31 Aralık 2009 Perşembe

Tüp Bebekte Düşük Doz İle Kaliteli Yumurta

Tüp bebekte eskiden beri fikir olarak ortaya konulmuş ama çok da uygulanmayan, günümüzde ön plana çıkmış yenilikler var. Bu teknikler özellikle son yıllarda daha dikkat çeker hale geldi. Bunların içinde ilk planda söyleyebileceklerimizin arasında, hastaların tedaviye bağlı komplikasyonlarının azaltılması, çoğul gebeliklerin önlenmesi, ilaçlara bağlı yan etkileri azaltmak için yapılan uygulamalar var. Acıbadem Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve Acıbadem Kadıköy Hastanesi Tüp Bebek Bölüm Sorumlusu Doç. Dr. Cem Demirel ilaçsız tüp bebek uygulamaları hakkında sık sorulan soruları yanıtladı:


İn Vitro Matürasyon yöntemi nedir, nasıl uygulanıyor?
Bu yöntemi hastanemizde başarıyla uyguluyoruz. Burada, hiç ilaç kullanmadan yumurtaları erken bir aşamada toplayıp laboratuvarda olgunlaştırarak dölleme işlemi yapılarak transfer gerçekleştiriliyor.
 - Burada ilaçlara karşı aşırı yumurtalık çevabı gösteren hastalarda
 - Tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan hastalarda kullanılıyor.

Çok ilaç vermek yumurtalıkları daha mı çok uyarıyor? Bu konuda yeni yaklaşımlar var mı?
Artık günümüzde bazı hastalarda yumurtalıkları daha düşük dozda ve daha az uyarmayı tercih ettiğimiz bir yaklaşıma göre hareket ediyoruz. Yani ilaçları yüksek dozlarda uzun süreli kullanmıyoruz. Çok düşük dozlarda kısa süreli uygulayarak az sayıda fakat kaliteli yumurtalar elde etmeye çalışıyoruz. Buradaki amacımız onlarca yumurta elde etmek değil 2-7 arasında yumurta elde etmek.

İlaçların hastalara ne gibi yan etkileri oluyor?
Bazen normal doz da verilse yüksek doz da verilse yan etki olabilir. Hastanın hayatını tehlikeye atacak olan “ovarian hipersitümülasyon sendromu” ortaya çıkabiliyor. Burada kadının yumurtalıkları 10-15 cm’e kadar ulaşıp büyüyebiliyor, karın içinde sıvı birikiyor, nefes darlığı, böbrek yetmezliği, dolaşım bozuklukları gözlenebiliyor.

Acıbadem’teki temel felsefelerimizden biri de hastaya fazla ilaç yüklemeden az uyarım ile kaliteli yumurta elde etmek ve daha başarılı sonuçlar almaktır. Düşük doz ilaç verme şeklinde özetleyebileceğimiz bu tıbbi yaklaşıma, “Minimal Sitümülasyon IVF” diyoruz. Bu yakın gelecekte birçok merkezin de benimseyeceği yol olacaktır. Çünkü artık günümüzde onlarca yumurtaya ihtiyacımız yok, başarı oranlarının artmasıyla daha az sayıda yumurta ile olumlu sonuçlar alabiliyoruz. Bu sayede hem ekonomik olarak hastaya faydamız oluyor, hem de komplikasyonlardan kaçınmayı sağlamış oluyoruz.

Yumurta dondurma taleplerinde bir artış var mı? En fazla kaç yıl dondurulabiliyor?
Üreme çağında kansere yakalanmış ve göreceği kemoterapi nedeniyle üretkenliğini kaybetme riskiyle karşı karşıya kalan hastalardan hastanemize çok başvuru oluyor. Bu kadınlar ve erkeklerde üreme potansiyelinin korunması çabaları var. Kemoterapi ya da radyoterapi üreme hücrelerinde kalcı kayba neden olabiliyor. Kişi kanserden kurtulmasına rağmen, çocuk sahibi olma şansını yitiriyor, yaşam kalitesi azalıyor. Bu kişiler bize erken kanser teşhisinden hemen sonra başvurabilirlerse kemoterapi almadan önce erkeğin sperm hücrelerini kadının ise yumurtalarını, ya da eşinin spermiyle döllenmiş embriyoları dondurup saklıyoruz. Böylece ileride bu hastalar çocuk sahibi olabiliyorlar.

Örneğin bir kadın bekarsa, o zaman yumurtalarını toplayıp donduruyoruz. Evliyse yumurtalarını toplayıp eşinin spermiyle laboratuvarda dölleyip embriyo halinde dondurup saklıyoruz. Bazen de kadının yumurtalık dokusunu dondurup saklıyoruz.

Çünkü hem kanser hastaları için hem de artık üretkenliğinin son dönemlerine yaklaşmakta olan fakat evlenmemiş kadınlarda üretkenliklerini korumak amacıyla tek yol yumurtalarının dondurulup saklanmasıdır. Yumurtaların vitrifikasyon ya da yavaş dondurma yöntemleriyle günümüzde oldukça başarılı bir şekilde dondurulup saklanabilmesi üreme tıbbında bu insanlar için büyük bir ümit kaynağı olmuştur. Bu son yılların en önemli gelişmesidir.

Hızlı dondurma yöntemi nedir, nasıl uygulanıyor?
Hızlı dondurma dediğimiz “Vitrifikasyon” yöntemi, son yıllarda üreme hücrelerinin (yumurta) ve embriyoların dondurulup saklanmasında kullanılıyor. Son yıllarda bu yöntemin öne çıktığını, çok pratik bir yöntem olduğunu ve başarı oranlarının çok yüksek olduğunu görmekteyiz. Artık bu hızlı dondurma yöntemiyle dondurma işlemi gerçekleştiriliyor. Normalde eksi 20 bin derecelere kadar hızlı bir dondurma sürecini uyguluyoruz. Sonra hücreler, bu dondurma sağlandıktan sonra eksi 196 derecede korunabiliyor. Kanunen 5 yıla kadar dondurup saklamaya izin var. Bu süreyi geçtikten sonra merkezler dondurdukları hücreleri imha etmek zorundadır. Dondurma yöntemlerinin gelişmiş olması da son yıllarda tüp bebek tedavilerindeki çok önemli aşamalardan biridir.

Tüp bebek işlemini birden fazla deneyenlerde başarılı olmak için neler yapılmalı?
Tekrarlayan tüp bebek başarısızlıklarında öncelikle ailenin iyi bir hikayesinin alınması gerekiyor. Daha önceki denemelerde kaç yumurta toplanmış, yumurtalar nasıl döllenmiş, embriyoların kalitesi, embroyaların tarnsfer işlemi kolay mı zor mu olmuş, gibi tedavide herhangi bir sorunla karşılaşmışlar mı gibi konuların aydınlatılması gerekiyor.

Bundan sonra eğer yapılabilecek bu sorunu aydınlatmaya yönelik testler varsa da onlara yönelmek gerekiyor. Bu testler arasında anne ve baba adayının genetik incelemesi, anne adayının pıhtılaşma sistemine ait yatkınlığının ve tirodinin değerlendiridiği testler var.
Anenin rahminin içinin histereskopi ile değerlendirilerek tutunmaya engel bir sorunun var olup olmadığının ortaya konulması lazım.

Kadının tüplerinin içerisinde sıvı birikiminin (hidrosalpings) olup olmadığının anlaşılması için HSG (Histero Salpingografi) filminin çekilmesi gibi araştırmalar yapılabilir.
Bu araştırmalar sonucunda herhangi bir sorun bulunamazsa bir sonraki denemede yumurtalıkları uyarma protokolünün gözden geçirilmesi, uyarımın minimal sitümülasyon ile yapılması, invitro matürasyon uygulanması, embriyoların erken dönemde değil beşinci ya da altıncı günde naklinin denenmesi, laboratuvarın deneyimi ve yetkinliği varsa endomatrial co culture  gibi uygulamaların teklif edilmesi ya da elimizde yeterli sayıda iyi kalitede embriyo varsa preimplantasyon genetik tanı yöntemiyle embriyo seçimi yapılması düşünülebilir.
Bu hastaların rahimlerinde rahim içi boşluğunu bozmuyor olsa bile 4 cm’nin üzerinde myomları varsa bu myomların çıkarılması düşünülebilir.

Altta yatan bir pıhtılaşma sorunu gösterilemediyse bu tekrarlayan tüp bebek başarısızlığı olan çiftlerde aspirin, ya da kanı sulandırmak için kullanılan heparin gibi ilaçların bir anlamı yoktur.
Yine bazen bu hastalara teklif edildiğini duyduğumuz lenfosit aşısı ya da bağışıklık sistemi tedavilerinin de tüp bebek yöntemleri 30 yılı aşkın bir süredir uygulanmasına rağmen hiçbir çalışmada faydası olduğu gösterilememiştir. Bu tür yaklaşımlar tıbbi etikle bağdaşmamaktadır.

Ama bazen altıncı yedinci denemelerde gebe kalan hastalar olabilir. Hekimin doğru zamanda müdahale edip artık bu noktadan sonra tedaviyi bırakması gerektiğini söyleyerek hastaya açıklama yapması gerekiyor.

Embriyoların kalitesini yumurta mı sperm hücresi mi daha çok etkiliyor?

Embriyo kalitesini belirleyen ana faktör yumurtadır. Yumurta embriyo kalitesini belirlemede daha baskındır. Ama her şeyden de yumurta sorumlu diyemeyiz. Spermin etkisiyle embriyo kalitesi de bozulabilir, ama genelde embriyoyu destekleyen, beslenme ve gelişimini sağlayan yumurtanın yapısı, içindeki organeller ve dokulardır.

Yumurta kalitesi neye göre değişiyor?
Yumurta kalitesi aydan aya değişkenlik gösterebilir, bazen ise devamlı bir şekilde hep kötü ya da hep iyi olabilir. Bunun nedeni kişinin kendine has bünyesel özelliği olabilir, kaşın gözün rengi gibi fiziksel bir özellik de olabilir. Bazen yumurtalıkların uyarılma süreci, kullanılan ilaçlar etkileyebilir. Çoğu zaman altında yatan nedeni de ortaya koymamız mümkün olmayabilir.
Bu kaliteyi artırmak için ilaç kullanmamak, hastanın siklusundaki doğal yumurtaları kullanmak hiçbir dış etkene maruz bırakmadan kullanmak, hafif minimal bir uyarı yapmak, hastanın sigara gibi toksik etkenlerden uzak durmasını sağlamak yeterli olabilir. Besinlerle bunu çok değiştirmek mümkün değildir. Kilolu hastanın kilo vermesi etki yapabilir. Hasta tiroid açısından mutlaka değerlendirilip normalse tedaviye alınması çok önemlidir.

Spermlerin en iyisini seçmede teknoloji yeterli mi?
Laboratuvarda dölleme işlemi için kullanılacak yüz binlerce, milyonlarca sperm arasından hangisi daha sağıklı iyi sonuç verir bu konuda da bazı çalışmalar kendi kliniğimizde de sürdürülmektedir. IMSI yöntemini bu alanda kullanmaktayız. Özellikle ciddi erkek faktörüne bağlı infertilitede tekrarlayan tüp bebek başarısızlıkları da söz konusuysa sperm hücrelerini büyütme altında değerlendirip en normal görünenleri seçip kullanmak belki de başarıda bir miktar artış sağlayacaktır. Mikroskop altında normal gördüğünüz hücreyi değil onu binlerce kez büyütüp normal büyütmede göremediğiniz şekil bozukluklarını görüp, onları kullanmıyor, normal görünenleri seçiyorsunuz.

Labarotuvar uygulamalarında yenilikler var mı?
Kültür vasatlarında artık önemli gelişmeler izleniyor. Tek basamaklı kültür vasatlarının son yıllardaki gelişimiyle embriyo kaliteleri, gelişim hızları ve embriyoların tutunma oranları, oldukça tatminkar sonuçlar veriyor.Embriyoların saklandığı kültür ortamlarının ve inkübatörlerin (laboratuvarda üreme hücrelerinin bir araya geldikten sonra saklandıkları içinde belli oranda ısı, karbondioksit ve nemi koruyan cihazlar)  içindeki oksijen oranının düşürülmesi ile daha olumlu sonuçlar alındığı gözleniyor.
Günümüzde ileri dönemde en önemli adım, hastalarımıza artık en fazla bir ya da iki embriyonun nakli olmalıdır. Ve iyi çalışan bir dondurma programınız varsa geriye kalan embriyoları da dondurup saklayarak hastaların başarı şansını düşürmeden, çoğul gebeliklerin bu yöntemle önüne geçmiş olacağız. Bizlerin görevi şu anda bir salgın durumunda olan çoğul gebelik ve buna bağlı erken doğum gibi sorunların önlenmesi olmalıdır. Bu konuda da kanun koyucuların hem kanunları net bir şekilde belirlemesi (doktor inisiyatifine bağlı embriyo transfer sayısının serbestliğine izin verilmemesi) ve buna uymayanların ciddi yaptırımlara tabi tutulması gerekmektedir.

Emzirme Hakkında Yararlı Bilgiler

  • Bebeklerin normal büyüme ve gelişmelerini sağlayan en uygun besin anne sütüdür. İçeriği sabit olmayıp çocuğun yaşına, fizyolojik durumuna uygun bir değişim gösterir. Dolayısıyla her annenin sütü kendi bebeği için en ideal olanıdır. Bu özelliklerinden dolayı da hiçbir mama anne sütünün yerini tutamaz. 
  • Anne sütü verilmesinde herhangi bir engel yoksa ilk 6 ay sadece anne sütü verilmelidir. Anne sütü ilk 6 ay tek başına yeterli bir besindir ve diğer gerekli besinleri de alması şartıyla 1–2 yıl devam ettirilebilir. 
  • Anne sütü bebeklerin normal büyümesi ve gelişimini sağlayacak en ideal yapıdadır.
  • Hiçbir yiyecek ve içecek anne sütünün yerini tutamaz.
  • Anne sütü temizdir ve bebek için en uygun sıcaklıktadır.

  • Anne sütünün sindirimi daha kolaydır. Çok zengin gıda içeriğine rağmen, bebeklerin hassas sindirim sistemlerine uygunluk gösterir. 
  • Anne sütü hastalıklardan koruyucudur. Anne sütü ile beslenen bebeklerde ishal, alerjik hastalıklar, solunum yolu hastalıkları daha az görülür. 
  • Anne sütü bağışıklık ile ilgili maddeler içerir ve bebeğin bağışıklık sisteminin gelişimini kolaylaştırır. 
  • Anne sütü ile beslenen bebeklerde şeker hastalığı, astım, obezite, koroner kalp hastalıkları gibi kronik hastalıkların oluşma riskinin daha az olduğu görülmüştür. 
  • Anne sütü ile beslenme bebeğin ruhsal, bedensel ve zekâ gelişimine yardımcı olur.
  • Emzirme bebeğin diş ve çene sağlığı için yararlıdır.
  • Anne sütü alan bebeklerde barsak hastalıkları ve kulak enfeksiyonları riski daha az olur. 
  • Anne sütü ekonomiktir. 
  • Anne sütü bebek için doğal bir sakinleştiricidir. 
  • İlk 6 ay içerisinde bebeklere anne sütü dışında su dâhil hiçbir ek gıda verilmesine gerek yoktur. (doktorunuz önermedikçe)
  • Anne sütü tüm organ ve sistemlerin büyümesini düzenleyen büyüme faktörü içerir.
Emme işlemi çocuğun psiko-sosyal gelişimine katkıda bulunmakta, anne ile bebek arasındaki olumlu ruhsal iletişime ve bebeğin duygusal gereksinimlerin karşılanmasına yardımcı olmaktadır.

Bebeğinize İlk 6 Ay Sadece Anne Sütü Verin

Acıbadem Sağlık Grubu, Sağlık Bakanlığı´nın bebeklerin ilk 6 ay sadece anne sütüyle beslenmesi yönündeki politikalarını destekliyor. Bebeklerin bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi, hastalıklara karşı koruma kalkanının oluşturulması için anne sütünde, başka hiçbir besinde olmayan özel maddeler bulunuyor.
Acıbadem Sağlık Grubu hekimleri, 1–7 Ekim Emzirme Haftası nedeni ile anneleri, bebeğin sağlığı için çok gerekli bir besin olan anne sütünün faydaları hakkında bilgilendirdi:

  • Bebeğin vücut ve ruh sağlığı için en uygun besin, annenin kendi sütüdür. 
  • Emzirmenin doğumdan hemen sonra başlatılması ve sık emzirme ile süt yapımı kolaylaşır. 
  • Erken emzirme ile annede doğum sonu kanamalar çabuk kesilir, memelerde şişme ve iltihaplanma olmaz, loğusalık kolaylaşır. 
  • Anne sütü ile beslenen bebeğin, D vitamini dışında su dahil hiç bir ek sıvıya, ek besine, vitamine gereksinimi yoktur. 
  • Bebeğe ek sıvı ya da besinlerin verilmesi, annenin süt yapımını azaltır. 
  • İlk 6 ay yalnız anne sütü ile beslenen bebekler sağlıklı büyür ve gelişirler. Başta ishal olmak üzere, mikroplu hastalıklara yakalanmazlar, bebeklik döneminden sonra daha az hastalanırlar. 
  • Annenin bebeğini emzirmesi ile anne bebek ilişkisi güçlenir, annenin bebeğini benimsemesi, bebeğin sağlıklı bir kişilik kazanması kolaylaşır.  Ayrıca, anne sütü bebek ile anne arasında özel sevgi bağı kurulmasını sağlar.
  • Anne sütü alan bebeklerde karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür. Emziren annenin doğum sonu kanaması daha az olur.
  • Anne sütü alan bebekler diğer besinler ile beslenen bebeklerden daha zeki olurlar.  
  • Sağlıklı her anne bebeği için yeterli süt üretebilir.
ANNE SÜTÜNÜN ÖZELLİKLERİ
Doğumdan sonra gelen sarı süte ağız / klostrum denir. Bebeği hastalıklardan korur. İlk sütün miktarı az olmasına karşın ilk günlerde bebeğin beslenmesi ve bağırsakların çalışması için yeterlidir.

Anne sütü bebeğin beslenmesi için ideal besindir. 
Anne sütü en doğal ve taze besindir. 
Anne sütü her zaman temiz ve mikropsuzdur. 
Anne sütü daima hazırdır, ekonomiktir. 
Anne sütü tamamıyla ve kolaylıkla sindirilir. 
 
SÜT YAPIMI NASIL BAŞLAR?
Memedeki süt yapımını sağlayan madde annenin beyninden salgılanan prolaktin adlı bir hormondur. Gebeliğin sonlanması ile vücuttaki gebelik hormonları azalır ve prolaktin salgılayan bezler uyarılır. Prolaktin salgısı doğumdan sonra bazı annelerde hemen, bazılarında 4 gün içinde artmaya başlar.
Kan damarları, memede süt yapımı için gereken maddeleri süt hücrelerine taşır. Prolaktin etkisiyle memeler sütle dolar. Bu sürede memede kan damarları daha çok kan taşır ve memeler sıcak ve sert olur. Süt akmaya başlayınca ve bebek emmeyi öğrendikçe memedeki gerginlik azalır, anne de rahatlar.                          
                                                    
ANNE SÜTÜNÜN GÖRÜNÜMÜ NASILDIR?
İlk sütün sarımtırak renkte olmasına karşın olgun süt, beyaz ve inek sütünden daha sulu görünümdedir, rengi mavimsi bile olabilir. Bebek büyüdükçe anne sütünün rengi değişir. Bunun nedeni bebek büyüdükçe ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde sütün içeriğinin değişmesidir.

SÜT MEMEDEN NASIL AKAR?
Süt yapılır yapılmaz memeden dışarı salınmaz, süt akması için bebeğin emmesi gerekmektedir. Bebeğin etkin emmesi için memeye iyi yerleştirilmesi ve memeyi iyi kavraması çok önemlidir. Bebek emerken, meme başındaki sinirlerden, başka uyarılar da çıkar ve bu uyarılarla annenin beyninin başka bir bölümünden oksitosin adlı bir diğer hormon salgılanır.

Oksitosin süt adacıklarının etrafındaki küçük kasları etkiler. Bu etki ile kaslar kasılır ve süt, süt adacıklarından meme başındaki kanallara taşınır. Bebeğin emmesi ile meme ucunda bulunan 10-15 delikten süt dışarıya akar. Her iki meme aynı anda çalışır. Bebek bir memeden emerken, diğer memeden süt damlayabilir.

Bebek emmeye başladığında, ilk önce meme başının hemen arkasında bulunan süt havuzundaki birikmiş sütü alır. Bu süt hemen tükenir. Süt akımının devamı için oksitosin salgısının uyarılması gereklidir.

Memede süt yapımı ve yapılan sütün meme ucuna ulaşması bebeğin her iki hormonun yapımını uyaracak kadar kuvvetli ve etkin emmesi ile gerçekleşir. Bunun için bebeğin sık aralıklarla ve uygun bir biçimde memeye yerleştirilmesi ve bebeğinde meme başını iyice kavraması gerekir.

EMZİRME SIRASINDA SÜT AKIMININ DEVAMLILIĞI NASIL SAĞLANIR?
Bazı annelerin sütleri bebek emmeye tutulur tutulmaz akmaya başlar. Emzirmeyi düşünmek bile beyni uyararak sütün akmasına neden olur.
  • Kuvvetli emme ile annenin beynine uyarılar gider.  
  • Oksitosin salgılanarak memeye ulaşır ve süt akımı başlar. 
SÜT YAPIMININ DEVAMLILIĞI NASIL SAĞLANIR?
Emzirmede bebeğin ağzı annenin meme ucu çevresini sıkıştırır. Bu baskı ile uyarılan sinirler beyinde prolaktin yapımı ile ilgili görevli olan bölgeye uyarılar götürürler. Bu uyarılar prolaktin salgılanmasını başlatır. Ne kadar çok uyarı iletilirse o kadar çok prolaktin yapılır.
Bebeğin her emmesinde sinirler yoluyla gönderilen uyarılar annenin beynine iletilir. Beyinden prolaktin salgılanarak memeye kan yoluyla iletilir ve memede süt yapımı uyarılır.

EMZİRMEYE NE ZAMAN BAŞLAMALISINIZ?
Emzirmeye doğumdan hemen sonra, kendinize gelir gelmez başlamanız gerekir.
Doğumdan sonra ilk birkaç gün içerisinde gelen koyu süt bebeğe mutlaka verilmelidir. Ağız sütü bebeğin büyümesine ve hastalıklara karşı koruyucu madde almasına yardımcı olur. Doğumdan sonra 1-2 gün süt gelmese bile mamaya geçilmemeli, biberon verilmemeli, bebek emzirilmelidir.
Bebek sık sık memeye tutulursa 3-4 gün sonra bile süt gelebilir. Yeni doğan ve sarılığı olan bebekte de emzirme sürdürülmelidir. Yalancı meme verilmemelidir.

BEBEK MEMEYE NASIL YERLEŞTİRİLMELİ?
İlk günlerde bebeği yatarak emzirmek anne için daha rahat olabilir. Bu durumda bebek yan yatmış olan anneye dönük yatırılır. Anne serbest kolu ve eli ile bebeği memesine yaklaştırabilir. Annenin ve bebeğin arkasının birer yastıkla desteklenmesi bebeğin yerleşmesine yardımcı olur. Eğer anne oturarak emziriyorsa, dik oturmalı veya hafifçe eğilmeli, ancak kucağı düz olmalıdır. Bunun için gerekirse ayaklarının altına bir tabure konabilir. Bebeği rahatça tutması için annenin kucağına da yastık konulabilir.

BEBEK MEMEYİ NASIL DAHA İYİ KAVRAR ?
Bebek ağzını iyice açarak ve dilini hareket ettirerek emer. Bebeğinizi yavaşça memeye yaklaştırınız, ağzını meme başına dokundurunuz. Emzirmenin başlangıcında anne meme ucunda acı hissedebilir. Ancak emzirme süresi boyunca meme ucunun devamlı acıması bebeğin memeyi doğru kavramadığını gösterir. Meme ucunda acı duyulmasının nedeni, bebeğin dilini meme yerine meme ucuna karşı hareket ettirmesidir.

Ağız yeterince açılmamışsa, dil meme ucuna sürtünerek zedelenmesine yol açacaktır. Bebek emdikten sonra doymuş görünmüyorsa, memeyi kavramasında sorun var demektir. Bebeğin süt ile dolu kanallara ulaşabilmesi için ağzını iyice açması gerekir.

BEBEK NASIL EMER?
Eğer bebek memede uygun biçimde tutulmuyorsa iyi ememez ve annenin meme başları zedelenip acıyabilir. Bebeğin iyi emmesi için ağzıyla yalnız meme ucunu değil, etrafındaki kahverengi alanı da kavraması gerekir. Bebek emmeye yaklaştırılırken, ağız mümkün olduğunca açık olmalı ve çene memeye dayanmalıdır. Bebeğin ağzını iyice açması için meme ucunu bebeğin alt ve üst dudaklarına değdirmelidir. Eğer bebek memeyi doğru olarak kavramışsa her emme işlemi sırasında çenesinin, bazen de kulaklarının hareket ettiği görülür. Bebek sürekli emmez. Kuvvetli emme hareketlerinden sonra kısa dinlenme aralıkları olur. Emerken şapırtı sesi duyulması ya da yanakların içeri çekilmesi genellikle bebeğin yalnızca meme ucunu emdiğini ve ağzıyla yeterince meme dokusunu kavramış olduğunu gösterir.

Hamilelikte Diş Çürükleri Artar Mı ?

Hamileliğe bağlı olarak meydana gelen hormon seviyelerindeki değişiklikler, ağız sağlığını da etkiliyor. Bu sebeple anne adayları hamilelik döneminde, ağız sağlığına normal dönemlere oranla daha fazla özen göstermeli. Diş çürüklerinin halk arasında çok yaygın olarak bilinenin aksine hamilelikte artmadığını belirten Acıbadem Kadıköy Hastanesi Ağız ve Diş Sağlığı Kliniği Protetik Diş Tedavisi Uzmanı Dr. Umut Çakan, hamilelikte ağız ve diş bakımıyla ilgili doğru bilinen yanlışlar ve dikkat edilmesi gereken konular hakkında bilgi verdi:

Hamilelikte Sürekli Atıştırma Diş Çürüğüne Zemin Hazırlıyor
Hamilelikte çürük eğiliminin artması, enerji ihtiyacını karşılamak amacıyla alınan karbonhidrat miktarındaki artış ile ilgili olabiliyor. Dişlerin üzerinde biriken yiyecek artıkları ve mikroorganizmalar (plaklar) dişi çürütecek asitleri oluşturuyor. Mikroorganizmalar varlıklarını sürdürmek için ihtiyaç duydukları nişastayı ise yenilen yiyeceklerden temin ediyor. Nişastalı ya da şekerli besin yenildiğinde ağzın içinde çok güçlü bir asit ortam oluşuyor ve bunun normale dönmesi yaklaşık 20 dakika sürüyor. Gün içinde sürekli atıştırma yapıldığında bu güçlü asit ortamı nedeniyle dişler hızla çürüyor.

Her Hamilelikte Bir Diş Kaybedilir mi?
Her hamilelikte bir dişin kaybedildiği düşüncesi halk arasında yaygın görülüyor. Ancak bunun hiçbir bilimsel dayanağı bulunmuyor. Hamilelikte dişin kaybedilmesi, tamamen ağız bakımının eksikliği ile ilgilidir. Nasıl sağlıklı bir kişinin durup dururken dişini kaybetmesi söz konusu değilse, anne adayları da dikkatli oldukları takdirde diş kaybı veya diğer diş sorunlarını yaşamıyorlar. Yani hamilelikte diş kaybının sebebi hamilelik değil, dişlerin çürümesidir.

Beslenme, Hamilelik Ve Ağız Sağlığı Arasında Nasıl Bir İlişki Bulunuyor?
Pek çok kadın hamilelik boyunca ana öğünler arasında atıştırmaya istekli oluyor. Bu, normal bir durum olmakla beraber, şekerli gıdaları sık tüketmek diş çürüklerine davetiye çıkarabiliyor. Gün içinde sıkça yemek yemek gerekiyorsa, tercihin şekerli ve nişastalı besinlerden çok meyve, sebzeler; asitli içeceklerden çok süt ürünleri ve su yönünde kullanılması daha doğru olur. Bu süreçte çocuğunuzun diş gelişimi de bu etkilenebiliyor. Annenin A,C,D vitaminleri, kalsiyum, protein ve fosforu yeterli miktarda alması çocuğun sağlıklı dişlere sahip olmasını sağlıyor. Çocuğun dişleri için gerekli olan kalsiyumun kaynağı annenin dişleri değil, beslenmeyle alınan kalsiyumdur. Eğer yeterli miktarda kalsiyum alınmıyorsa, çocuk annenin kemiklerinden kalsiyum alıyor. Süt ve süt ürünleri, annenin beslenmesindeki kalsiyum kaynaklarıdır.

Hamilelik Dişetlerini Nasıl Etkiliyor?
Hamileliğe bağlı olarak değişen hormon seviyeleri, (progesteron ve östrojen) diş eti sorunlarını doğrudan ve diş çürüklerini de dolaylı olarak etkiliyor. Çoğu hamilede, dişeti dokuları ağız ortamında bulunan bakteri plağına abartılı bir yanıt veriyor. Bu durum kendini dişetlerinde kırmızılık, şişlik, büyüme ve kanama olarak gösterebiliyor. Özellikle hamileliğin 2. ve 8. ayları arasında görülen bu diş eti hastalığına ‘hamilelik gingivitisi’ deniyor ve ilerlemesi halinde dişlerin kaybına neden oluyor.

Hamilelikte Diş Tedavisi Yaptırılabilir mi?
Hamilelik süresince her türlü diş tedavisi yapılabiliyor. Ancak annenin daha önceden düşük hikayesi varsa veya düşük yapma ihtimali bulunuyorsa, hamileliğin ilk üç ayında çok acil olmayan tedaviler yapılmıyor. Diş tedavisi sırasında annenin ağrı duymaması için anestezik maddeler ve sonrasında gerekli görülen bazı ilaçlar kullanılıyor. Kullanılan anestezik maddelerin anneye ve bebeğe zararı bulunuyor. Ağrı kesici veya antibiyotik kullanılması gereken hallerde ise, diş hekimi kadın doğum doktoru ile görüşerek en güvenli ilaçları anneye veriyor.

Hamilelikte Diş Röntgeni Çektirmek Sakıncalı mıdır?
Kural olarak, tüm gebelik boyunca, özellikle de bebeğin organlarının oluştuğu ilk üç ayda, X-ışını radyasyonundan uzak durulması öneriliyor. Hamilelik süresince çok gerekmeyen durumlarda diş filmleri alınmıyor. Acil bir durumda tanı veya tedavi için diş röntgeni gerekiyorsa, koruyucu kurşun yelekler giyilerek ve çok düşük dozlarda röntgen ışını kullanan cihazlarla bu sorun giderilebiliyor.

Hamilelik Süresince Ağız Ve Diş Sağlığını Korumak İçin Ne Yapmak Gerekiyor?
Anne adayının diş çürüklerini ve diş eti hastalıklarını önlemek için günde 2 kez, 3 dakika süre ile dişlerini “fluorid” içeren bir diş macunu ile fırçalaması, dişlerinin arasını diş ipi ile temizlemesi ve fluoridli bir ağız gargarası kullanması gerekiyor. Diğer bir önlem ise hamilelik boyunca diş hekimi kontrolünde olmak. Diş kliniğine düzenli olarak kontrole gelmek ve diş temizliği yaptırmak, hamilelik süresince anne adayının acil bir durumla karşılaşma ihtimalini azaltıyor.

Kafayı Şişiren Basınca Endoskopik Tedavi

Şanta gerek kalmadan beyindeki fazla sıvı boşaltılıyor
Hidrosefali, anne karnında ya da sonradan oluşabilen ciddi bir sağlık sorunu. Bebeğin başında aşırı sıvı birikmesiyle ortaya çıkıyor. International Hospital Beyin ve Sinir Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Soner Duru, beynin içinde bulunan 4 tane karıncık ve beynin birinci ve ikinci zarları arasında beyin omurilik sıvısının bulunduğunu, bu hastalığın da aşırı sıvı birikmesi nedeniyle oluştuğunu belirtiyor. Bu nedenle de hidrosefali ile doğan çocukların kafaları normal çocuklarınkinden büyük oluyor; öyle ki çocuk başını taşımakta zorluk çekiyor. Beyne biriken su nedeniyle artan kafa içi basıncın azaltılması için de şant tedavisinin yanı sıra artık endoskopik yöntemle de girilerek sıvı boşaltılabiliyor.


Şant takmadan endoskopik tedavi yapılıyor
Bazı tür hidrosefalilerde hiç şant takmadan endoskopik olarak beyne girilebildiğini anlatan Doç. Dr. Soner Duru, yöntemin uygulanışı hakkında şu bilgileri veriyor:

“Beyinde adeta şant yapılacakmış gibi nöro endoskopik olarak tek bir delik açılıyor. Yan karıncık tavanından giriliyor, üçüncü karıncığa ulaşılıyor, tabanına yaklaşık 6-7 mm´lik bir delik açılarak endoskopik olarak giriliyor. Üçüncü karıncığın altı, beyin omurilik sıvısının dolaştığı doğal yollardan bir yol. Bu yöntem tıkayıcı tip hidrosefalilerde geçerli oluyor. Tabana delik açılıp by-pass yapılıyor. Beyin omurilik sıvısının fazlası aşağı akıyor. İşlem çok kısa, ama iyi bilmek lazım, çünkü endoskopik alet beynin ortasında dolaşmayı gerektiriyor, beyin sapı, hafızayla ilgili merkezler de yol üzerinde bulunuyor, yani çok hayati merkezlerden alet geçiriliyor. Ameliyatı yaklaşık 20 dakika sürüyor. Hasta ertesi gün taburcu oluyor. Ekonomik olarak avantajlı, hastanın şanta bağımlı olmaktan ve şant komplikasyonlarından kurtuluyor.”

Beyindeki fazla sıvı dışarı atılıyor
Sağ kulağın arkasında kafatasında küçük bir delik açılıyor şantın bir ucu buradan beyin boşluklarına yerleştiriliyor. Daha sonra cilt altından ilerletilerek diğer ucu karın boşluğuna kadar uzatılıyor. Hastaların korktuğu gibi şant takma ameliyatı büyük bir ameliyat değil, yaklaşık 40 dakika sürüyor. Hasta bir gün hastanede kalıyor. Hastalar ameliyattan 3-4 gün sonra normal hayatına dönüyor. Ameliyattan sonraki ilk birkaç gün çok fazla hareket edilmemesi öneriliyor. Aşırı sıvı boşalmasına neden olabileceği için fazla hareket edilmesi sakıncalı olabiliyor. Hastanın şantın olduğu bölgeyi darbelerden koruması gerekiyor. Başını biraz yüksekte tutarak uyuması önem taşıyor. Şant eğer tıkanırsa değiştirilebiliyor. Şant takılınca hastanın eski şikayetleri tekrar artarak ortaya çıkarsa tıkanmasından şüphelenmek lazım. Şantın büyüklüğü bir 25 kuruşun büyüklüğü kadar ve bazı tiplerinin basıncı dışarıdan kontrol edilebiliyor.  Şant uygulamasının en önemli komplikasyonu enfeksiyon oluşabilmesi ve tıkanması. Her türlü enfeksiyonun çocuğun zeka gelişimine zarar vereceğini belirten Doç. Dr. Soner Duru, “Eğer hiç komplikasyon oluşmamışsa, ek hiçbir anormallik yoksa, çocuğun zekasında sorun olmaz, matematik profesörü bile olabilir.” diyor.

Hidrosefali, hamilelik döneminde anlaşılabiliyor
Hamilelere yapılan ultrason ve fetal MR ile bu sorunun anlaşılabilmesi mümkün oluyor. Doç. Dr. Soner Duru, fetal MR´ın çıkmasından sonra bu anormalliklerin ultrasonografiye göre daha ayrıntılı görüntülenebildiğini söylüyor. Şüpheli durumlarda amniyosentez yapılması gerekebiliyor. Eğer tek başına hidrosefali varsa, ek bir beyin anomalisi yoksa, korteks denilen beyin kabuğu çok ince değilse bebek, doğduktan sonra ameliyat edilerek normal yaşantısını sürdürebiliyor. Çocuk doktorlarına rutin olarak çocuklarını kontrole getiren aileleri hekimler beyin cerrahisine yönlendiriyor. Hidrosefalide hastanın gözleri aşağı kayıyor tıpkı batan bir güneşe benziyor. Çocuk yukarı bakmakta zorlanıyor. Kafa normalden daha büyük oluyor ve cilt altında toplardamarlar çok belirgin hale geliyor. Bıngıldak denilen bölge gergin oluyor, kalp atışı gibi atan nabazan alınmıyor. Aile hızlı baş büyümesini, kafadaki toplardamarların belirginleşmesinden anlayabiliyor. Yemekten bağımsız kusmalar oluyor, aktif hareketler azalıyor ve uykuya meyil artıyor.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Menopoz Diyeti

Menopoz doneminde diyet, menopoz diyeti ile ilgili bilgiler.Menopoz kadınlarda ortalama olarak 45-50 yaşlarında başlayan ve toplumda genellikle adet kanamalarının sonlandığı süreç olarak adlandırılan bir dönemdir. Bu dönem içerisinde kadınlarda kemik erimesi, şiddetli bel ağrıları, cinsel isteksizlik, halsizlik ve sinirli hal içerisinde olma durumları gözlenebilmektedir. Birçok bayanın ortak

19 Aralık 2009 Cumartesi

Aromaterapi Nedir Aromaterapi Masaj Yağları Aromaterapi Tedavisi

Aromaterapi, bitkisel Aroma yağları ile terapi uygulama yöntemidir. Aromaterapi çok eskiye dayanan bir tedavi yöntemidir. Köklerini Hindistan ve Çin uygarlıklarında görebiliriz. Aromaterapi de kullanılan yağlar, bitkilerin kök, çiçek, yaprak vs. bölümlerinden elde edilen saf uçucu yağlardır.

Mısırlılar aroma yağlarını mumyalamada ve ayinlerde kullanmışlardır. Aromaterapi daha sonra Mısır dan Yunan uygarlığına geçmiş, oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Eski zamanlarda aromaterapi bir koruyucu hekimlik sistemi idi. Ama dünyada ilaç sanayii başlayınca ve hazır ucuz ilaç elde edilince, zahmetli olan bu işlemden zamanla vazgeçilmiş ve aromaterapi gündemden kaybolmuştur.

Yüzyılımızın başlarında Fransız Kimyager Doktor Gattefosse, laboratuvarında yaptığı bir deney esnasında kaza ile elini yakmış (gaz lambası ile), o sırada elinde bulunan şişeden dökülen lavanta yağının elini süratle iyileştirdiğini farketmiştir. Daha sonra yaptığı araştırmalar sonucunda yağların, güçlü antiseptik, mikrop öldürücü, iyileştirici, hızlı hücre yenileyici etkilerinin olduğunu saptamıştır. Ayrıca aroma yağlarının kan dolaşımı yardımı ile lenf sistemine ulaştığını ve hücre arası sıvı (extra cellular fluid) yolu ile iyileştirdiğini kanıtlamıştır. Diğer bir Fransız, Dr. Jean Valnet ve Madam Maury da bu konuda iyi araştırma yapan uzmanlar arasındadır. Dr. Jean Valnet, İkinci Dünya Savaşı nda aromaterapiyi, yaraları tedavi etmek ve çabuk iyileştirmek için geniş olarak kullanmıştır. Bir biyokimyacı olan Madam Maury ise konuyu, kozmetik ve gençleşme tedavilerine kadar yaygınlaştırmıştır. Günümüzde Avrupa da, özellikle İngiltere ve Fransa da popülerlik kazanan bu yöntem, zamanla bir yaşam biçimi haline gelmiş bulunmaktadır.

Yağlar

Bitkilerde doğal olarak oluşan yağların, bitkinin gerçek özü olduğu ve de hiçbirinin diğerine eşit olmadığı düşünülmektedir. Bitki metabolizmasının artıkları da olabilecek bu ürünlerin, tam olarak ne olduğunu hiç kimse bilmemektedir. Bunlar bitkinin değişik bölümlerinde oluşur ve dolaşırlar, örneğin akşamları çiçeklerde çok yoğun olan esanslar, sabahları yapraklarda toplanabilir. Bir bitkinin özel bir yerinden elde edilen bir esansın kimyasal ve tıbbi özellikleri, bitkinin ait olduğu kısmına göre farklılıklar gösterebilir. Örneğin portakal ağacı çiçeğinden elde edilen esans, insan vücudunda, portakal kabuğundan elde edilene göre çok farklı etki gösterir. Onun için yağları ve özelliklerini çok iyi bilmek gerekir.

Uçucu yağlar (Essential Oils)

Dünyada her organın ve organizmanın gözle görülemeyen ve ölçülemeyen bir enerjisi (ruhu) vardır. Bitkilerde ise bu enerji, onların uçucu yağlarında saklıdır.

yağ özleri bitkilerin hormonu sayılır ve bizim vücudumuzdaki hormonlara eş değerde bir görev üstlenir (canlandırıcı, ateşleyici, aracı). Bu uçucu yağ özleri bitkinin içinde dolaşarak ve hormonlarını şekerli ortamda birbirine bağlayarak, bitkinin bütün yaşamı boyunca, çok az miktarda üretilirler.

Uçucu yağ özleri, elde edildikleri bitkilerin yapısına göre insan vücudunda iyileştirici etki yaratır. Bu etkinin doğru elde edilmesi için gerekli miktarlarda ve uygun yöntemlerle uygulanması gerekir. Terapide kullanılan uçucu yağlar, kan dolaşımı yolu ile arzu edilen bölgeye ulaşırlar. Örneğin, baş ağrısı için kullanılan bir ağrı kesici ilacın, kan dolaşımı yolu ile sinir sistemine ulaşıp ağrıyı kesmesi gibi, aroma yağları da aynı etkiyi yaratır. Buradaki tek fark, aroma yağlarının sinirleri yatıştırmak yerine, ağrıya neden olan dengesizliğin düzelmesi için gerekli ortamı yaratmasıdır. Uçucu yağlar doğal ürünlerdir ve yan etkileri çok azdır. Doğru kullanılırsa farmakolojik ilaçlardan faydalıdır.

Temel yağlar (Base oils)

Çoğu bitkisel özlü yağlar aromaterapide taşıyıcı yağ olarak kullanılabilir. Seçilen yağın yapısı ve tedaviye uygun olması alınacak sonucu güçlendirir. Genellikle yüz bölgesinde kullanılacak olan bir yağın hafif yapıda ve vitaminli olması, tedavinin etkisini güçlendirir. Örneğin yayoba yağı veya çayırnergisi yağı, ciltte genel yatıştırıcı ve iyileştirici etki yarattığı için, cilt problemlerinde kullanılması, tedavinin etkisini güçlendirir. Binbirdelikotu yağı, sinirsel gerginlik veya depresyon durumlarında uygulandığında çift etki sağlar. Buğday tohumu yağı ise, güçlü E vitamini içerdiği için yaşlı kişilerde uygulanması daha uygundur, vs. Burada esas olan bakım esnasında seçilecek yağın kişinin terapi amacına uygun olması ve terapinin etkisine uyum sağlamasıdır. Örneğin, uyarıcı bir terapide aşırı uyuşturucu etkideki bir yağ kullanılmazken, aşırı sinirli olan bir kişi tedavi ediliyorsa, ağır koku bırakabilen bir temel yağ seçilmemelidir. Örneğin; zeytinyağı.

Ana aroma yağları

1. Clary sage - Adaçayı.
2. Lavander - Lavanta.
3. Ylang Ylang - kananga.
4. Chamomile - Papatya.
5. Peppermint - İngiliz Nanesi.
6. Rose - Gül.
7. Rosemary - Biberiye.
8. Sandalwood - Sandal.

Yüz ve vücut için kullanılan Temel yağlar:

1. Susam yağı - Yayoba yağı (Tüm ciltlere uygundur)
2. Havuç yağı - Hawaii Ceviz yağı (Hücre yenileyici)
3. Sarısabır yağı - Çayırnergisi (Hassas yapılı ciltler)
4. Buğday Özü yağı - Zerdali Çekirdeği yağı (Olgun ciltler)

Aroma yağların kullanımında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar bulunmaktadır. Şimdi bunlara kısaca değinelim;

Aromaterapi alternatif koruyucu hekimlik sistemine dayanan bir tedavi yöntemidir. Önemli hastalıklarda doktor kontrolu olmadan tek başına aromaterapi kullanılmamalıdır.

Aromaterapi yapılan kişi aynı anda reçeteli bir ilaç kullanmakta ise aromaterapi tedavisi uygulanmaz. Zira belirli yağlar ilaçların etkisini nötrleştirir veya yan etki yaratabilir.

Önerilen dozun üzerinde bir doz kullanılmamasına özen gösterilmelidir.

Aynı yağı ve karışımı uzun süre kullanmamak gerekir.

bebeklerde, çocuklarda ve yetişkinlerde farklı bir doz gerekir. Bazı yağlar ise asla kullanılmamalıdır.

Kullanılacak olan yağlar inceltilerek kullanılmalı ve kesinlikle ağız yoluyla alınmamalıdır.

Hassas olan ciltlerde kullanılacak olan yağın test edilmesi gerekir. Eğer herhangi bir reaksiyon oluşmaz ise o zaman yağ rahatlıkla kullanılabilir.

0-4 yaş grubu bebeklerde sadece lavanta ve papatya kullanılabilir. Kullanım dozu düşük olmalıdır.

4-7 yaş grubunda ise, lavanta, papatya, mandalina, gül ve palmarosa yağları çok düşük dozlarda kullanılır. Alerjisi olmayan çocuklarda hintdefnesi ve sedir kullanılabilir.

7-12 yaş grubunda tüm yağlar kullanılabilir. Kullanılan doz, yetişkinlerde kullanılan dozun yarısı kadar olmalıdır.

Güneşte ve solaryumla birlikte kullanılmaması gereken yağlar ise şunlardır: Bergamot, greyfurt, limon, ağaçkavunu, portakal, turunç, melekotu.

yüksek tansiyonu olan kişilerde Biberiye kullanılmamalıdır.

Sara / epilepsi rahatsızlığı olan kişilerde rezene, ökaliptus ve kekik kullanılmaz. Biberiye ise çok az dozda kullanılır.

Şeker hastalığı söz konusu ise, ökaliptus, ıtır ve limon kullanılmamalıdır.

Hamileliğin ilk 4 ayında aromaterapi yağları kullanılmamalı, 4 üncü aydan sonra, papatya, lavanta, ağaçkavunu, turunç, palmarosa, portakal, hintdefnesi, fasturuncu hafifletilmiş dozlarda kullanılmalıdır.

Hamilelikte sakıncalı yağlar: (bu yağlar kas spazmına ve düşüğe neden olablilir) Karanfil, fesleğen, yalancı mirha, ardıç, biberiye, tatlı mercangüç, oğulotu, adaçayı, rezene, anason, servi, yasemin, hardal, karaturp, ingiliznanesi, kekik, gerçek melisa dır.

Saf olarak kullanımı sakıncalı yağlar, anason, hintlimonu, havuç tohumu, tarçın, karanfil, kekik ve kafur dur.

Toksik etkili ve hormon dengesini bozabilen yağlar ise, Amerikan pennyroyal, pennyroyal, mugword ve ruharuts dur.

Yüz bölgesinde kullanılması sakıncalı olan yağlar tarçın ve karanfildir.

Hassas ciltlerde sakıncalı yağlar: Tüm asitli yağlar. Fesleğen, rezene, hintlimonu, biberiye ve lemon verbena dır.

Aromaterapi tedavisini yavaşlatan nedenler:

1. cilt tıkalı ve cansız ise, yağların emilimi zayıflar.
2. kan dolaşımı zayıflığı yağların vücutta dolaşmasını yavaşlatır.
3. Stres oranı aromaterapi etkisini zayıflatır, kasların gergin olması tedavinin etkisini değiştirir.
4. kabızlık ve vücutta toksik maddelerin artması. Aşırı kirli hava, sigara, alkol kulllanımı vs.

Tedavi yapılmaması gereken durumlar:

1. Ateşli hastalıklar ve ateş
2. deri veya eklem iltihapları.
3. Bilinmeyen kaşıntı ve kızarıklıklar.
4. Ödem ve şişmeler (Bilinmeyen iltihaplı durumlar)
5. Yara bereler (Açık yaralar)
6. Spor yaralanmaları - Burkulmalar (Akut durumlarda)
7. Adele yırtılmaları veya bağdokusu zedelenmeleri.
8. Kırık kemikler.
9. Yanıklar (Açık yara söz konusu ise)
10. Varisler (direkt olarak üzerinde masaj baskısı uygulanmaz)
11. Ancak bölgesel ise (masajla yayma söz konusu ise)
12. Yeni ameliyat ve yaralanmalar.

Öksürüğe İyi Gelen Şifalı Bitkiler Nelerdir Hangileridir

Öksürüğe karşı kullanageldiğiniz çoğu ilacın doğa eczanesinin sunduğu imkânlarla üretildiğini biliyor muydunuz?

Soğuk algınlığı virüsleri hemen her kış solunum yollarımızın mukoza tabakasına bir şekilde yerleşmenin yollarını bulan inatçı adaptasyon sanatçılarıdır. Burada enfeksiyona ve buna bağlı olarak sıklıkla balgam artışına neden olurlar. Bronş duvarını döşeyen epitel hücrelerinin yüzeyinde yer alan küçük tüycükler ortaya çıkan bu aşırı salgıyı artık uzaklaştıramadığında uyarılan öksürük refleksi ile solunum yolları temizlenmeye çalışılmaktadır. Bu gibi durumlarda saponin içeren bitkiler yardıma yetişebilmektedir. Saponin, balgamı yumuşatma ve tüycükleri uyarma özelliğine sahiptir.

Saponin içeren bitkiler başlıca duvar sarmaşığı (Hedera helix; belsaniye), çuha çiçeği (Primula veris), anasoniye (Pimpinella saxifraga), ballıbaba yaprakları (Lamium amplexicaule) ve kedibaşı (Galeopsis tetrahit; horozbaşı – Galeopsis speciosa; yalan kenevir otu) olarak sayılabilir. Öksürük şuruplarını ve/veya çaylarının bileşiminde sıklıkla bu bitkiler ya da bunlardan elde edilen etken maddeler yer almaktadır.

Balgamlı öksürükte ayrıca kekik (Thymus vulgaris), anason (Pimpinella anisum), ökaliptus (Eucalyptus globulus; sıtma ağacı) ve nane (Mentha spp.) içeren ilaçlar da fayda vermektedir. Bunların solunum yollarını dezenfekte edici özelliği bulunmaktadır. Öksürüğün yumuşatılmasında bu gibi bitkilerin karışımından elde edilen merhemlerin göğüs ve sırta ovularak sürülmesi de fayda verebilmektedir.

Kuru öksürükte ise gülhatmi (Althaea officinalis), ciğerotu (Pulmonaria officinalis), islanda likeni (lichen islandicus), ebegümeci (Malva spp.) ve sinir otu (Plantago lanceolata) mukoza koruyucu özellikleriyle ön plana çıkabilmektedir. Bu özelliği normal mukoza üzerine ilave bir tabaka oluşturarak yerine getirmektedirler.

Duvar sarmaşığının ayrıca solunum kaslarını gevşetici özelliği de bulunmaktadır. Dolayısıyla çok dikkatli doz ayarı gerektiren bu bitkinin gelişigüzel kullanılmaması gerekir. Itır çiçeğinin (Pelargonium spp.) ise akut bronşite bağlı rahatsız edici şikâyetleri hafifletebilmenin yanında bağışıklık sistemini uyarıcı ve bakteri üremesini engelleyici özellikleri vardır.

Yukarıda sıralanan bitkileri kaynatarak veya daha iyisi demleyerek elde edilen çaylarını tüketmek de öksürüğü rahatlatıcı etki yapabilir. Ancak, öksürükle bu şekilde mücadele ederken bu bitkilerin antibiyotiklerin yerini tutamayacağı unutulmamalıdır. Yüksek ateş, hızlı solunum, zorlamalı ve fazla öksürük ile cerahatli balgam görülmesi durumunda mutlaka hekim kontrolüne başvurulmalıdır. Yine 10 günü geçen normal öksürük durumunda da sağlık kontrolü şarttır.

Sigara Bıraktıran Şifalı Bitki Karabaş Otu

Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, sigarayı bırakmak isteyen ve türlü yöntemler deneyen tiryakilere Türkiye’de yetişen bir bitkinin çayını tavsiye etti.

Kanal D’de Seda Sayan’ın programına katılan Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu, Türkiye’de yetişen binlerce bitki türünün mucizevi faydalarını anlattı.

Karabaş otu ağrıları dindirme özelliğine sahip.
Kalbe kuvvet veren bu bitki iyi bir balgam sökücü.
Sara ve beyin hastalıklarının tedavisinde mucize etkileri vardır.

Saraçoğlu, özellikle sigarayı bırakmak isteyip, bir çok yöntem denemesine rağmen bırakamayanlar için karabaşotunu önerdi.

İşte o formül:
"Bir tatlı kaşığı karabaşotunu bir su bardağı suda 3 dakika hafif ateşte kaynatıp içiyorsunuz. Gün atlayarak bu çayı içmelisiniz. Bir gün durup bir gün içilmeli."

Aktarlarda da bulunabilen ve Türkiye’de yetişen karabaşotunun dünyanın hiçbir yerinde aynısının bulunmadığını sözlerine ekleyen İbrahim Saraçoğlu, çay yapmaya vakit olmayan ya da yolculuktaki durumlarda şu öneriyi yaptı: "Karabaşotunun saplarından 5-6 tane yanınızda bulundurun. Bunları çiğneyebilirsiniz. Yutmanızda da herhangi bir sakınca yok."

Japonlar bitkilerimize göz dikti..
Japonya’dan gelen araştırmacıların Türkiye’deki bitki türlerini inceledikten sonra toprağın ve bitkilerin ne kadar değerli olduğunu kendisine aktardıklarını söyleyen Saraçoğlu, "Bizim bitkilerimiz çok kıymetli. Dış ülkeler bizi yakından takip ediyorlar" diye konuştu.

Alkolün Vücudumuza Zararları Nelerdir

Aşırı alkol kullanımı önemli bir sosyal ve tıbbi sorundur. Bir çok toplumda orta düzeyde alkol kullanımı kabul edilebilir. Ancak aşırı alkol kullanımı karaciğer,pankreas,beyin ve dolaşım sistemine büyük hasarlar verir.

Beyin ve Sinir Sistemi..
Aşırı alkol kullanımının beyin ve sinir sistemi üzerine önemli etkileri vardır. alkol geçici bir bellek kaybına da neden olabilir. Gerek yeni içmeye başlayanlarda gerekse aşırı kullananlarda içtikleri dönemin tümünü ya da bir bölümünü unutmak sık görülen bir durumdur. Aşırı alkol kullananlarda,içki bırakıldıktan sonra birkaç hafta süren geçici bellek kayıpları da görülebilir. Ancak alkolden uzak durulduğunda bellek sorunları ortadan kalkabilir.

Aşırı alkol kullanımı uyku bozukluklarına ve bütün gece uyuduktan sonra bile sabah bit-km kalkmaya neden olabilir. Beynimizin etkinliğiyle hafif veya orta uyku derinliği dönemlerinden,rüya gördüğümüz uyku dönemine geçeriz. Bu döneme hızlı göz hareketleri (REM) dönemi denir ki fiziksel ve ruhsal sağlığımız bu döneme bağlıdır. Ne yazık ki alkolün anestezik (narkoz benzeri) etkisi beynin yeterince REM uyku dönemi oluşturma yeteneğini etkiler ve bu durum aşırı alkol kullananlarda görülen sabah yorgunluğunun sebebidir.

Bazı kronik alkoliklerde Wernicke-Korsakoff Sendromu denen bir nörolojik bozukluk bulunabilir. Bu bozukluk özellikle kötü beslenen (özellikle yetersiz tiamin[B1 vitamini] )alkoliklerde görülür.

Hastalığın ilk belirtisi göz kaslarında ani güçsüzlük ve felce bağlı çift görmedir. Zamanla hasta yardımsız ayakta duramaz veya yürüyemez. Wernicke-Korsakoff Sendromu nda hasta özellikle yakın geçmişe ait olayları unutur,ayrıca çok ileri derecede bellek kayıpları da ortaya çıkabilir; dönem dönem kim olduğunu bile unutur. Ayrıca bu kişilerde kendi kendine konuşma, bulunduğu yerin ve zamanın farkında olmama ve halüsinasyonlar (gerçek olduğu düşünülen hayaller) görülebilir.

Wernicke-Korsakoff Sendromunun tedavisi bellidir:alkolden uzak durmak ve vitamin yetersizliği belirtilerini geriletmek için tiamin (B1 vitamini) kullanmak. Ancak bu bozukluğun yol açtığı şikayetler genellikle tam olarak ortadan kalkmaz.

Sindirim Sistemi..
alkol midenizin iç yüzeyini örten tabakayı tahriş ederek gastrite, kusmaya yol açarak midenin üst bölümü ve yemek borusunun alt bölümünde küçük yırtıklara neden olabilir; Mallory-Weiss Yırtıkları denen bu küçük yırtıklardan kanama olabilir. Uzun süre alkol kullanımı özellikle B vitaminlerinin (özellikle folik asit ve tiamin) ve diğer besinlerin emilimini engelleyebilir. alkol kullanımını kestiğinizde bu sorunların çoğu ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte, yağlanmış veya büyümüş karaciğer, alkol hepatiti veya yemek borusu varisleri gibi sorunlar acil tıbbi müdahale gerektirir.

Dolaşıma katılan alkol karaciğere gelir ve orada enzimler tarafından parçalanır. Sağlıklı bir karaciğer alkolü saatte 50 kalori oluşturacak bir hızla parçalar. Bu 30ml. viskiye eşittir. Eğer karaciğere gelen alkol bu miktardan fazla olursa, parçalanana kadar kanda kalacaktır.

alkol kullanımından sonraki gün ortaya çıkan baş ağrısı ve ağız kuruluğunun nedeni pek belli değildir. Olası bir neden, alkolün idrar söktürücü etkisi nedeniyle oluşan su kaybıdır. Bu, dehidratasyona (vücuttaki sıvının azalması) neden olabilir. Bu şikayetlerin ortadan kalkması için dinlenmek, bol miktarda sıvı ve bir ağrı kesici almak gerekir (mide sorunu olanlar ağrı kesici kullanırken dikkatli olmalıdır).

alkoliklerde akut veya kronik pankreas iltihabı da görülebilir.

Dolaşım Sistemi..
alkol geçici olarak kan basıncını düşürebilir. Ancak sürekli kullanıldığında kan basıncını yükseltebilir.

Sürekli ve aşırı alkol kullananlarda kardiyomiyopati denilen, kalp kasını harabeden ve aritmiden (kalp atışları ritminde düzensizlik) kalp yetmezliğine kadar çeşitli önemli sorunlara yol açan bir hastalık da sık olarak görülür. Az miktarda alkol kullanımı da kalp hastalığı olasılığını artırır.

Cinsel İşlevler..
alkol alışkanlığı erkeklerde empotansa (sertleşme kaybı) neden olabilir. Kadınlarda ise adet düzeni bozulabilir. Ayrıca anne karnındaki bebeğin sağlığını ve gelişimini bozacağı için, hamile kadınların kesinlikle alkol almamaları gerekir.

alkoliklerde kalp-damar hastalıklarından sonra en sık ölüm nedeni kanserdir. alkol kullanmayanlara göre kansere yakalanma olasılıkları oldukça yüksektir (özellikle gırtlak, yemek borusu, mide ve pankreas kanserleri).

Sigarayı Bıraktıran Hap Sigara Bıraktıran İlaç

Yeni yılda ilaç üreticileri tiryakileri mutlu edecek yeni ürünlere imza attılar. Bunların başında sigara ve alkol geliyor. Yakın zamanda eczanelerde yerini alacak olan sigara hapı, yüzde 44 oranında başarı sağlıyor.

Bugüne kadarki en etkili sigara bıraktırıcı hap olarak lanse edilen ilaç, Viagra'nın mucidinin imzasını taşıyor. İlaç geçen ay ABD ve Avrupa Birliği ülkelerinde ruhsat alarak kullanıma girdi.

İlacı kullanan 2 bin kişiden yüzde 44'ü 12 hafta sonunda sigarayı bıraktı. Uzmanlar etken maddesi "vareniclin tartrat" olan ilacın sigarayı bırakmak isteyenlere büyük kolaylık sağlayacağını söylüyorlar.

Nikotine set çekiyor

İlaç, nikotinin beyne yapışarak zevk verici hormon salınımının önüne geçiyor. Böylelikle sigara içerken ortaya çıkan ödüllendirilme ve yoksunluk mekanizmaları engelleniyor. Yani bu ilacı kullanmaya başladığınızda sigara size eskisi kadar zevk vermiyor.

12 hafta şart

İlacın en az 12 hafta kullanılması gerekiyor. Maliyeti ise günlük 1.95 euro... İlacın bugüne kadar rapor edilen tek yan etkisi, kullanımdan itibaren üç ay devam edebilen mide bulantısı...

Bu ilacı kullanan kişiler sigarayı bıraktığı gibi alkol tüketimini de azaltıyor.

Sigaradan Tiksindiren iksir Sigara Bıraktıran ixir

Uşaklı emekli binbaşı Özkan Tunaboylu, icat ettiği sigara tiksindirici ile üç yılda 15 bini geçkin kişiye sigarayı bıraktırdığını iddia etti. Amerika, Rusya, Fransa, Hollanda, Almanya, Avusturya ve Belçika'ya tiksindirici ihraç ettiğini ifade eden Tunaboylu, Türk ve Rusya sağlık bakanlıklarının tiksindiriciyi incelemeye aldığını ifade etti.
İki buçuk yaşındayken babasını sigaradan kaybeden Tunaboylu, yetim büyüdüğü için baba hasretiyle yanıp tutuşmuş. Askerlik hayatı boyunca günde üç paket sigara içen Tunaboylu, şifalı bitkiler üzerinde çalışırken 'Tek Umut' adını verdiği sigara tiksindiricisini icat etmiş. Tiksindirici sayesinde önce kendisi sigarayı bırakan Tunaboylu, patent ve ruhsatını aldığı bu karışımı ticarî hale getirmiş. 50 yıllık tiryakilere bile sigara bıraktırdığını iddia eden Özkan Tunaboylu, üç yılda 15 bini geçkin kişiye sigarayı bıraktırdığını savunuyor.

Rusya Sağlık Bakanlığı'nın ihraç çalışmaları için dostları aracılığıyla teklif getirdiğini belirten Tunaboylu, Türkiye'nin dört bir yanından sipariş aldığını ifade etti.

67 yaşındaki emekli binbaşı, bitkisel karışımı üretmek için 40 yıl çalıştığını, bütün dünya insanını tiksindirici ile buluşturarak sigaradan kurtarmak istediğini söyledi. Tunaboylu, tiksindiricinin kullanımı hakkında şu bilgileri verdi: "Yedi gün boyunca her sigara içmek istendiğinde şişe içindeki tiksindiriciden bir çay kaşığının dörtte biri kadar ağıza alınıyor. Yedi gün sonunda sigara gargarası yapılarak sigaradan tiksiniliyor. Böylece insanlar ömür boyu sigarayı terk ediyor."

27 yıllık sigara tiryakisi olan hakim Faruk Ceyhan, tiksindirici sayesinde bir yıldan beri sigara kullanmadığını söyledi. Her gün üç paket sigara tükettiğini ifade eden hakim Ceyhan, geçen yıl bir arkadaşının önerisiyle buluştuğu Tek Umut sigara tiksindiriciyi yedi gün kullandıktan sonra bir daha içmediğini dile getirdi.

Hamilelik icin Uygun Zaman ve Pozisyon

Aile planlamasının önem kazandığı günümüzde planlı gebelik oranları da çoğalmaktadır. Bazen uzun süre denenmesine rağmen beklenen hamilelik gerçekleşemiyor bunun bir sebebi de yumurtlama zamanının tutturulamamasıdır. Uygun görüldüğü zamanda kısa sürede hamile kalabilmek için regl zamanı ve düzeni önemli rol oynamaktadır. Hamilelik için gereken süre yaş ilerledikçe artıyor çünkü kadında yaş

13 Aralık 2009 Pazar

Besin Değerleri ve Kaloriler Tablosu Cetveli Listesi

Gidalarin besin degerlerine ait ayrintili bir tablo her zaman elinizin alinda bulunmasi gereken dokümanlar arasinda olmalidir. Daha saglikli ve bilinçli beslenmenize büyük katkisi olacak yazimizi mutlaka okuyun.






Deniz Ürünleri


Miktar
Kalori
Yağ
Doy. Y.
Koles.
Prot.
Pot.
Sod.
Alabalık
238 gr
247.5
8.5 gr
2.5 gr
197.5 mg
40 gr
811.5 mg
138 mg
Dil Balığı
163 gr
148.5
2 gr
0.5 gr
78 mg
30.5 gr
588.5 mg
132 mg
Istakoz
150 gr
135
1.5 gr
0.5 gr
142.5 mg
28 gr
412.5 mg
444 mg
Karides
4 Adet
29.5
0.5 gr
0
42.5 mg
5.5 gr
52 mg
41.5 mg
Kılıç Balığı
136 gr
164.5
5.5 gr
1.5 gr
53 mg
27 gr
391.5 mg
122.5 mg
Mezgit
193 gr
168
1.5 gr
0.5 gr
110 mg
36.5 gr
600.5 mg
131 mg
Midye
1 Tane
17
0.5 gr
0
5.5 mg
2.5 gr
64 mg
57 mg
Ringa
184 gr
290.5
16.5 gr
4 gr
110.5 mg
33 gr
601.5 mg
165.5 mg
Sazan
218 gr
277
12 gr
2.5 gr
144 mg
39 gr
726 mg
107 mg
Som Balığı
198 gr
281
12.5 gr
2 gr
109 mg
39.5 gr
970 mg
87 mg
Ton Balığı
85 gr
87.5
1 gr
0.5 gr
40 mg
18.5 gr
346 mg
31.5 mg
Uskumru
112 gr
229.5
15.5 gr
3.5 gr
78.5 mg
21 gr
351.5 mg
101 mg
Yılan Balığı
204 gr
375.5
24 gr
5 gr
257 mg
37.5 gr
555 mg
104 mg







Meyvalar


Miktar
Kalori
Yağ
Lif
Protein
Carb.
Sod.
C Vit.
Armut
1 Adet
100
0.5 gr
4 gr
0.5 gr
25 gr
0
6.5 mg
Avokado
1 Adet
323.5
31 gr
10 gr
4 gr
15 gr
20 mg
16 mg
Çilek
1 Kase
45.5
0.5 gr
3.5 gr
1 gr
10.5 gr
1.5 mg
86 mg
Elma
1 Adet
81
0.5 gr
3.5 gr
0
21 gr
0
8 mg
Erik
1 Adet
100
0.5 gr
4 gr
0.5 gr
25 gr
0
6.5 mg
Greyfurt
1/2 Adet
41
0
1.5 gr
1 gr
10 gr
0
44 mg
Karpuz
1 Kase
48.5
0.5 gr
1 gr
1 gr
11 gr
3 mg
12 mg
Kiraz
1 Kase
104
1.5 gr
3.5 gr
1.5 gr
24 gr
0
10 mg
Kivi
1 Adet
46.5
0.5 gr
2.5 gr
1 gr
11.5 gr
4 mg
74.5 mg
Limon
1 Adet
21.5
0.5 gr
5 gr
1.5 gr
11.5 gr
3 mg
83 mg
Mandalina
1 Adet
37
0
2 gr
0.5 gr
9.5 gr
1 mg
12 mg
Muz
1 Adet
108.5
0.5 gr
3 gr
1 gr
27.5 gr
1 mg
10.5 mg
Nektarin
1 Adet
66.5
0.5 gr
2 gr
1.5 gr
16 gr
0
7.5 mg
Portakal
1 Adet
61.5
0
3 gr
1 gr
15.5 gr
0
69.5 mg
Şeftali
1 Adet
42
0
2 gr
0.5 gr
11 gr
0
6.5 mg
Üzüm
1 Kase
58
0.5 gr
1 gr
0.5 gr
16 gr
2 mg
3.6 mg







Sebzeler


Miktar
Kalori
Yağ
Lif
Prot.
Carb.
Sod.
Demir
Brokoli
1 Demet
170
2 gr
18 gr
18 gr
32 gr
164 mg
5 mg
Domates
1 Adet
26
0.5 gr
1.5 gr
1 gr
5.5 gr
11 mg
0.5 mg
Havuç
1 Adet
26
0
2 gr
0.5 gr
6 gr
21 mg
0
Ispanak
1 Demet
75
1
9 gr
9.5 gr
12 gr
268.5 mg
9 mg
Karnıbahar
1 Adet
144
1 gr
14 gr
11 gr
30 gr
172.5 mg
2.5 mg
Mantar
1 Kase
17
0
1 gr
1.5 gr
3.2 gr
2.8 mg
1 mg
Marul
1 Adet
64
1 gr
7.5 gr
5.5 gr
11 gr
49 mg
2.5 mg
Mısır
1 Adet
77
1 gr
2.5 gr
3 gr
17 gr
13.5 mg
0.5 mg
Patates
1 Adet
96
0
2 gr
2.5 gr
22 gr
7 mg
1 mg
Salatalık
1 Adet
39
0
2 gr
2 gr
8 gr
6 mg
1 mg
Sarımsak
1 Diş
4.5
0
0
0
1 gr
0.5 mg
0
Soğan
1 Adet
41
0
2 gr
1 gr
9.5 gr
3 mg
0







Alkollü İçecekler


Miktar
Kalori
Yağ
Alkol
Potas.
Sodyum
Bira
1 Şişe
146
0
13 gr
89 mg
18 mg
Bloody Mary
1 Kokteyl
115.5
0
14 gr
216 mg
10.5 mg
Cin
1 Duble
73
0
10.5 gr
0
0
Cin Tonik
1 Kokteyl
171
0
16 gr
11.5 mg
4.5 mg
Manhattan
1 Kokteyl
127.5
0
17.5 gr
15 mg
1 mg
Martini
1 Kokteyl
156
0
22.5 gr
12.5 mg
2 mg
Pina Colada
1 Kokteyl
262.5
2.5 gr
14 gr
100 mg
11.5 mg
Şarap, beyaz
1 Kadeh
70
0
9.5 gr
82.5 mg
9.5 mg
Şarap, kırmızı
1 Kadeh
74
0
9.5 gr
115.5 mg
8 mg
Tekila
1 Kokteyl
189
0
18.5 gr
179 mg
10.5 mg
Viski
1 Duble
69.5
0
10 gr
0.5 mg
0
Votka
1 Duble
64
0
9.5 gr
0.5 mg
0

Suyun Vücudumuza Faydaları Yararları Nelerdir

İnsanın yaşamını devam ettirmesi için en az oksijen kadar önemli olan suyun, vücutta pek çok görevi de bulunuyor. Son yıllarda özellikle diyet listelerinin baş köşesinde yer alan suyun vücudumuz ve hayatımızı sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmemiz için büyük önemi bulunuyor. İnsan yapısı, yemek yemeden dört hafta yaşayabilirken, su içmeden yaşayabilme süresi ise sadece 3-4 gün. İnsan bedeninin 2/3 ü sudan oluşurken, her insanın kendini zinde hissetmesi için günde 2.5 litre suya ihtiyacı bulunuyor.

Eğer vücutta az su bulunursa, kan yoğunlaşıyor ve bu da organlara çok az miktarda oksijen ve besin maddesi taşınmasına neden oluyor. Fakat içtiğiniz su miktarı çok aşırıya kaçarsa, bu da vücut için olumsuz sonuçlar doğurabiliyor.Çünkü böbrekler aşırı çalışır ve sık sık tuvalete çıkmanıza neden olup, vücudunuzdaki
kalsiyumun atılmasına neden olur. Vücudunuzun su alımının yeterli olup olmadığını anlamanın en etkili yolu, idrara dikkat etmek. Açık renkli idrar, su ihtiyacını doğru karşıladığınızı gösterir. Eğer idrarınız koyu renkli ise, bu yeterince su almıyorsunuz anlamına gelir.

SUYUN VÜCUT İÇİN ÖNEMİ..
Vücut sıvılarında bulunarak, eklemlerin kayganlaşmasına neden olur. İdrarla zararlı maddelerin atılmasını sağlar.

Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinleri sindirir.

Hücre ve kas dokularını güçlendirir. Karbonhidratları, yağları, proteinleri, hormonları ve oksijeni, kanda bulunarak kaslara taşır. Zararlı maddeleri dokulardan uzaklaştırmayı sağlar.

Cildi gerginleştirir, parlaklık kazandırır.

ŞİŞMANLIĞA KARŞI SU..
Vücut özellikle geceleri su almadığı için, sabahları uyandığınızda hemen bir bardak su içmeyi ihmal etmemelisiniz.

Vücudun su toplamaması için, bol miktarda su içmek gerekir. Su miktarında azalma oldukça, vücutta depolanan yağ miktarı da artmaya başlar. Nedenine gelince; böbrekler yeterli miktarda su almazlarsa, iyi çalışmazlar. Bu görev de karaciğerin olur. Karaciğer böbreklerin görevini üstlendiğinde ise, daha az yağı enerjiye dönüştürür. Bu da zayıflamayı son derece olumsuz etkiler.

Vücut özellikle geceleri su almadığı için, sabahları uyandığınızda hemen bir bardak su içmeyi ihmal etmemelisiniz. Öğlen ve akşam yemeklerinden önce içeceğiniz bir bardak su, iştahı bastırıp, mideyi doldurur ve sindirime iyi gelir. Spor yapmadan önce içilen bir bardak su da yine metabolizmayı çalıştırırken, kas glikojeninin tükenmesinin önüne geçer.

SUYUN RAHATLATICI ETKİSİ..
Günün tüm yorgunluğundan ve stresinden arınmanız için yapmanız gereken en önemli şey; şöyle bol köpüklü bir banyo. Suyun rahatlatıcı etkisi, aslında sandığımızdan çok daha fazla...

Su sadece temizlenmek için değil, arınıp, yenilenmek ve yorgunluktan kurtulmak için de birebir...

Yıkandığınız suyun sıcaklığının, ne çok sıcak ne de çok soğuk olmamasına özen göstermelisiniz. Çok sıcak su, kanın yüze doğru hücum etmesine neden olur ve ana merkezler görevini daha zor yaparlar. Sıcak su, bazı dolaşım bozukluklarını da doğurabilir, kalbi zayıf olanlar üzerinde ise daha kötü etkiler yaratır. Sıcak suyun bir dezavantajı da, deriyi yumuşatması ve varislerin daha da ortaya çıkmasını sağlamasıdır. Bunun yanı sıra çok soğuk suyun da bazı zararları bulunur: Özellikle yaz aylarında tercih edilen soğuk su, serinletmek yerine aksine terletir. Kan damarlarının önce daralmasına, ardından hemen genişlemesine neden olur. Bu nedenle, ideal banyo suyunun sıcaklığı, 33 ile 37 derece arasında değişir. Eczaneden alacağınız bir termometre ile suyun sıcaklığını ölçmeniz mümkün. İdeal su sıcaklığı içerisinde, en az 15 dakika kalmayı da ihmal etmemelisiniz...

DERİYE KAYBETTİĞİ SUYU YENİDEN VERİN..
Eğer banyo çıkışında vücudunuzda kırmızılık oluştuysa ve kaşınıyorsanız, suyunuz fazla klorlu ya da kireçli demektir. Kireçli su ise, vücudu kurutup, sertleştirir. Bunun için, banyo sonrası, vücudunuza nem kazandıracak kremler sürmenizde fayda var.

Kokulu ve renkli banyo tuzlarından kattığınız suda yıkanırsanız, tuzların canlılık verme ve yorgunluk alma özelliğinden de faydalanabilirsiniz. Gülsuyu ve gliserin eklenmiş su ile yapılan banyo ise, deriye kaybettiği suyu yeniden verir.

İlköğretim Dönemi Çocuklarda Sağlıklı Beslenme

Gelişme çağında mutlaka alınması gereken süt, yumurta, et ve tavukgibi besinler ve yararları üzerinde durulmalı ve bu tür gerekli besinlerin alınmaması halinde vücudun uğrayacağı hasarlara da dikkat çekilmelidir.

Bir ilköğretim öğrencisinin her gün tüketmesi gereken besinler ve miktarları:

Kemikleri, dişleri ve kaslarının gelişimi, yaşına ve ağırlığına göre ideal boy uzunluğuna sahip olabilmesi için 2-3 su bardağı süt veya yoğurt, bir kibrit kutusu büyüklüğünde peynir,

Beyin gelişimi, hastalıklara karşı dirençli olması ve kansızlıktan korunması için 2-3 köfte büyüklüğünde et (tavuk, balık veya hindi), haftada 3-4 kez 1 adet yumurta, haftada 3-4 kez 1 porsiyon kurubaklagil,

Hastalıklara karşı daha güçlü olması, gözlerinin, dişlerinin, cildinin sağlığı ve kabız olmamaları için 5 porsiyon taze sebze veya meyve,

Enerji sağlaması, sinir sisteminin güçlenmesi için 4-6 orta dilimekmek, 1 porsiyon pilav, makarna veya 1 orta dilim börek, 1 kase çorba.

3 ANA 2 ARA ÖĞÜN

Çocuğunuzu günde 3 ana 2 ara öğün olarak besleyin,

Sabah kahvaltısı yapmadan güne başlatmayın, öğün atlatmayın,

Ara öğünlerde çocuğunuzun beslenmesi için meyve, ayran, süt, tazemeyve suları, peynirli sandviç, küçük kek veya poğaça gibi besinleri tercih edin,

İyotlu tuz tüketin, tuzu yemeğe ocaktan indirmeye yakın katın,

Çocuğunuzun günde 2-2.5 litre su/sıvı tüketmesini sağlayın,

Beslenme çantasını, evde yapılmış tost, yumurta, kek, poğaça, börek, taze meyve, ayran, salatalık, domates ve havuç gibi yiyeceklerle hazırlayın,

Beslenme çantasının temizliğine çok dikkat edin,

Çocuğunuzu açıkta satılan besinleri almaması konusunda uyarın,

El yıkama ve diş fırçalama alışkanlığı kazandırın,

Çocuğunuza yeterli ve dengeli beslenme alışkanlığı kazandırmak için örnek olun, aşırı yağlı, tuzlu ve şekerli besinler yerine sağlıklı besinler seçmesini teşvik edin,

Çocuğunuzun hareketli bir yaşam sürmesine dikkat edin, herhangi bir spor dalı ile ilgilenmesi konusunda destekleyin.

Sağlıklı Beslenme Nedir ?

Her konu hepimizi ilgilendirmez ama yemek kesinlikle herkesi ilgilendiren bir konudur. Hayatın başlıca zevklerinden biridir ve aynı zamanda hayat veren bir temeldir. Vücudumuzdaki gıdalar sürekli yenilenmese, ölürdük. Yiyecek o kadar önemlidir ki, çok eski zamanlardan beri her toplumda ritüellerin temelini oluşturmuştur.

Birbirimizi değerlendirdiğimiz temellerin çoğu görünüşümüze dayanır ve bu dolaylı da olsa yiyecekle bağlantılıdır. Bir toplumun başarısı geleneksel olarak yiyeceklerinin bolluğu ve kalitesiyle (ya da kalite eksikliğiyle) ölçülmüştür.

Amerikan toplumu geliştikçe, zengin ve çeşitli yiyeceklere sahip olmak gibi ulusal bir amaç edindi. Dünyadaki herkesi besleyebilmeyi ulusal bir gurur haline getirdi.

Daha 50 yıl önce, beslenme araştırmasının odak noktası, temel gıdaların eksikliğinden kaynaklanan kötü beslenme ve hastalıklarla mücadele etmekti. Bugün, herşey tersine döndü ve aşırı tüketim Amerika nın temel beslenme sorunu olarak gıda eksikliğinin yerini aldı.

Buna yanıt olarak, Başkan Ronald Reagan döneminde Genel Sağlık Servisi Başhekimi Dr. C. Everett Koop, ülke sağlığı üzerine bir rapor hazırladı. Rapor, AiDS in yayılmasını sınırlama ve sigarayı bertaraf etmekle birlikte, Amerikalı lann sağlık gündeminde beslenmeyi üst sıralara yerleştirmektedir.

Rapor yıllarca süren araştırmalara dayanan sağlam kanıtlar sunmaktadır. Aşırı bir şekilde sigara ya da içki içmeyen üç kişiden ikisi için, uzun dönemli sağlık durumumuzu en fazla etkileyen seçimlerin diyetle ilgili olduğu ileri sürülmektedir. Rapor, Amerikalıların daha iyi bir sağlık için diyetlerini nasıl değiştirmeleri gerektiği konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.

Bu tavsiyeler, vücudumuzun gıdaları nasıl kullandığına ilişkin temel bilgilerle birlikte bu bölümde ele alınmaktadır, izleyen sayfalarda aynca ağırlık kontrolü ve hastalık durumunda nasıl yemek gerektiği tartışması da yer almaktadır.

Bu sayfalarda ele alınanların dışında, bir beslenme sorunuyla ilişkili özel tavsiyelere ihtiyacınız varsa, bir beslenme uzmanıyla görüşün. Bu unvanı almak için, kişinin güvenilir bir yüksek okul ya da üniversitedeki 4 yıllık bir gıda bilimi ve beslenme programından lisans diploması alması gerekir.

Beslenme durumunuzu incelemek ya da düzeltmek için başka insanlar da yardımcı olabilir. Bazı doktorlar beslenmeye özel bir önem vermektedirler. Ev ekonomicileri genellikle yemek planlaması, gıda koruma ve yemek hazırlama konusunda iyi bir bilgi kaynağı oluştururlar, afina belirli bir kişinin beslenme ihtiyaçları konuşunda tavsiyede bulunma açısından bir diyetisyenden daha az ehliyetlidirler.

Beslenme uzmanı terimi özel olarak tanımlanmamıştır ve ne yazık ki bazen gerçek bir beslenme eğitimi olmayan ve diyet ekleri ya da zayıflama programlan satmaya çalışan insanlar tarafından kullanılmaktadır. Bazıları pek az anlam ifade eden bir diploma ya da sertifika bile gösterebilmektedir.

GKM Gıda Katkı Maddeleri Nedir Nelerdir

Tüketime sunulan veya sunulacak olan gıdaların görünüm ve lezzetlerini tüketicinin arzu ettiği duruma getirmek, bozulmalarını önleyerek, gıdaların raf ömrünü uzatmak amacıyla gıdalara tüketime sunulmadan önce bilinçli ve amaçlı olarak ilave edilen maddelere GIDA KATKI MADDELERİ denmektedir .

Gıda katkı maddeleri; Sağlık Bakanlığı nın gıda katkı maddeleri yönetmeliğinde şu şekilde tanımlanmıştır : "Normal koşullarda tek başına tüketilmeyen ya da tipik besin bileşeni olarak kullanılmayan, tek başına besleyici değeri olmayan ve besinin üretilmesi, işlenmesi, hazırlanması, ambalajlanması, taşınması, depolanması sırasında teknolojik amaçla ya da beklenen sonucu elde etmek için ürüne ya da bir öğesini elde etmek için yan ürüne
doğrudan ya da dolaylı olarak ve bilinerek katılan maddelerdir" . Gıdalara hile ve besin değerini arttırmak amacıyla katılan maddeler ise GKM değildir.

GKM nin Kullanımında Genel Koşullar

GKM gıdalara bilinçli ve amaca yönelik olarak katılmaları yanında, aşağıda sıralanan koşullara uygun kullanılmak zorundadırlar .
- Gıda katkı maddelerinden hiçbiri, hangi amaçla gıdaya katılmış olursa olsun insan sağlığına zarar vermemelidir. Kullanılacak katkı maddesi hakkında analiz sonuçları ve kullanılma miktarları bilinmelidir.
- GKM katıldığı yiyecek ve karışımın besleyici değerine zarar vermemeli, besin değerini azaltmamalı ve değiştirmemelidir. Gıdaların içerisinde bulunan vitaminleri tahrip etmemeli ve besinlerin emilimini azaltmamalıdır.
- Gıdaya katılması düşünülen veya istenilen GKM nin özellikleri hakkında bilgiler bulunmalı, bu konuda in-vivo ve in-vitro deneyler yapılmalıdır. Katkı maddesi olarak kullanılan maddeler belirgin özelliklerine göre belirlenmeli ve belirlenen GKM nden başkası kullanılmamalıdır.
- Katılması düşünülen katkı maddesinin kantitatif analizini yapabilecek güvenilir analiz metotları bulunmalı ve bu analizleri yapacak, kontrol hizmetlerini yürütecek kurumlar olmalıdır. Ülkede bulunan laboratuvarlar GKM nin analizlerini yapacak koşullarda değil ise uluslararası kuruluşların inceleme sonuçlarından yararlanılmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü nün alt kuruluşlarından birisi olan Gıda Tarım Örgütü ve Dünya Sağlı Teşkilatının Gıda Katkı Maddeleri Eksper Komitesi (JECFA - Joint FAO / WHO Expert Committee on Food Additives) her yıl GKM ile ilgili toplantılar yapmakta ve bunları yayınlamaktadır. JECFA nın düzenlemiş olduğu toplantılarda GKM konusunda uzman ve yetkili ülke temsilcilikleri bulunmaktadır.
- Katkı maddesinin hangi gıdalara ne miktarda ve hangi amaçla katılabileceği GKM Kodeksinde belirtilmiş olmalıdır. Gıdaya belirlene miktarlardan fazlası katılmamalı ve üretimleri sırasında katkı maddesi kullanılan gıdalar sürekli denetlenmelidir.
- Katılan maddelerin açık ismi ve miktarı gıdaların üzerindeki etikette belirtilmelidir.
- Katkı maddesi, katıldığı maddelere homojen olarak dağılmış olmalı ve ürünün maliyetini arttırmamalıdır.
- Gıdaya katılan katkı maddesi gıdanın bozukluğunu maskeleyici ve tüketiciyi aldatıcı olmamalıdır.
- Bazı gıdalara, özellikle çocuk mamalarına ve diyet gıdalarına katılması düşünülen katkı maddesinin katkı maddesinin katılma koşulları ve miktarları özel izne tabi olmalıdır.

GKM nin Sınıflandırılması

A - Bozulmayı Önleyenler (Prezervatifler)
1. Antimikotikler (Küflenmeyi Önleyiciler)
2. Mikrop Antagonistleri (Bakteri Üremesini Önleyiciler)
3. Antioksidanlar (Oksidatif Bozulmayı, Acılaşmayı Önleyiciler)
4. Antibrowing Ajanlar (Enzimatik Bozulmayı Önleyenler)

B - Görünüm - Lezzet - Yapı ve Kaliteyi Geliştirenler
1. Boyalar ve Renklendiriciler
2. Tat, Koku Vericiler ve Arttırıcılar
3. Asit veya Baz Yapıcılar ve Nötralize Ediciler
4. Yapı (Texture) Geliştiriciler, Emülsifiyanlar

C - Diğerleri
1. Diğer Additifler
2. Solventler
3. Filtre Ediciler

E numara sistemine göre gıda katkı maddelerinin sınıflandırılması :

Hazır gıdaların paketleri üzerinde kullanım amaçlarına göre GKM nin kategorileri, bunu izleyen özel adlar ve "E(uropean)" numaraları ile belirtilir. "E" numaraları Avrupa Birliği ülkeleri tarafından GKM ne pratik bir kodlama yöntemi olarak getirilmiştir. "E" numaraları ve özel adları besinlerin dış satım ve iç alımları sırasında kolayca tanınmalarını sağlamaktadır .

"E" numara sistemi ile GKM nin temel işlevlerine göre sınıflandırılması şu şekildedir :
1. Renklendiriciler E 100 - 180
2. Koruyucular E 200 - 297
3. Antioksidanlar E 300 - 321
4. Emülsifiyer ve stabilizatörler E 322 - 500
5. Asit baz sağlayıcılar E 500 - 578
6. Tatlandırıcılar, koku verenler E 620 - 637
7. Geniş amaçlılar E 900 - 927

Günümüzde uygulanan üretim teknikleri sayesinde besin sektöründe verim artışı, kayıpların en aza indirilmesi, ürün kalitesinin arttırılması ve standardizasyonu, ürünlerin dayanma sürelerinin arttırılması ve değişik yeni besinlerin üretimi gibi uygulamalar gerçekleşmiştir. Tüm bu gelişmelerde GKM nin besin endüstrisinde kullanılması etkili olmuştur. Yasalarla kontrol edilen GKM nin kullanım alanları şu şekildedir :
1. Renklendiriciler : Boyalar ve pigmentler, besinlerin işlenmeleri sırasında kaybolan doğal renklerinin kazandırmak, tüketiciye çekici hale getirmek için besinlere katılırlar.
2. Koruyucular : Besinlerin mikrobiyal bozulmalarını önlemek için katılırlar.
3. Antioksidanlar : Yağların bozulmalarını, acılaşmalarını önlemek için kullanılmaktadır.
4. Emülsifiyerler ve Stabilizörler : Emülsifiyerler, yağlarla suyun karışımını sağlamak için kullanılmaktadır. Stabilizörler, emülsiyonların dayanıklı hale getirilmelerini ve bileşenlerine ayrılmalarını önlemek için kullanılırlar.
5. Tatlandırıcılar : Şekerden daha tatlı olan bu maddeler çok düşük miktarlarda ve besinleri tatlandırmak için kullanılırlar.
6. Geniş Amaçlı GKM : Bunlar aroma vericiler, çözücüler, polifosfatlar gibi geniş amaçlı olarak kullanılan GKM dirler.

Hangi Mevsimde Hangi Sebze ve Meyve Yenir Tüketilir

Günümüzde tarım ve teknolojide yaşanan gelişmeler sayesinde hemen her mevsimde bütün sebze ve meyvelere ulaşma imkanımız var. Ancak bu sağlıklı bir beslenme şekli mi. Yüzlerce yıl önce İbn-i Sina: sebze ve meyveyi mevsiminde yiyin, şeklinde bir öneride bulunmuş. Bunun önemi, ürünlerin doğallığının değeri günümüzde yeni/yeniden keşfedilir. Peki... sebzelerin doğal olarak yetiştiği aylar ve hangi mevsimde ne yemeliyiz ?

SEBZELER

BAMYA: Haziran - Temmuz - Ağustos

BARBUNYA: Nisan - Mayıs - Haziran

BEYAZ LAHANA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat

BEZELYE: Nisan Mayıs - Haziran

BROKOLİ: Ocak - Şubat - Mart

CARLİSTON BİBER ve DOLMALIK BİBER: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül

DEREOTU: yılın her mevsimi

DOMATES: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - ekim - Kasım

HAVUC: Eylül - Ekim - Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart

İÇ BAKLA: Nisan - Mayıs - Haziran

ISPANAK: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart

KARNABAHAR: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart

KEREVİZ: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat

KIRMIZI LAHANA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat

KIRMIZI SALÇALIK BİBER: Ağustos - Eylül - Ekim

KURU SOGAN: Yılın her mevsimi

MADIMAK: Mayıs

MANTAR: Eylül - Ekim

MAYDANOZ: yılın her mevsimi

MARUL: Nisan - Mayıs - Haziran

PATATES: yılın her mevsimi

PATLICAN: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim - Kasım

PIRASA: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart

SALATALIK: Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim

SEMİZOTU: Nisan - Mayıs - Haziran

SİVRİ BİBER: Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül - Ekim

TAZE FASULYE: Mayıs - Haziran - Temmuz - Ağustos - Eylül

TAZE YEŞİL KABAK: Kasım - Aralık - Ocak - Şubat - Mart

TURP: Ocak - Şubat - Mart

MEYVELER: Ağaçta büyüyen meyveler için yukarıdaki durum söz konusu değil ama bunların da depolanma suresi boyunca kullanılan ilaçların zararını en aza indirmek için yıkama işleminde titiz davranmak gerektiği belirtiliyor. Çilek üretimi farklı olduğu için belirtmek gerekir:

ÇİLEK: Mayıs - Haziran

Aylara Göre Beslenme Şekli

OCAK: Sebze ve et suyu ile hazırlanmış çorbaları sofranızdan eksik etmeyin. Hareketsiz gecen soğuk kış günlerinde çorbalar bağırsak sistemini düzenler. Soğuk havalarda vücuda direnç veren balık ve baklagiller de en çok tüketilmesi gereken besinlerden.

ŞUBAT: Kansere karşı etkili lahanagilleri (lahana, Brüksel lahanası, karnabahar ve brokoli) sık sık yiyin. Bol betakaroten içeren havuç ile salata, zeytinyağlı yemek veya havuç suyu hazırlayın.

MART: Mart, yaza hazırlık ayıdır. Hafif beslenmeye ve diyet yapmaya başlamanın tam zamanıdır. Mart, ayni zamanda ilkbahara geçiş ayıdır. Bu nedenle hafif bir o kadar da direnç verici besinleri tüketmeye özen göstermek gerekir. Balık, ızgara et, sebze ve meyveler bol tüketilmeli.

NİSAN: Kuzu etinin en taze ve lezzetli zamanı. Bu aylarda et olarak kuzu etini tercih edin. Sutlu hafif tatlılar pişirin. Sabah kahvaltısında ve geceleri yatmadan önce bir bardak sut için. Hafif ama sağlıklı beslenerek ve açık havada düzenli yürüyüşler yaparak fazla kilolarınızdan kurtulabilirsiniz.

MAYIS: Çilek kısa omurlu bir meyve. içeriğindeki zengin vitamin (özellikle C vitamini) ve mineraller sayesinde ani enerji verip, geçiş mevsiminde ortaya çıkan yorgunluk belirtilerini giderir.

HAZİRAN: Kısa omurlu dut ve kirazı bu ayda bol bol tüketin. Her ikisi de zengin vitamin ve mineral kaynağı.

TEMMUZ: Semizotu, balıktan sonra en çok omega - 3 içeren sebze. Vücut tarafından üretilmeyen bir yağ asidi olan Omega - 3, kalp hastalıklarına, zihinsel karışıklığa ve bunamaya karsı etkili.

AĞUSTOS: Yaz meyve ve sebzelerinin en olgun zamanı. Meyveleri bol yiyin. Bunun yanı sıra balık, zeytinyağlı sebze, hafif soslu makarnaları günlük öğünlerinize paylaştırın.

EYLÜL: Eylül, kışa hazırlık ayıdır. Vücudu soğuk mevsime hazırlamak gerekir. Bol balık, sebze, meyve ve makarna gibi enerji verici karbonhidratlar ağırlıklı beslenin. Mürdüm erik ve fındığı hergün belli bir miktar tüketmeye özen gösterin.

EKİM: Ekim ayı omega - 3 içerikli cevizin tam zamanı. Cevizi bu aylarda bol bol tüketin. Ayrıca mantarlı nefis yemekler pişirebilirsiniz. Mantar, balık, et ve sebzelere çok yakışır. Mantarı ızgarada üzerine peynir serperek pişirip kahvaltıda da yiyebilirsiniz.

KASIM: Kasım ayında balkabağından bol bol yararlanın. Çorbası, tatlısı ve pastası ile nefis lezzetler hazırlayabilirsiniz . Balkabağını ayrıca etli sebze yemeklerine de ilave edebilirsiniz. içerdiği bol betakaroten sayesinde kansere karşı etkili bir sebze.

ARALIK: Soğuk algınlığı hastalıklarına yakalanmamak için sağlıklı beslenin. Portakal veya greyfurt suyu için. Ispanak, baklagil, et, yoğurt, muz,elma ve kuruyemişleri bol tüketin.