemelerinden dolayı verdikleri isimler ile doğar doğmaz karakter yükleyebildiklerinin altını çiziyor.

"Ailenin tutumu cinsel kimliğin gelişmesini etkiliyor"

Cinsel kimliğin doğru ve sağlıklı bir şekilde gelişmesi için ailelerin çocuklarını bulundukları cinsiyete uygun şekilde sevmesi ve hitap etmesi gerekir. Örneğin, erkek çocuklarına topuklu ayakkabı giyemeyecekleri, ruj süremeyecekleri, makyaj yapamayacakları düzgün bir dille anlatılmalıdır. Gerçekten erkek figürü olabilecek karakteri taşıması gerekmektedir. Aynı şey kız çocukları için de geçerlidir. Kız çocuklarına da erkek gibi davranılırsa bir süre sonra erkek olduğu hissiyatına kapılabilir. Bu da cinsel kimliğin oluşmasında farklı sonuçlara yol açabilir. Cinsel kimliğin oluşması sürecinde kız çocuğu olduğunu hissederse cinsel kimliği ile ilgili ciddi bunalımlara girebilir.

" Tuvalet eğitimi çocuklarda cinsel kimliğin oluşumunda büyük bir etken"

Doğduğu andan itibaren kendini geliştiren cinsel kimlik, tuvalet eğitimi sırasında şekillenmeye başlıyor. Çocuklar iki farklı cinsiyeti de bu süre zarfında sordukları sorular ile daha net tanımaya çalışıyor. Bu dönemde uzuvların farklılıkları algılandığı için onları keşfetmek kimi zaman hoşlarına da gidebiliyor. Bu süreçte ailelerin çocukların kendilerini keşfettikleri dönem ile ilgili söylemlerini yanlış anlamamaları ve aşırı tepki vermemeleri gerekmektedir. Cinsel kimliğin ilk şekillendiği dönem olduğu için çocuklar kendilerini rahatça ifade etmeleri sağlanmalıdır. Çocukların kendilerini rahatça ifade etmesi sağlanmaz ise bu dönemde geçirdikleri kaygıları ileriki yaşlarda daha farklı sonuçlar ile ailelerin karşısına çıkacaktır.

" Sorulara cevap vermekten çekinmeyin!"

Kız çocukları kız, erkek çocukları erkek olduklarını farkına varsınlar diye sordukları sorulara net, anlaşılır bir dille yanıt vermek gerekmektedir. Örneğin o neden kız? O neden erkek? Ben neden kız ya da erkek değilim? Soruları ile karşı kaşıya kalınabilir. 6-7 yaşlarında biraz daha cinsel kimliğini oturtmuş bireyler olmalarını sağlamak açısından sordukları sorulara önyargısız yanıtlar vermek önemlidir. "Ayıp" "Yasak" gibi kelimeler ile onları ileride sorabilecekleri sorulara karşı küstürmemek gerekmektedir.

"Çocuk soruları kime yöneltirse o ebeveyn cevap vermelidir"

Aileler çocukları ile cinsel kimlikleri üzerinde konuşmaktan çekinebiliyorlar. Örneğin bir kız çocuğu babasına "Ben nasıl oldum?" sorusunu yönelttiğinde babalar sorunun cevabını vermek için anneye yöneltebiliyor. Bu çocukların bire bir ilişkilerine zarar vermektedir. Soruyu kime yönelttilerse o cevabı ondan almak isteyeceklerdir. Bunun sebebi ise aynı soruyu anneye de sorduklarında alacakları tepkileri kıyaslamak olabilir ya da keşfetme sürecinde tüm bilgileri toparlamak isteyebilir.

"Cinsel kimliği keşfederken ki hareketlerini yargılamadan, tepki vermeden yaklaşın"

Ailelerle sıklıkla karşılaştığımız sorun kendilerini keşfetme süresinde gösterilen hareketlere ne tepki vermeleri gerektiği yönünde oluyor. Hücrelerini keşfeden ve onunla ilgili sorular soran çocuklar genellikle yer mekân olgusu oluşmadan kontrol edilemez davranışlar gösterebilmektedir. Böyle olaylarla karşılaşıldığında ailelerin sakin olması bir süreliğine çocukları kendi hallerine bırakmaları ya da ilgilerini başka şeylere çekerek dikkat dağıtmaları gerekmektedir. Yüksek sesle ve azarlayarak gösterilen tepkiler çocuğun psikolojik hatta fizyolojik gelişiminde risk oluşturmaktadır. Bizler de bu tepkileri kontrol edemeyen tüm ailelere ilkel bir yaklaşım olacağını vurgulamaya çalışıyoruz.
Kreş çağı çocuklarında sıkça rastlanan cinsel kimliği keşfetme süreci diğer çocukların da ilgisini o yöne çekeceği yönünde algılandığını belirten Erol eğitimcileri de uyarıyor; " Öğretmenler de en az anne babalar kadar kimlik gelişiminde etkin rol oynamaktadır. Bu tip durumlar gözlemlendiğinde aile ile bir araya gelinip ortak bir yol haritası çizilmeli gerekli durumlarda uzmanlardan yardım alınmalıdır. Öğretmenlerin bu tip eğilimleri iyi gözlemleyebiliyor olması ve aileleri bilgilendirmesi gerekmektedir. Aile ile öğretmenin ortak bir dil oluşturması cinsel kimliğini keşfetmesi ve kendini tanımasına yardımcı olacaktır".

Yılların değişmeyen sorusu: Kaç cm olmalı?

Erkek genital estetiği denilince ilk akla gelen penis büyütme ameliyatları oluyor. Bu operasyonların ayrıntısını, cinsel hayata katkısını ve yılların değişmeyen sorusunun cevabını Op. Dr. Bülent Cihantimur yanıtlıyor

"Erkek cinsel organı deyince aklımıza ilk olarak Antik Yunan mitolojisinde var olan ve bizim topraklarımızda pek çok heykelciği bulunan tanrı Priapos geliyor. Priapos'un uzun ve sürekli dik duran penisi, bereketi, üremeyi sembolize eder. Yüzyıllardır bu böyle devam ediyor, erkekler, penis boyutuna önem veriyor ve kadınlar da aynı şekilde… Çünkü insanoğlu içgüdüsel varlıklardır.

Yaşlanmayı durdurmak istememizin nedeni, ölmek istemeyişimizdir, penisin boyutunun önemi ise, tamamen doğurganlık, çoğalma ve üreme içgüdülerimizden geliyor. Oysaki penisin boyutu ile doğurganlık arasında bilinen bir paralellik yok. Fakat olayın farklı bir boyutu daha var. Erkekler tatmin edici bir görsellik istiyorlar. Bunun altında yatan ise aslında eşine doyurucu bir cinsel deneyim yaşatmak.

Tıp doktorları olarak bizler ne kadar, uzunluğun herhangi bir katkısı yok desek de, erkek buna inanmayacaktır. Kaç cm olmalı diye bir soru çok mantıksız. Aynen burun ameliyatlarında olduğu gibidir aslında. Eğer birey kendini daha estetik bir burunla iyi hissedecekse ve mevcut durum onu mutsuz ediyorsa, özgüven yaşatıyorsa, estetik cerrahiden yardım alınabilir" açıklamasında bulunan Estetik, Plastik ve Rekonstrükrif Cerrah Op. Dr. Bülent Cihantimur, erkek genital estetiğinin, erkeklerin cinsel özgüvenini sağlamlaştırdığını vurguladı.

Yağ enjeksiyonunu tercih ediyoruz

Erkek genital estetiğinin içerisinde ele alınan penis büyütme operasyonunu 2 farklı şekilde yaptıklarını söyleyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, öncelikle yağ enjeksiyonuna değindi:" Penis büyütme operasyonunu yağ enjeksiyonu ile yapıyoruz. Hastamızın kalça, bel ya da mevcut bölgesel yağ neresinde varsa, o bölgeden bir miktar yağ alıp, bunu kök hücreden zengin hale getiriyoruz.

Ardından bu sıvı, canlı ve kök hücreden zengin yağı, penis boyunca enjekte ediyoruz. Bu şekliyle hastanın penis gövdesi takviye edilen yağ birimine göre 2 katı büyüklüğe, gözle görülür bir kalınlaşmaya ulaşabilir. Penisin boyu 2-3 santim uzar ama asıl büyüme enine doğru sağlanır. Eğer hasta daha büyük bir uzunluk istiyorsa, bu sefer leğen kemiğinin hemen altında bulunan ve penisin bağlı olduğu asıcı bağı bir miktar kesiyoruz. Bu kesme işlemi, erkeğin üreme fonksiyonuna, ereksiyonuna veya libidosuna herhangi bir zarar vermez. Sadece bağlı bulunduğu asıcı bağ biraz kesilir ve penisin öne doğru uzaması kolaylaştırılmış olur".

Kök hücrenin iyileştirici etkisi

"Penis kalınlaştırma operasyonunda hastanın kendi yağından elde ettiğimiz kök hücre enjeksiyonunun çok fazla artısı var. Öncelikle herhangi bir kesi yapılmadan, noktasal girişlerle operasyon tamamlandığı için, iz kalmaz. Kök hücrenin iyileştirme etkisi ile hastamız çabucak toparlanır ve ortalama 1 hafta içerisinde aktif cinsel yaşantısına dönebilir.

Yağ enjeksiyonun bir başka avantajı ise, içerisindeki kök hücrenin yaşayan dokular olmasından ötürü, işlemin kalıcı olmasıdır" diyen Cihantimur, yağ enjeksiyonunda kendi geliştirdiği ve dünya tıp literatürüne giren Cihantimur Yağ Transfer sistemini kullandığını ve bu teknikle transfer edilen yağ dokunun içindeki kök hücrenin, tamamına yakının yaşama olanağı bulduğunu da ekledi.

Sabah sporunun faydaları

Güne hafif egzersizlerle mutlu ve enerjik başlarken kilo vermek mümkün.

Hiçbir şey yemeden yapılan sabah sporu yağ yaktırır. Çünkü vücut uykudayken ihtiyaç duyduğu enerjiyi karbonhidratlardan alır ve sabah uyandığımızda bu depo tükenmiş olduğundan vücut ihtiyacı olan enerjiyi yağlardan sağlar.

Yapılan araştırmalar da sabah saatlerinde yapılan yürüyüş, koşu gibi aktivitelerin yağ yakımını kolaylaştırdığını ve hızlandırdığını gösteriyor. Ancak sağlığınız zarar görmeden kilo verebilmeniz için dikkat etmeniz gereken bazı noktalar var :

Öncelikle kalbinizi zorlamayacak egzersizler yapmalısınız. Örneğin 30 dakikalık yürüyüş yeterli.

Sabah egzersizlerinin ardından kahvaltı etmelisiniz. Uzun süre aç kalırsanız vücudunuz bir miktar yağ yaktıktan sonra ihtiyacı olan enerjiyi proteinlerden almaya başlar. Bu da kaslarınızın kullanacağı proteinlerin tükenmesi anlamına gelir. Kaslarınız güçsüzleşir. Bir süre sonra sabah sporunu isteseniz de yapamayacak hale gelirsiniz.

Sabah sporuna ara verdiğinizde karbonhidrat ağırlıklı kahvaltı ederseniz, vücut insülin salgılayacağı için kilo alırsınız. İnsülin, vücudun yağ depolamasını kolaylaştırır.

Sabah egzersizlerini uyandıktan on beş dakika kadar sonra yapmalısınız. Eğer daha geç yaparsanız vücudunuzun insülin direnci düşer ve açlık hissi ağır basar. Bu hisle güne başlamak bıkkınlık hissi doğurur ve kısa sürede sabah sporunu bırakırsınız.

Eğer sabah sporuna hafif esneme hareketleri eklerseniz vücudunuz mutluluk hormonu salgılar.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

The Hungry Brain: Book Update

In January of this year, I handed in a complete manuscript draft of my first book, The Hungry Brain, to my editor at Flatiron Books.  This book represents more than two full-time years of my life, and I can't wait for it to hit shelves.  It's markedly different from any other book in its category, and believe it has the potential to substantially change the public conversation on eating behavior and obesity.

In the process of writing The Hungry Brain, I read countless papers and interviewed 36 leading researchers in the fields of neuroscience, obesity research, and anthropology.  I had my brain scanned in an fMRI machine while looking at junk food.  I commissioned and compiled 47 illustrations, schematics, and graphs, mostly by a skilled medical illustrator named Shizuka Aoki.  Yet the book will be accessible to anyone who loves science.

This book is not about me or my world views.  It's not a conspiracy story about how everything we've been told is actually wrong, nor is it a critique of existing ideas about eating behavior and obesity-- although I do correct some misconceptions along the way.  It's about the incredible and rapidly evolving world of research that has so much to teach us about ourselves, but rarely trickles down into the public sphere in a useful form.

In interviews this year, I said I thought the book would be out around September 2016.  That was based on a rough estimate my agent gave me last year.  Sadly, it won't be out until first quarter 2017-- the gears turn slowly in the publishing industry.  But the good news is that Flatiron Books is using this time to do a great job of copyediting, interior design, cover design, and marketing, to make sure this book is as good as it can be, and gets into as many hands as possible.  I'll provide a better date estimate when I have one.

In the meantime, enjoy this short description of the book:

From an obesity and neuroscience researcher with a knack for storytelling, The Hungry Brain uses cutting-edge science to answer the questions: why do we overeat, and what can we do about it?

No one wants to overeat. And certainly no one wants to overeat for years, become overweight, and end up with a high risk of diabetes or heart disease--yet two thirds of Americans do precisely that.  Even though we know better, we often eat too much. Why does our behavior betray our own intentions to be lean and healthy? The problem, argues obesity and neuroscience researcher Stephan J. Guyenet, is not necessarily a lack of willpower or an incorrect understanding of what to eat. Rather, our appetites and food choices are led astray by ancient, instinctive brain circuits that play by the rules of a survival game that no longer exists. And these circuits don’t care about how you look in a bathing suit next summer.

To make the case, The Hungry Brain takes readers on an eye-opening journey through cutting-edge neuroscience that has never before been available to a general audience. The Hungry Brain delivers profound insights into why the brain undermines our weight goals and transforms these insights into practical guidelines for eating well and staying slim. Along the way, it explores how the human brain works, revealing how this mysterious organ makes us who we are.

10 Temmuz 2016 Pazar

Türkiye'nin yaz tatili bütçesi belli oldu!


Yaz tatili için bütçemizi şimdiden denkleştirmeye başladık. Peki Türkiye'nin yüzde kaçı, parasını öncelikli olarak tatile harcamayı tercih ediyor? Bu yaz hane halkı olarak tatile ne kadar harcayacağız? Harcama oranlarında yaş gruplarına veya coğrafi bölgelere göre dağılım ne şekilde? Seyahat sitesi momondo'nun araştırması bu soruları ve daha fazlasını yanıtlıyor

Büyük bir hevesle beklediğimiz yaz tatili için plan yapmaya ve elbette bütçemizi ayarlamaya başladık. Malum, erken rezervasyon yaptırmakta fayda var. Peki Türkiye'nin yüzde kaçı, parasını öncelikli olarak tatil için harcamayı hedefliyor? Önümüzdeki yaz aylarında hane halkımız tatile ne kadar bütçe ayıracak? Seyahat sitesi momondo, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 20 ülkeden katılımcılara, bu soruyu yöneltti. Türkiye'nin farklı coğrafi bölgelerinden 1000'in üzerinde kişinin katıldığı araştırmanın en ilginç sonuçlarıysa şöyle:

TÜRKİYE'NİN YÜZDE 29'U BİRİKİMİNİ TATİLDE HARCIYOR
Araştırmaya göre dünya genelinde neredeyse tüm ülkelerin vatandaşları, biriktirdikleri parayı öncelikli olarak tatil için harcamayı hedefliyor. Türkiye'de bu oran yüzde 29. Tatilin ardından birikimimizi en çok harcamayı tercih ettiğimiz diğer kalemler ise yüzde 19'la giysi, ayakkabı ve aksesuarlar ve yüzde 15'le elektronik cihazlar. Bu harcama kalemlerini her biri yüzde 8 oranında tercih edilen ev harcamaları, arabalar ve kültürel etkinlikler takip ediyor.

EN ÇOK ÇİNLİLER HARCIYOR
Diğer ülkelere bakıldığınıysa, Çinliler'in yüzde 46'yle birikimlerini tatil için en çok harcayanlar olduğu görülüyor. Bu alanda Çin'i yüzde 42'yle İtalya ve yüzde 40'la Estonya takip ediyor. Diğer yandan Avusturyalılar ve Belçikalılar yüzde 20'yle listenin son sıralarında yer alıyor.

56 YAŞ ÜZERİNİN FAVORİ BÜTÇE SEÇENEĞİ
Cevaplara göre yüzde 31'imiz, yaz tatilinde aile olarak 3.301 – 6.600 TL arası harcama yapmayı planlıyor. Yalnızca 56 – 65 yaş grubunun yanıtları değerlendirildiğinde oran yüzde 41'e çıkarken, bu miktarda harcama yapmayı en az hedefleyen grup, yüzde 24'le 18 – 22 yaş grubu.

İÇ ANADOLU'NUN ÜST LİMİTİ 3.300 TL
İkinci sırada ise yüzde 30'luk oranla 1651 – 3.300 TL arası harcamayı hedefleyenler yer alıyor. Bu harcama aralığında yaş grupları arasında ciddi bir fark bulunmasa da, 36 – 55 yaş grubu yüzde 32'yle başı çekiyor. Bu miktarda harcama yapmayı en çok hedefleyen coğrafi bölgemiz ise İç Anadolu.

MARMARA BÖLGESİ DAHA ÇOK HARCAYACAK
Üçüncü sırayı, yüzde 16'yle iki farklı seçeneği bütçe paylaşıyor. 331 – 1650 TL arası harcama yapmayı planlayanlar ve 6.601 – 16.500 TL arası harcamayı hedefleyenler. 331 – 1650 TL arası harcamayı planlayanlar arasında, 18 – 22 yaş grubu başı çekiyor. 6.601 – 16.500 TL arası harcama yapmayı en çok hedefleyenler 36-55 yaş grubuyken, bu miktarda harcama yapmayı en çok hedefleyenler Marmara Bölgesi'nde yaşayan vatandaşlar.

TÜRKİYE'NİN YÜZDE 2'Sİ 16.500 TL ÜZERİ HARCAYACAK
Dördüncü sırada yüzde 2'yle yaz tatilinde 16.501 – 33.000 TL arası harcamayı planlayanlar yer alıyor. Oranın en yüksek olduğu grup ise yüzde 4'le 18-22 yaş arası gençler. Bu aralıkta harcama yapmayı en çok Marmara Bölgesi'nde yaşayan vatandaşlar hedefliyor. Beşinci ve son sırayı ise birbiriyle taban tabana zıt iki seçenek paylaşıyor: Yüzde 1 oy alan 0 - 330 TL ve 33.000 TL ve üzeri seçenekleri...

Yeterli uyku ile kilo verin

Yetersiz uyumanın kilo aldırdığını biliyor muydunuz? Yapılan çalışmalar yetersiz uyumanın vücuttaki hormonal dengeyi alt üst ederek sizi sürekli yemek yemeye ittiğini gösteriyor. Yani ideal kiloya sahip olmak için sağlıklı bir yaşam tarzının yanı sıra yeterli uyumak da şart. 

Yetersiz uykunun vücut üzerinde birçok farklı etki yarattığını, bunların da kilo almaya neden olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, "Uykusuzluk gibi vücutta stres yaratan bazı durumlarda kortizol hormonu seviyesinin yükselerek iştahınızın artması, uykusuzluğun bir başka olumsuz etkisidir. Az uyumanız vücudunuzdaki hormonal dengeyi alt üst ederek sizi sürekli yemek yemeye iterken, obeziteye de kapılarınızı ardına kadar açacağını unutmayın" uyarısında bulundu.

Yetersiz uyuyan kişilerde doyma sinyalini gönderen leptin hormonunun seviyesinin düştüğünü söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, "Bu hormonun seviyesindeki düşüklük, vücudunuzun daha fazla kaloriye ihtiyacı olmadığı durumlarda bile beyne yemek yeme sinyali göndererek daha fazla yemek yemeye neden olur" diyerek yetersiz uykunun iştahı artıran açlık hormonunu seviyesini yükselttiğini vurguladı.

Tip 2 diyabete neden olabilir
Yetersiz uyumanın vücudun insüline karşı daha dirençli hale gelmesini ve şeker metabolizmasının bozulmasına yol açtığını dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, "Vücudunuzdaki insülin direncinin artması, vücudunuzu daha fazla insülin salgılamaya yöneltip, Tip-2 diyabet hastası olmanıza neden olabildiği gibi, salgılanan yüksek miktardaki insülin size özellikle göbek bölgenize yağ olarak geri döner" dedi. Çağatay Demir, yapılan çalışmaların günde 5 saatten daha az uyuyanların şeker hastalığına da yakalanma risklerinin daha yüksek olduğunu ortaya çıkardığını sözlerine ekledi.

Kilonuz uyumanızı da etkiler
Kilolu veya obez olmanın iyi bir gece uykusu uyumayı engelleyebileceğini anlatan Demir, kilolu kişilerde, uyku apnesi görülme riskinin yüksek olduğunu söyledi. Uyku apnesi olan kişilerin uyku esnasında nefes alıp vermeyi bir gecede yüzlerce defa durdurabileceğini belirten Demir, "Nefes alıp verme durduktan kısa bir süre sonra, bir havuzu bir başından bir başına suyun altından yüzerek geçmişçesine nefes nefese uyanırsınız. Defalarca olan bu durum da uyku süresini ve kalitesini olumsuz etkileyecektir. Bunun yanında kilolu kişilerde daha sık görülen artrit, diyabet ve kalp hastalıkları da kaliteli bir uyku uyumayı güçleştirecektir. Sağlıklı bir kilo için yeterli uyuyun, yeterli uyuyabilmek için kilo verin" diye konuştu.

İYİ VE KALİTELİ BİR UYKU İÇİN ÖNERİLER

• Hep aynı saatte yatağınıza gidip, aynı saatte kalkın. Bir gün çok geç saatte bile uyumuş olsanız, aynı saatte kalkmaya özen gösterin.
• Yatağınızı sadece uyumak için kullanın. Yatağınızda televizyon izlemek ve kitap okumaktan kaçının.
• Aç bir mide ile uyumaya çalışmayacağınız gibi yatmadan önceki öğününüzü light yoğurt, meyve gibi hafif yiyeceklerden olmasına özen gösterin.
• Yatak odanızın sessiz olmasını sağlayın.
• Uykunuzu kaçırabilecek kafeinli içeceklerden öğlen saat 3'den itibaren uzak durun.
• Her zaman uyuduğunuz yerde uyuyun.
• Midenizin üzerine yatmaktan vazgeçip, sırt üstü veya anne karnındaki gibi kıvrılma pozisyonuyla uyumaya çalışın.
• Uyuyacağınız mekânda ışık bulundurmayın, odanın karanlık olmasını sağlayın.
• Yatak ve yastığınızın ortopedik olmasına özen gösterin.

Ağrısız bir yaşam için omurganıza yatırım yapın

Ağrılarımızın büyük kısmı omurgamızdaki sorunlardan kaynaklanır. Uzmanlar "Omurgaya yapılacak egzersiz yatırımı, size hayat boyu sağlık olarak geri döner" diyor. Çünkü esnek bir omurga ve güçlü kaslar, ciddi sırt veya boyun problemlerini önlemek için çok önemli. 

Bel, boyun, omuz, sırt, bacak ağrılarının büyük ölçüde sorumlusu bilgisayar başında geçirilen uzun saatler, hareketsizlik ve stresli yaşam biçimi. Bunlar, özellikle metropolde yaşayanlara çok tanıdık gelen nedenler. Hepimizin yaptığı ise en kolay yoldan ağrı kesicilere, kas gevşeticilere başvurmak.

Günlük rutinde yapılacak birkaç değişiklikle ağrı kesicilere ihtiyaç kalmayacağını söyleyen Life Fitness Akademi uzmanlarından Bünyamin Aysoy, önemli önerilerde bulundu.

Gün içindeki hareket fırsatlarını değerlendirin
Günlük yaşantımızda sürekli hareket halinde olduğumuzu hatırlatan Aysoy, "Her ne kadar tüm günü bilgisayar başında, hiç hareket etmeden geçirdiğinizi düşünseniz de belli başlı kaslarınız aktiftir" diyor. Sandalyeye oturup kalkmak, lavaboya kadar yürümek, merdiven inip çıkmak, dolabın üzerindeki kolileri kaldırmak gibi birçok rutin hareket sayılabilir. Aysoy, "Bu hareketler egzersiz olarak kabul edilmese de gün içinde birçok şeye üşenmek yerine; her türlü fırsatı harekete çevirmek çok önemlidir" diyor ve ekliyor: "Eğer düzenli egzersiz yapmıyorsanız, zamanla kaslar tembelleşip zayıflar. Dolayısıyla vücudun belli bölgelerinde özellikle eklemlerde, bel ve boyunda ağrılar başlar."
Yapılacak basit egzersizlerle, ağrı belirtileri olmadan,olası sorunları önlemenin ve omurgaya bağlı rahatsızlıkları düzeltmenin mümkün olduğunu söyleyen Life Fitness Akademi Uzmanı Bünyamin Aysoy, ağrılardan kurtulmak için yapılabilecek basit egzersizleri anlattı:

HER AĞRIYA BİR EGZERSİZ

SIRT KASLARI İÇİN: Güçlü sırt kasları hem dik bir duruş sağlar hem ağrıları gidermek için en iyi ilaçtır. Eğer egzersize çok vaktiniz yoksa kendinize iki adet, yarımşar kiloluk dumbell ya da su şişesi temin edin. Oturarak ağırlık çekme (SeatedDumbellRow) hareketini 3 set ve 20 tekrar olacak şekilde uygulayın.
BOYUN KASLARI İÇİN: Güçlü sırt ve omuz kasları boyun ağrılarını da engelleyecektir.Elimizdeki ağırlıklarla yana açma hareketini (Dumbell Side Raises) 3 set ve 15 tekrar yaparak omuzlarınızı kuvvetlendirebilirsiniz.
BEL KASLARI İÇİN: Bel ağrıları da oldukça fazla yaşanansorunlardan biridir. Esnek ve güçlü bel kasları için,sırt üstü yatın, dizlerinizi bükük şekilde kendinize çekin ve 20 sn. tutun. Hareketi 3 kez tekrarlayın. Yüz üstü yatıp ters kol, ters bacak kaldırma hareketini 3 set ve20 tekrar yaparak da bel kaslarınızı güçlendirebilirsiniz.
OMURGA İÇİN: Omurganın üst ve alt hem esnekliğini artırmak için elleriniz ve dizleriniz üzerinde yere yatın. Önce kollarınızın üzerinde 20 sn. sonra bacaklarınızın üzerinde 20 sn. tıpkı kedilerin yaptığı gibi esneyin. Hareketi 3 kez tekrarlayın.
SIRT, BOYUN VE KALÇA KASLAR İÇİN: Başınızı yukarı iterek, beli aşağı çekerek, kalçayı ise bir ayağı diğerinin üzerinden atarak biraz zorlayın. Bu omurganın üst, orta ve alt bölümü için mükemmel bir esneme hareketidir.
KARIN KASLARINI ESNETİN: Sırt üstü yatın, ayaklarınız karnınıza doğru toplayın. Belirli sürelerle kalça kısmını yukarı itin ve 10 sn. öylece kalın. Bu esneme hareketi karın kaslarını çalıştıracaktır.

Cildinizin rengine göre güneşten korunmanın yolları

Yaz aylarında güneşten korunmanın cilt sağlığı için önemli olduğunu belirten Amerikan Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Erkan Koyuncu; "Güneşe maruz kalmak ciltteki pigment üreten hücreleri uyarır, melazmanın oluşmasına ve tekrarlamasına neden olur. Yaşlılık lekesi olarak bilinen lentigolar ise güneşe maruziyetin en fazla olduğu alın, yanaklar, burun, dekolte ve el üstlerinde daha fazla görülürler," dedi.

Güneş, cilt lekelerinin oluşumunda en önemli etkendir. Hava sıcaklıklarının artmasıyla birlikte, özellikle ciltte oluşan lekelere karşı daha duyarlı olunmalı ve tedbir alınmalıdır. Genelde kadınlarda yanaklar, burun, alın ve dudak üstünde kesin oluşum sebebi bilinmeyen kahverengi geniş lekeler (melazma) daha çok buğday ve esmer tenlilerde 30'lu yaşlardan sonra görülmektedir. Son araştırmalarda ise tiroid sorunu olan kadınlarda melazmanın daha sık görüldüğü saptanmıştır. Açık tenli kişilerde güneşin deride yıllar içinde yarattığı etkiyle ortaya çıkan ve lentigo olarak adlandırılan "yaşlılık" lekeleri ise daha geç yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Bunlar güneşe maruziyetin en fazla olduğu alın, yanaklar, burun, dekolte ve el üstlerinde daha fazla görülürler.

Bazı ilaçlara bağlı olarak leke oluşumu artmaktadır. Kalp ve tansiyon ilaçlarıyla antibiyotikler güneşe duyarlılık yaratarak lekeye neden olabilirler. Leke oluşumu ve tedavi yaklaşımında kullandığınız ilaçları dermatoloğunuza belirtmeniz de önemlidir. Ayrıca, melazması olan kişilerde mümkünse doğum kontrol haplarının kullanılmaması önerilir. Leke tedavisinde ayırıcı tanı önemlidir. Dermatoloğunuz tarafından yapılan incelemede lekeyle kendini gösteren birçok hastalık tanısı konulduktan sonra, farklı yaklaşımlarla tedavi edilebilir. Klasik leke tedavi yaklaşımı her hastalık için uygun değildir.

Güneşe maruz kalmak ciltteki pigment üreten hücreleri uyarır ve melazmanın oluşmasına ve tekrarlamasına neden olur. Bu yüzden güneşten ve solaryumdan uzak durmak, uygun ve yeterli miktarda güneşten koruyucu kullanmak melazmanın ve lentigonun oluşmaması için birinci şarttır. Özellikle bahar ve yaz aylarında yüz bölgesine tahriş yaratabilecek işlemlerin uygulanmasından kaçınılmalıdır. Bu tür işlemler leke oluşumunda veya melazmanın tetiklenmesinde rol oynar.

Kimyasal soyucular, renk açıcı özellikli ürünler, (ablatif/nonablatif) lazer uygulamaları leke tedavi yaklaşımları arasında yer alır. Ancak sonuçlar her zaman yüz güldürücü değildir. Kullanılan yöntem ne olursa olsun tedavinin en önemli adımı, yapılan işlem sonucunu korumaktır. Tam iyileşmeden güneşe korunmasız çıkılması durumunda daha ilk günün sonunda lekelerin tekrarladığı görülebilir.

Güneş koruyucuları melazma ve leke tedavisinde vazgeçilmezlerdir. Güneşten koruyucuların UVA ve UVB ışınlarına karşı etkili geniş spektrumlu fiziksel veya kimyasal koruyucuları içeren ürünleri yeterli miktarda ve sıklıkta uygulanmalıdır. Dışarı çıkmadan 30 dakika önce yüz ve boyun için yaklaşık iki parmak boyu sıkılan güneş koruyucu bütün gün güneşin zararlı etkilerinden koruyacaktır. Leke tedavisinde güneşten korunmayla leke açıcı ilaçlı krem kombinasyonları etkili olmakla birlikte, belirgin bir etkinin ortaya çıkması için 3-4 ay gibi bir süre gerekmektedir.

Yeterli yanıt alınamayan çok dirençli lekelerde ikinci basamak tedavi yöntemi olarak glikolik asit ve TCA gibi kimyasal peeling yöntemleri ve fraksiyonel lazer, düşük enerjili Q anahtarlı lazer veya bunların bir arada kullanılması esasına dayanan kombine lazer uygulamaları uygulanabilir. Ancak hiçbir peeling veya lazer uygulamasının leke tedavisinde kesin ve kalıcı bir etki gösterdiği iddia edilemez.

Güneş yanığıyla karşılaşıldığında yapılması gerekenler:

Çocukluk çağında bir ya da daha fazla su kabarcıklı güneş yanığı, kişinin melanom yani deri kanseri geçirme olasılığını iki kattan fazla artırır. Kişiler tüm yaşamları boyunca alacakları toplam UV'nin %50'sine yaşamlarının ilk 20 yılında maruz kalmaktadır. Bu nedenle özellikle çocukların güneşten korunması, ileri yaşlarda gelişebilecek deri kanserlerinin önlenmesi açısından çok önemlidir.

Güneş yanığıyla karşılaşıldığında öncelikle gölgeli bir yere geçilmeli ve yanan bölgeye soğuk suyla kompres uygulayıp sakinleştirici, parfümsüz bir nemlendirici sürülmelidir. Güneş yanıklarında vücuda yoğurt, diş macunu, limon gibi şeyler sürülmemeli ve vücut su toplarsa bir cilt hastalıkları uzmanına danışılmalıdır. Bol sıvı alımı da çok önemlidir. Aşırı su ve tuz kaybı vücudun ısı-ayar sisteminin bozulmasına neden olur.

Güneş çarpması olarak adlandırılan tabloda ise; yüksek ateşle birlikte çarpıntı, bulantı, kusma, baş ağrısı, baş dönmesi, halsizlik, yorgunluk, kol-bacak kaslarında ağrılı kramplar, huzursuzluk, bayılma, havale, bilinç bulanıklığı, yürüme ve konuşma güçlüğü, halüsinasyon gibi semptomlar ortaya çıkar. Zamanında müdahale edilmezse ölüme bile neden olabileceğinden bu durumlarda muhakkak acil müdahale gerekmektedir.

Güneş ışınlarının zararlı etkilerinden korunmak isteyen kişilerin dikkat etmesi gerekenler:

*Gün ortasında güneşte bulunma zamanını sınırlayın. Özellikle yaz aylarında 10.00-16.00 saatleri arasında dışarıya çıkmamaya çalışın.
*Güneşin beton, su ve kumdan yansıyarak gölgede bile yakacağını bilin.
*Mümkünse sıkı dokunmuş, güneşten koruyucu özellikli giysiler (UPF) giyin ve baş çevresini yaklaşık 10 santimetre genişliğinde çevreleyen geniş kenarlı şapkalar takın.
*Kataraktı önlemesi nedeniyle güneşten koruyucu gözlükler kullanın.
*Cildinize dışarıya çıkmadan 20 dakika önce geniş spektrumlu (UVA/UVB) ve yüksek SPF (güneşten koruma faktörü) içeren koruyucu ürün sürün.
*Güneş koruyucunun üzerinde yazan koruma değerine ulaşmak için ortalama bir yetişkinin bir seferde tüm vücuduna yaklaşık 35 ml güneş koruyucu ürünü sürmesi gerekiyor (2mg/cm2).
*Güneş koruyucu özellikle dudak üstü, burun, yanaklar, kulaklar, boyun, sırt, eller, kolların dış yüzü, ayak üstleri, saçsız baş derisine sürülmeli, yüzme ve aşırı eforlardan sonra her 2-3 saatte bir tekrarlanmalıdır.
*Her gün yarım saat baş, kol ve bacakları çıplak olarak güneşlendirilen bebek, vücudu için gerekli D vitaminini sentezler. Düzenli koruyucu kullanımı sonrasındaysa D vitamini yetmezliği geliştiğine dair herhangi bir laboratuvar sonucuna rastlanmamıştır. D vitamin sentezi olsun diye koruyucu kullanmayıp kansere yakalanma riskini artırmak yerine, yeterli dozda güneşten faydalanmak önemlidir.