30 Ağustos 2016 Salı

Gündelik yaşam rutininizi bozmayın!

Terörün çocuğunuz üzerindeki olumsuz etkisini doğru iletişimle azaltın

Son zamanlarda ülkemizde yaşanan terör olayları başta çocuklar olmak üzere tüm toplumu derinden etkiliyor. Psikolog Mustafa Varol Yorulmaz yaşanan terör olaylarının etkisinin çocuklarla doğru ve yapılandırılmış bir iletişim süreci kurarak en az hasarla atlatılabileceği çağrısında bulundu

PSYCASE Eğitim ve Psikolojik Danışmanlık'tan Psikolog Mustafa Varol Yorulmaz, bu dönemde çocuklara korkunun ve üzülmenin yaşamın bir parçası olduğunu anlatarak bunu öğrenmelerine olanak sağlamanın yararlı olacağına dikkat çekti. Psikolog Yorulmaz, "Yaşanan olaylar ne kadar sarsıcı ve örseleyici olursa olsun, yerinde ve yapılandırılmış bir etkileşim süreci, çocuklarımızın deneyimlediği bu yaşantıları minimum hasarla atlatmalarını sağlayacaktır" açıklamasını yaptı.

Çocuğunuzun sormuş olduğu tüm soruları sade ve basit bir dil kullanarak dürüst bir şekilde yanıtlamanızın faydalı olacağını söyleyen Yorulmaz "Çocuğunuzun sorduğu kadarıyla bilgi ve açıklama göstermeye gayret edin. İyi niyetle yapılmış olan detaylı açıklamalar onların kafasını daha da karıştırmaktan başka bir işe yaramaz" dedi.

Psikolog Mustafa Varol Yorulmaz, ebeveynlere şu tavsiyelerde bulundu:

 Gündelik yaşam rutininizi bozmayın!
Gündelik yaşam rutininizi bozmamaya gayret gösterin. Çünkü rutinin bozulmaması, çocuğunuz için işlerin yolunda gittiğine dair bir göstergedir.

 Yaşanan olayları nereden öğrendiğine dikkat edin!
Çocuğunuzun yaşanan benzer türdeki bu olayları kontrolünüz dışındaki herhangi bir kitle iletişim aracından öğrenmemesi için çaba sarf edin. Çünkü oralarda kullanılan ifade ve dil çocuğunuzun yaşına uygun olmayabilir.

 Güvende olduğunu hissettirin!
Çocuğunuz aynı soruları sıklıkla tekrar tekrar sorabilir. Bu durum aslında, onun kendisini tekrardan güvende hissedebilmesinin bir yoludur. Sizlerin birer ebeveyn olarak cevapladığınız soruların onu rahatlatıp, size karşı güven duyduğunu gösterir.

 Okulda öğretmeninin olayları nasıl aktardığından haberdar olun!
Olaylar anlatılırken, sorular cevaplanırken aynı dil ve ifadenin kullanılıyor olması oldukça önemlidir. Aktarımdaki farklılıklar, çocuğunuzun tedirginliğini arttırmaktan başka bir işe yaramaz.

 Size sarılmak istediğinde karşılık verin!
Çocuğunuz bu durumlarda her zamankinden daha fazla sarılmaya ve dokunmaya ihtiyaç duyarsa onu kesinlikle karşılıksız bırakmayın.

 Üstüne gitmeyin!
Çocuğunuz konuyla alakalı birtakım sorular sorduktan sonra sessizleşirse onu rahatsız etmeyin ancak iletişim kanallarınızı da açık tutmaya devam edin. Bu konu hakkında konuşmak isterse zaten size geri gelecektir.

 Olaylar karşısında sergilediğiniz davranışları gözden geçirin!
Patlayan bir bomba, küçük bir çocuk için pek bir anlam ifade etmez. Çocuk, ailesine bakar ve onlar sakin ise, durumun kontrol altında olduğunu anlarlar. Yani sizlerin şahit olduğu şeylerin sizi ne kadar etkilediğini ve nasıl davranışlar sergilediğinizi gözden geçirmeniz oldukça önemlidir.

 Kaygılanmasın diye olayı küçültmeyin!
Çocuğunuzun kaygılanmaması için yaşanan olayların boyutlarını kesinlikle küçültmemelisiniz. Bu davranışınız, sizin ona karşı samimiyetinizi sorgulamasına sebebiyet verebilir. Yaşanan bu terör amaçlı çatışma olayları büyük ve çocuğunuz da bunu biliyor…

Eğer ''Biz bütün bunları yaptık ve uyguladık ancak çocuğumuz hala sakinleşemiyor.'' diyorsanız, mutlaka bir uzmana başvurup ondan destek almayı ihmal etmeyin.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Kuruyemiş Dost Mu Düşman Mı?

Türkiye'nin tüp mide sonrası beslenme konusunda öncü kurumu Bariatriklab' dan Uzman Diyetisyen Nazlı Acar, vitamin ve mineral deposu kuruyemişlerin yararlarını sıralarken, sağlıklı beslenmek isteyenleri yüksek yağ oranları ve kalorileri konusunda uyarıyor. Eğer porsiyona sadık kalınırsa, en sağlıklı ara öğün seçeneklerinden biri olan kuruyemişleri keyifle tüketmek mümkün.

Parlayan güneş, daha sağlıklı ve fit bir bedene kavuşmak için en büyük motivasyon kaynağı. Ilık bahar günlerinde ve yaz akşamlarında, dışarıda yürüyüşler ve uzun sohbetler artıyor. Böyle günlerde en yakın arkadaşlarımız, elimizdeki paketten alıp yediğimiz kuruyemişler… Acaba yüksek kalorileri nedeniyle uzak durmaya çalıştığımız kuruyemişleri diyetimizi destekleyecek bir dosta dönüştürmek mümkün mü? Yaz günlerine ideal kilosunda girmek isteyenler, beslenme programlarında kuruyemişlerden nasıl yararlanabilir?

Obezite cerrahisi alanında 1500'ü aşkın başarılı uygulamaya imza atan Doç. Dr. Halil Coşkun, kliniğinde psikiyatrist ve diyetisyenden oluşan bir ekiple, aşırı kilolu kişiler için yeni bir hayat inşa ediyor. Aynı zamanda Bariatriklab.com'un da yazarlarından olan Uzman Diyetisyen ve Bariatrik Beslenme Uzmanı Nazlı Acar'a, yaz mevsimine girerken kuruyemişler hakkında merak edilenleri sorduk.

Acar, "Sağlıklı bir beslenme programı, mutlaka kuruyemişleri de içermeli. Kuruyemişler güçlü birer antioksidan olmalarının yanı sıra bağışıklık sistemini güçlendirme, büyüme-gelişmeyi destekleme ve dikkat artırma üzerindeki yararlarıyla sağlık için vazgeçilmezdir. Vitamin ve mineral deposu olan kuruyemişlerin çeşitli kronik rahatsızlıklar ve bazı kanser türlerinin görülme olasılığını azaltan etkisi bilimsel araştırmalarla ortaya konmuştur" diyor.

Kuruyemişin Yüzde 50-60'ı Yağ

Kuruyemişler, atıştırmalık olarak açlığı bastırmak ve vücudun sağlıklı protein ihtiyacını karşılamak açısından önemli faydalar sağlar. Kuruyemişlerdeki kaliteli protein, diyetin yanı sıra spor yapanlar için de yararlıdır çünkü vücuttaki fazlalıklardan kurtulurken kasların korunmasına yardım eder. Diyet listelerinin vazgeçilmezi olan bu yiyeceklerin tüketim miktarlarına dikkat etmek ise çoğu zaman gözden kaçırılmaktadır. Ne yazık ki, kuruyemişler gözümüze küçük gözüktüğünden, evde ya da işyerlerinde, televizyon karşısında, çalışırken veya dinlenirken, önerilen miktarların üzerine çıkılabiliyor.

Uzman Diyetisyen Nazlı Acar, kuruyemişlerin tüketilen miktarlarının yüzde 50-60'ının yağ olduğuna dikkat çekerek, sınırsız değil kalorileri hesaplanarak yenilmesini öneriyor. Aksi takdirde ideal kiloya ulaşma hayaliyle yenen fazla miktarda kuruyemiş, yüksek kalorisi nedeniyle, kilo alma sebeplerinden birine dönüşebilir.

Bir avuç fındık (45 gr.) 286 kalori,
Üç tane ceviz 78 kalori,
Bir avuç fıstık (50 gr.) 265 kalori,
Bir avuç kavrulmuş badem (45 gr.) 259 kalori,
Bir avuç (30 gr.) beyaz leblebi 107 kaloridir.

Enerji veren, bedensel ve zihinsel yorgunluğu giderip hafıza üzerinde olumlu etkiler yapan kuruyemişler, ara öğün olarak bir porsiyonun üzerinde tüketilmemelidir.

Ölçüyü kaçırmamak için küçük gramajlardaki paketler tercih edilebilir ya da bir kaseye konarak yenecek miktara sınır getirilebilir

Erkeklere özel beslenme önerileri

Sağlıklı ve doğru beslenme kadınlar için olduğu kadar erkekler için de önemlidir. Özellikle büyük şehirlerdeki yoğun tempolu çalışmanın erkeklerde beslenmeyi düzensizleştiriyor. 

Uzman Diyetisyen İpek Ağaca Özger; iş yemekleri, uzun toplantılar, seyahatler ve masa başında geçen saatlerin tehlikeli olduğunu, mutlaka beslenmeye dikkat edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Erkeklerin metabolizması kadınlara göre daha düzenli çalışmaktadır. Ayrıca günümüzde pek çok kişi spor yapmaya özen göstermektedir. Ancak metabolizmanın iyi çalışması ve tek başına spor yapmak yeterli değildir. Beslenmenin de kontrol altında olması gerekmektedir.

Özellikle masa başı çalışanlarda sağlıksız beslenme sonucu diyabet, obezite, yüksek kolesterol gibi rahatsızlıklar görülebilmektedir. Bu durumda da yine beslenmeyi düzene sokmak, yenilip içilene dikkat etmek sizi bu gibi rahatsızlıklara karşı koruyacaktır.

Daha sağlıklı, daha zinde ve daha enerjik olabilmek için doğru beslenmek gerekmektedir. Bunun için gün içerisinde yediklerimize ve tüketilen içeceklere dikkat edilmelidir. Özellikle ara öğünlerin ihmal edilmemesi gerektiğini belirten Uzman Diyetisyen İpek Ağca Özger'in yoğun tempolu şehir erkekleri için beslenme önerileri şunlar:

• Sabah işyerinizde güne başlarken çay, kahve yerine, büyük bir bardak su ile güne başlayın.
• Günün en önemli öğünü olan kahvaltıyı asla atlamayın. Kahvaltıda yumurta tüketmeye çalışın
• Kahvaltınızı işyerinde yapıyorsanız poğaça, açma yerine beyaz peynirli, domates ve salatalık gibi sebzelerden oluşan tam tahıllı sandviç tercih edin.
• Renkli beslenin! Turuncu, mor, kırmızı, yeşil, beyaz, kahverengi… Her renkteki meyve ve sebzeden her gün az da olsa tüketmeye çalışın. Unutmayın; her renk farklı antioksidan içeriğini gösterir.
• Günde 3 kupa kahve için. Kahve metabolizmayı hızlandırır, performansı arttırır, depresyondan korur ve çok güçlü doğal antioksidanlar içerir. Kahvelerinizde krema değil, süt tercih edin; şeker kullanmayın.
• Gün içinde ara öğünlerinizi ihmal etmeyin; 3 saatte bir minik ara öğünler yapın. Çalışma performansınızın ve konsantrasyonunuzun da arttığını göreceksiniz.
• Sağlıklı ara öğünler tercih edin. Örneğin: Meyveli yoğurt veya taze meyveler veya yulaflı bisküvi+sütlü kahve veya tost+ayran veya kuru meyve+süt veya 2 ceviz+kuru meyve veya kefir+kuru meyve gibi
• Gün içerisinde asansör yerine merdiven kullanın.
• Her gün 1 saat hafif tempo yürüyüş yapın. İdeal kilonuzu korumak için çok önemli olan yürüyüş, kalp sağlığınızı da korur.
• Fiziksel aktivitenizi arttırmak ve doğayı korumak adına araba yerine toplu taşıma kullanmaya çalışın.
• 2 saatten fazla masanızda hareketsiz oturmayın. Ofis içinde sık sık hareket edin.
• Öğle yemeklerinde fast-food restaurantlar yerine ev yemekleri veya ızgara tarzı besinlerin sunulduğu yerleri tercih edin.
• Masa başı çalışırken beyaz çay, papatya çayı, ada çayı, melisa gibi bitki çaylarını tercih edebilirsiniz.
• İçecek olarak asitli içecekler ve hazır meyve sularından kaçının. Bunların yerine limonlu açık çay, bitki çayları, taze sıkılmış meyve suyu, ayran, süt tercih edebilirsiniz.
• İş toplantılarının sizi şişmanlatmasına izin vermeyin! Toplantı sırasında yapılan atıştırmalar, sağlıklı seçimlerden oluşmalı. Taze veya kuru meyveler; ceviz, fındık, badem gibi yağlı tohumlar toplantı masasında bulunabilir.
• Günde 2,5 lt. su içmeyi ihmal etmeyin. Arabanızda, el çantanızda, çalışma masanızda, başucunuzdaki komidinde her daim su bulundurun.

Türkiye’de akıllı telefon değiştirme sıklığı 2,5 yıl

DORinsight'ın gerçekleştirdiği "Teknoloji Araştırması" sonuçlarına göre, Türkiye'de akıllı telefonların değiştirilme sıklığı ortalama 2,5 yılda bir. Her iki kişiden biri 4,5G kullanırken her üç kişiden ikisi ise müziği artık internetten dinliyor.

Hitay Holding firmalarından Türkiye'nin en büyük izinli veritabanına sahip online araştırma şirketi DORinsight tarafından "Teknoloji Araştırması" gerçekleştirildi. 7-15 Nisan 2016 tarihleri arasında online olarak tamamlanan araştırmaya; Türkiye temsili, ABC1C2DE sosyo-ekonomik segmente mensup 9 bin 519 kişi katıldı.

Araştırma kapsamında, katılımcılara hangi teknolojik ürünleri ne sıklıkla kullandıkları, teknoloji ürünlerinde hangi markaları tercih ettikleri, nelere dikkat ettikleri ve ayırdıkları bütçe gibi sorular soruldu.

Akıllı telefon için ne yaş fark ediyor ne de cinsiyet
Araştırma sonucuna göre katılımcıların yüzde 95'i akıllı telefon kullanıyor. Kadın-erkek oranlarına ve yaş dağılımına baktığımızda ise hemen hemen her yaş grubunun ve iki cinsiyetin de 10'da 9'unun akıllı telefon kullanıldığı dikkatlerden kaçmadı. Akıllı telefondan sonra en çok kullanılan diğer teknolojik ürünler ise yüzde 89 oy oranı ile bilgisayar ve yüzde 60 oy oranı ile tablet oldu. Ankete katılanların bu ürünleri kullanım sıklığı da günde ortalama 7 saat.

Akıllı telefonlarda değişim sıklığı 2,5 yılda bir
Araştırmaya katılanların akıllı telefonlarını ortalama 2,5 yılda bir değiştirdiğinin ortaya çıkması da araştırmanın bir diğer önemli sonucu oldu. Katılımcıların yüzde 39'u akıllı telefonlarını her 2 yılda bir değiştiriyor. Geriye kalan katılımcıların yüzde 44'ü 3 yıldan sonra telefonlarını değiştirirken, yüzde 11'i ise her yıl değiştirdiğini belirtti. Telefonunu değiştirmeyen katılımcılar ise yüzde 6 oranında kaldı. Akıllı telefon dışındaki teknolojik ürünlerin değişme sıklığı incelendiğinde ise katılımcıların yüzde 23'ü ürünlerini her 3 yılda bir, yüzde 19'u her 2 yılda bir, yüzde 43'ü 4 yıldan fazla bir süreden sonra yeni teknolojik ürünler satın alıp eskisini değiştirdiklerini dile getirdi.

En çok tercih edilen akıllı telefon markası: Samsung
Hem akıllı telefonlarda hem de diğer teknoloji ürünlerinde Samsung markası yüzde 42 ile en çok tercih edilen marka olurken ikinci sırada en çok tercih edilen marka ise yüzde 25 oy oranı ile Apple oldu. Bununla birlikte teknolojik ürünleri satın alırken tüketicilerin en çok dikkat ettiği unsurun ürünün dayanıklı ve kaliteli olduğuna dikkat etmesi gözlerden kaçmadı. Tüketicilerin dikkat ettiği diğer unsurlar ise ürünün sahip olduğu işletim sistemi (yüzde 13), marka bilinirliği (yüzde 12) ve son teknoloji ürünü olması (yüzde 11).

Müzik dinleme istasyonu internet!
Katılımcıların yüzde 66'sı bilgisayarları aracılığıyla internet üzerinden ve müzik indirme sitelerinden müziklerini dinlemeyi tercih ettiğini belirtirken geriye kalan katılımcıların yüzde 36'sının radyodan, yüzde 25'inin Spotify, Deezer gibi müzik uygulamalarından, yüzde 13'ünün de Apple Store'dan dinlediği tespit edildi.

Çalışmada internet bağlantısında en çok tercih edilen marka yüzde 52 ile TTNET olurken, TTNET dışında en çok tercih edilen diğer markalar ise yüzde 18 ile Superonline ve yüzde 7 ile Uydunet oldu.

Neredeyse iki kişiden biri artık 4,5G kullanıyor
Yenilenen internet hızıyla beraber 4,5G'ye geçenlerin sayısı da oldukça arttı. Katılımcıların yüzde 49'u 4,5G'ye geçtiğini, yüzde 51'i de henüz geçmediğini belirtti.

En çok tercih edilen satış noktası teknoloji mağazaları
Tüketicilerin teknolojik ürünlerini en çok satın aldığı yerlerin başında fiziksel teknoloji mağazaları yer alırken diğer tercihleri ise yüzde 57 oy oranı ile internet, yüzde 20 ile operatör bayileri ve yüzde 16 ile süpermarketler. Katılımcıların yarısından çoğunun bu ürünler için ayırdıkları yıllık bütçe ise 1.001 - 5.000 TL arasında olurken harcadıkları ortalama bütçenin ise 3.102 TL olduğu ortaya çıktı.

Güneş ışığının yeni faydaları keşfedildi

Bilim insanları güneş ışınlarının insanlar üzerindeki etkilerini araştırmaya devam ederken, D vitamini dışında güneşin yeni bir faydasını keşfetti.

Uzmanlar her ne kadar güneş ışığına gereğinden fazla maruz kalmanın ölümcül cilt kanserine davetiye çıkardığını belirtse, bir yandan da pozitif yanlarını keşfetmeye devam ediyor.

Yapılan son araştırmayla bilinenin aksine bu kez D vitaminlerinin değil, güneş ışınlarının diğer etkileri gözlemlendi. Dikkat çekici araştırmada özellikle nikrit oksitnin hayati önemi gözler önüne serildi.

Bilim insanları, güneş ışınlarının kardiyovasküler sistemimizi korumada ve kendimizi iyi hissememizi sağlayan beyin kimyasalı serotinin üretiminde önemli bir rolü olduğunu ortaya çıkardı.

30 BİN KADIN ÜZERİNDE ARAŞTIRMA
Araştırmalar, 20 yıldır güneş banyosu yapan yaklaşık 30 bin İsveçli kadının yer aldığı çalışmaların verileri ışığında yapıldı.

İsveç'in başkenti Stockholm'deki Karolinska Enstitüsü, güneşten kaçmanın, sigara içmek kadar kötü olduğu sonucuna vardı.

EZBER BOZAN ARAŞTIRMA
Dahiliye Dergisi'nde yayınlanan çalışmaya göre güneş ışınlarına aşırı maruz kalan 100 kadından 1.5'inin 20 yıl içinde hayatını kaybettiği, buna karşın aynı dönem içerisinde güneşten sakınan 100 kadından 3'ünün öldüğü vurgulandı.

Bu veriler, güneş ışınlarına daha fazla maruz kalan insanların, kalp hastalıklarına karşı daha dirençli olduğunu ve kanserle ilişkili olmayan hastalıklara daha az yakalandığını ortaya koydu.
Bunun sebebi, tansiyonu düşüren ve kan hücrelerinin genişlemesini sağlayan nitrik oksitin, güneş ışınlarıyla serbest kalmasına bağlanıyor.

Nitrik oksitin yararı bununla da sınırlı değil. Yeterli düzeyde nitrik oksitin kan dolaşımında bulunmadığı durumlarda insülinin işlevini gerçekleştiremediği, bunun da diyabete neden olduğu biliniyor.

"DENGE KURULMALI"
Bilim insanları, istatistiklere göre dozunda güneş ışığının daha uzun, sağlıklı ve mutlu bir hayata yardımcı olduğuna dikkat çekerken, Southamptan Üniversitesi'nde görev yapan Profesör Feelisch, araştırmanın güneşten kaçmanın da olayı abartmanın da tehlikeli sonuçları olabileceğine dikkat çekerek, insanların bir denge kurması gerektiğini vurguluyor.

GLOKOM HASTALIĞI


GLOKOM TANISINDA GECİKMEYİN!

Dünyadaki en önemli ikinci körlük nedeni olan glokom çoğunlukla gözlük muayenesinde tesadüfen fark ediliyor, bu nedenle her yaş grubundan hastanın yılda en az bir kez göz muayenesine gitmesi büyük önem taşıyor.

Glokom nedir? 
Görme sinirinde hasar ve ciddi görme kaybı ile giden çoğu zaman sinsi seyreden bir hastalıktır. Dünyadaki en önemli ikinci körlük nedenidir.

Göz tansiyonu ne demek? 
Göz içi sıvısı, gözün özel tabakalarında üretilen bir sıvıdır. Bu sıvı gözün boşluklarını doldurarak göz küresinin belli bir anatomik yapıda kalmasını, göz içindeki dokuların beslenmesini ve artık maddelerin gözden uzaklaştırılmasını sağlar. Üretildikten ve görevini yaptıktan sonra belli bölgelerden damarlar yoluyla gözden uzaklaştırılır. Bu nedenle normalde de bu sıvının belli basınç değerleri vardır ve bu, göz tansiyonu olarak adlandırılır. Normal göz tansiyonu değerleri 9-22 mmHg arasında kabul edilmektedir. Bu sıvının üretimi ve gözden dışarı çıkışı arasında bir denge vardır. Bu dengede bir bozulma olursa göz tansiyonu normal değerlerinin üstüne çıkar.

Glokom hastalığı ve göz tansiyonu hastalığı aynı tablo mudur? 
Glokom hastalığı, görme sinirinde hücre ölümü ve görme kaybı ile giden ciddi ve sinsi bir hastalıktır. En önemli nedeni göz tansiyonunun yükselmesi ve görme siniri üzerine baskı yaparak sinir hücrelerinde ölüme yol açmasıdır. Bu nedenle uzun yıllar ‘göz tansiyonu hastalığı’ olarak ifade edilmiştir. Ancak günümüzde göz tansiyonu yüksekliğinin, glokom hastalığı gelişmesinde en büyük faktör olduğu kabul edilmekle birlikte normal tansiyon değerlerinde de görme sinirinde hücre ölümünün başlayabileceği bilinmektedir. Bu son durum ‘normal ya da düşük tansiyonlu glokom’ olarak da bilinmektedir. Aksi şekilde ölçülen göz tansiyonu değeri 22 mmHg olan, üst sınırdan yüksek çıkan ama göz sinirinde hiç harabiyet olamayan olgular da mevcuttur ki bu durum ‘oküler hipertansiyon’ olarak ifade edilir ve tedavi gerektiren bir durum değildir. Burada vurgulanması gereken, sadece göz tansiyonu değerleri esas alınarak tanı konulmadığıdır. Pek çok faktör dikkate alınmalıdır.

Glokom hastalığı kimlerde görülür? 
Glokom hastalığının ortaya çıkmasında genetik faktörler önemlidir. Birinci derece akrabalarda glokom hastalığı olması riski arttırır. Bunun dışında yaşla birlikte glokom riski artar. Özellikle 40 yaş sonrası gittikçe artan bir oran söz konusudur. Bu nedenle yılda bir kez göz muayenesi şarttır. Yüksek miyopi ve hipermetropiler, romatizmal hastalıklara bağlı göz tutulumu olan hastalar, göz yaralanması ve ameliyatı geçirenler, göz ve vücutla ilgili kortizon tedavisi alanlar ve diğer bazı ilaçlar, şeker hastalığı hipertansiyon ya da tam tersi düşük tansiyon, kansızlık halleri, migren ve dolaşım bozukluğu olan hastalar risk grubundadır.

Glokom hastalığının belirtileri nelerdir? 
Glokom genellikle sinsi seyirli bir hastalıktır. Çoğu zaman erken evrelerde hiçbir şikayete yol açmaz çünkü ana görmeyi son evrede etkiler. Bunun nedeni şöyle açıklanabilir: Görme sinirindeki hasar önce en dıştaki ve çevreyi görmeyi sağlayan sinirlerde olur ki bu kişi tarafından fark edilemez. Hasar arttıkça çevreyi görme daralır ve sanki bir borudan bakıyormuş gibi hissedilir. Son evrede ana görme de tümden kaybolur.
Ne yazık ki sinirlerde olan hasar erken evrede yakalanamazsa geri dönüşsüzdür. Bunlar dışında, çok ani ve çok yüksek değerlere ulaşan göz tansiyonu değerleri glokom krizi olarak adlandırılır ve ciddi göz ağrısı, bulantı, kusma, görme kaybı ve kızarıklık şikayetleriyle kişilerin acil servise başvurmasına yol açar. Acil bir durumdur ve erken müdahale edilmezse görme kaybı ile sonuçlanır. Ayrıca pek çok başka nedene de bağlı olabilecek; göz ve baş ağrıları, zaman zaman bulanık görme, ışıkların çevresinde renkli halkalar görme gibi bulgular olabilir. Doğumsal glokomda, bebeklerin gözlerinin normalden iri olması, aşırı sulanma ve ışığa hassasiyet gibi bulgular olur ve acilen doktora başvurulması gerekir. Bu belirtilerin çoğunu hastalarda görmüyoruz ve çoğu zaman sadece gözlük muayenesine gelmiş hastalarda tesadüfen glokom teşhisi koyuyoruz. Bu nedenle her yaş grubunun yılda en az bir kere göz muayenesine gelmesi çok önemlidir.

Glokom hastalığı tanısı nasıl konulur? 
Genel göz muayenesi (görme seviyeleri, göz tansiyonu ölçümü, gözün ön ve arka bölümlerinin mikroskopla incelenmesi) ile başlanır. Bu esnada glokom bulgularına rastlanırsa tanıyı doğrulamak için diğer testler ve inceleme yöntemlerine geçilir. Bunlar korneal pakimetri, optik sinir başı ve liflerinin ölçümü, görme alanı testidir. Bu testler sadece tanı koymakta değil, tedavi başlanan hastaların takibinde de son derece önemlidir.

Glokom hastalığının tedavisi nasıldır? 
Günümüzde erken teşhisle glokom hastalığı rahatlıkla tedavi edilebilir. Tedavide ilk aşama göz içi basıncını düşüren damla tedavisidir. Glokom hastalığının tipine ve şiddetine göre hekim bir ya da birden fazla damlaya aynı anda başlayabilir. Damla tedavisine başladıktan sonra ilk bir iki ay sık aralıklarda, sonrasında duruma göre belirlenen takipler yapılarak damlaların etkinliği kontrol edilir. Uzun zaman aynı damlalar kullanıldığında bazen etkinliği düşebilir ve başka bir damlayla değiştirilmesi ya da yeni damla eklenmesi gerekebilir. Hastalar damlalarını aksatmamalı ve rutin kontrollerine gelmelidir. Glokom ilaçları çoğu zaman ömür boyu kullanılması gereken ilaçlardır. İlaç tedavisi dışında lazer ve cerrahi tedavi uygululanması da gerekebilir. Bunlar göz içi sıvının dışarı atılmasını kolaylaştırmak amacıyla yapılır. Glokom gibi takibi önemli bir hastalıkta sürekli hekim ve hastane değiştirmek uygun değildir. Tedavi yaklaşımları, test aletlerinin kullanımı değişkenlik gösterebilir. Bu nedenle hastaların güvendikleri bir merkez ve hekim belirleyip takiplerine sürekli orada devam etmeleri çok daha doğru ve güvenlidir.



28 Ağustos 2016 Pazar

Erkek adam 'kısır olmaz' demeyin

Söz konusu sağlık olunca kadın, erkek dinlemiyor. Her evlenen çiftin hayali olan anne-babalığı ertelemeyin ve çocuğunuz olmuyorsa vakit kaybetmeden kontrollerinizi yaptırın.

Op. Dr. Seval Taşdemir, 'Eşlerin kontrole birlikte gelmelerini istiyoruz, 'Erkek adam kısır olmaz' demesinler, erkekler de kontrollerini ihmal etmesinler' diyerek uyarıyor.

Erkek üreme sağlığını; hormonlar, sperm üretimi, sperm kanallarında spermin taşınması ve cinsel fonksiyonlar etkiliyor. Bunlardan herhangi birindeki bozukluk, infertiliteye (kısırlık) neden oluyor.

Ferti-Jin Tüp Bebek ve Yardımcı Üreme Teknikleri Merkezi Klinik Direktörü, Kadın Hastalıkları, Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Seval Taşdemir erkek kısırlığının nedenlerini anlattı:

1-Kriptorşizm (inmemiş testis) 
Doğumda veya doğumdan sonra en geç bir yıl içinde testisler skrotuma (yumurtalık torbasına) iner. Testislerin her ikisinin veya bir tanesinin skrotuma inmemesi, kriptorşizm olarak adlandırılır. Bu vakalarda karın içinde yukarıda kalan testisler daha yüksek ısılara maruz kaldıkları için sperm üretimi bozulur. Çift taraflı inmemiş testis vakalarında azospermi (menide hiç spermin olmaması) görülebilir. İnmemiş testis vakalarında ileride testis tümörü gelişme ihtimali de fazladır. Testisler 1-2 yaşları arasında cerrahi ile yumurtalık torbasına indirilirse, ileride üreme sağlığı olumsuz etkilenmez. Erken tedavi edilmemiş vakalarda, yardımcı üreme teknikleri ile çocuk sahibi olunabilir.

2- Testis Tümörleri
Testis tümörü nedeni ile tedavi gören erkeklerde infertilite sık görülür. Kemoterapi için kullanılan ilaçlar ve radyoterapi, sperm üretimini olumsuz etkiler. Bu vakalardan tedavi öncesinde alınan sperm örnekleri dondurularak saklanır.

3- Testiküler Travma (yaralanma) 
Testislerde meydana gelen yaralanmalar, infertilite ile sonuçlanabilir. Travma sonrası testislerde bulunan sertoli hücreleri, kan dolaşımına karışarak anti-sperm antikorlarının oluşmasına ve bu da kısırlığa yol açar.

4- Varikosel
Varikosel, skrotumda (yumurtalık torbası) ve testislerin etrafında oluşan varisli damarlardır. Genişlemiş damarlar erkeklerin yüzde 15'inde görülür. Her varikoseli olan erkek infertil değildir fakat infertilite nedeni ile değerlendirilen erkeklerin yaklaşık üçte birinde varikosel vardır. Spermatik damarların kapakçıklarının olmaması veya çalışmaması nedeni ile kan geriye doğru kaçarak göllenir. Bu, vakaların yüzde 90'ında sol tarafta görülür. Varikosel; kan akımının yavaşlamasına bağlı olarak skrotumda ısı artışına neden olarak, sol böbrek üstü bezinden gelen ters yöndeki kan akımı testislerin yüksek düzeyde toksik atıklara maruz kalmasına neden olarak, üreme hormonlarının dengesinin bozulmasına neden olarak infertiliteye yol açar. Varikoselden şüphelenildiğinde Doppler Ultrasonografi incelemesi ile tanı kesinleştirilir.

5- Enfeksiyonlar
Üreme organlarındaki enfeksiyonlar infertiliteye yol açabilir. Gonore (bel soğukluğu), tüberküloz ve bazı bakteriyel enfeksiyonlar sırasında meydana gelen iltihabi reaksiyonlar üreme kanallarında tıkanıklıklara yol açar. Bakteriyel enfeksiyonlar sperm hareketini bozarak ve gelişmekte olan sperm hücrelerine zarar vererek kısırlığa neden olabilir. Kabakulak özellikle geç yaşta geçirildiğinde testis tutulumu görülür ve kalıcı hasar oluşur. Cinsel temas yolu ile bulaşan ve oldukça yaygın olarak görülen klamidya, mikoplazma ve üreoplazma enfeksiyonları da sperm kalitesini bozarak infertiliteye neden olabilir. Bu enfeksiyonların erken tanı ve tedavisi önemlidir.

6- Sistemik Hastalıklar
Yüksek ateşli hastalıklar üreme sağlığını olumsuz etkiler. Yüksek ateş birkaç saat içinde sperm hücrelerine zarar verir. Yüksek ateşli hastalık geçiren bir erkekte yaklaşık üç-dört hafta sonra sperm sayısında ve normal yapıdaki spermlerin oranında azalma görülür. Böbrek ve karaciğer hastalığı olan erkeklerde üreme hormonları azalır. Böbrek hastalarında impotans, cinsel isteksizlik, sperm üretiminde azalma görülür. Özellikle sık diyalize giren hastalarda hormonal dengesizlik ve sperm üretiminde azalmaya rastlanır. Bazı alerjik reaksiyonlardan sonra da sperm kalitesinde bozulma görülmektedir.

7- Üreme Kanallarında Tıkanıklık 
Üreme kanallarında meydan gelen tıkanıklıklar spermin dışarı çıkışını engeller. Enfeksiyonlar, yaralanmalar, cerrahi işlemler; kanallarda tıkanıklıklara neden olabilir. Bazı erkeklerde ise kanallar doğuştan yoktur. Her iki tarafta da tam tıkanıklığın olduğu durumlarda menide hiç sperm bulunmaz.

8- Geriye Boşalma
Ejakülasyon (boşalma) sırasında meninin mesaneye doğru geriye akmasıdır. Bu vakalarda boşalma sırasında bazen çok az meni dışarı akar bazen hiç akmaz. Bu durum diyabet (şeker hastalığı), multiple skleroz, mesane boynu yaralanmaları ve prostat ameliyatları sonrasında veya hipertansiyon (yüksek tansiyon) ve depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu vakalardan alınan idrar örneklerinden spermler ayrıştırılarak aşılama yapılabilir.

9- Sinir Sistemine ait Nedenler 
Omurilik zedelenmeleri; ejakülasyonun olmamasına, ereksiyon (sertleşme) problemlerine, cinsel ilişkinin gerçekleşememesine ve sperm üretiminin azalmasına neden olur. Bu vakalarda elektrik uyarı ile ejakülasyon gerçekleştirilebilir.

BAZI GENETİK BOZUKLUKLAR KISIRLIĞA NEDEN OLABİLİR
Cinsiyet kromozomlarındaki birçok bozukluk infertiliteye neden olur. Bu vakaların birçoğunda testisler ve sperm üretimi olumsuz etkilenmiştir. Cinsiyet kromozomlarını etkilemeyen genetik bozukluklar da infertiliteye neden olabilir. Bazı kas hastalıklarında, orak hücreli anemide, Akdeniz anemisinde ve mesaneye ait bozukluklarda infertilite sık görülür. İnfertilitenin eşlik ettiği diğer bir hastalık olan kistik fibroz vakalarında ise meni miktarı ve sperm sayısı azdır. Bu vakalarda sperm kanalları gelişmemiştir.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Yeme bozukluğu ergenlik döneminde başlıyor

Yeme bozukluğu olarak da bilinen anoreksiya ve bulimiya, ergenlik döneminde ortaya çıkıyor. Zayıf olduğu halde kendini kilolu gören anoreksiya hastaları, diyet yaparak ciddi sağlık sorunlarına davetiye çıkarıyor. 

Uzmanlar, beslenme davranışında görülen bozukluğa ilişkin ailelere önemli tavsiyelerde bulunuyor: "Çocuğunuzu denetlemeyi, suçlamayı ve ona müdahaleci davranmayı bırakın. Kilo aldırmaya çalışmayın, tedaviye ikna edin."

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi'nden psikiyatri uzmanı Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, ergenlik döneminde ortaya çıkan yeme bozukluklarının önlem alınmazsa kişinin hayatını olumsuz etkileyeceğini ve önemli sağlık sorunlarına yol açabileceğini söyledi. Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, şu bilgileri verdi:

"Beslenme davranışında görülen bozukluklarla seyreden hastalıklara yeme bozukluğu denir. Yeme bozukluğu başlığı altında iki temel bozukluk vardır: Anoreksiya nervozada günlük alınan kaloride belirgin kısıtlama yapma, kilo almaktan aşırı korkma ve zayıf olduğu halde kendini kilolu görme (beden algı bozukluğu) söz konusudur. Bulimiya nervozada ise tıkınma ve çıkarma (kusarak, idrar sökücü ve laksatif ilaç kullanarak, aşırı egzersiz yaparak) atakları vardır.

Fiziksel ve ruhsal değişikliler etkili oluyor

Yeme bozukluğu çoğunlukla ergenlik döneminde başlar. Bunun en önemli nedeni ergenlik döneminde meydana gelen fiziksel ve ruhsal değişikliklerdir. Vücudun değişiyor olması ve yağlanmanın artışı önemli bir tetikleyici etkendir. Sosyal alanda kabul edilmek ve beğenilmek bir ergen için giderek daha önemli olmaya başlar ve fiziksel görünüm bunun önemli bir belirleyicisi haline gelir. Bu dönem arkadaş çevresinden görünüm veya kiloyla ilgili bir eleştiri almak yeme bozukluğunu tetikleyebilir.

Bu değişikliklere dikkat

Ergenlik dönemindeki yeme bozukluğunun bazı belirtilerine dikkat çeken Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, şunları söyledi:
"Yemekler hakkında takıntılı bir hale gelmek, kilo ve görünümle ilgili aşırı uğraşlara başlamak, çok sıkı diyetler yapmak, tuvalette uzun süreler kalmak, yiyecek saklamak, takıntılı bir şekilde kalori saymaya başlamak, saatler süren spor aktivitelerinde bulunmak, özellikle yedikleri konusunda yalan söylemeye başlamak yeme bozukluğu göstergeleri olabilir. Ayrıca akademik başarının düşmesi, sosyal ilişkilerde bozulma, odadan dışarı çıkmamak, öfkede artış, içe kapanmak gibi genel belirtiler de ortaya çıkabilir.

Yeme bozukluğunun tedavisi var mıdır?

Yeme bozukluğu tedavisinde psikoterapi yöntemleri ve psikiyatrik ilaçlar kullanılır. Hastalığın ilerlemiş olduğu vakalarda bir süre hastaneye yatırmak gerekebilir. Tedavinin en önemli aşaması hastayı tedavi olmaya ikna etmektir. Çünkü hastalar tedaviyle aşırı bir kilo alacaklarından korkarak tedaviye başvurmakta isteksiz davranabilirler."

Çocuğumda yeme bozukluğu olduğunu düşünüyorum, ne yapabilirim?

Prof.Dr. Aslıhan Dönmez, anne ve babalara şu tavsiyelerde bulundu:

• Onu denetlemeyi bırakın: Ne yediğini, çıkarıp çıkarmadığını denetlenmeyi bırakın. Denetleme davranışınız onun kendini daha fazla baskı altında hissetmesine ve bu davranışları arttırmasına neden olacaktır. Üstelik yalan söylemesini de arttıracaktır.

• Onu suçlamayın: Bazı aileler yeme bozukluğunun bir "şımarıklık" göstergesi olduğunu düşünerek hastayı suçlarlar. Unutmayın ki yeme bozukluğu tedavi gerektiren bir psikiyatrik hastalıktır, şımarıklıkla bir ilgisi yoktur.

• Aşırı müdahaleci davranmayın: Bazı ergenler için yeme bozukluğu hayatından kendi kontrolü altında tutabildiği tek alan, bir özgürlük mücadelesi olabilir.

• Ona kilo aldırmaya çalışmayın: Unutmayın ki hayatta en korktuğu şey kilo almak. Çünkü buna bir başlarsa durduramayacağını düşünüyor. Bu nedenle ona zorla yüksek kalorili bir şeyler yedirmeye çalışmayın.

• Onu tedaviye ikna etmeye çalışın: Fakat bunu yaparken zorlayıcı bir tutum içerisinde olmayın. Zorla götüreceğiniz tedaviden fayda görmeyecektir. Bunun yerine onunla sakin bir şekilde konuşun, onunla ilgili kaygılarınızı dile getirin ve tedaviye başvurma konusunda cesaretlendirin."

VOLÜMETRİK YÜZ GERME (FACELIFT)


YAŞLANMAYA KARŞI VOLÜMETRİK YÜZ GERME

Yüzde yaşlanmanın etkilerinin giderilmesinde güncel yaklaşım volümetrik yüz
germe yöntemidir. Bu uygulamanın amacı; yüzün üst, orta ve alt bölgelerindeki
kompartmanlara, germe ve dolgu ile gergin bir görünüm kazandırılmasıdır.

Yüz yaşlanması; üstteki derinin kırışıklıkları ve alttaki destekleyici yumuşak dokuların (yağ, kas ve fasya) ve iskelet yapısının üç boyutlu değişiklikleri ile kendini gösterir. Yüz yaşlanmasında etkili olan en önemli faktörler; yerçekimi, iskelet değişiklikleri, cilt altındaki yağ dokusunun yer değiştirmesi ve kaybı, hormonal düzensizlikler (menopoz), kronik güneş ışığına maruz kalma ve sigara gibi alışkanlıklardır. Diğer etkili faktörler ise stres, beslenme bozuklukları, iş ortamı, ilaç alışkanlıkları ve kronik hastalıklardır.

YÜZ YAŞLANMASINDA NELER DEĞİŞİR?

Yapısal Değişiklikler

1.İskelet değişiklikleri:Yüz iskeletinde yaşlanmayla ortaya çıkan en önemli değişiklik, yüzün uzunluğundaki kısalmadır. Özellikle üst ve alt çenede kemik hacmindeki azalma yüzü daha geniş ve basık gösterir. Göz küreleri belirginleşir, yanaktaki yağ dokuları aşağıya doğru yer değiştirir ve yanak çukurları belirginleşir. Üst çene kemiğindeki hacim kaybı etkisiyle üst dudak düzleşir ve derideki incelmeyle beraber dudak kırışıklıkları artar. Diş kayıpları ve yuvalarındaki hacim kaybının etkisiyle alt çene kemiğinin incelmesiyle alt çene ucunun belirginliği azalır.

2.Cilt altı yağ dokusundaki değişiklikler:Genç bir yüz; tepesi, alt çene tabanları ve şakakları gösteren bir üçgen görünümünde, yüzeyel ve derin yağ dokuları üç boyutlu olarak yüzde belirgin arklar ve çıkıntılar  gösterir. Yaşlı bir yüzde yağ dokularında azalma veya yer değiştirmeyle birlikte tepesi alın, tabanları ise alt çene hizasında olan bir üçgen görünümü kazanır. Yaşlanmanın etkisiyle göz çevresi, alın, yanaklar ve şakaklar, alt çene kenarları, çene ucu ve ağız çevresinde çıkıntılı olması gereken bölgelerde çöküntüler gözlenmeye başlar. Çene altında ‘gıdık’, alt dudak-çene ve alt çene yanlarında ‘jowl deformitesi’ ve yanaklarda yağ dokularının fazlalığı ve aşağıya doğru yer değiştirmesi ve deri elastikiyetinin azalmasıyla belirgin sarkıklıklara ve torbalanmalara yol açar. Yanak yağ yastıkçıklarının yaşlanmayla öne ve aşağıya doğru yer değiştirmesi; burun, yanak ile dudak arasındaki katlantının ve çizginin belirginleşmesine yol açar. Yandan bakıldığında, alın çıkıntılılığı, kaşların dış kenarlarının dolgunluğu, elmacıkların öne ve yana çıkıntılılığı kaybolur.


Görünüm Değişiklikleri

Yüzün dolgunluğunun azalması, ilerleyici kemik hacmi kaybı, doku elastikiyetinin kaybı ve yerçekiminin etkisiyle yüzde yaşlı yüz görünümü kendini belli etmeye başlar. Her ne kadar yüz, bir bütün olarak ele alınsa da ortaya çıkan yapısal değişiklikler ve uygulanacak girişimlerdeki farklılıklar dolayısıyla yüzü üç bölümde değerlendirmek gerekir.

1.Üst yüz: Alın, kaş, şakak ve üst göz kapaklarında cilt altı dolgunluğun kaybı üst yüzdeki yaşlanmanın ilk belirleyicisidir. Özellikle göz çukurlarının üst ve alt kemik kenarları belirginleşir ve uzun süreli kaş çatmaya bağlı dikey ve yatay alın çizgilenmeleri, kırışıklıkları artar. Şakaklarda ve kaşların dış kenarlarındaki destek dokusu kaybıyla kaşlarda düşüklük meydana gelir. Üst göz kapağı destek dokularının incelmesi ve cilt elastikiyetinin azalmasıyla üst göz kapağı kırışıklıkları, katlantıları ve torbalanmaları belirginleşir.

2.Orta yüz: Yanakların çıkıntılığının kaybı, yanaklardaki dolgunluğun azalması, alt göz kapaklarındaki yumuşak doku desteğinin zayıflaması, kas dinamiğinin artmasıyla kaz ayağı deformitesi belirginleşir. Alt göz kapağındaki hacim kaybı, göz yaşı oluğunun derinleşmesine, alt göz kapağında torbalanmaya, göz çevresi cildinde koyulaşmaya yol açar. Burunda kıkırdaklar arasındaki bağ dokusu desteğinin azalmasıyla, burun uzunluğunda artış görünümü ve burun ucunda basıklık gelişir. Alın ile burun kökü arasındaki dolgunluğun kaybı çok belirgindir.

3.Alt yüz: Alt yüzde derinin gevşekliğinin artışı, ağız çevresi ve yanaklardaki yağ dokularının azalması, alt çene kemiğinde hacim kaybının etkisiyle alt çene konturunun bozulmasına yol açar. Yanağın, yağ yastıkçıklarının destek dokusunu kaybetmesiyle alt çene kenarlarına kadar inmesiyle yanak torbaları oluşur. Çene altı tükürük bezlerinin sarkıklığı da bu deformitenin belirginleşmesine yol açar. Ayrıca çene altı yağ yastığının artışı ve sarkıklığı ile boyun platizma kasının alt yüz dokularını aşağı çekmesiyle ‘hindi boynu’ görünümü belirgin hale gelir. Gırtlak yapılarının sarkıklığı buna eşlik ettiğinde çene-boyun açısı düzleşir.

VOLÜMETRİK YÜZ GERME (FACELIFT)

Yüz gençleştirmede temel hedef, yüzün dolgunluğunun dengeli bir şekilde yeniden restore edilmesidir. Geleneksel yüz germe ameliyatları genellikle cildin elastikiyet kaybı ile ortaya çıkan cilt sarkıklığı ve torbalanmalarına odaklanırken, yüzde yaşlanmayla ortaya çıkan yumuşak doku kaybı, kontur düzensizlikleri ve dolgunluk kaybının giderilmesi mümkün değildir. Güncel yaklaşımlar cildi germek ve fazla deriyi çıkarmaktan ziyade, derin yumuşak dokulara müdahale ederek, yer değiştiren yapıların anatomik olarak restorasyonu, hacim kayıplarının giderilmesi ve kas dinamiğine modifikasyonlar uygulamak şeklindedir.

YAĞ GREFTLERİ İLE RESTORASYON

Yüzde yaşlanmanın etkilerinin giderilmesinde güncel ve en akılcı yaklaşım, yüzün üst, orta ve alt bölgelerine kompartmantalizasyon uygulayarak, germe ve dolgu şeklindeki volümetrik yüz germe
ameliyatlarıdır. Yüz germe ameliyatlarında derin SMAS lift ile yer değiştiren anatomik yapıların eski yerlerine taşınması ve buna bağlı oluşan deformitelerin kalıcı olarak giderilmesi hedeflenirken, vücudun yağ fazlası olan bölgelerinden elde edilen yağ greftleriyle hacim kaybı olan bölgelerin restorasyonu ve kontur düzensizliklerinin giderilmesi, üst ve alt göz kapaklarına yönelik girişimler de eş zamanlı gerçekleştirilir. Yağ grefti alınması mümkün olmayan olgularda geçici/kalıcı dolgu maddeleri ile hacim kayıpları giderilebilir. İskelet yetersizliği belirgin olan durumlarda yanak-elmacık bölgesi ile üst ve alt çeneye protezlerle kontur düzeltme girişimleri eş zamanlı uygulanabilir.


Yüz germe ameliyatı ile birlikte özellikle çene altı, yanaklardaki aşırı yağlanma veya torbalanmayı gidermek, yüz bölgesinde anormal yağ dağılımını düzeltmek amacıyla çok ince kanüller yardımıyla yağ alma (microliposuction) işlemi yapılarak yüze üç boyutlu yeni bir görünüm kazandırmak mümkündür. Boyundaki yaşlanmayı gidermek için çene altında platizma kasına yönelik girişimler, ilerlemiş olgularda ise boyun germe ameliyatı girişime dahil edilebilir.

26 Ağustos 2016 Cuma

Sadece uykulu hissettiğinizde yatağa gidin

Kaliteli uyku sağlığımız için en az su içmek kadar kaliteli büyük önem taşıyor. Özellikle uyku sırasında salgılanan melatonin hormonu, vücudumuz için oldukça faydalı. İyi bir uykunun başlıca ölçüsü ise sabah dinç uyanmak ve gün içinde zinde hissetmek. 

Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferah Ece kaliteli bir uyku için gece yatmadan önce dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

Solunumun ve kalp üstünde basınç oluşmasını azaltmak için yemeğinizi yatmadan en az 3 saat önce yiyin.

Akşam yemeklerinde yenilen yağlı, kızartmalı ve baharatlı yiyecekler reflüye de yol açabildiklerinden uykuya dalmayı güçleştirip uyku kalitesini bozacaktır. Yağlı, kızartmalı ve baharatlı yemeklerden kaçının.

Yatmadan en az 4 saat önce alkol alımını kesin. Aşırı alkol solunumu baskılar ve uykuda solunum durmalarının sıklığını ve ağırlığını artırır. Alkol ve uyku ilaçları, kas gevşetici, anksiyete önleyici, ağrı kesici gibi ilaçlar, üst solunum yolu kaslarında gevşemeye yol açıp hava yolu tıkanmasına neden olabilirler.

Sigaranın neden olduğu tahrişin, horlama ve apne ağırlığını arttırdığı düşünülür. Sigaranın bırakılması uykuda solunumun düzelmesinde çok yardımcıdır. Uyarıcı madde içeren kahve, kola, çikolata gibi gıdalardan özellikle saat 17:00'den sonra uzak durun.

Sadece uykulu hissettiğinizde yatağa gidin.
Sırt üstü yatma boyun ve boğazdaki yumuşak dokuların arkaya doğru kaymasına ve bunun sonucu olarak hava yolunun daralmasına ya da tam tıkanmasına yol açar. Sırta yerleştirilecek yastıkçıklar ya da pijamanın arkasına dikilecek bir cebe yerleştirilen tenis topu hastanın sırt üstü yatmasını engelleyebilir.

Sıcağa hassas kişilerin genel kanının aksine yatak odalarında dikkatli kullanılan klimalar uyku kalitesini artırır ve hastalıklara yol açmaz. Ancak filtrelerin sık temizlenmesi veya değiştirilmesi ve nem oranının çok düşürülmemesine dikkat edilmelidir.

Kitap okumak, gevşeme sağlayacağı için uykunun gelmesine yardımcı olur.
Özellikle yaşlılar eklem problemleri olanlar, artrozu bulunanlar kalp ve akciğer hastalığı olanların vücuda destek sağlayan rahat yatak ve yastıklarla yatmaları uyku kalitesini artırır. Kemik, kas ve eklem hastalığı olanların ortopedik yatak ve yastık kullanması gerekir.

Pamuklu kumaş hava akımına izin verdiği için çarşaf, nevresim kılıfı ve yastık kılıflarınız pamuklu olsun.

Yatmadan 1 saat kadar önce duş alabilirsiniz.
Yatmadan önce bir bardak süt içmek fayda sağlayacaktır.

'Kontrol takıntıları' eğitimli erkeklerde görülüyor

Az önce evden çıktınız, önlemlerinizi almanıza rağmen "Acaba ocağı kapattım mı, ütünün fişini çektim mi?" soruları aklınızdan çıkmıyor mu? Şüpheleriniz yüzünden yeniden eve mi dönüyorsunuz? Sık sık bu sorunla karşılaşıyor ve hayatınız kâbusa dönüyorsa dikkat!

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Semra Baripoğlu, , halk arasında 'takıntı' olarak bilinen Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) hastalığı ile ilgili şu bilgileri verdi:

"OKB, obsesyon adı verilen takıntılı düşünce, fikir ve dürtüler ile kompulsiyon adı verilen yineleyici davranışlar ve zihinsel eylemlerden oluşan bir hastalıktır. Obsesyon, kişinin zihnine girmesine engel olamadığı, zihninden uzaklaştıramadığı düşünce ve dürtülerdir. Kompulsiyon ise obsesyonların neden olduğu yoğun sıkıntı ve huzursuzluğu azaltmak ya da ortadan kaldırmak üzere yapılan yineleyici davranış ve zihinsel eylemlerdir."

"Kontrol takıntıları" kişiyi mutsuz eder
Dr. Semra Baripoğlu, kişinin yaptığı işi doğru yapıp yapmadığını defalarca ve saatlerce kontrol etmesi anlamına gelen "kontrol kompulsiyonları"nın kişinin hayatını yaşamasına engel olabileceğini söyledi. Dr. Baripoğlu, şu değerlendirmede bulundu:

"Obsesif kompulsif bozuklukta sıkça görülen bir takıntı türü de kişinin yaptığı bir işi yapıp yapmadığından ya da doğru yapıp yapmadığından emin olamamasıdır. Böyle olunca da hasta emin olmak için tekrarlayıcı biçimde ''kontrol etme davranışı'' gösterir. Kapıyı kilitlediği halde dakikalarca kontrol eder, kapıdan ayrılıp yola çıkamaz.Bazen kontrollerle geçen süre saatleri bulabilir, hasta ancak yakınlarının zorlamasıyla kapıdan ayrılabilir ya da kapıyı yakınının kapatmasını isteyebilir. Elektrik ya da doğalgazı kapattığından, ütüyü, kurutma makinesini vb prizden çektiğinden emin olmadığı için tekrar tekrar, bazen çıktığı yoldan eve geri dönüp kontrol etme ihtiyacı duyar.

Acaba birine mi çarptım?
İşyerinde yaptığı bir işi tekrar tekrar kontrol etmekten ilgili kişiye teslim edemez, bir sonraki adıma geçemez ve işlerini geciktirdiği için zor durumda kalırlar. Araba kullanırken 'Acaba birine mi çarptım' kuşkusuyla geçtiği yollara geri dönüp defalarca kontrol eden hastalar vardır. Orada yaralı kimseyi görmedikleri halde bir türlü ikna olmaz, defalarca kontrol ederler.

Bazı hastalar okuduklarından emin olamazlar. Okuduğu yazıyı tam anlamamış, bazı kısımları kaçırmış olabileceği kuşkusuyla tekrar tekrar aynı sayfayı okurlar.

Bu durumdaki hastalar kuşkularıyla kişiler arası iletişimde de sorunlar yaşayabilir, ailesini, arkadaşlarını tekrar tekrar arayarak işlerin tam olup olmadığıyla ilgili kafasındaki sorulara yanıt arar. Ne yazık ki kolayca ikna olmaz, her yanıt başka yeni soruları doğurur ve bu süreç uzayıp gider."

Bekar ve eğitimli erkeklerde daha çok görülüyor
Yapılan araştırmaların kontrol kompulsiyonlarının çoğunlukla bekar, eğitimli erkeklerde görüldüğünü ortaya koyduğunu belirten Dr. Semra Baripoğlu, "Bu hastalarda obsesif kompulsif bozukluğun erken yaşlarda başlamış olduğu da bir diğer bulgudur. Çocuklarda anne-babasının ya da kendisinin güvenliğine ilişkin obsesif endişeler de yaygındır. Bu nedenle de kontrol kompulsiyonları çocuklarda da sıkça görülen bir OKB belirtisidir. Yapılan araştırmalar kontrol kompulsiyonlarının çoğunlukla bekar, eğitimli erkeklerde görüldüğünü ortaya konmuştur." dedi.

Her 10 Kişiden 9'u Neden Saç Dökülmesi Yaşıyor

Stres, sağlıksız beslenme, ilaç kullanımı, yaşlılık ve genetik faktörler gibi nedenlerden dolayı yetişkin bireylerin, yüzde doksanında saç dökülmesi yaşanıyor. Saç dökülmesi; genellikle erkeklerde alın bölgesinde genişleme ve tepede kellik, kadınlarda ise alında genişleme ve saçlarda seyrekleşme şeklinde görülüyor.

İlk kez ülkemizde uygulanan gübreleme ve çapalama tekniği ile acılı saç ekimi işlemleri sona eriyor. Bu yöntem, saçlarda aşırı dökülme ve seyrekleşmeye doğal ve kalıcı çözüm sunuyor.

Her 10 Kişiden 9'u Saç Dökülmesi Yaşıyor
Birçok yöntemi bir arada uygulayarak, kokteyl bir tedavi geliştiren Uzm. Dr. Kamil Teker, Kombine Tamamlayıcı Tıp alanındaki klinik uygulamalarla, saç dökülmelerinde azalmanın yüzde doksana vardığını belirtti. Dr. Kamil Teker şöyle konuştu: 'Saçlı deride ortalama 100.000 saç bulunur.

Normalde, erişkinde günde tarama, yıkanma veya çekmeye bağlı olarak 50-100 adet saç teli dökülür. Yaygın bir saç kaybının klinik olarak gözlenebilmesi için saçların en az %25'inin kayba uğramış olması gereklidir. Kişideki günlük kıl kaybı cinsiyet, ırk yaş ve muhtemelen genetik faktörlere bağlı olarak değişir. Saç dökülmesinin değerlendirilmesi hastanın şikâyetine dayanılarak, basit çekme testiyle ve saç diplerini inceleyen trikogram araç ile yapılabilir. Basit çekme testiyle, her alanda 3-5 tel saçın gelmesi, belirgin bir saç seyrelmesi gözlenmemesine rağmen, dökülmenin var olduğunu doğrular. Yaşlanmaya bağlı 40-50 yaş grubunda aşırı saç dökülmesi gelişmektedir. Özellikle kadın ve erkeklerde alın ve kafa tepesinde kellik tablosuna varmaktadır.

Saç köklerinin yeterli beslenmesi
Yıllar içinde yaşlanmaya bağlı gelişen aşırı saç kaybının ana sebebi saç teli kökündeki sinir duyusu eksikliğidir. Kafa bölgesindeki yumuşak dokuda gelişen kireçlenme nedeniyle sinir duyusu zayıflamaktadır. Sinir duyusundaki zayıflama nedeniyle yumuşak dokudaki kan ve lenf dolaşımı azalmaktadır. Saç köklerindeki hücrelerde beslenme ve bakım eksikliği nedeniyle saç telleri aşırı dökülmeye başlamaktadır. Kombine tamamlayıcı tıp tekniği ile kafa derisindeki sinir duyusu verimli ve yeterli seviyeye çıkartılır. Sinir duyusunun normal seviyeye çıkması ile beraber derideki kan ve lenf dolaşımı yeterli miktara erişir. Saç köklerinin yeterli beslenmesi ve bakımının sağlanması ile saç dökülmesi normal seviyeye iner. Tedavi süreci ve sonrası yeni saç telleri gelişebilmektedir. Saç tellerinin sıklığında artma ile saç seyrekliği iyileşmektedir.

Saç Ektirmek Tek Çözüm Değil
Tamamen kelliğe varan tablolarda saç ektirmenin tek çözüm olduğunu kabul eden Uzm. Dr. Kamil Teker, yetişkin bireylerin genel sorunu olan saçlarda aşırı dökülme ve seyrekleşmenin tedavisinde birçok yöntemin kullanıldığını söyledi. Kendi uyguladıkları yöntem dışındaki yöntemlerin sararmış ve kurumakta olan tarlayı geçici sulama yöntemleri ile sulamaya benzediğini, bu nedenle sonuçların yetersiz kaldığını ve geçici düzelme sağladığını ifade etti. Oysa kendi yöntemlerinin tarlaya gelen suyollarını temizlemek ve suyun akım miktarını arttırmak ve saç derisine uyguladıkları, çapalama ve gübreleme benzeri, doğal kokteyl kombine uygulamalarla tarlayı yeşerttiklerini ve bu nedenle hem daha verimli, hem daha doğal ve hem de daha kalıcı çözüm sağladıklarını söyledi.

Ne Kadar Sürüyor?
Kombine tamamlayıcı tıp tekniği uygulamaları ile saç dökülmesinin ana sebebini düzeltmek suretiyle iyi ve kalıcı sonuç aldıklarını söyleyen Uzm. Dr. Kamil Teker; seans sayısının kişinin yaşı esas alınarak belirlendiğini dile getirdi. 20-40 yaş için 6-8 seans ve 45-60 yaş arası için 10-12 seans uygulama ile yüzde seksen başarı sağlandığını sözlerine ekledi.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Tacizcinin hedefinde komşu ve arkadaş çocuğu var


Çocuklara bayram hediye eden dünyanın tek ülkesi Türkiye, 87'ncisini kutladığımız 23 Nisan Çocuk Bayramı'na çocuk tacizleriyle giriyor. Türkiye polisiye tedbirlerle Batı ise, bilimsel araştırmalarla tacizcileri durdurmaya çalışıyor.

En çarpıcı araştırma yine ABD'den geldi. 4 bin çocuk tacizcisiyle görüşen ABD'li bilim insanları çarpıcı sonuçlar elde etti. Psikiyatristler Gene Abel ve Nora Harlow tarafından yapılan araştırmaya Çocuk Tacizini Önleme Elkitabı (The Stop Child Molestation Book)'nda da yer verildi.

Türkiye'deki taciz kurbanı çocukların tedavisiyle ilgili çalışmalar yürüten Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, ABD ve Türkiye'deki tüm aileleri yakından ilgilendiren bu araştırmanın detayları hakkında önemli bilgiler verdi:

HANGİ ÇOCUKLAR TACİZ EDİLİYOR?
"Çocuklar en çok kendi aileleri içindeki yetişkinler ya da ebeveynlerinin sosyal çevrelerindeki yetişkinler tarafından tacize uğrama riski altında. Çocuk tacizcilerinin yüzde 90'ı kendi aileleri içindeki çocukları ya da iyi bilip, tanıdıkları çocukları taciz ediyorlar. Ayrıca, araştırmaların gösterdiğine göre risk herkes için geçerli: Çocuk tacizcileri toplumun her kesiminde mevcut, bu nedenle toplumun her kesimindeki çocuklar taciz riski altında.

KOMŞU YA DA ARKADAŞ ÇOCUĞU TEHLİKEDE
Tacizcilerin en büyük hedefi yakın çevrelerindeki çocuklar. Tacizcilerin hedefinde komşu ya da arkadaş çocuğu (%40) var. Bakılması için emanet edilen çocuklar (%5) da tacizcinin hedefinde.

ÜVEY VE EVLATLIK ÇOCUKLAR İLK SIRADA!
Tacizciler aile içinde; üvey çocukları ya da evlat edindikleri çocukları (%30), biyolojik çocuklarını (%19), erkek, kız yeğenlerini (%18), kız kardeş ya da erkek kardeşlerini (%12) ve torunlarını (%5) hedef alıyor.

Tacizcilerin hedef aldığı yabancı (tanıdık olmayan) çocukların oranı ise % 10. Dikkat edin, çocuk tacizcilerinin sadece yüzde 10'u hiç tanımadıkları bir çocuğu taciz ettiklerini söylüyor."

Tacizciler hangi çocukları hedef alıyor?

AİLEDEKİ ÇOCUKLAR
Biyolojik çocukları 19%
Üvey çocukları ya da evlat edindikleri çocuklar 30%
Kız kardeş ya da erkek kardeşler 12%
Erkek, kız yeğenler 18%
Torunlar 5%
YAKIN ÇEVRELERİNDEKİ ÇOCUKLAR
Bakılması için emanet edilen çocuk 5%
Komşu ya da arkadaş çocuğu 40%
TAMAMEN YABANCI ÇOCUKLAR
Yabancı (tanıdık olmayan) çocuklar 10%

Kaynak: Psikiyatristler Gene Abel ve Nora Harlow Çocuk Tacizini Engelleme Araştırması. Çocuk tacizcileri genelde bu tablodaki kategorilerde belirtilen çocuklardan, bir kategoriden fazla kategorideki çocukları taciz ettikleri için, toplam yüzde 100'den fazla ediyor. Örneğin, aynı çocuk tacizcisi hem kendi biyolojik çocuğunu hem de üvey çocuğunu taciz etmiş olabiliyor.

ABD'DE TİPİK BİR ÇOCUK TACİZCİSİNİN PROFİLİ:

'EVLİ, EĞİTİMLİ, İŞ SAHİBİ VE DİNDAR'
Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak, bu araştırmaya göre ABD'deki tipik bir çocuk tacizcisinin profili hakkında ise şu bilgileri veriyor:

"Çocuk tacizcilerinin yüzde 77'si evli ya da daha önceden evlenmiş. Yüzde 46'sından fazlası bir süre üniversite eğitimi almış, yüzde 30'u ise lise mezunu. Yüzde 69'unun bir işi var ve çalışıyor. Yüzde 93'ü dindar, dindar olduğunu söylüyor.

Bu araştırmanın sonuçlarına göre, çocuk tacizcileri evli, eğitimli, iş sahibi ve dindar insanlar. Kliseye özgü pedofili skandalları ve katı klise kurallarına dayalı koşullarda ortaya çıkan taciz oranlarının bu araştırmadaki "dindar" oranının yüksek çıkmasına önemli bir etkisi olabilir… Önceden yapılan birçok bilimsel araştırmada da, taciz kurbanı çocuklar ile gelir ve eğitim seviyesi düşük aileler arasında bir ilişki kurulmaya çalışıldı ama bu araştırmaların hepsi başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü taciz kurbanı çocuklar ve çocuk tacizcileriyle her gelir grubu ve sosyal statüde karşılaşmak mümkün.

Araştırmaya katılan çocuk tacizcileri
Evli ya da daha önceden evlenmiş 77%
Bir süre üniversite eğitimi almış 46%
Lise mezunu 30%
Çalışıyor 69%
Dindar olduğunu söyleyen 93%

4 bin çocuk tacizcisinin anlattıklarını analiz eden araştırmacılar şu sonuca vardılar:
Dıştan görünen özellikleri itibariyle, çocuk tacizcileriyle, tüm Amerikan erkeklerinin özellikleri örtüşüyor. Bir çocuk tacizcisinin ortalama özellikleriyle, ortalama bir Amerikan erkeğinin özellikleri birbirlerine çok benziyor.

Evli, eğitimli, iş sahibi ve dindar olmak gibi özellikler birinin çocuk tacizcisi olmasına sebep olamaz elbette, fakat bunlar, bu araştırmaya katılan Amerikalı suçluların genel özellikleri ve son zamanlarda ülkemizde artan çocuk tacizi vakalarının analizi için yol gösterici nitelikte... Çocukları, çocuk tacizcilerinden korumak isteyen yetişkinlerin, ebeveyn ya da çocuğun bakımıyla kim ilgileniyorsa, bilmesi gereken bir çocuk tacizcisinin hangi özelliklere sahip olduğudur.

KARİYER VE DİN MASKE OLARAK KULLANILABİLİR
Çocukları kurban olarak seçen suçlular, iyi eğitimli olabilir, sosyo-ekonomik profili iyi düzeyde olabilir, aşırı ahlakçı ya da dindar görünümünde olabilir. Elbette ki sapkın davranışın, tacizin bu özelliklerle doğrudan ilgisi olamaz. Eğitim, dini inanç dışında temel insani özelliklerin yoksunluğu ile ortaya çıkan sapkın davranışlardır bunlar. Fakat suçlular, eğitimlerini, sosyal konumlarını ve dini bir kamuflaj aracı olarak kullanabilir.

Sonuçları bir araya getirecek olursak;
-Çocuk tacizcilerine toplumun her kesiminde rastlamak mümkün.
-Çocuk tacizcileri, ya ailelerinde ya da sosyal çevreleri içinde yer alan kendilerine yakın çocukları taciz ediyorlar.
-Çocuk tacizcilerinin çoğu, yüzde 90 civarında, taciz ettikleri çocuğu çok iyi tanıdıklarını söylüyorlar.
Bu listedeki son maddeye dikkatli şekilde bakmanızı istiyoruz. Çocuk Tacizini Önleme Planı'nız çerçevesinde işinize yarayacak birkaç bulgu olsa da, bu maddede zikredilen en önemlisi.

TEHLİKEYİ %90 YABANCIDAN BEKLİYORUZ AMA...
Mümkün olan en kısa sürede, daha fazla çocuğu tacizden korumamız için dikkatimizi biraz tam tersi yöne kaydırmamız gerekiyor. Şu anda çocuklarımızı tacizden korumak için gösterdiğimiz çabanın yüzde 90'ını onlara yabancılardan gelebilecek taciz riskine karşı harcıyoruz.

Halbuki yapmamız gereken bu yüzde 90'lık çabayı, çocuklarımızı yabancı olmayan kişilerin tacizinden korumak için harcamak ve aile içinden ya da ailenin arkadaş çevresinden gelecek tacizcilere karşı dikkatli olmak. Tacizciler, mahalle, site, okul, yurt gibi çocuğun sürekli yaşama alanında kendilerine kurban seçiyorlar."

Psikolog Başkak, tacizcinin kim olabileceğini, onu nerde bulabileceğimizi, hangi çocukların en çok risk altında olduğunu ve onları nasıl koruyacağımızı bilirsek; çocuklarımıza karşı işlenen tacizcileri durdurmak için gerekli olan güce sahip olacağımızı söylüyor.

Büyük Göğüslü Kadınların Yaşadığı Sıkıntılar

Standart ölçülerin dışındaki büyüklükte göğse sahip kadınlar günlük hayatta kısıtlanıyor. İri göğüsler kadınlarda psikolojik travmaya neden olmanın yanı sıra fiziksel olarak da sıkıntılara yol açıyor. En başta vücut şeklini, omurganın duruşunu etkiliyor. 

Kadınlar da çevredeki rahatsız edici bakışlardan kurtulmak için öncelikle iri göğüslerini saklamak isteyerek eğiliyor, omuzlar içe dönüyor. Sırtta kamburluk oluşabiliyor.

International Hospital Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Dr. Mithat Ulay, "İri göğüse sahip kadınlar özellikle de yazın gelmesini, denize gitmeyi istemezler. Çünkü bütün bakışlar üzerlerinde toplanır, bu da rahatsızlık verir. Kışı daha çok severler çünkü kışın kıyafetler ile olumsuz bulduklarını görüntüyü kolaylıkla saklayabilirler. Büyük göğüs, kadınlarda bel ve boyun fıtığına, yaygın sırt ağrılarına da yol açar" diyor.

Büyük göğüse sahip kadınların yaşadıkları sorunlar, uygulanan estetik cerrahi yöntemleri hakkında bilgiler veren Dr. Mithat Ulay, bu konuda merak edilen soruları yanıtlıyor:

- İri meme nedeniyle kadınlar en çok hangi sorunları yaşıyor?
• Uygun kıyafet bulamama.
• Olduğundan yaşlı gösterme.
• Özgüven azlığı.
• Kilolu gözükme.
• Günlük harekette zorlanma, hızlı hareket edememe.
• Rahat spor yapamama.
• Özellikle de yazın göğüs altlarında terleme nedeniyle koku ve pişik oluşması.

- Hekimlerin büyük meme ölçüsü nedir?
Kitaplara bakarsanız göğüsler 2. ve 6. kaburga arasında yer alır, meme başı ise sternum dediğimiz, kaburgaları göğsümüzün ortasında birleştiren kemiğin üst ucundan itibaren 19-21 cm arasında yer alır. Bu kitabi bilgidir ancak iri göğüs kişinin boyuna, göğüs kafesi genişliğine ve memenin kendi hacmine göre değişir, hepsini göz önünde değerlendirmemiz gerekmektedir.

- Ne zaman ameliyat olmak gerekiyor?
Genç bir kadın 18 yaşını doldurduktan sonra ameliyat olabilir. Ancak bazen istisnai olarak çok büyük göğüsler olabilir ve bu da kişinin psikolojisini bozabilir, o durumlarda kemik yaşına bakarak büyüme tamamlanmış ise 16-17 yaşlarda ameliyat uygundur. Hamilelik sonrası kilo almaktan dolayı göğüsler daha da iri olabilir, ancak eğer anne emziriyor ise emzirme bittikten en az 6 ay sonra küçültme ameliyatı yapılabilir. Ancak 1-2 yıl içerisinde çocuk sahibi olmayı planlayan kadınların doğum ve emzirme sonrasını beklemelerini öneriyorum.

- Meme estetiği olanlar emzirebilir mi, meme hassasiyeti kaybolur mu?
Meme başı mesafesinin 35 -37 cm'nin üzerinde olduğu kadınlara uygulanacak teknikten dolayı his kaybı ve emzirme sorunu olur, zaten bunlar, çok büyük göğüslerdir ve bu hastalar genellikle bize "Bunları kesip alın beni bu hamallıktan kurtarın" diye gelirler. Her bir göğüsten 5 kilo meme dokusu çıkardığım hastalar vardır, düşünün bir anda 10 kilo yok oluyor. Bu mesafenin 35 cm'nin altında olduğu kadınlarda uygulanacak tekniklerden dolayı his kaybı ve emzirememe görülme olasılığı azdır, ancak yine de görülebilir. Kişiye ameliyat öncesi mutlaka genel bir değerlendirme yapılır, çok yağlı, kilolu, şeker hastalığı olanlarda yara iyileşme problemleri görülebilir.

- Büyük göğüsler hangi tekniklerle ameliyat ediliyor? Günümüzde en çok tercih edilen teknikler hangileridir? Bu tekniklerde iz oranı nedir?
Küçültme teknikleri meme başının uzaklığına ve memenin hacimsel kitlesine bağlıdır, en çok kullanılan teknikler "Vertikal Mamoplasty" ve "Supero Medial" küçültme teknikleridir.
Vertikal Teknik: Meme başı çevresinden dik olarak aşağıya uzanan bir çizgi olabilir. Bazen de göğüs büyüklüğüne bağlı olarak göğüs altına kadar uzanan J veya L şeklinde izler ortaya çıkabilir.
Supero Medial Teknik: Bunda memede ters T şeklinde iz kalır. Dikişlerin hepsi cilt altı dikişlerdir. Bu nedenle dikiş almaya gerek yoktur. Ameliyat öncesi mutlaka kan, akciğer ve kalp kontrolleri yapılır. Çok sigara içenlere yapılmaz, 2-3 hafta öncesinden sigarayı içmemeleri önerilir. Aspirin kullanılmaz, ameliyat süresi yaklaşık 3-4 saat arası değişir, ameliyattan sonra koltuk altlarından çıkan drenler olur. Bu içerde toplanabilecek kanı yok etmek amacıyladır. Yaklaşık 2-3 gün sonra bu drenler çekilir. Meme üzerlerinde ise elastik bantlar olur bir hafta sonra bantlar çıkarılıp sporcu sutyeni kullanılması istenir. Bir akşam hastanede kalınır, 3 hafta süreyle ağırlık kaldırılmaması, 2 hafta süreyle araba kullanılmaması önerilir.

- Büyük göğüslerde kitlelerin tespiti açısından zorluk oluyor mu?
Büyük göğüslere sahip kadınlarda küçük kitleleri tespit doğal olarak çok daha zordur ve daha sık yapmalarını ve ultrason ile muayene ettirmelerini öneriyorum. Meme kanseri bilindiği gibi erken teşhisle hiçbir zaman öldürücü değildir, küçültme ameliyatı olacak olan kadınların sık sordukları soruların başında "Meme ameliyatı olursam kanser olur muyum?" sorusu gelmektedir. Tam tersi, iri göğsü muayene etmek daha zordur. Henüz başlangıç aşamasındaki ufak başlangıç kitleleri bulmak daha zor, meme dokusu kitlesi arttıkça kanser riski artabilir. Ailesinde kanser riski olanlar küçültme ameliyatını bu nedenlerden dolayı daha çok düşünmek zorundalar.

Seks bağımlılığı hastalık mı?

Bağımlılık diyince akla ilk anda sigara, içki ve madde geliyor. Toplumda giderek yaygınlaşan bir diğer önemli bağımlılık ise "hiperseksüelite" yani, seks bağımlılığı... 

Seks bağımlısı olan kişilerin içlerindeki derin boşluğu aşırı seksle doldurmaya çalıştıklarını söyleyen Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, geçmişte nadir görülen hiperseksüelitenin toplumların gelişmeleri, teknolojinin ilerlemesi, aile ilişkilerinde çözülmelerin ortaya çıkması ve normların yitirilmesi nedeniyle artış gösterdiğini belirtiyor.

Hiperseksüalitenin; cinselliği bağımlılık düzeyinde yaşamak, cinsellik yüzünden yaşamın diğer alanlarını ihmal etmek, cinselliği azaltmak istese bile bunu yapamamak anlamına geldiğini dile getiren Keçe, "Hiperseksüalite olguları geçmişte nadir olarak görülmekte ve genellikle de ağır tıbbi bozukluklar ya da kafa travması, nörolojik hastalıklar gibi patolojilerin sonucu olarak ortaya çıkmaktaydı.

Ancak son yıllarda hızla gelişen teknoloji, yaygınlaşan internet, kişilerin hazza ve doyuma odaklı aktivitelere daha çok zaman ayırmaları, yeni ilişki kurma ve cinsel davranış biçimlerinin ortaya çıkması hiperseksüelite konusunu gündeme oturtmaya başlamıştır. Eskiden cinsel işlev bozukluğu olarak görülmeyen hipersekeüelite, artık dünyanın tüm ülkelerinde kabul gören hastalık sınıflandırmalarında yerini almaya hazırlanmaktadır" dedi.

Cinsellik Anlayışı Abartılıyor

Son yıllarda hiperseksüalite kapsamına giren olguların genellikle cinsel bağımlılık, sanal seks, aşırı mastürbasyon ya da telefon seksi gibi şekillerde cinsel terapistlere başvurduğunu aktaran Dr. Cem Keçe, şu bilgileri verdi:

"Değişen ve ilerleyen dünya, yalnızlaşan insanların ortaya çıkmasına neden olurken, toplum norm ve değerlerinin değişmesine de yol açtı. İnsanların aileden ve toplumdan uzaklaşmış ya da kopmuş oldukları hissine kapılmaları, bunların yerini dolduracak başka bir alternatifin çıkmaması, insanların çocuklukta bulamadıkları ruhsal ve bedensel sıcaklığı sürekli değişen partnerlerde aramalarına neden oldu. Bu koşullarda yetişen birinin mutluluk yeteneği daha başından zedelenmiş veya öldürülmüştür, bu nedenle ilişkilerinde gerçek doyumu yaşayamaz, dolayısıyla aşırı seks düşkünlüğü ile bu açığını kapatmaya çalışabilir. Özellikle erkeklerde hiperseksüalitenin altında yatan sebeplerden biri de, abartılan, kamçılanan ve övünülen cinsellik anlayışıdır.

Cinselliği aşırı şekilde yaşamak toplumsal anlamda övgüye değer olarak görülse de bu yanlış bakış açısı seks bağımlısı olan erkekleri toplum önünde zor duruma düşürebilir, iş ve aile hayatlarını bozabilir. Aşırı cinsel istek her sosyal ve ekonomik düzeydeki insanlarda görülebilir. Aşırı cinsel isteği olan kadın ve erkeklerin bu davranışları kimi zaman yaşamlarında, toplumsal çevrelerinde ya da özel yaşantılarında sorunlara neden olabilmekte, kişinin yaşamını zorlaştırmaktadır. Bundan dolayı içlerindeki derin boşluğu aşırı seksle doldurmaya çalışan erkeklerin rüyalarını süsleyen aşırı cinsel istek zaman zaman karabasana dönüşebilmektedir. Ancak her şeyin yerinde ve ölçülü olanının en kıymetlisi olduğu unutulmamalıdır."

Aldatma ile Bağımlılık Karıştırılmamalı

Sevişmeden büyük zevk alan, sürekli sevgili değiştiren ya da partnerini aldatan erkekler ile hiperseksüalitenin karıştırılmaması gerektiğini belirten CİSED Genel Sekreteri ve CİSED Medya ve Halkla İlişkiler Koordinatörü Psikolog Serap Güngör ise şu açıklamlarda bulundu:
"Toplumda genellikle sık partner değiştiren, cinsel arzu ve istekleri çok olan kişilere seks bağımlısı denilmektedir. Oysa bu tür davranımlar cinsel yaşamın normal ölçülerinin aşılmış olduğu şeklinde değerlendirilmelidir. Çünkü bu birlikteliklerde kişi toplumun ön gördüğü sınırlar içerisinde, hayatının merkezine cinselliği oturtmadan kendini, ailesini, işini tehlikeye atmadan, orgazm ve cinsellikten zevk alarak cinselliği yaşamaktadır.

Hiperseksüelitede ise cinsellik dışı tüm duygular baskılanarak, irade, akıl ve ahlaki değerler yok edilerek, yalnızca cinsellik peşinde koşularak, hayatı seks olarak görüp ona göre yaşayan biri haline gelinerek cinsel yaşam devam ettirilir. Ayrıca hiperseksüelitede seksüel eylem ön plandadır. İlişkinin diğer boyutları, yaşanılacak kişinin güzelliği, çekiciliği önemli değildir. Mühim olan eylemdir ve orgazmla birlikte gelmesi gereken rahatlama ve gevşeme olmamakta ve cinsel gerilim hali sürekli olmaktadır. Orgazm anında normal insanlar kadar büyük bir coşku duyulmamakta ve ardından gelen rahatlama da çok yetersiz olmaktadır.

Hiperseksüelite sorunu yaşayan insan kendi iç dünyasındaki boşluğu doldurmak için seksi sürekli bir şekilde kullanmaktadır. İçindeki boşluğu dolduramadığı için tüm yaşam sürecinde sağlıksız ilişkiler ve mutsuzluk olacaktır. Bundan dolayı da hiperseksüalite tanısı konmadan önce durumunun iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Kişinin nasıl bir ihtiyaç içerisinde olduğu, dürtülerini kontrol etmekte zorlanıp zorlanmadığı, seksin onun için ne anlama geldiği, cinsellik sonrası kendini nasıl hissettiği değerlendirilmeli ve bunun doğrultusunda tanı konulmalıdır. Hiperseksüalite erkeklerde görülürse buna satiriazis, kadınlarda görülür ise nemfomani denilmektedir. Ayrıca tanı konulduktan sonra mutlaka tedavi için cinsel terapi süreçlerine başlanmalıdır. Çünkü hiperseksüelite ciddi bir sorundur."

Tatil yapmayan çocuk okul hayatında başarısız oluyor


Yaz tatili çocukların hem dinlemeye hem de eğlenmeye ihtiyaç duydukları bir dönem. 3 ay süren uzun yaz tatilinde çocukların gerçekten neye ihtiyacı olduğunu iyi belirlemek gerekiyor.

Reem Nöropsikiyatri Merkezi'nden Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz tatilini dinlenerek ve ailesiyle geçiren çocukların yeni öğretim yılına daha çok motive olarak başladığını söylüyor. Peki, çocuklarla yaz tatili planlarken hangi hatalar yapılıyor; çocuklarla mutlu bir tatil geçirmek için neler yapılması gerekiyor?

Tatilin önemi… Vücut neden tatile ihtiyaç duyar?
Tıpkı yetişkinler gibi çocuklarında tatil yapmaya ihtiyacı vardır. Yazın gelmesiyle birlikte kış boyunca yoğun bir sınav ve okul temposundan çıkan çocukların tatil yapması mümkünse yaşadığı şehirden uzaklaşması onların hem bedenini hem de zihnini dinlendirir. Çünkü insan vücudu içinde en kompleks sistemleri barındıran yaşayan bir "makine" gibidir. Bu nedenle vücudunda dinlenmeye ve enerji toplamaya ihtiyacı vardır.

Tatil yerleri seçerken neler öncelikli olmalı?
Tatil eski rutinden çıkmak için hayatın içinde yakalanan molalardır. Ebeveynlerin de rahat ve huzurlu bir tatil geçirmeleri için seçilen tatil yerinin çocuklara da hitap etmesi gerekir.

Gelişmekte olan çocukların vücudunun spora da ihtiyacı vardır. Çocuklar sportif faaliyetlere yönlendirmek onların kendi yeteneklerini keşfetmesi için iyi bir fırsattır. Spor sadece vücut sağlığını geliştirmekle kalmaz beyni dinlendirir ve kan akımını arttırır. Bu tip sportif faaliyetler beynin sağ tarafının gelişmesine yardımcı olur. Çocukların gelişimi açısından spor yapabileceği deniz ve güneşten faydalanıp, yeni hobiler edineceği ortamda bulunması faydalı olacaktır.

Ailece geçirilen tatil, çocuklar ve anne-babalar için neden önem taşıyor?
Tatiller ailenin bir araya gelip zaman geçirebilecekleri harika zaman dilimleridir. Özellikle büyük kentlerde yaşayan aileler hayatın yoğun temposu içinde birbirlerine yeteri kadar vakit ayıramayabilir. Bu durum zaman içerisinde ailede iletişim kopukluğuna neden olur. Ailece yapılan tatiller aradaki iletişim kopukluklarını gidermek için iyi bir fırsattır.

Babalar tüm yıl boyunca yoğun iş hayatı içinde çocuklarına anneler kadar zaman ayıramıyorlar. Oysa ki babanın fiziksel ve duygusal varlığı, yakınlığı, doğru rol model olması çocuğun ruhsal gelişimi açısından oldukça önemlidir. Ailece yapılan tatiller baba ile çocuk arasındaki bağın kuvvetlenmesi için de iyi bir fırsattır.

Güzel ve mutlu geçirilen bir tatil aile bağlarını güçlendirir. Çocuğun arkasında onu seven ve destekleyen bir aile olduğunu bilmesi özgüvenini arttırır. Özgüveni yüksek ve kendini iyi ifade edebilen çocuklar başkalarıyla da kolay ve iyi iletişim kurabilir.

Çocuklar için tatil neden önemli?
Yaz tatilleri çocuklar için tüm senenin yorgunluğunu attıkları sınırsız oyun, eğlence ve ders yapılmayan bir zaman dilimi anlamına geliyor. Bu yüzden yaz tatillerini çocuklar sabırsızlıkla bekliyorlar. Elbette ki tatil demek hiçbir şey yapmamak, tüm gün televizyon seyretmek ya da bilgisayar oynamak anlamına gelmemelidir. Çocuklar dinlenebilecekleri keyif alacakları faaliyetlerde bulunmalıdırlar. Yapılan araştırmalar tüm yıl boyunca yoğun bir çalışma temposu içinde olan çocukların zihnini ve bedenini dinlendirmesi bir sonra ki dönemde çocuğun okul başarısını artırdığı yönündedir.

Aileler çocuklar için tatil planlarken nasıl bir yol izlemeli
Tatil döneminde kimi çocuğun daha çok sosyalleşmeye, kimisinin dinlenmeye ihtiyacı olurken derslerinde sorun yaşayanların ise günlük aktiviteleri içine ders planı eklenmelidir. Tabii ki tüm bu aktiviteler çocuğu sıkmadan belli bir denge kurularak gerçekleştirilmelidir.

Aileler tatile çocuklar gibi tüm gün eğlence programları olarak bakamayabilir. Ebeveynler, çocuklarının bir sonra ki dönemde derslerine daha iyi hazırlanmaları için yoğun bir ders programı hazırlayarak istemeden de olsa çocuklarına tatili zehir edebilirler. Tatili ailesi yüzünden sıkı bir kamp programında geçirmek zorunda kalan çocuklar ise derslere karşı daha ilgisiz ve eğlenceye aç bir ruh haline sahip olabilir.

Bu konuda ailelerin en sık yaptıkları bir diğer hata da; çocuklara televizyon, futbol oynama, bilgisayar yasakları getirmeleridir. Çocukların derslerden soğumaması ve keyifli bir tatil geçirmeleri için ebeveynlerin dikkatli davranması gerekiyor.

Aileler ve çocukları için tatil önerileri

 Okul zamanlarında düzenli olarak aynı saatte uyuyup uyanmaya alışan çocuklar, yaz tatilinde uyku düzenlerini bozabilirler ve bu durum can sıkıntılarına neden olabilir. Bu nedenle ve gelecek okul döneminde uyku düzeninde sorunlar yaşanmaması için, çocuklar tatilde de düzenli olarak aynı saatlerde uyuyup uyanmalıdır.

 Tatiller, ailelerin çocuklarıyla daha çok ve nitelikli zaman geçirebilmeleri için fırsattır. Bu fırsatı iyi değerlendirin.

 Bilgisayar ve televizyon konusunda çocuğunuza yasak getirmeyin, bu imkanları sınırsız da sunmayın. Günde 2 saate kadar televizyon ve bilgisayara izin verin.

 Tatiller, çocuğunuzun ilgi alanlarını keşfetmek için de iyi zamanlardır. Bu nedenle, çocuğunuzun nelere ilgi duyduğunu gözlemleyin. İlgi alanı yoksa da yaratması için onu yüreklendirin. Birlikte el becerileri, spor veya müzik gibi konularda aktivitelere katılın.

 Yaz tatili gibi uzun tatiller, çocukların derslerini unutmalarına neden olabilir. Bu nedenle, çocuğunuzun bir önceki dönemde öğrendiği dersleri düzenli olarak tekrar etmesini sağlayın. Ancak, bu konuda uzun saatler değil ama kısa ve düzenli bir program uygulayın. Bu sayede, çocuğunuzun sıkılmadan ders tekrarı yapmasını garantileyebilirsiniz.

 Çocuğunuzun yemek saatinde de düzenli bir plan oluşturun. Her gün belli saatlerde, sağlıklı besinler yemesini sağlayın.

Saç dökülmesi hastalık habercisi olabilir

ABD’de saç ve cilt bakımı sektörünün önde gelen markalarından DS Laboratories’in Türkiye Yöneticisi Engin Ulutan, erkekler başta olmak üzere kadınlarda da görülen saç dökülmesine neden olan unsurları açıkladı.

Saç dökülmesinin vitamin eksikliği gibi basit nedenleri olabileceği gibi, daha ciddi bir rahatsızlığın da yansıması olabileceğine işaret eden Engin Ulutan, mineral eksikliğinden psikolojik rahatsızlıklara, genetik özelliklerden uygunsuz saç bakımı ve kozmetik ürün kullanımına kadar birçok unsurun saç dökülmesine sebep olabileceğini ifade etti. Her saç dökülmesinin aslında kayıp olmadığını ve periyodik olarak belli miktarda saç dökülmesinin normal olduğunu da ifade eden Ulutan, “Aşırı saç dökülmesi yaşayanlar dökülmeye neden olan faktör ya da faktörlere dair mutlaka uzmanlara başvurmalıdır” dedi.

Saç dökülmesine neden olan başlıca 10 faktör:

1. Protein ve A vitamini eksikliği
Özellikle diyet ve hamilelik dönemlerinde protein eksikliği saç dökülmesine neden olabilir. Protein eksikliğini önlemek için et, balık ve yumurta, süt gibi protein kaynaklarının alımının ihmal edilmemesi önemlidir. A vitamini eksikliği veya fazlalığı her iki durumda saç kayıplarına neden olan bir faktördür.

2. Genetik faktörler
Erkeklerde görülen saç dökülmesi büyük oranda genetik faktörlerden kaynaklanmaktadır. Özellikle baba ve birinci derece akrabalarda saç dökülmesi kişi için tehlikenin ön işareti durumundadır.

3. Kullanılan ilaçlar
Fiziksel ya da ruhsal sağlık özelinde kullanılan ilaçlar saç dökülmesine neden olabilir. Bu gibi durumlarda doktora başvurulması önerilmektedir.

4. Stres
Uzun vadede stres insan vücudunda çeşitli etkilere neden olmaktadır. Duygusal veya psikolojik olarak strese maruz kalmak çeşitli şekillerde saç dökülmelerine de neden olabilir. Ancak tek başına stres bir dökülme nedeni değildir.

5. Doğum
Doğumun ardından östrojen miktarı azaldığı için saçlarda dökülme meydana gelir. Kadınlar için tehlike yaratmayan bu durumundan bir süre sonra saçlar tekrar eski halini almaya başlar.

6. Saçın şekillendirilmesi
Boya veya perma gibi yöntemler, uygun koşullarda yapılmazsa saçı yıpratabilir. Ayrıca atkuyruğu ve örgü düzeninde saçı toplamak ve saç lastiği ile sıkça saçı şekillendirmek de kayba neden olabilir.

7. Demir eksikliği
Demir eksikliğine bağlı anemi saç dökülmesine neden olabilen faktörlerden biridir. Kan sayımı yaptırarak demir değerinizi öğrenebilirsiniz.

8. Yaşlanma
60 yaşla beraber yaklaşık her 3 erkekten 2’si saç dökülmesi sorunu yaşar. 50’li yaşlarla birlikte kadınlarda da saç dökülmesi ve incelmesi sorunu sık görülür.

9. Tiroid
Tiroid bezi hastalıkları kilo alıp verme, ateş veya üşüme gibi sorunlara yol açtığı gibi, aşırı çalışan ya da çalışmayan tiroid saç dökülmesine de neden olmaktadır.

10. Bilinçsiz yapılan diyet
Bir düzen içerisinde yapılmayan diyetler genel anlamda bağırsak florasının bozulmasına neden olur. Düzeni bozulan bağırsak florası ileri aşamalarda bağışıklık sisteminin zayıflamasına zemin hazırlar.

İlişkinizi de yenileyin!

Hayatın her alanında olduğu gibi evlilikler ile ikili ilişkilerde de yenilikler gerekiyor. O nedenle yeni yıl bir fırsat olarak değerlendirilebilir. 

Uzmanlara göre geçmiş sorunlara odaklanmaktan ziyade eşlerin farklılıklarına saygı göstermesi ve karşılıklı anlayış, bağları güçlendirirken yeni dönem için başlangıç olabilir.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Nöropsikiyatri Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Çiğdem Demirsoy, yeni yılla beraber evliliklerde ve ikili ilişkilerde yeni kararlar almanın, bağları güçlendirilebileceğini söyledi.

Demirsoy, şöyle konuştu:
"Birbirlerinin dünyası ile yakından ilgilenip tanımaya çalışmalılar. Birbirlerinin hedefleri, endişeleri, umutları hakkında bilgi sahibi olmak eşlerin birbiriyle bağını güçlendirecektir. Sevgi ve bağlılık zorluklara dayanma gücü verecek ve çatışmaların üstesinden gelmek kolaylaşacaktır.

Geçmiş sorunlara odaklanmaktan vazgeçilmelidir. Eğer geçmişe bakılacaksa çatışmalar yaşanmazdan önceki dönemlerini hatırlayıp birbirleri ile ilgili olumlu duygulara sahip olduklarını akıllarına getirmeleri geleceğe dönük olumlu bir havayı yakalamalarına yardımcı olacaktır.

Kemikleşmiş çatışmalar varsa ilişkilerini bunlar üzerine kurmak yerine bu sorunlarla birlikte yaşamayı öğrenmeliler. Kilitlendikleri alanlarda birbirlerini incitmeden konuşmanın yollarını öğrenmeli ve uzlaşabildikleri konularda da diyaloglarını arttırmalılar.

Birbirlerinin farklılıklarına saygı göstermek ve eşini değiştirmeye çalışmak yerine olduğu gibi kabul etmek çatışmaları sona erdirecektir. Eşler her zaman her konuda hem fikir olmayabilir. Birbirinin fikirlerine, özlemlerine, hayallerine saygı göstermek ilişkide uyum ve dengeyi getirecektir."

Sağlıklı Et Pişirmek İçin Dört Püf Noktasına Dikkat!

Sofralarında sağlıklı et tüketmek isteyenlerin sadece birkaç püf noktasına dikkat etmesi yeterli…Etinizi yüksek ateşte pişirmemek, kuyruk yağı gibi kolesterol seviyesini kolay yükselten yağlardan uzak durmak ve haşlama, ızgara, fırın gibi pişirme yöntemlerini kullanmak öncelikli konularınız olmalı..!

İnsan vücudunun sağlıklı olması için hayati önem taşıyan et ve et ürünlerini birkaç püf noktasına dikkat ederek doğru yöntemlerle pişirin; sofralarınız hem sağlıklı hem de lezzetli olsun. Etin haşlama, ızgara ve fırında pişirilmesinin en sağlıklı yöntemlerden olduğuna dikkat çeken uzmanlar uyarıyor: “Eti yüksek ateşte pişirmeyin ve asla ekstra yağ kullanmayın..!”

Eti en sağlıklı ve doğru şekilde pişirmek isteyenler için Mahallenin Kasabı adına uzman tavsiyelerinde bulunan Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber’e göre; dört püf noktasına dikkat etmeniz gerekiyor:

• KUYRUK YAĞI KULLANMAYIN: 
İç yağı ve kuyruk yağı kolesterol ile trigliserit seviyelerini en kolay yükselten yağlar. Bu yüzden et mümkün olduğunca yağlardan arındırılmalı ve o şekilde pişirilmelidir.

• TEREYAĞINDA KAVURMAYIN: 
Etin yağ dokusu içerisinde kendisinden bulunan yağlar, pişirme esnasında eriyerek ete yeterli lezzeti katar. Ekstra yağ eklemeye gerek yoktur. Özellikle yağlı etleri bir de tereyağında kavurmak son derece sağlıksızdır.

• KIZARTMA YAPMAYIN: 
Et, haşlama, ızgara veya fırında pişirilmelidir. Kuşbaşı halinde doğranarak yağsız olarak sebzelerle birlikte sote de edilebilir. Kızartma ve kavurma yöntemleri mümkün olduğunca tercih edilmemelidir.

• YÜKSEK ATEŞTE PİŞİRMEYİN: 
Birden yüksek ateşe konulan etlerin dış yüzeyleri hızlıca pişer, içleri çiğ kalır. Hızlıca pişme sürecinde dışı katılaşan et hem lezzetsiz olur hem de kanserojen maddeler oluşur. Bu nedenle kırmızı etin, uzun sürede piştiği unutulmamalı ve mümkün olduğunca kısık ateşte pişirilmelidir.

Fazla Kilolardan Kurtulma Zamanı!

Kış aylarında ısınmak için daha yağlı, kalorili besinler içeren yiyecekler tüketmemiz, kaçınılmaz olarak kilo almamıza neden oluyor. Soğuk havalarda kalın kıyafetler giyerek fazla kilolarımızı saklayabilsek de, yazın bunu yapmamız imkansız...

Havaların ısınması ve daha ince kıyafetlerin giyilmesiyle birlikte, kış mevsiminde alınan fazla kilolar kendini göstermeye başlar. Bununla birlikte biz, bazen kışın aldığımız kiloları kaybetmek için acele eder ve sağlıksız diyetlere başvururuz. Halbuki sağlıklı bir yaşam için hayatımızın her döneminde yeterli ve dengeli bir beslenme uygulamak önemlidir.

Peki nasıl bir beslenme uygulanmalı ki hem sağlıklı beslenmiş, hem de fazla kilolardan kurtulmuş oluruz?

VKV Amerikan Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Ayşe Korkmaz'ın verdiği bilgilere göre, işte bu işin bazı püf noktaları:

• Az ve sık aralıklı bir beslenme düzenlemek
• Poğaça ve börek gibi hamurişi yemek yerine, güne güzel bir kahvaltı ile başlamak
• Dışarıda yemek yenecek yerlerin seçimini daha iyi yapmak, daha çok ev yemekleri veya hafif ızgaralar yapan yerlerde yemek yemeyi tercih etmek
• Alkol, hazır içecekler yerine limonlu veya meyveli soda gibi içecekler içerek, taze veya kuru meyve yeme alışkanlığı edinmek
• Özellikle yaz aylarında artan hava sıcaklığı ile birlikte, terleme ile kaybedilen vücut sıvılarını yerine koymak için günde 2,5-3 litre su içmek
• Hem günlük posa alımımızı artırmak, hem bağırsaklarımızın daha iyi çalışmasını sağlamak, hem de bizi daha tok tutması için tam tahıl ürünleri, taze sebze ve meyveyi günlük beslenmemize koymak
• Soslu yemekler, mayonezli ve soslu salatalar yerine bunların yerine limon, soya sosu gibi kalorisiz olanlarını kullanmak
• Günlük yağ alımımızı azaltmak.
• Düzenli egzersiz alışkanlığı edinmek. Egzersizin de alışkanlık haline gelmesi, düzenli bir beslenme alışkanlığı kazanmak kadar önemlidir.