30 Haziran 2016 Perşembe

Bu kadınlar neden erken yaşlanıyor

Yapılan son araştırmalara göre, dünyada ve Türkiye'de erkekler sigara içme alışkanlıklarından vazgeçerken kadın içicilerin sayısı sürekli artıyor. Uzmanlar, sigaranın kadın cildinde kırışıklıklara, deri ve damar yolu hastalıklarına ciddi oranda sebep verdiğine dikkat çekiyor.

Araştırmalar, sigaranın günümüzde hala en çok erkekler tarafından tüketildiğini ancak sigara içen kadınların sayısının her gün daha da yükseldiğini, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kadın içicilerin arttığını gösteriyor. Dünya genelinde sigara içen kadın sayısı ise 200 milyona ulaşıyor. Gelişmekte olan ülkelerde sigara içen kadınların yüzdesi, sigara içen erkeklerin sayısına ulaşırsa, bir sonraki nesilde sigara içen kadın sayısı 500 milyondan fazla olacak.

Yeşilay Dergisi'nin Mayıs sayısında sigaranın kadınlar üzerindeki etkisi detaylı olarak ele alındı. Günde bir paket sigara içen kişinin cildi, yaklaşık bir gün boyunca yeterli oksijeni alamıyor. Bu nedenle sigara içen kadınlarda, ciltte ve özellikle yüzdeki kırışıklıklar, sigara içmeyen kadınlara oranla daha çok oluyor. Sigara içen kadının normal yaşından iki-üç yıl daha yaşlı göstermesinin yanı sıra sigaranın ana maddesi olan nikotin, derideki kan damarlarında daralmaya da yol açıyor. Kan damarlarındaki daralmayla damarın beslediği dokunun yeterli oksijeni alamaması sonucunda ise ciltteki yaraların iyileşmesi gecikiyor.

Akciğer kanseri ilk sırada…
Sigara içen kadınlarda, görünüşlerine ne kadar dikkat ederlerse etsinler, erken yaşlanma belirtileri ve cilt kırışıklıkları gözlemleniyor. Endişe bozukluğu olan kadınların sigara içmeye daha meyilli olmasının yanı sıra sigara içen kadınların içmeyenlere oranla daha depresif oldukları belirtiliyor. Kadınlarda, nedeni kanser olan ölümlerin başında akciğer kanserinin gelmesi, rahmi ağzı kanseri ve osteoporoz gelişme riskinin sigara içmeyen kadınlara oranla daha fazla olması, hamilelik ve emzirme döneminde sigara içen annelerin sütleri üzerinde kötü etkileri olması da sigaranın zararlı diğer yönlerinden.

Amerika'dan 101 bin hemşirenin sağlık durumunun 30 yıl boyunca izlenmesiyle sonuçlanan bir araştırmaya göre; kadınlar sigarayı çok az, hatta günde bir tane bile içse kalp hastalığı, dolayısıyla ani ölüm riskleri iki kat artıyor. American Heart Association dergisinde yayımlanan araştırmada, sigarayı bırakanların kalp krizi riskinin birkaç yıl içinde hızla azaldığına değiniliyor. Yapılan araştırmalar ayrıca, sigara içilen her beş yılın ani kalp hastalığından ölüm riskini yüzde 8 artırdığını gösteriyor.

Sigarayı bırakan kadınlarda ise, 20 yıl sonra bu riskin hiç içmemiş biri düzeyine indirdiği görülüyor. Kanada'daki Alberta Üniversitesi'nden Dr. Roopinder Sandhu "Bu araştırmanın en önemli sonucu kadınlara sigarayı derhal bırakmanın ne kadar önemli olduğu mesajını vermesidir" diyor.

Balla ilgili doğru bilinen yanlışlar

Sağlığa olan olumlu etkileriyle bildiğimiz ancak sahte ballarla ilgili çıkan haberler nedeniyle satın alırken aklımızda soru işaretleri uyandıran bal hakkında merak edilenleri gıda mühendisi olan Anavarza Bal İşletme Müdürü Burcu Sezen açıklıyor:

Kamuoyunda balla ilgili büyük bir bilgi kirliliği var. Doğanın bir mucizesi olan balı insanlara doğru şekilde anlatabilmek ve akıllardaki soru işaretlerini kaldırabilmek, bizler için son derece önemli.

Açıkta satılan bal, kontrolsüz baldır
Balla ilgili doğru bilinen yanlışların başında açıkta satılan balların daha sağlıklı ve katkısız olduğu inancı geliyor. Açıkta satılan ballar, kontrolü yapılmayan ve içeriği bilinmeyen ballardır. Laboratuvar ortamında test edilmedikleri için açık balların içerisinde ticari glikoz katkısının, antibiyotik gibi kalıntıların olup olmadığını bilemezsiniz.

Markalı balların tebliğ ve yönetmelikler gereği tüm kontrolleri yaptırmaları şarttır. Aslında markalı ballar laboratuvardaki kalite ve kontrol analizleri sayesinde doğal balı en doğru şekilde sunarlar. Açık bal olarak tükettiğiniz ve size "doğal" adıyla sunulan balın katkısız doğal bal olup olmadığı bu kalite ve kontrol analizleri yapılmadan anlaşılamaz. Oysa markalı ballar kontrolden geçerek piyasaya sürülür. Açık balın içerisinde antibiyotik, pestisit ilaç ya da naftalin kalıntıları olabilir. Bunların hepsi, tüketildiğinde insan sağlığını olumsuz etkileyecek unsurlardır. Kendiniz ve çocuğunuz için markalı balı tercih etmenizi öneririz.

Analizler olmadan balın gerçekliğini tespit etmek imkansız
Balın doğal olup olmadığını tadından, renginden, kokusundan, akışkanlığından anlamak imkansızdır. Yalnızca tüm analizlerin yapılabildiği, teknik donanımı yeterli laboratuvarlarda balın gerçek ya da sahte olduğu anlaşılabilmektedir.

Kaliteli, yenebilir, sağlıklı ve doğal bal sofralara ulaşana kadar 70 ayrı analizden geçiyor. Bunların ilki, her tenekeden tek tek numune alınarak yapılan, balda ticari glikoz olup olmadığının kontrol edildiği ticari glikoz analizidir. Ardından balın cinsinin, balın su içeriğinin belirlendiği analizler yapılmaktadır. Fruktoz, glikoz, sakkaroz gibi analizlerle balda olması gereken doğal şeker miktarları kontrol ediliyor. Bu analizlerle bala dışarıdan müdahale olup olmadığı anlaşılıyor. Bunun yanında, arıya çiçeklenme döneminde şeker yedirilip yedirilmediği de analizler neticesinde ortaya çıkıyor.

Polen analizi ile arının hangi çiçekten polen topladığı belirleniyor. Bal ile ilgili analizler bununla da sınırlı değil. Arıyı hastalıklara karşı korumak için antibiyotik verilip verilmediği balda tespit ediliyor. Antibiyotik verilmesi kesinlikle sakıncalı bulunuyor. Bitkilerde kullanılan ilaçların bala geçip geçmediğinin de analizi yapılıyor. Bala yol kenarındaki asfalttan, egzoz gazından ya da tenekeden zararlı metallerin bulaşıp bulaşmadığı kontrol ediliyor. Balda bakır, kurşun, çinko, kadmiyum gibi bu ağır metallerin olup olmadığı da analizlerle tespit ediliyor.

Balın kristalleşmesi sahte olduğunu göstermez
Bal içerisinde doğal olarak bulunan en yaygın şekerler glikoz ve fruktozdur. Eğer bitkinin nektarında glikoz oranı fazla ise bal zamanla kristalize olur. Balda fruktoz miktarı fazla ise bal daha uzun süre kristalize olmadan saklanabilir. Balın kristalize olması balın bileşimine (glikoz ve su), partiküllerin varlığı (polen vb.) ve depolama sıcaklığı ile ilişkilidir. Kristalizasyonun gerçekleşmesi için en uygun sıcaklık 14°C'dir.

Petek bal, süzme baldan daha sağlıklı değildir
Süzme bal ile petek bal arasında bileşim olarak fark yoktur. Her ikisinin de besin değerleri aynıdır. Petek bal tüketmenin insan sağlığı açısından süzme bala oranla hiçbir avantajı yoktur. Biz petek bal tüketilmesini sağlıklı bulmuyoruz. Çünkü süzme bal, tüm peteklerden elde edilip homojen bir karışım oluşturulduktan sonra analizleri yapılarak kontrol edilmektedir. Petek balda ise, tek tek her peteğin analizinin yapılması teknik olarak zor ve zahmetlidir, hatta imkansız denilebilir. Bu nedenle, kontrolünün yapıldığından emin olduğunuz balları tüketmenizi tavsiye ediyoruz.

Markalı ürünleri tercih etmek gerekiyor
Balın doğal olup olmadığını akıtarak, yakarak, tadarak ya da koklayarak anlamak imkansız olduğundan tüketicilerimize önerimiz markalı, bütün kontrolleri yapılmış olan ürünleri tercih etmeleridir. Kontrolsüz, açıkta satılan, bir sorun ile karşılaşıldığında muhatabı bulunamayan ürünleri tercih etmemeleridir.

Sağlıklı andropoz için günde en az 2 bardak süt

Halk Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Oğuz Özyaral kadınlar için tavsiye edilen sütün, erkekler için de çok önemli olduğunu, düzenli süt içen erkeklerin andropoz dönemini rahat geçireceğini söylerken, sütün gece yatmadan iki saat önce içilmesi gerektiğinin de altını çizdi...

Süt kadınlar için olduğu kadar erkekler için de önemli...
Doç. Dr. Oğuz Özyaral "İnsanlarda kemik yoğunluğunun gelişimi en fazla 20'li yaşlara kadar devam eder. Çocukluk ve gençlik yıllarında yeteri kadar süt tüketimi, kalsiyum ve fosfor açısından kemik mineralizasyonunu sağlar. Bu yaşlarda eğer yeteri kadar süt ürünleri tüketilmez ise 30'lu yaşlardan sonra kemik deformasyonları ve kemik erimesi ortaya çıkma riski artar. Erkeklerin andropoza girmeden önce ileri yaşlarda güçlü bir kemik yapısına sahip olabilmeleri için derhal süt tüketimine başlamaları gerekir. Günde 2-3 bardağı sütün yanı sıra sabah kahvaltıda 2 kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir ve ara öğünlerde bir kâse yoğurt tüketimi osteoporozla beraber gelişebilecek olan kemik erimesi ve doku kayıplarını önlenebilecektir." dedi.

Süt kalp hastalıkları ve diyabet riskini azaltıyor...
Sütün ana yapısının insanın sağlıklı yaşamsal ihtiyaçlarına cevap verecek olan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin, mineraller ve % 87 sinin sudan oluştuğunu belirten Doç. Dr. Oğuz Özyaral "Hayvansal yağ olmasına rağmen 100 ml. sütteki kolesterol oranı 12 gramı geçmez. Bir karbonhidrat olan ve süt şekeri olarak tanımlanan laktoz ciddi bir enerji kaynağıdır. Böylelikle içeriğindeki kalsiyum, D vitamini ve fosfor ayrıca mangan sayesinde süt kemik kitlesini korur ve dişleri güçlendirir.

Protein yapısı ayrıca önemli bir enerji kaynağıdır, kas dokusunu oluşturur ve güçlendirir, böylelikle büyüme ve gelişmeyi hızlandırır. Bunun yanı sıra potasyum kan basıncının düzenlenmesini sağlar ve kemikleri korur. Sütün yapısında yer alan Vitamin B12 ise kırmızı kan hücreleri ile sinir dokularını korur. Vitamin zenginliği açısından A C ve K vitaminlerine sahiptir. Bunlar vücudun bağışıklık sistemini korur, güçlendirir. B2 vitamini olarak da bilinen Riboflavin tüketilen gıdaları enerjiye çevirir, uçuk gelişimini önler. Niacin ise şeker ve yağ asitlerini metabolize eder. İngiltere'de yapılan bir çalışmada Galler bölgesinde devamlı ve düzenli süt tüketen erkeklerin tüketmeyenlere oranla daha az kardiyovasküler hastalıklarla karşılaştığı gösterilmiştir.

Yapılan bilimsel çalışmalarda az yağlı süt ve/veya süt ürünü tüketen erkeklerin tükettiği süt miktarı arttıkça diyabet gelişim riskinin hızla düştüğü gösterilmiştir." diye konuştu.

Daha Az Uyumak Mümkün mü?

Hayatımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçiriyoruz. Gerçekten bu kadar uzun süre uyumak zorunda mıyız? Çevremizde seyrek de olsa çok daha kısa süre uyuyanlara da rastlıyoruz. Peki uykumuzu kısaltmak mümkün mü?

Uzun uyuyanlar, çalışmak için daha çok zamana ihtiyacı olanlar, çoğunlukla uyku sürelerini kısaltmak arzusunda. Ancak, uyku süresini belli bir oranın ötesinde kısaltmak mümkün değil. Yapılan deneyler gösteriyor ki az uykuyla yetinmek sağlığımızı bozuyor. Uykuyu yeterince uyumamak başta hafıza ve öğrenme kapasitemizi kötü etkiliyor, vücudumuzu hastalıklara daha açık hale getiriyor.

Uykunun, yemek yemek, su içmek ve nefes almak gibi vücudumuz için vazgeçilmez bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Türk Uyku Tıbbı Derneği (TUTD) Başkanı Prof.Dr. Murat Aksu'nun verdiği bilgiye göre uyku süreleri genetik faktörlerin etkisiyle kişiden kişiye değişmekle birlikte bu süre 4 - 11 saat arasında farklılık gösteriyor. Genetik geçişin varlığını gösteren en iyi kanıt ise tek yumurta ikizlerinin uyku sürelerinin birbirlerinin tamamen aynı olması.

Sağlığın Ön Koşulu; Uyku

Doğuştan itibaren belirlenmiş olan bu süreyi belli limitler dışında değiştirmenin mümkün olmadığını belirten Prof. Dr. Aksu, şunları söylüyor:

"Uyku, hayatımızda feragat edilmemesi gereken bir dönemdir. Sağlıklı olmanın ön koşullarından biri sağlıklı uyumaktır. Bu nedenle bebeklikten itibaren uyku hiçbir yaşta boşa geçirilen bir dönem olarak görülmemelidir. Uyku süresini kısaltmak zorunda kaldığımızda uyku yoksunluğu sonucu görülen istenmeyen belirtilerle karşılaşmaktayız. Yetersiz uykunun kısa vadedeki en belirgin sonucu, hafızamızın ve öğrenme kapasitemizin kötü etkilenmesi, öğrenme güçlüğü çekilmesi ve hastalıklara daha açık hale gelinmesidir. Üniversite öğrencileri ile yapılan bir çalışmada, kısa bir zaman diliminde uyku süresinin kısaltılması mümkün olmamış, deneklerde ertesi gün yorgunluk, halsizlik, konsantrasyon güçlüğü ve hafıza bozuklukları gibi şikayetler saptanmış. Deneye katılanlar, uygunsuz zamanlarda uyku ihtiyaçlarına yenilip, uyuya kalmışlardır. Kısacası uykudan feragat edip daha iyi öğrenemezsiniz. Kalıcı belleğin oluşması için uyku şart."

Uykusuz Kalmanın Sonuçları; Zamanı Bilememe, Hayal Görme, Kekeleme...

Uyku, yemek yemek, su içmek, nefes almak gibi organizma için vazgeçilmez bir zorunluluk. Aç ve susuz yaşamak nasıl mümkün değilse, uyumadan da yaşamak mümkün değil.

Kişilerin uzun süre uykusuz bırakıldığı deneylerin genellikle 3 - 4 gün sürebildiğine, istem dışı olarak kısa süreli olarak uyuya kaldıklarını söyleyen Prof. Dr. Murat Aksu, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Uykusuz geçen süre uzadığında uyku ataklarının daha sık ve uzun süreli olduğu görülmektedir. Uyku yoksunluğu deneylerinde, 3 gün sonunda gerginlik, sinirlilik, zamanı bilememe, hayal görme, kekeleme, konuşulanları anlayamama gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Daha sonra ellerde titreme, vücutta yanma ve ağrılar, görme bozuklukları olmaktadır.

Bugüne kadar insanlarda yapılabilmiş, en uzun süreli uykusuzluk deneyi 11 gün ile Amerikalı bir üniversite öğrencisinde gerçekleştirilmiştir. Denek olan öğrenci, gerçekle ilişkisinin bozulduğu görüldükten sonra, psikoza benzer bir klinik tabloya girerken uykusuzluk deneyi sonlandırılmıştır. Benzeri hayvan deneyleri ise türlere göre değişik süreler sonunda ölümle sonuçlanmıştır."

Türk Toplumunun Yüzde 75'i 8 Saat Uyuyor

Türkiye'de yapılan araştırmalarda, toplumun büyük çoğunluğunun yaklaşık yüzde 75'nin 7 - 8 saat süreyle uyuma alışkanlığına sahip olduğunun ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr.Murat Aksu, şu bilgileri veriyor:

"Napoleon, Churchil gibi pek çok ünlünün kısa uyku süreleriyle bilinmektedir. Ama kısa bir süre uyuduğu halde ertesi gün fonksiyonlarında değişiklik olmayanların sayısı çok fazla değildir. Türkiye'de, toplumun sadece yüzde 10'unun, 6 saatin altında bir uyku ile hayatını sürdürdüğünü bilinmektedir. Kısa uyuyanlardan bahsederken hafta içi 6 saat uyuyup , hafta sonunda uyku sürelerini 8 - 10 saate uzatarak uykularını telafi edenleri değerlendirme dışında bırakmak gerekir. 8 saatten daha uzun süre uyuyanlara, kısa süre uyuyanlara oranla toplumda biraz daha sık rastlanmakta, bunların oranı yüzde 15'e kadar yükselmektedir."

28 Haziran 2016 Salı

Stres, çocuklarda depresyon sebebi

Psikolog Yasemin Kamalı, çocuklarda zamanında müdahale edilmeyen stresin depresyon, anksiyete ve kaygı bozuklukları ile panik atak gibi ağır tablolara sebep olabileceğini belirtti.

Medipol Üniversitesi Hastanesinin açıklamasında görüşlerine yer verilen Psikolog Yasemin Kamalı, stresin sadece yetişkinleri değil, çocukları da olumsuz etkilediğini vurgulayarak, çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanan stres ve kaygının, ilerleyen yaşlarda ağır tablolara neden olabildiğini kaydetti.

Çocuklar için çevrelerinden ve ebeveynlerinden aldıkları birçok stres kaynağı bulunduğunu aktaran Kamalı, şu bilgileri verdi:

"Bu stresler, zamanında müdahale edilmezse, sonraki dönemlerde depresyon, anksiyete ve kaygı bozuklukları ile panik atak gibi ağır tablolara sebep olabilir. Bu tablolar yetişkinliğe varmadan çocukluk yaşlarında da ortaya çıkabiliyor. Stresten ve kaygıdan kaynaklı dikkat dağınıklığı, kaygı problemleri, geceleri dişleri gıcırdatma, alt kaçırma problemlerine kadar birçok problemler yaşanabiliyor.

"ANNE ÇOCUK ARASINDAKİ İLİŞKİ ÇOK ÖNEMLİ"

Kaygıyı artıran nedenler yaşa göre değişiklik gösteriyor. Anne sütünden ayrılma dönemi çocuk için bir travmadır. Çünkü çocuk, anne sütünden ayrılmasıyla bireyselleşme dönemine girmiş oluyor. Tuvalet alışkanlığının kazanılması da çocuk için bir stres faktörü. Çocuklarda bu durumu engellemek yerine desteklemek ve teşvik etmek gerekiyor. Bu dönemdeki çocuklarda anne çocuk arasındaki iletişim çok önemli. Sağlıklı bir anne çocuk iletişimi olmadığında çocuk çok fazla duygu iniş çıkışları yaşamaya başlıyor."

"ERGENLİK DÖNEMİ ÇOCUK İÇİN BAŞLI BAŞINA BİR STRES KAYNAĞI"

Yasemin Kamalı, 7-11 yaş grubu çocuklarda, öğretmen, sınav, başarılı olma ve performans gibi kaygıların ortaya çıktığını ifade etti. Bu dönemin, çocukların yetişkinlere en çok özendiği dönem olduğuna işaret eden Kamalı, şu ifadeleri kullandı:

"'Nasıl bir yetişkin olacağım?' sorusunu kendine hep sorar ve çevresindeki yetişkinleri kendine rol model alır. Bu dönemde stres nedenlerine bakıldığında anne-baba arasındaki iletişim çok önemli. Aile içerisinde şiddet ya da çatışma varsa çocuk bu durumu her yere taşır. Özellikle okul döneminde yemek yeme, arkadaşlarıyla oyun oynama isteksizliği ortaya çıkıyor. Çocuklarda stres bedensel olarak dışa vurabiliyor. Vücutta kaşıntı, küçük alerjik belirtiler, karın ağrısı, hata yapma, sakarlık gibi davranışlar sık görülebiliyor.

Ergenlik döneminde çocuğun kendini bulması, tanıması, keşfetmesi başlı başına stres kaynağı. O dönemde ailenin çocukla empati kurabilmesi çok önemli. Beğenilme, sevilme, kabul edilme, popüler olma isteklerinin yoğun olduğu bir dönem. Çocuğun içe dönük ve dışa dönük olması bu dönemde ortaya çıkıyor. İçe dönük bir çocuğu dışa dönük yapmaya çalışmak, büyük bir stres sebebidir."

"SINIRSIZLIK ÇOCUKTA STRES YARATIYOR"

Kamalı, çocuklarda stresle başa çıkabilmek için ailelere şu önerilerde bulundu:

"Çocuklara anlaşılma duygusu yaşatın, stresin sebebine yönelin. İlkokul çağı ve anaokulu dönemindeki çocuklarda başarıyı ödüllendirin, takdir ve teşvik edin. Bunu öğrenen çocuk ileride takdir etmeyi de öğrenecektir. Olumsuz davranıştan çok olumlu davranışa odaklanın. Sorunla baş edebilmek için cesaretlendirmek ve destek olabilmek gerekiyor. Çocuklarınızda farklı davranış durumlarında sakin olun, çocuğun kaygısıyla yüzleşmesini sağlamayın.

Bu durumları görmezten gelmek yerine onunla empati kurun. Bunun geçici bir dönem olduğunu anlatın. Çocuklarınıza sınır koymaktan çekinmeyin. Çünkü sınır koymak, çocuğu engellemek değildir. Aksine sınır koymak çocuğun kendini güvende hissedebileceği bir alan oluşturmaktır. Sınırsızlık çocukta stres yaratan en büyük faktörlerden biridir."

Fazla Kilolarınızdan Kurtularak Kanserden Korunun

2007 yılında ABD de yapılan çalışmaların; erkeklerde 34.000 kadınlarda ise 50.500 kanser vakasının obeziteden kaynaklandığını ortaya koyduğunu söyleyen KadıköyŞifa Sağlık Grubu Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Levent Eminoğlu ; obezite ve kanser ilişkisinin ispatlandığını belirtiyor ve uyarıyor.

Obezite günümüzün en önemli sağlık sorunu. Son yirmi yıldır özellikle gelişmiş ülkelerde çok hızlı bir artış izleniyor.

Obezite yani aşırı kilonun kalp hastalığı, inme , yüksek tansiyon, şeker hastalığı , eklem hastalıkları ve diğer bazı kronik hastalıklara yol açtığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Ancak çok iyi bilinmeyen bir diğer risk de obezite ile artan kanser riski.

Aşırı kilo yemek borusu , meme (menopoz sonrası ) , rahim, kalın bağırsak ve rektum, böbrek, pankreas, tiroid, s afra kesesi riskinde belirgin artışa neden oluyor.

ABD de yapılan çalışmalar 2007 yılında erkeklerde 34.000 ( % 4 ) kadınlarda ise 50.500 ( % 7) kanser vakasının obeziteden kaynaklandığını ortaya koyuyor. Obeziteye atfedilen kanser oranları organlar açısından değişmekle birlikte rahim iç yüzeyi ve yemek borusunda % 40 a kadar yükseliyor. 2030 yılı için yapılan öngörülerde ABD de obezitenin 500.000 kanser vakasına yol açacağını gösteriyor. Eğer her erişkin vücut kitle endeksinde % 1 azalmayı sağlarsa ki bu normal boylu bir erişkinde yaklaşık 1 kiloya denk ,bunun yılda 100.000 kanseri engelleyebileceği hesaplanıyor.
Dolayısı ile obezite; diğer tüm sorunların ve neden olduğu hastalıkların yanı sıra kanser riskinde neden olduğu artış nedeni ile de günümüzün en önemli sağlık sorunu.

Obezite neden kanser riskini artırıyor ?
Artmış yağ dokusu fazla miktarda östrojen üretiyor. Yüksek östrojenin özellikle meme ve rahim kanserinde artışa yol açtığı biliniyor.
Obez kişilerin kanında yüksek düzeyde insülin ve insüline benzer büyüme faktorü ¬1 ( IGF 1 ) bulunuyor. Bu durum halk arasında insülin direnci olarak biliniyor ve bunun bazı kanserlerin gelişiminin artırdığı düşünülüyor.
Yağ hücreleri adipokin adı verilen ve hücre büyümesini artıran yada engelleyen hormonlar üretiyor. Örneğin kilolularda yüksek olan Leptin hücre artışını uyarırken ,adiponektin hücre çoğalmasını engelliyor.
Yağ hücrelerinin diğer bazı büyüme düzenleyici faktörler ( mammalian target of rapamycin m TOR ve AMP activated protein kinase ) üzerinde etkili olduğu biliniyor.

Meme Kanser ve obezite bağlantısında ne biliniyor ?
Yapılan birçok çalışmada meme kanseri ve obezite arasında bağlantı olduğu gösterildi. Obezite özelikle menopoz sonrası görülen meme kanserinde artışa yol açıyor. Bu artışın yüksek düzey östrojene bağlı olduğu düşünülüyor. Menopoz sonrası yumurtalıklar hormon üretmeyi kestiğinde kadın vücudunda en önemli östrojen kaynağı yağ dokusu oluyor. Obez kadınlarda yağ dokusu fazlalığı östrojen düzeyinin de yüksek kalmasına yol açıyor.Böylelikle östrojene duyarlı tümörler tetikleniyor

Meme kanseri ve Endometrium ( rahim iç yüzeyi ) bağlantısında ne biliniyor ?
Aşırı kilolu kadınlarda endometrium kanseri, menopoza bağlı olmaksızın dört kat fazla görülüyor. Çalışmalar özellikle menopoz sonrası ilaç kullanmayan ve kilo artışı gösteren kadınların riskine işaret ediyor. Bu artmış risk için net bir neden ortaya konmazken olası mekanizmalar olarak diyabet, aşırı östrojen ve azalmış hareket düzeyi öne çıkıyor.

Yemek Borusu Banseri ve Obezite
Kilolu ve obez kişilerde ösofageal adenokarsinom olarak adlandırılan kanser türü normal kilolu insanlara göre iki kat daha fazla görülüyor. Bu artışta ise en çok suçlanan obezite ile reflüde görülen artış. Kronik reflü yemek borusu hücrelerinde hasara yol açıp uzun dönemde hücresel değişime yol açıyor. Bu durumda yaklaşık 150 kat kanser riski artışına neden olduğundan obezitede reflü artışına bağlı olduğu düşünülen bir yemek borusu kanseri riski söz konusu (Barrett ösofagus)

Kalın Barğısak Kanser i ve Obezite
Özellikle erkeklerde kilo artışı barsak kanser riskini belirgin artırıyor. Bu durumda aşırı kilonun vücutta dağılımı da önemli. Göbek etrafında kilo artışı olarak tanımlanan abdominal obezite en yüksek riski oluşturuyor.Barsak kanseri riskinin artışı ile ilgili öngörülen mekanizmalardan en önemlisi insülin ve insüline bağlı büyüme faktörlerinin bağırsak kanserini tetikleyebileceği.

Her Daim Genç Kalmak Mümkün

Her daim genç kalabilmek herkesin hayali. Aslında birkaç pratik öneriyle zinde ve enerjik hissetmek mümkün. Yapılan araştırmalar genç kalmaktaki en önemli şeyin kendini önemsemek, aileye vakit ayırmak ve bol kahkaha atmaktan geçtiğini gösteriyor. 

Liv Hospital Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Murat Aksoy genç ruhlu ve zinde bir şekilde yaş almanın püf noktalarını anlattı.

• Diyet bağımlısı olmayın: İnsanlar genelde birkaç parça meyve ya da sebzeyle sağlıksız diyetler yapıyor. Diyetinizi yaparken mutlaka bir uzmandan yardım alın, yiyeceklerinizi, hazırlayış şeklinizi değiştirin. Arkadaşlarınızla yemekte buluşarak sosyal hayatınızı hareketlendirin. Tabii kilonuzu ortalama bir yerde tutmayı ihmal etmeden. Diyetiniz hayat boyu yeme şekliniz olmalı. Pazartesileri veya haftanın belli gününde başlaması planlanan diyet programları başarısızlığa mahkumdur. Günde beş porsiyon meyve veya sebze yemeyi ihmal etmeyin.

• Yürüyüş yapın: Hava şartları izin verdiği sürece açık hava yürüyüşleri yapın. Tabii güneş ışınlarından korunmayı ihmal etmeyerek. Gün içinde en yarım saat tempolu yürüyüş yaparak hem fiziksel he de ruhsal olarak rahatlayabilirsiniz.

• Kahve yerine bitki çayı tercih edin: Kahvenin fazlası sağlık için yararlı değildir. Gün içinde pek çok sayıda kahve tüketiyorsanız 2 fincanı bitki çayıyla değiştirebilirsiniz. Meyve ve sebzeler önemli oranda antioksidan içerir. Antioksidanlar yaşlanmayı hızlandıran serbest radikalleri etkisiz hale getirir.

• Zeytinyağı tüketin: Zeytinyağının faydaları saymakla bitmiyor, ömrü uzatıyor, kalp damar hastalıklarına iyi geliyor, doğal bir anti aging etkisi yapıyor.

• Her gün bir porsiyon yeşil salata tüketin: Salatalarınızı yaparken çeşitli yeşillikler kullanmayı ihmal etmeyin. Salatalara ıspanak, semiz otu ve hindiba gibi sebzeler ekleyin. Yeşil yapraklı bitkiler, kalp ve kanser gibi hastalıklardan korunmaya yardımcı olan antioksidanla doludur.

• Sigara içmeyin: Sigara içmeyin ve sigara dumanı olan yerlerden uzak durun.

• Bronzlaşmayın: Güneşin ısı verme, D vitamini yapımı, insan psikolojisine olumlu etkisi gibi pek çok faydası var. Ancak son yıllarda ozon tabakasında oluşan incelme sonucu güneş ışınları yeryüzünü daha çok etkiliyor. Buna bağlı olarak güneş yanıkları, deri kanseri oluşumu, ışığa bağlı alerjik hastalıklar ve ışığa bağlı cilt yaşlanması riski artırıyor. Bu nedenle özellikle yaz aylarında güneşten bilinçli bir şekilde korunmak gerekiyor. D vitaminini üretmek için, dışarıda yapılan ve uzun süre güneşte kalmanızı gerektirmeyen aktiviteler yeterlidir. Unutmayın fazla güneş cildinizi yaşlandırır ve sizi daha yaşlı gösterir.

• Hayatınızdan kahkahayı eksik etmeyin: Her şeyi gereğinden fazla ciddiye alarak kendinize gereksiz dertler yüklemeyin. Bu sizi yıpratacak hatta yaşlandıracaktır.

• Aile candır: Yoğun iş hayatı, günlük koşuşturma içinde ailenize vakit ayırmayı unutmayın. Ailenizle birlikte oldukça ve bağlarınızı güçlendirdikçe kendiniz daha iyi ve zinde hissedecek, her türlü zorluğun üstesinden geldiğinizi göreceksiniz.

• Yüksek tansiyon, kolesterol ve diyabete dikkat edin: Kronik hastalığınız varsa kontrollerinizi sakın ihmal etmeyin. Ve hastalığınızla yaşamanın ipuçlarını mutlaka doktorunuzdan öğrenin.

• Kendiniz için ve çevreniz için iyi şeyler dileyin: Günümüz insanlarının en büyük sorunu hastalıkların oluşmasında büyük etkiye sahip olan stres ve depresyon. Yapılan araştırmalar inançlı olmanın ve dua etmenin olumsuz düşünceleri olumluya çevirdiğini gösteriyor.

• Hobi edinin: İş ve hayat sıkıntılarından kaçış için kendinize zaman ayırın ve sizi daha iyi hissettirecek ve arkadaşlarınızla paylaşabileceğiniz hobiler edinin

25 Haziran 2016 Cumartesi

Dişler için En Zararlı 10 Yiyecek

Sağlıklı dişlere sahip olmak için günde 2 kere dişlerimizi fırçalamamız, diş ipi kullanmamız ve düzenli aralıklarla diş hekimi kontrolüne gitmemiz gerektiğini belirten Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara, " Ancak bunun yanında hangi gıdaların dişlerimize ne kadar zarar verdiğini de bilmemiz gerekir. 

Özellikle dişler için en zararlı ve uzak durulması gereken şey yiyecek ve içeceklerin içerisindeki asittir. Asit, gıdaların içinde direk bulunabileceği gibi aldığımız besinlerdeki karbonhidratların ağızdaki bakteriler tarafından aside dönüşmesiyle de oluşur. Dişlere en çok zarar veren karbonhidrat ve asit içeren gıda ve içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durulması gerekmektedir" dedi.

Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara,sağlıklı bir gülümseye sahip olmak için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyeceği ve içeceği açıkladı.

Sigara:Diş ve diş etlerine zarar verir,ağız kokusuna neden olur.
Alkol: Tükürük ağızımızdaki plağın ve asidin etkisini azaltacak ilk savunmamızdır. Bu yüzden ağız kuruluğuna sebep olacak her şey diş için zararlıdır. Alkol de ağız kuruluğuna sebep olacağı için kullanılmaması gereken bir içecektir.
Meyve Suları : PH'ı 7 den düşük olan gıdalar dişlere zarar verir. PH 'I 2,5 olduğu için meyve suları da dişlere zararlıdır
Limon : PH'ı 2 olduğu için dişler için zararlıdır.
Kola : En zararlı içeceklerden biridir. Çünkü hem fosforik asithem şeker hem de sitrik asit içerir.
Enerji içeceği : Sitrik asit ve şeker içerdiklerinden dolayı dişler için zararlıdırlar.
Yapışık gıdalar (lokum, jeli bon vb.) : Tatlı şekerlemelerden daha zararlıdır. Çünkü daha fazla şeker verirler ve aynı zamanda sitrik asit içerirler.
Kuru Meyve: Kuru meyveler karbonhidrat ihtiva eder. Aynızamanda kuru meyveler yapışkanlığı sebebiyle ağız içinde daha uzun süre kalır. Sürekli kuru meyve yiyip dişlerinizi fırçalamamanız dişlerinizin çürümesine sebep olur.
Buz : Buz çiğnemek iyi bir fikir değildir. Buz çok serttir. Eğer eski büyük dolgularınız varsa buz yediğiniz zaman çok kolay bir şekilde dişleriniz kırılabilir. Soğuk aynı zamanda dişlerinizin kamaşmasına sebep da olabilir.
Beyaz Ekmek : Tükürükte bulunan amiloz enzimi karbonhidratları şekere çeviren enzimdir. Fakat şekeri zararlı kılan şey ağızdaki bakterilerin şekeriyemesi ve asit ortaya çıkarmasıdır. Eğer ağızda hiç plak yoksa şekeri aside çevirecek ve diş çürüğü oluşturacak bir şey de yoktur

Kadınların 3 yenilenme dönemi

Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sarp Özcan, kadının 3 muhteşem yenilenme dönemini, benzer ve zorlu yanlarını anlattı.

Ergenlik, gebelik ve menopoz… Kadınların kendilerine ulaşmaları, bebeklerini kucaklarına alarak bir aile olmaları ve nihayetinde gerçek benlikleriyle tanışmalarını sağlayan 3 muhteşem dönem. Bu dönemler sağlık açısından kimi zaman beraberinde bazı zorlukları ve dikkate alınması gereken süreçleri de getirebiliyor. Bunun en önemli nedeni, bu 3 dönemin de hormon seviyelerini önemli ölçüde değiştirmesi.

Kadınların hayatın her döneminde enerjik olabilmelerinin temelinde de bu değişimler ve 'yenilenme' süreçleri yatıyor. Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sarp Özcan, kadının 3 muhteşem yenilenme dönemini, benzer ve zorlu yanlarını anlattı.

Değişimin farkında olan çocuklar daha mutlu bir ergenlik geçiriyor
Genç kızlarda 9-13 yaş arası girilen ergenlik dönemi, beraberinde birçok fizyolojik değişikliği de getiriyor. İlk adet görme ile başlayan bu değişimler arasında en belirginleri; vücut hatlarındaki değişime, ciltte yağlanma artışı, akne oluşumu, kilo ve boy değişimleri olarak sayılabilir.

Ergenlik dönemi ile meydana gelen bu değişimlere hormonlar da eklendiğinde genç kızlar için zorlu bir dönem başlamış oluyor. Dış görünüşlerindeki devrime alışamayan genç kızlarda, bazen ciddi endişeler ve takıntılar gözleniyor. Aileleri tarafından bilinçlendirilen çocuklarda bu dönem daha sağlıklı bir psikoloji ile atlatılabiliyor. Değişim sürecinin farkında olan çocuklar, bu dönemde kendilerine yabancılaşmadan, yeni hallerini daha çabuk kabullenme eğiliminde oluyor.

Fiziksel takıntılar ergenlikte başlıyor
Özellikle kadınlarda görülen fiziksel takıntılar ergenlik döneminde başlıyor ve çocuklar bu dönemde kendileriyle barışık olmayı öğrenemedikleri takdirde bu takıntılar ömür boyu devam edebiliyor. Ergenlik döneminde yaşadıkları değişimler nedeniyle korku ve endişeye kapılan genç kızlar, psikolojik olarak sıkıntılı bir dönem geçiriyorlar. Bununla birlikte ergenlik döneminde aşırı kilo alma ya da ciltte akneler oluşması gibi çocuklar için endişe uyandırıcı belirtiler de meydana gelebiliyor. Ancak dikkat edildiğinde bu belirtilerin ergenlik sonuna kadar tamamen ortadan kalkabileceğinin bilinmesi gerekiyor. Bu dönemde ailelere düşen görev; çocuklarının aşırı kilo almasını veya hiç yemek yememeye meyilli olmasını engellemek. Hiç yememe, az yeme ya da aksine hızla kilo almanın sebep olabileceği hastalıklar konusunda ailelerin dikkatli ve kontrollü olmaları önemli.

Ergenlik reçetesi: spor ve sağlıklı beslenme
Ergenlik döneminde yapılacak en doğru seçim; sağlıklı bir beslenme programı belirlemek ve sporla tanışmak. İyi beslenen ve spor yapan gençler bu dönemi çok hafif ve rahat atlatıyorlar ve gelişimleri, vücut yapıları daha sağlıklı oluyor. İleri yıllarda ortaya çıkabilecek kansızlık, yüksek tansiyon ve diyabet gibi birçok hastalık da bu şekilde engellenebiliyor. Bununla birlikte sporla ve sağlıklı yaşamla tanışan gençlerin; özgüveni gelişiyor, kendileriyle barışık olabiliyorlar ve kendilerini daha mutlu ve enerjik hissediyorlar.

Ergenlik dönemindeki hormon değişimlerinin de körüklediği psikolojik etkilerin kalıcı olmasını ve içine kapanık bir karakter yapısı gelişmesini önlemek için, sağlıklı yaşam büyük ölçüde fayda sağlıyor. Ailelerin de bu dönemde yol gösterici, destekleyici olmaları; kırıcı davranışlardan, aşırı titiz, koruyucu ve ciddi eleştirel durumlardan uzak durmaları gerekiyor.

Hamilelikte 3 farklı duygu dönemi yaşanıyor
Gebelik dönemindeki hormon değişimlerini diğer dönemlerden ayıran en önemli özellik, değişimlerin çok hızlı ve ani başlaması. Östrojen, progenteron ve hcg hormonları çok yüksek seviyelere hızla ulaşıyor. Bu yükselmeler beraberinde fizyolojik ve psikolojik değişimleri de getiriyor. Gebeliğin başında görülen halsizlik, yorgunluk, isteksizlik sıkıntılara neden olabiliyor. İlk 3 aylık dönem geçtikten sonra, anne adayı yine hormonların etkisiyle psikolojik olarak olumlu değişimler yaşamaya başlıyor. Kendisini daha enerjik, daha pozitif duygular içerisinde buluyor. Son 3 aylık dönem ve doğum sonrasında ise artan bir unutkanlık durumuyla karşı karşıya kalabiliyor.

Annenin duygusal değişimi: Psikolojik mi, fizyolojik mi?
Annelik içgüdüsel bir duygu durumu olarak tanımlanabiliyor. Hormonlar, beyinde tüm bölgeleri etkiliyor ve doğumdan hemen sonra prolaktin ve oksitosin hormonun etkisi altında olan annenin bebeğine bağlanmasını sağlıyor. Bu çoğu kez ilk tensel temasla başlıyor. Bu güçlü bağın olması için doğum ekibi, bebeğin hemen anne ile temas etmesini sağlamaya özen gösteriyorlar.

Hamilelikte depresyona dikkat!
Hamilelik döneminde meydana gelen hormon değişikleri beraberinde depresyon riskini de arttırabiliyor. Bu dönemde kadınların sağlıklı bir psikolojik süreç geçirebilmeleri için gebelik öncesinden başlayarak sağlıklı bir yaşam disiplini kazanmış olmaları önemli. Öncesinde ve gebelikte düzenli ve kontrollü hafif egzersizler yapmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek, uykuya önem vermek ve eş başta olmak üzere yakın çevreden destek almak depresyona karşı alınabilecek önemler arasında.

Özellikle eşlerin sevecen, anlayışlı, destekleyici yaklaşımı depresyonu engelliyor ya da daha sakin geçmesini sağlıyor. Eşlerin, anne adayının beslenme, uyku ve egzersiz düzenini de takip etmesi ve yardımcı olması önemli. Tüm önlemlere rağmen meydana gelen ve uzun süre geçmeyen depresyon durumunda uzman desteği almak gerekebiliyor.

Doğum öncesi motivasyon önemli
Anne adayı için bilinmezlikler içeren doğum anı, bazı durumlarda gebeler için gereğinden fazla panik nedeni haline gelebiliyor. Özellikle doğumun yaklaştığı dönemlerde hekimin anne adayına doğru ve rahatlatıcı bilgileri tekrar tekrar anlatması önemli. Bu yaklaşımla anne adayı, doğum konusunda daha bilgili hale geliyor ve motivasyonu artıyor. Gebelik motivasyonunda çok önemli bir rol oynayan baba adaylarının bu dönemde, kendi psikolojilerine de dikkat etmesi gerekiyor.

Baba adayları, eşlerinin hamileliğinde çok değişik duygu durumları yaşayabiliyor. Baba olma duygusu, artan sorumluluk hissi, yeni bir yaşam biçimine adaptasyon çabası; beraberinde stres ve panik duygularını getirebiliyor. Bu dönemde eşlerin birbirine destek olması, ortak payda ve zamanlarını arttırmaları ve güç birliği yapmaları iki taraf için de mutlu bir hamilelik döneminin kaynağı olabiliyor.

Menopoz hayatın 3'de 1'ini oluşturuyor
Birçok kadın menopoz dönemine sonun başlangıcı olarak bakıyor ancak menopoz, kadın hayatının en az üçte birlik bir süresinin geçeceği önemli bir dönem. Fizyolojik değişikliklerinin yol açtığı farklı belirtiler ve korkular ortaya çıkabiliyor. Yaşlanma duysu, sağlığı kaybetme endişesi gibi birçok olumsuz duygu yaşanabiliyor. Azalan östrojen nedeniyle değişik derecelerde ateş basmaları, terlemeler, ani sıkıntı hisleri, cinsel istekte azalma, uykusuzluk, kemik gücünde azalma gibi değişiklikler ortaya çıkabiliyor. Bu belirtilerin üstesinden gelmek ve gerekli hormon düzenlemelerini gerçekleştirmek için, bir uzmandan destek almak çok önemli.

Menopoz dönemindeki eşe hastaymış gibi davranmak yanlış
Şüphesiz ki, menopoz dönemi kadınlar için gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak zorlu bir süreç. Bu süreçte de eşlerine düşen görevler bulunuyor. Ancak menopoz bir hastalık değil. Bu nedenle erkeklerin eşlerine sanki hastalarmış gibi yaklaşması kadının kendini daha da yetersiz hissetmesine ve değişimleri daha zor kabullenmesine neden olabiliyor. İlgili, şefkatli, sevgili olmanın yanında destekleyici olmak ve eşlerini anlamaya çalışmak bu dönem için faydalı adımlar.

Olumsuz etkiler zamanla kayboluyor
Menopoz, perimenopoz adı verilen bir geçiş sürecinden sonra başlıyor. Kimi zaman ani kimi zaman daha yavaş gelişen bu geçiş dönemi, şikayetleri beraberinde getiriyor. Genellikle ilk birkaç yıl şikayetler yoğun olarak hissediliyor ve sonrasında azalmaya başlıyor. Bu dönemde hormon tedavisi ile birlikte sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz olumlu etkiler sağlıyor.

Yaz Ayları Bu Nedenle Çocuklar İçin Tehlikeli

Sıcak havalar geldi çattı. Yaz aylarında anne babalar en çok çocuk ishallerinden dert yanar. Akut ishalin, sıklıkla 0-5 yaş gurubu çocuklarda rastlanan ve tüm dünyada ilk 2 yaş içerisindeki çocuk ölümlerinde ilk sırada olan bir hastalık. 

Liv Hospital Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Seza Baykan aileleri uyarıyor: "Yaz aylarında ısı artışına bağlı olarak su tüketimi ve beraberinde mikroplu su içme riski artar.

Bunun yanı sıra sıcakta besinlerin saklanma koşullarına bağlı olarak bakterilerin üreme hızı ve ürettikleri toksinlerde artış olur. Ayrıca deniz ve havuz suları da bulaşmanın kaynağı olabilir. Çok dikkatli olmak gerekir" diyor.

Kusma ve ateş varsa hemen doktora
İshal dışkılama sayısının artması ve dışkı kıvamının yumuşamasıdır. İshalle birlikte vücutta sıvı kaybı oluşacağından özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda hayati tehlikeye neden olabilir. Sıvı kaybının başlıca belirtileri ağız ve dil kuruluğu, susuzluk hissi, uykuya meyil, gözyaşında azalma, göz kürelerinin içeri çökmesi, nabızda hızlanma, el ve ayaklarda soğukluk, idrar miktarında azalma, solunum sayısının artması ve dalgınlıktır. İshale kusma ve ateş eşlik ediyorsa bu durum sıvı kaybını artıracağından derhal doktora başvurulmalıdır.

İshal geçene kadar yağsız ve posasız beslenmeli
Tedavide temel prensip kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin yerine konmasıdır. Çocuk eğer kusmuyorsa, sıvı kaybı hafif veya orta derecede ise bol sıvı alması sağlanmalıdır. Oral replasman sıvıları bu amaçla kullanılabilir. Bağırsak florasını düzenleyici probiyotik içeren tozlar verilmesi önerilir. İshal kesici ilaçlar kesinlikle kullanılmamalıdır. Virüslere bağlı ishallerde hastalık kendiliğinden geçer.

Bakteri ve parazit kaynaklı ishallerde etkene yönelik antibiyotikler kullanılır. İshal düzelene kadar yağsız ve posasız gıdalar alınmalıdır. Meyve olarak şeftali ve muz; katı yiyeceklerden yağsız makarna ve pirinç pilavı, haşlanmış patates ve patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk yenilebilir. Vücuttaki sıvı kaybının ağır olduğu ya da çocuğun kusma nedeniyle sıvı alamadığı durumlarda tedavinin hastaneye yatırılarak yapılması gerekir.

Anne sütü kesilmemeli
Anne sütü alan bebekler anne sütünün içinde bulunan maddeler nedeniyle ishale neden olan enfeksiyonlara karşı anne sütü almayanlara oranla daha dirençlidir ve daha çabuk iyileşirler. Bu nedenle ishalde anne sütü kesilmemeli sık sık emzirilmeye devam edilmelidir. İshalden korunmak için eller sıkça yıkanmalı, mama yiyen bebeklerde sular ve biberonlar kaynatılmalı, musluk suyu ve kaynağı bilinmeyen sular tüketilmemeli, çiğ sebze ve meyveler iyice yıkanmalı, yiyecekler buzdolabında saklanmalı, ishalli bireylere temastan ve aynı eşyaları kullanmaktan kaçınılmalıdır.

Reklamlarla hipnoz yapıyorlar

Billboardlar ya da mağaza camlarındaki yazılar ve resimler tarafından adeta bombardımana uğramadan bir caddede yürümek neredeyse imkansız. Cebimizdeki akıllı telefonlara yağan iletiler, internette dolaşırken sürekli açılan, sayfanın sağından solundan, altından, üstünden akıp duran reklamlar da cabası…

Buralardaki mesajlara gerçekte çok dikkat etmediğimizi, onları çoğunlukla es geçtiğimizi düşünüyor olabiliriz, fakat hepimiz reklamcılık yoluyla bizi hedef alan telkinlerden belli ölçüde etkileniriz. Hipnoz birçok yönüyle telkindir ve telkin de hipnozdur. Reklamcılar bunu bilirler ve tabi ki bu durumu kendi avantajlarına kullanırlar.

Hipnoz ve Bilinçaltı Değişim Uzmanı Mehmet Başkak, yaptığı açıklamada, kişinin bilinçaltına gönderilen gizli mesajlarla yapılan bu reklamlar hakkında önemli bilgiler verdi. Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak'ın "Tüketiciler bu haberi okumadan çarşıya, pazara çıkmasın" diye tavsiyede bulunduğu hipnozlu reklam tüyoları şöyle:

TÜKETİCİYİ İKNA ET, ALIŞVERİŞ YAPTIR
"Bazı telkinleri mutlaka fark ederiz, çünkü onlara direk olarak bakar ya da maruz kalırız, ama birçok telkini de fark etmeyiz. Örneğin, en son gördüğünüz billboardda, televizyonda ya da caddeden geçen otobüsün üzerinde hangi reklamın olduğunu hatırlıyor musunuz? Muhtemelen hayır diyorsunuz ya da gördüğünüz reklamı tam olarak hatırlamıyorsunuz. Ama o billboarddaki bilgiyi bir şekilde aldınız ve zihniniz onu işledi. Her yandan bizi kuşatma altına alan telkinlerin amacı bir fikri, bir kişiyi ya da bir şirketin ürününü satın almaya bizi ikna etmektir. Bu telkinler, tıpkı hipnozda kullanılan telkinler gibi, zihnimizin bilinçdışı kısmını hedef alır.

OLUMLU TELKİNLER
Zihnimiz ilişkilendirme yoluyla çalışmaya meyillidir, telkin de ilişkilendirme yoluyla olur. O nedenle, zihninizin reklamdaki mesajla ilişkilendirme kurmasını sağlamak için, o mesaj mesela şöyle bir şey olabilir: "Bu ürünü satın alırsanız, benim gibi genç ve güzel görüneceksiniz" ya da "Bu ürünü satın alırsanız, mutluluğu bulacak ve benim gibi gülümseyeceksiniz." Bunlar olumlu telkinler, fakat reklamcılıkta olumsuz telkinlerden de faydalanılır.

OLUMSUZ TELKİNLER
Örneğin, sigortacılık sektörüyle ilgili reklamlarda korku unsurundan çok fazla faydalanılır. "Bu sigortayı yaptırmazsanız, hırsızlık kurbanı olabilirsiniz," ya da "Bu sigortayı yaptırmazsanız, zor bir anınızda parasız ya da evsiz kalabilirsiniz" gibi. İnsanları telkin yoluyla motive etmenin çeşitli yolları mevcuttur ve bu telkinlerin bazıları direk duygularımızı hedef alırlar.

TELEVİZYON İZLERKEN HİPNOZDAYIZ
Televizyon izlerken, sıklıkla kendimi duyusal bir yolculuğa çıkmış bulurum. Televizyon izlemek bendeki gerçeklik duygusunu alır. Gerçeklik duygum o an TV ekranında ne görüyorsam o olur. Örneğin bir dizi izlerken, zihnimde ben de o dizideki insanlarla birlikteyimdir. Ekrana konsantre olurum, ve tabiri caizse, hipnotik bir hal içine girerim. Böyle bir durumda, yaptığımız, tıpkı hipnozda olduğu gibi, belli bir noktaya konsantre olmak ve dış uyaranları devre dışı bırakmaktır.

İşte bu nedenle, insanlar TV başında neredeyse hipnoz halinde olduklarından, televizyon insanlara belli telkinleri iletmek ve satış yapmak için harika bir mecradır. Zaten, gözleri sabitleme hipnozu başlatmanın temel unsurlarından biridir. Her ne kadar –gelişmiş ülkelerdeki- reklamcılıkta sübliminal (kişinin bilinçaltına gönderilen gizli mesaj) mesajların kullanımı yasak olsa da ya da onaylanmasa da, telkinler verilir, ve bazen o kadar ince taktiklerle verilir ki, fark dahi edemezsiniz.

Reklamcılar, sundukları ürünle ilgili, sizde duygusal bir reaksiyon oluşturmak için, seslerden, renklerden ve ilişkilendirme yönteminden faydalanırlar. Bilinçdışı zihniniz bu mesajları alır ve onları adeta dosyalar. Unutmayın ki, hipnoz bir telkinin bilinçdışı bir şekilde kabul edilmesiyle olan şeydir."

24 Haziran 2016 Cuma

Ramazan Sofrasında Sağlık

Oruç tutmanın sağlıklı kişiler için pek çok yararı var. Bedenimizi ve irademizi disipline sokarken ruhsal açıdan da kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayabiliyor. Ancak ani biçimde değişen beslenme alışkanlığı ve özellikle yaz aylarına denk gelen Ramazan oruçlarındaki açlık süresinin çok uzun olması metabolizmamızı biraz zorlayabilir. 

Oruç tutan sağlıklı kişilerde sık görülebilen sorunların başında kilo alımı veya kilo kaybı, hazımsızlık, kabızlık, halsizlik, baş ağrısı geldiğini söyleyen Liv Hospital Gastroenteroloji Uzmanı Doç. Dr. Binnur Şimşek "Ramazan'da yeterli ve dengeli beslenmemek ve beraberinde gelen hareketsizlik sonucunda hızla kilo alma riski ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu nedenle Ramazan ayını rahat ve sağlıklı geçirebilmek için doğru ve sağlıklı beslenmek çok önemlidir" diyor…

Mideye yüklenip sağlınızdan olmayın: Gün boyu aç kalan mideye iftarda birden yüklenmek, birçok sağlık sorunu için zemin hazırlar. Özellikle de kan şekerinde ani yükselme, yüksek tansiyon atağı ve beyin kanaması gibi hastalıkların riski artar. Bu nedenle iftar yemeğine kahvaltılık yiyecekler ve çorba ile başlayıp 10–15 dakika ara verdikten sonra ana yemeğe geçilmelidir. Bu süre zarfında mide rahatlar, sindirim için gerekli hazırlıklarına başlar ve ayrıca daha az yemekle doymak mümkün olur. Ana yemek olarak etli veya etsiz sebze yemekleri, makarna veya pilav, yoğurt, salata ile devam edilebilir. Mümkün olduğunca protein içeriği yüksek, karbonhidrat ve yağ içeriği daha az olan besinler tüketilmelidir.

Kızartmayın, haşlayın: Et, balık, tavuk ve kuru baklagillerle hazırlanmış yemekler sağlıklı ve uzun süre tokluk hissi sağlayacak besinlerdir. Börek, çörek, kızartmalar, şerbetli tatlılar ve Ramazan sofralarının vazgeçilmezi olan pideler başlıca karbonhidrat içeren besinlerdir ve kan şekerini hızla yükseltir. Ayrıca uzun süre tokluk hissi sağlamadıkları gibi çabuk acıkmaya da yol açabilir. Şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlılar veya mevsim meyvelerinden yapılan tatlılar tercih edilmelidir. Çok tuzlu salamura gıdaların ve şarküteri ürünlerinin tüketiminden kaçınılmalıdır. Sebzeler ve et yemekleri kızartma yerine haşlama şeklinde hazırlanmalıdır. İftar ile sahur arasında en azından 2 öğün yapmak, yavaş ve sık aralıklı beslenmiş olmayı sağlayacak ve sindirim sistemi için de ek bir yük oluşturmayacaktır.

İftardan sonra hemen yatmayın: İftar sonrası oluşan rehavetle hemen yatmak veya birkaç saat yatıp hemen ardından sahur için kalkmak sindirim sistemi için önemli bir yük oluşturur. Hazımsızlık, kabızlık, şişkinlik gibi şikayetlere davetiye çıkarır. Zaten reflüsü olanların yakınmaları artabileceği gibi, böyle bir hastalığı olmayan bireylerde de reflü şikayetleri gelişebilir. Yemek ile yatma arasında 1.5-2 saat olması bu şikayetlerin gelişmesini önlemeye yardımcı olacaktır. Bu nedenle iftar sonrası hemen yatılmamalıdır. Şayet yapabiliyorsak, yarım saatlik bir yürüme sindirim ve kan dolaşımı sistemimiz açısından çok yararlı olacaktır.

Sahur yapmayı ihmal etmeyin: Sahura kalkmadan oruç tutmak veya uykuyu bölmemek için sahurda sadece su içip yatmak yapılan en büyük hatalardandır. Ayrıca sindirim fizyolojisine de uygun değildir. Sahura mutlaka kalkılmalı, midemizi hem rahat hem de tok tutacak yumurta, zeytin, az yağlı ve tuzlu peynir, yoğurt, çiğ sebzeler, komposto ve tahıllı-kepekli ekmek gibi besinler tüketilmelidir. Doygunluk hissini arttıracağı sanılarak hamur işlerinden oluşan gıdaların tüketilmesi de yanlıştır.

Bol bol su için: Günlük sıvı alımı 2.5-3 litre düzeylerinde olmalıdır. Sıvılar arasında sağlıklı ve ilk tercih edilmesi gereken su olmalıdır. Ayrıca ayran, komposto suları, açık çay, ıhlamur da bol bol tüketilebilir. Gazlı içecekler ve bol şekerli hazır meyve suları ve soda tüketimi daha çok hararet yapabileceği ve vücudun tuz yükünü arttırabileceği için önerilmiyor.

Sağlığınıza Sağlık Katacak 10 Güçlü Besin



Her sene farklı bir besinin mucize ilan edildiği şu günlerde, şehir efsanelerine kanmayıp bilimsel olarak olumlu etkileri kanıtlanmış besinlere beslenmenizde daha fazla yer yermek sağlığınızı olumlu etki sağlayabilir. 

Diyetisyen & Yaşam Koçu Gizem Şeber 10 güçlü besini sıralarken, ''Unutmayın mucize besin yoktur, besinler vücudunuzda sinerji içinde çalışır bu nedenle de denge ve çeşitlilik esastır'', diyor.

Avokado: İçerdiği sağlıklı yağlar kalp sağlığını destekliyor. Kan şekerini dengelemek, kansere karşı koruma sağlamak ve doku yenilenmesini hızlandırmak gibi olumlu etkileri olan avokado ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda, tüketilen diğer besinlerin vücutta yararlılığını arttırdığı ve uzun süre tokluk sağlayarak daha az kalori almaya yardımcı olduğu da kanıtlanmıştır.

Elma: İçerdiği kateşin ve kuarsetin pigmentleri ile kalp sağlığını destekleyen ve kansere karşı koruma sağlayan yiyeceklerin başında gelmektedir. Yüksek lif içeriği ile sindirim sistemi sağlığını korur ve kabızlık probleminin aşılmasına yardımcı olur. Yararlı öğeleri iç kısmından daha çok kabuğuna yakın kısmında ve kabukta yer almaktadır.

Yaban mersini: En yüksek oranda antioksidan içeren meyveler listesinde ilk sıralarda yer alan yaban mersini, vücuttan toksinleri temizleyerek yaşlanmaya karşı etki gösterir. Tüm antioksidandan zengin yiyecekler gibi kansere yakalanma riskini azaltır ve kalp sağlığını destekler. İçerdiği antosiyaninler ile görme fonksiyonlarını ve mental işlevleri desteklediği düşünülmektedir. Bütün kronik hastalıkların ortaya çıkış nedenlerinden biri olan vücut iltihabının azalmasını sağlar.

Lahana: Brokoli, Brüksel lahanası ve lahana gibi indol içeren sebzelerin kansere karşı ciddi bir koruma sağladığı kanıtlanmış durumda. Yapılan bilimsel araştırmalar, haftada en az bir gün bu sebzelerden birini tüketen erkeklerde kolon kanseri riskinin %66 daha az olduğunu kanıtlamıştır. Aynı zamanda bu tür sebzelerin bağışıklık sistemini de güçlendirdiği düşünülmektedir.

Balık: Omega-3 yağ asitlerinin vücutta en kolay işlem göreni balıklarda bulunur. Omega-3 yağ asitlerinin kalp sağlığı açısından önemli olduğu ve kolesterol seviyelerini düşürdüğü uzun zamandır bilinse de, omega-3'ün bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve eklem sağlığı açısından da önemli olduğu da tespit edilmiştir. Omega-3 yağ asitlerinin zayıflamaya yardımcı olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda yeterli omega-3 tüketen kişilerde depresyona yakalanma riski daha düşüktür.

Nar: Yeşil çaya göre üç kat daha fazla antioksidan içeren narın inme ve kalp krizine karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Uzun süreli bilimsel çalışmalar da düzenli nar suyu tüketenlerde kolon kanserine yakalanma riskinin daha düşük olduğu belirlenmiştir.

Ananas: İçerdiği bromelin pigmentinin düzenli tüketimde selüliti azaltıcı etkisi olduğu düşünülüyor. Ödem söken etkisi ve yüksek lif içeriği ile kabızlığı azaltması sebebi ile zayıflamak isteyenlerin gözde meyvelerinden biri olan ananas aynı zamanda C vitamininden de zengin.

Probiyotik yoğurtlar: Probiyotikler sadece sindirim sistemi sağlığını düzeltmiyor. Bunun yanı sıra bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kolesterolü düşürmeye yardımcı oluyor, kolon kanserine yakalanma riskini azaltıyor.

Mantar: Araştırmalar sonucunda özellikle tansiyon düşürücü etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bazı mantar türlerinin kansere yakalanma riskini azalttığı biliniyor. Japon araştırmacıların elde ettikleri sonuçlara göre düzenli mantar tüketimi kan kolesterolünü %40'a kadar azaltabiliyor.

Sarımsak: Antiviral ve antibiyotik etkisi olan sarımsak Amerika Kanser Enstitüsü'nün kanserle savaşan en güçlü besinler listesinde yer alıyor. Günde 2-3 diş sarımsak tüketmenin kan kolesterolünü düşürücü etkisi olduğu belirlenmiştir. Pişirilerek tüketilen sarımsağın ise vücudu cıva ve kadmiyum gibi ağır metallerden arındırmaya yardımcı olduğu biliniyor.

Karaciğer sağlığınız için bunlara dikkat

Bilinçsiz ilaç tüketimi, protein tozlarının kullanımı ve yanlış beslenme… Bunlar karaciğer yetmezliğine yol açan sebeplerden sadece bir kaçı. Ülkemizde yaklaşık 8-10 bin kişi karaciğer yetmezliği ile mücadele ediyor ve bu hastaların büyük bir çoğunluğu gerekli tedaviler uygulanmadığı için hayatını kaybediyor. Son evredeki karaciğer yetmezliğinde ise tek çözüm karaciğer nakli olarak tanımlanıyor. 

Memorial Ataşehir Hastanesi Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr. K. Yalçın Polat “3-9 Kasım Organ ve Doku Bağışı Haftası” öncesinde karaciğer yetmezliği ve alınması gereken önlemler hakkında bilgi verdi.

Organ nakli bekleyen sayısı giderek artıyor
Sağlık Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre; 21.767 böbrek, 2.132 karaciğer, 537 kalp, 250 pankreas, 38 akciğer, 4 kalp kapağı, 1 ince bağırsak hastası kadavradan nakil olmak için beklemektedir. Ancak bu listeye kayıtlı olmayan binlerce hasta olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemizde kadavradan nakillere göre canlıdan canlıya gerçekleştirilen nakil operasyonları daha sık yapılmaktadır. Organ bağışının az olması bunun en önemli sebebidir. 2002-2014 yılı istatistiki bilgilerine bakıldığında Türkiye’de bugüne kadar toplam 31.783 organ nakli yapılmış ve bu nakillerin 8.666 kadavradan, 23.117’si canlıdan canlıya gerçekleştirilmiştir.

Yaşamın devamı için karaciğer sağlığı şart
Vücut ağırlığının yaklaşık %2’sini oluşturan karaciğer; metabolizmanın beyni, aynı zamanda vücudun fabrikasıdır. Karaciğer 500’ün üzerinde biyokimyasal işlem yapmaktadır. Vücutta birçok önemli görevi yerine getiren karaciğerin sağlığını korumak organizmanın hayatiyetini devam ettirmesi için oldukça önemlidir.

Bilinçsiz ilaç tüketimi ve zehirli mantarlara dikkat!
Akut karaciğer yetmezliği, daha önce karaciğer rahatsızlığı olmadığı bilinen bir kişide aniden (6-8 hafta içinde) gelişen bir klinik tablodur. Bu süreç çok tehlikelidir ve ölüme yol açabilir. Bir takım ilaçları bilinçsizce kullanmak, toksik maddeler, mantar zehirlenmeleri, nedeni bilinmeyen bazı durumlar, spor ve diyet için kullanılan protein ekstreleri (protein, tozları, ilaçlar) kişinin akut karaciğer yetmezliğine girmesine sebep olabilir. Özellikle yabani mantar tüketimine dikkat edilmelidir. Çünkü bu mantarlardan bir tane bile tüketmek karaciğer rahatsızlığına neden olabilir.

%50’si Hepatit B kaynaklı
Kronik karaciğer yetmezliğinin gelişiminde ise; Hepatit A, B, C ve aşırı alkol tüketimi gibi nedenler rol oynamaktadır. Hepatit A ve B’ye karşı aşılanma olmasına rağmen ülkemizde karaciğer yetmezliği en çok Hepatit B’ye bağlı olarak gelişmektedir. Kişilerin aşılanmaması ve hijyenik şartların sağlanmaması bunda büyük etkendir. Batılı toplumlarda karaciğer yetmezliği en çok alkole bağlı olarak gelişmektedir. Bu rahatsızlığın bir diğer sebebi de karaciğer yağlanmasıdır. Karaciğer, alkol tüketimine ve yanlış beslenmeye bağlı olarak yağlanabilmektedir. Yanlış beslenme gibi birtakım sebepler yüzünden oluşan karaciğerin yağlanmalarının bir kısmı çok hızlı bir şekilde ilerleyip, akut karaciğer yetmezliğine de dönüşebilmektedir.

Siroz karaciğerin ömrünü kısaltıyor
Kronik karaciğer hastaları tedavi edilmediği takdirde “siroz” olarak adlandırılan son dönem karaciğer yetmezliğine girmektedirler. Karaciğer artık çalışmadığı için diğer organlar da etkilenir ve çalışamaz hale gelir. Karaciğer tümörü görülme riski de 10 kat daha artar. Dolayısıyla karaciğer rahatsızlığı olan kişiler kanser açısından risk grubunda ilk sıralarda yer alırlar. Karaciğer yetmezliğinde “dekompanse” denilen sürece giren hastaların yaklaşık yüzde 65-70’i 2 yıl içinde hayatını kaybetmektedir. Bu süreçte yemek borusu etrafında oluşan varislerden dolayı kanamalar görülür. Tekrarlayan bu kanamalar nakil için son evrede olunduğunu göstermektedir.

Organ nakli hastanın hayatına sihirli bir dokunuştur
Karaciğer yetmezliğinin son evresinde olan hastalara nakil sayesinde uzun ve kaliteli bir yaşam sağlanır. Karaciğer nakli, karaciğer yetmezliğinin son döneminde yapılmaktadır. Bu karar karaciğer nakli merkezlerinde yapılan tetkikler sonucu verilmektedir. Nakil sonrası kişiler sosyal hayatlarına daha aktif olarak devam edebiliyor. Nakilden 2 yıl sonra gebelik ve sağlıklı bir doğum mümkündür. Yine nakil sonrası sporcular, doktorunun kararı ve kontrolünde spor yaşamına geri dönebilmektedirler. Kısacası nakil sonrası hastalar fiziksel ve sosyal açıdan olumlu değişimler yaşamaktadırlar.

Karaciğer sağlığınız için bunlara dikkat edin
• Hepatit A ve B aşılarınızı yaptırın
• Hijyenik şartlarınızı sağlayın
• Bilinçsiz ilaç tüketiminden kaçının
• Mantar tüketimine dikkat edin
• Spor ve zayıflama için protein ekstresi ve ilaç kullanmayın
• Alkol tüketimini sınırlandırın
• Fazla kiloluysanız diyetinizi uzman kontrolünde uygulayın.
• Kendi yaşam koçunuz olun. Sağlıklı beslenin ve düzenli spor yapın.
• En az bir kere sosyal ortamlarınızda organ bağışını konuşun.

Seks yapmak için ev ortamı ve koşulları nasıl olmalı?

Yaz aylarında yeni bina yapımı ve eski evlerde tadilatlar artıyor. Şimdiye kadar pek gündeme gelmeyen ancak oldukça önemli bir konu olan evlerde ses yalıtımı, ebeveyn banyosu ve ev ergonomisi cinsel yaşamı olumsuz etkileyebiliyor. Bu nedenle konut yapımında cinsel yaşam dikkate alınmalı. Peki, seks yapmak için ev ortamı ve koşulları nasıl olmalı? 

İşte bu soruya yanıt Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) cinsel terapistlerinden geldi…

Evlerimiz Sağlıklı Bir Cinsellik İçin Uygun Değil!

Ülkemizdeki evlerin çoğunun çiftlerin sağlıklı bir cinsellik yaşamaları için uygun olmadığını söyleyen CİSED Onursal Başkanı Dr. Cem Keçe, "Yeni bina yapımının ve tadilatların arttığı şu günlerde hem evinde tadilat yaptıracaklara hem de Türkiye Müteahhitler Birliği’nin ve inşaat sektörü çalışanlarının dikkatini odaların ses yalıtımına, ebeveyn banyosunu ve ev ergonomisine çekmek istiyoruz. Özellikle evde diğer aile büyükleriyle birlikte yaşayan çiftler ve çocuk sahibi olan çiftler odalardaki yalıtımın yetersiz olması sebebiyle cinsel yaşamlarında sıkıntı yaşayabiliyorlar. Sevişme sırasında çıkardıkları seslerin duyulacağı endişesiyle kendilerini kontrol etmek zorunda kalıyorlar ve cinsellikten keyif alamıyorlar. Hatta bu durum zamanla çift arasında tartışmalara ve cinsel sorunlara da yol açabiliyor. Bu nedenle Türkiye Müteahhitler Birliği’nin yeni evlerde ses yalıtımına ve ebeveyn banyosu yapımına özen göstermesi, ülkemizin cinsel sağlığı ve toplumsal huzuru için çok önemli bir meseledir. Ayrıca yasa koyucuların ve diğer yasal mercilerinde İskân Kanunlarında ses yalıtımını ve ebeveyn banyosu yapımını zorunlu kılması gerekir" dedi.

Evlerde Ses Yalıtımı ve Ebeveyn Banyosu Şart!

Evlerde anne-babaya ait bir ebeveyn banyosunun bulunmasının önemine dikkat çeken CİSED Onursal Başkanı Dr. Cem Keçe; "Bizim toplumumuzda inançlarımız gereği cinsel ilişkiden sonra banyo yapılır, ancak ebeveyn banyosu olmadığında çiftler sıkıntı yaşayabiliyorlar ve eğer ev kalabalıksa banyo yapmamak için cinsel ilişkiye girmekten bile kaçınabiliyorlar. Özellikle anne-babalarıyla birlikte oturan yeni evli çiftlerde bu duruma sık rastlanıyor. Yeni gelin kayınvalide ve kayınpederden utandığı için eşiyle birlikte olmak istemiyor ve zamanla bu cinsel isteksizliğe dönüşebiliyor. Cinsel isteksizlikle veya sertleşme sorunlarıyla bize başvuran genç çiftlerin çoğunda sorun bundan kaynaklanabiliyor" diye konuştu.

Fiziksel Çevre İnsanla uyumlu Olmalı!

Her yıl yaz aylarında çok sayıda ailenin evlerinde tadilat yaptığını ve inşaat sektörünün canlandığını belirten CİSED Genel Başkanı Doç. Dr. Cebrail Kısa; "Evlerde yapılan fiziki değişikliklerde cinsel yaşamın da dikkate alınması gerekiyor. Ergonomi dediğimiz kavram bizim ülkemizde çok fazla bilinmiyor. Ergonomiyi kısaca fiziksel çevrenin insanla uyumunun sağlanması olarak tanımlayabiliriz. Kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığı ve mutluluğu için ergonominin önemi büyüktür. Evin tasarımı kişilerin ihtiyaçlarına uyun olduğunda hem hayatları daha kolaylaşır hem de aile ve iş hayatındaki verimlilikleri artar. Ev ergonomisi cinsel mutluluğa da katkı sağlar" şeklinde konuştu.

Çocukların Cinsel Gelişimini Olumsuz Etkiliyor

Anne-babalarının sevişirken çıkardığı sesleri duymanın çocuklar üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceğine dikkat çeken CİSED Genel Başkanı Doç. Dr. Cebrail Kısa; "Cinsel ilişki sırasında kişiler özgür olmalı ve diledikleri gibi kendilerini ifade edebilmelidir, ancak odaların yalıtımı yetersiz olduğunda anne-babaların çıkardığı sesler çocuklar tarafından duyulabilir. Bu nedenle aman çocuklar duymasın mantığı gelişiyor ve bu da cinsel sorunlara davetiye çıkartıyor. Özellikle küçük yaştaki çocuklar bu sesleri yanlış anlamlandırabilir ve babalarının annelerine kötü bir şey yaptığını düşünerek, babaya karşı öfke duyabilirler. Yine küçük yaşta bu tür sesleri duymak çocukta cinselliğe ilişkin vaktinden önce bir merak ve ilgi gelişmesine neden olabilir" dedi.

Mahremiyete İhtiyaç Var!

Sağlıklı bir cinsel yaşam için mahremiyetin önemli olduğunu söyleyen CİSED Genel Sekreteri Psikolog Serap Güngör ise şu açıklamalarda bulundu:
"Mahremiyet insanın özelidir, bir ihtiyaçtır ve bir özgürlüktür. Mahremiyet olmadan sağlıklı ve mutlu bir cinsellik olmaz. Ebeveynler mahremiyet anlayışını ve utanma duygusunu, küçük yaşlardan itibaren çocuklarına kazandırmalıdır. Çünkü mahremiyet duygusu geliştiren çocukların istismar riski azalırken, sağlıklı cinsel kimlik gelişimleri de hızlanır. Aynı zamanda mahremiyet duygusu çocuğu cinsel istismarlara karşı koruyan bir sigortadır."

Hamilelik döneminde verimli bir uyku için

Hamilelerin en önemli ihtiyaçlarından biri uyku. Karnınız burnunuzdayken rahat bir uyku için öneriler...

Hamilelikte rahat ve sağlıklı bir uyku çok önemli... Hamilelikte yaşanan uyku problemleri ise anne adaylarının en büyük sıkıntılarından biri.

Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları Bölümü’nden Dr. Alper Mumcu, hamilelerde uykusuzluğun nedenlerini ve rahat bir uyku uyumak için neye dikkat etmemiz gerektiğini anlatıyor...

Gebeliğin ilk haftalarında anne olma düşüncesi ve heyecanı kadınların çoğunda uykusuzluğa yol açar. Aradan bir miktar zaman geçtikten sonra ise uyku hamile kadın için vazgeçilmez bir istek haline dönüşür. Sabah akşam sürekli uyuma isteği vardır. Hele gebelik bulantı ve kusmaları varsa, uyku esnasında bu şikayetler çok belirgin olmadığından kişi sürekli uyumak ister. İlk 6 ay bu şekilde gelip geçer.

Vücudunuz sürekli gelişmekte olan bebeğinizi desteklediğinden yorgun düşmektedir. Bebeğinizi tüm hamileliğiniz boyunca destekleyecek olan plasentası gelişmektedir ve bu sırada vücudunuz her zamankinden daha fazla çalıştığı için dinlenmeye daha çok gereksinim duymaktadır. Hamilelik ilerledikçe bu kez uyku problemleri baş göstermeye başlayabilir. Çoğu zaman derin ve dinlendirici bir uykuya hasret olduğunuzu hissedebilirsiniz.

Hamileyken uykuya dalmak neden zor olur?
Bunun pek çok nedeni vardır. Ancak ilk ve en önemli neden bebeğin büyümesidir. Bebek ve rahim büyüdükçe rahat bir uyku pozisyonu bulmakta zorlanılır. Öte yandan vücut kitlesi arttıkça uyurken pozisyon değiştirmek güçleşir. Bu durum da doğal olarak verimli uykuyu engeller. Bunun yanı sıra hamilelikte normalde görülen bazı değişiklikler de uykuyu bölerek ya da uyku düzenini değiştirerek uyku problemlerine neden olabilir.

Hamilelikte en rahat uyku pozisyonu hangisidir?
Hamileliğin erken dönemlerinde yana dönerek uyuma alışkanlığını geliştirmek ilerisi için yardımcı olabilir. Özelikle son dönemlerde dizleri vücuda çekerek yan dönüp yatmak oldukça rahat bir pozisyondur. Bu pozisyon ayrıca kirli kanı vücudun alt kısmından kalbe taşıyan büyük toplardamar üzerindeki baskıyı azaltarak kalbe binen yükün de azalmasına neden olur.

Özellikle sola dönük yatıldığında bu etki daha belirgin hale gelir. Öte yandan sola dönüldüğünde rahim de sola kayacağından karaciğer üzerindeki baskı da azalır ve daha rahat hissedilir.

Özellikle son dönemlerde sırtüstü yatar pozisyon çok rahatsızlık verici olduğundan zaten bu pozisyona kolay kolay geçilmez. Eğer farkında olmadan sırt üstü yatılırsa duyulacak rahatsızlık sizi uyandıracaktır.

Gebelik dönemi için özel olarak tasarlanmış yastıkları kullanmak rahat bir uyku uyumaya yardımcı olabilir. Bazı kadınlar yastığı karınlarının altına ya da bacaklarının arasına koyduklarında çok rahat uyuduklarını belirtmekteler. Silindirik bir yastığı ya da kıvıracağınız bir pikeyi belinize yerleştirip yan yatarak da rahat bir pozisyon elde edebilirsiniz.

Hamilelik döneminde verimli bir uyku için öneriler
Kola, kahve ve çay gibi kafeinli içecekleri dietinizden uzak tutmaya çalışın. Özellikle öğleden sonra ve akşam bu tür içecekleri tüketmemeye gayret gösterin.
Yatmadan 2-3 saat önce sıvı alımınız azaltın. Ancak gün içinde yeterli sıvı almaya özen gösterin. Benzer şekilde yatmadan önce ağır yemekler yemeyin. Bulantınız varsa ve bu bulantı sizi uykudan uyandırıyorsa yatmadan hemen önce kraker türü besinler yiyebilirsiniz.
Uyku saatlerinizi belirleyin. Yatağa alışkın olduğunuz saatten daha geç gitmeyin.
Düzenli olarak egzersiz yapın; ancak yatmaya yakın zamanlarda yapmayın.
Yastıkları her yerde kullanın. Nasıl ve nerede rahatlık veriyor ise yastıkları orda kullanın; ister dizlerinizin arasına, ister belinize, isterseniz de başınızın altına koyun.
Yatağa gitmeden önce rahatlatacak birşeyler yapın. Ilık bir duş ya da bir bardak süt içmek gibi…
Geceleri bacak krampları ile uyanıyorsanız yatmadan önce iyice gerinin. Yeterli miktarda kalsiyum almaya dikkat edin. Doktorunuzla kalsiyum ilaçları alıp alamayacağınızı görüşün.

Eğer gece uyanırsanız ya da uykuya dalamaz iseniz kendinizi zorlamayın. Kalkıp ev içinde biraz dolaşın ya da kitap okumak gibi uykunuzu dağıtmayacak birşeyler yapın, müzik dinleyin, televizyon seyredin, internette dolaşın. Hoşunuza giden ve sizi rahatlatan birşeyler yapın. Eğer mümkünse gün içinde uyku açığınızı kapatmak için 30-60 dakikalık şekerlemeler yapın.

21 Haziran 2016 Salı

Porsiyonunu Kontrol Etme Zamanı

Yıllardır, bazı insanların zayıf kalırken, bazılarının neden şişmanladığı ve fazla kilonun verilmesi ve korunmasının neden bu kadar zor olduğu ile ilgili çokça açıklama yapıldı. Ülkemizdeki obezite oranı son 5 senede yaklaşık yüzde 20 artış olduğu düşünüldüğünde zorunlu porsiyon kontrolü kaçınılmaz son oluyor. 

Diyetisyen Kübra Bal porsiyon kontrolünü nasıl sağlayabiliriz konusunu açıklarken, buzdolabınızda olması gereken ve en önemlisi sevilerek yenebilecek besinleri de sıralıyor.

Porsiyon Harfiyatından Vazgeç
İnsanlar büyük boyu gördülerinde maalesef onu tercih ediyor. Bu durum ağırlıklı olarak hem Türkiye'de hem de Amerika'da bu şekilde ilerliyor. Beslenme alışkanlıklarında ucuz gıdaların ve yağların piyasada gitgide artmasıyla marketlerde kampanyalı ürünler yada büyük paketler daha hesaplı gözüküyor. Cebe faydalı durumlar kişide fazla kiloya ve porsiyon harfiyatına sebep olabiliyor. Ayrıca Türk toplumunun alışkın olduğu büyük tencerelerde yemek pişirme alışkanlığı da daha fazla yemeye sebep oluyor ve dolasıyla da istenmeyen kiloya ve hastalıklara davetiye çıkartıyor.

Kontrol Senin Elinde
Diyetisyen Kübra Bal ''zorunlu porsiyon kontrolü'' ile her zaman doğru miktarlarda yemek alışverişi yapmanızı, pişirmenizi ve buzdolabınızda hazır halde bulundurmanızı öneriyor. Buzdolabında öğünlerinizin yer alması biranlık açlık krizinin sonunda yüksek kalori almanızı önleyebilir. Sevdiğiniz yiyeceklerden uygun miktarlarda bulundurmanız sizi sağlıklı beslenme alışkanlığına da yönlendirmeye yardımcı olacaktır.

Mutfağını Düzenle

Et, tavuk, balık reyonu:
Et reyonuna geldiğinizde ilk yapmanız gereken tüketeceğiniz etin çeşidini ve alacağınız miktarı belirlemek.
Canınız kırmızı et çektiyse görünür yağlarının olmamasına dikkat etmelisiniz. Özellikle yağ içeriği daha az olan antrikot veya biftek kırmızı ette en doğru seçimler olacaktır.
Tavuk alacaksanız, göğüs kısmı daha sağlıklıdır. Eğer lezzeti ön planda tutanlardansanız yağ içeriği biraz daha fazla olan but'u da tercih edebilirsiniz. Nadir de olsa kendinize kanat ziyafeti vermek istiyorsanız dikkat: 4-5 adetten fazla tüketmemelisiniz.
Balık en sağlıklı et grubu olsa da ülkemizdeki tüketim oranı maalesef çok düşük. Oysa zengin Omega-3 içeriği ile balık alternatifsizdir.

Abur-Cubur Reyonu Bizimle Değilsin
Aç olarak gidilen alışverişlerde en tehlikeli reyon abur-cubur reyonudur. Eğer alışverişe aç karnına çıktıysanız yada uzun süre besin tüketmemişseniz kendinizi bu reyonun önünde bilinçsizce alışveriş yaparken bulabilirsiniz. Bu yüzden alışverişe her zaman tok karnına çıkmaya özen göstermeli, kendinizi ödüllendirdiğimiz bu reyonda doğru seçimi yapmaya dikkat etmelisiniz.
Çikolata alacaksanız daha çok bitter olan çikolatalarla kalori içeriği düşük olan barları; bisküvi alacaksanız light olanları ve krakerleri tercih etmelisiniz. Kremalı, karamelli, yüksek kalorili çikolatalar ise karın bölgesinde yağlanmaya neden olacağı için kaçınılması gerekenler arasındadır.

Sağlıklı yaşamın en önemli destekçisi içecek reyonu
Doğru içecek tercihi hem kilo vermek isteyenler hem de sağlıklı beslenmeyi bir yaşam biçimi haline getirenler için önemlidir. Asitli içecekler, siyah çay, kahve içmek yerine ıhlamur, yeşil çay, beyaz çay, chai tea, ekinezya, rooibos, kuşburnu gibi bitki çayları şekersiz olarak sıklıkla tercih edilebilirsiniz. Bu sebeple dolabınızda bunlara yer açın. Eğer diyetteyseniz market alışverişlerinizde sıcak çikolatadan uzak durmaya çalışın. Unutmayın 1 bardak sıcak çikolara ortalama 300 kalori demek. Çok canınız çektiyse de light olanını tercih edebilirsiniz. Yağlı, bol salçalı akşam yemeklerinizi ise pişirmemek sizin elinizde. Bunlar yerine sağlıklı sebze yemekleri ve ızgara et seçeneklerini hayata geçirebilirsiniz.

Diyetisyen Kübra Bal

Hayır Demek Stresinizi Azaltıyor

Günümüz koşulları, zamana karşı yarışan bireyi aşırı bir yük ve baskı altında bırakıyor. 

Suçluluk duygusu, içsel çatışma veya “yapabilirim” yanılgısıyla hayır yerine evet demek ve daha fazla talep karşısında hayır demeyi öğrenmek günümüzde kişinin kendi için yapabileceği en büyük iyiliklerden biri olarak ortaya çıkıyor. Peki bulunduğu ortamda farklı duygularla “hayır” yerine "evet" diyen kişiyi maruz kaldığı durumlar sonrasında neler bekliyor ve nasıl etkileniyor?

Nasıl Hayır Demeli?

Hayır demeyi öğrenmenin ve uygulamanın maruz kalınan stres düzeyini düşürmeye ve kişinin hayatındaki önemli şeylere vakit ayırmasına yardımcı olacağını vurgulayan Neolife Tıp Merkezi Psikiyatri Uzmanı Dr. Bora Telaferli, “Birisine hayır demek kişiyi umursamaz, bencil ve diğer kişilere sırtını dönmüş olarak görünmesine neden olabiliyor. Bazen bu durumların altında beğenilmemek, hoşlanılmamak, eleştirilmek, reddedilmek, dışlanmak ve bir arkadaşlığı kaybetmek korkusu yatabiliyor. İlginç bir şekilde hayır diyebilme becerisi özgüven ile yakın bir ilişki içinde bulunuyor. Öz-güven ve öz-saygısı düşük olan kişiler sıklıkla başkalarına karşı çıkma konusunda sıkıntı duyuyor ve başkalarının gereksinimlerini kendilerininkinin önüne koyma eğilimi içinde oluyor.

Kişi başkaları için yaşayan birisine dönüştüğünü hissettiğinde, kendi öz-değeri diğer insanlar için yaptıklarına bağımlı hale gelebiliyor. Böylece zaman içinde çevrede kişinin her daim hazır olmasını ve taleplerinin karşılamasını bekleyen bir çember oluşuyor. Hayır diyememenin kişi üzerinde yorgunluk, baskı altında hissetme ve fevri hissetmesine neden olabiliyor” diyor.
Hayır demek, evet demeye göre daha sağlıklı bir seçenek olarak ortaya çıkıyor. Kişinin evet demeye devam etmesi taleplerin sayısının artmasına, stres düzeyini düşürememesine ve kişinin önem verdiği şeylere zaman ayıramamasına neden olabiliyor. Hayır demek belki en kolay yol olmasa da, kişinin stresini azaltmayı, sorumlukları daha iyi yerine getirmeyi, yeni ilgi alanları edinmeyi sağlıyor. Telaferli, aşırı yük ve fazla stres altında kalmanın ve bunlardan evet diyerek kurtulacağını düşünmenin, kişinin kendisini hasta ve tükenmiş hissetmesine neden olduğunu vurguluyor.

Ne Zaman Hayır Demeli?

Hangi faaliyet için vakit ve enerji harcamanın değer olduğunu kestirmek bazen güç olabiliyor. Kişinin karşısına çıkan yükümlülükleri ve fırsatları değerlendirmek için belli stratejilerden yararlanmasını tavsiye eden Telafeli, şu önerilerde bulunuyor:

• En önemli olanı bulup, üzerine odaklanın. Yeni bir söz vermeden önce yükümlülük ve önceliklerinizi gözden geçirin. Sizin için çok önemli olduğunu hissediyorsanız, gerçekleştirin; yoksa pas geçin.
• Evet-stres oranını tartın. Vereceğiniz yeni söz, size kısa vadeli, anlık bir yük mü getiriyor, yoksa sizi aylar sürecek ek bir stres altına mı sokuyor? İkincisi söz konusu ise, evet demek yerine başka ne seçenekler olduğunu tekrar gözden geçirin.
• Değerlendirmeleriniz sırasında suçluluk duygusundan arının.
• Değerlendirdiğiniz konunun üzerine yatın. Yanıt vermeden önce kendinize zaman tanıyın.

Nasıl Hayır Demeli?

Hayır derken kısa ve öz olmaya özen gösterilmesi gerektiğini vurgulayan Telaferli; “Hayır” uygun olmayan görevleri üstlenmemenizi sağlayacak olan basit, tek ve güçlü bir sözcüktür. Her zaman durum bu kadar basit olmayabilir. Ama unutulmamalı ki “hayır” sözcüğü kesindir, kullanmaktan korkulmaması gerekir. Onun yerine “emin değilim”, “yapabileceğimi sanmıyorum” gibi muğlak ifadeler ileride evet diyebileceğiniz şeklinde yorumlanabilir.

Hayır derken, reddetme nedeni ile ilgili uzun açıklamalar yapmaktan ve kendinizi haklı göstermeye çabalamaktan uzak durun. Dürüst, saygılı ve kararlı duruş karşıdaki kişinin yanıtı kabullenmesi açısından oldukça önem taşıyor” diyor. Daha önce sosyal hayatta evet demeye alışan bireyler için hayır demek o kadar kolay da olmayabiliyor. Ancak hayır demeyi öğrenmek yaşamı kolaylaştırıyor ve stresi azaltıyor.

Ayaklarınızı Zehirli Ayakkabılardan Koruyun!

Son zamanlarda gündemden düşmeyen konu; içerisinde zehirli kimyasallar bulunan ayakkabıların ayaklarımızda kalıcı sağlık problemlerine yol açması oldu. Bu ayakkabılar ayak sağlığımızı ciddi anlamda tehdit ediyor.

Zehirli ayakkabıların kullanımının neden olabileceği problemler ve dikkat edilmesi gerekenleri Hisar Intercontinental Hospital Klinik Laboratuvarlar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bekir Sami Uyanık’la konuştuk…

Son günlerde birçok insanımızın ayak sağlığı ile ilgili tehlike altında olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Uyanık; ‘Özellikle ayakkabı, giyim, kırtasiye ürünleri ve diğer tekstil ürünlerinin imalatında en çok kullanılan kimyasal madde Azo boyalardır. Azo Boyaları başta olmak üzere, diğer kimyasallar, belirlenmiş limitler üzerinde kullanıldığında, bunların bozulmasıyla oluşan ortam kanserojen etki yapabilir. Bir şekilde, vücuda girebilen, her kimyasal maddenin toksik (zehirli) olma potansiyeli bulunmaktadır. Merdiven altı imalatı olan ve belirlenen oranlar üzerinde kimyasal içeren bu ayakkabılar kullanıldığında alerjik ve zehirleyici etki yapmakla birlikte, kanserojen özellikleriyle aylar yıllar sonra bile zarar verebilir’ açıklamasında bulundu.

Ayakkabı ve Diğer Giyim Eşyaları Alırken Bunlara Dikkat!

1. Herhangi bir ürünü seçerken üretici/ithalatçısının açık adının ve adresinin bulunduğu ürünleri tercih edin.
2. Özellikle plastik, tekstil ve deri ürünlerinde renk ne kadar koyuysa o kadar çok boyar maddenin kullanılmış olduğunu unutmayın.
3. Kimyasal kokan, koyu renkli ürünlerden kaçının.
4. Giyecekleri kullanmadan önce mutlaka yıkayın. Çünkü, ıslandığında renk veren, boyası akan koyu renkli elbiselerin cilde teması tehlikelidir.
5. Ürün etiketi veya kataloğunda uyarılar varsa dikkat edin.
6. Özellikle alerjik yapıya sahipseniz, ürün seçiminde daha dikkatli ve bilinçli hareket edin.
7. Ayakkabınızın ıslanmaması ve terlememesine dikkat edin. Mümkünse, 2-3 gün havalandırarak, başka bir ayakkabı ile dönüşümlü giyin.
8. Kimyasallar her yaş için risk oluşturmakla birlikte, özellikle çocuklar ve gebeler için daha tehlikeli olabileceğinden, tercih edeceğiniz ürünlerde daha hassas davranın.
9. Eğer diyabet hastalığınız varsa ayaklardaki dolaşım bozukluğunuz nedeniyle enfeksiyonlara eğiliminiz olduğu için ayakkabı konusuna çok daha dikkatli davranın.
10. Ayrıca, kronik kalp, karaciğer, böbrek, akciğer, tiroid ve diyabet gibi metabolik hastalığınız varsa, özellikle ayakkabı, çorap başta olmak üzere, diğer bütün giyim ve tekstil ürünlerinde daha seçici olun; sağlıklı ürünleri tercih etmeye gayret gösterin.

Hem sağlığınızdan hem de paranızdan olmayın

Kozmetik sektöründeki baş döndürücü gelişmeler son yıllarda yüzlerce farklı ürünün raflarda yer almasın beraberinde getirdi. Ancak güvenilirliği ve etkinliğinden emin olmadan kullanılan kozmetik ürünler güzelleşmek bir yana, ciddi sağlık sorunlarına bile neden olabiliyor. 

Bir süre önce Sağlık Bakanlığı tarafından da güvenilir olmadıkları gerekçesiyle toplatılarak mercek altına alınan kozmetik ürün kirliğiyle ilgili Liv HOSPITAL Dermatoloji Bölümü Uzmanı Doç. Dr. Gonca Gökdemir, “Güzelleşmek isterken hem sağlığınızdan hem de paranızdan olmayın. Doğru ve güvenli olmayan kozmetik ürünler, ciddi sağlık sorunlarına yola açabiliyor. Kozmetik ürün kullanmadan önce mutlaka bir dermatoloğa danışarak karar verin” diyor.

Yanlış kozmetik cildi bozuyor

Yanlış kozmetik ürün seçiminin ciddi alerjik reaksiyon, akne, egzama ve renk değişikliği gibi yan etkilere neden olabileceğine dikkat çeken Doç. Gökdemir “Cilt tipi, yaş ve yaşam koşulları ürün seçiminde büyük önem taşıyor.

Kozmetik ürün yalnızca yüze sürülen ürün değildir, makyaj malzemeleri, saç boyaları, parfüm, tırnaklar için kullanılan birçok ürünün de kozmetik olduğunu unutmamak gerekli. Kozmetik ürünlerden gerçek anlamada faydalanabilmek için kişisel ihtiyaçların bir uzman tarafından belirlenmesi gerek. Kişinin cildinin çok hassas olduğu durumlarda daha tedaviye yönelik kozmetik ürünler kullanması gerekir. Bu tip dermo kozmetik ürünler ise mutlaka bir dermatolog tarafından önerilmeli rastgele satın alınarak kullanılmamalıdır” diyor.

Kozmetik ürünlerin içerdiği maddelere dikkat

Kozmetik ürünlerin içinde en fazla alerjik reaksiyon; koku maddeleri, paraben ve katernium15 gibi koruyucu ve boyar maddeler neden oluyor.
Dermo-kozmetik ürünler hangi durumlarda kullanılmalı
Hassas cilt tipine sahip olanlar
Alerjik ve cilt egzamalarına eğilimli kişiler
Tahriş egzaması olanlar
Kuru veya yağlı cilt tipleri
Akne problemi olanlar
Güneşe karşı hassasiyeti olan kişiler

Adet öncesi sendromu'na karşı dengeli beslenme

Kadınların çoğunun ortak sorunu adet öncesinde yaşanan farklı sorunlar. Gerginlik, halsizlik, aşırı iştah gibi sorunlar kadınların hayatını kabusa çevirebilir. 

KadıköyŞifa Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı - Dyt. Rabia Yurdagül Adet Sendromu hakkında bilgi veriyor ve dengeli beslenme ile şikayetleri nasıl azaltabileceğinizi anlatıyor.

Adet Öncesi Sendromu (Premenstrual sendrom, PMS), kadınlarda regl öncesi dönemde başlayıp ruhsal ya da fiziksel birtakım belirtilerle kendini gösteren ve reglin başlamasından bir hafta kadar önce ortaya çıkarak reglin bitiminden bir kaç gün sonra kaybolan durumu ifade eder. Karın bölgesinde şişkinlik, ağırlık artışı, iştah artışı, sık yeme ihtiyacı, tatlıya düşkünlük, cilt bozukluğu, uyku sorunları, göğüslerde hassasiyet, bel ağrısı, kabızlık, baş ağrısı, çarpıntı, duygusal dalgalanmalar, olumsuz düşünceler, depresyon hali, yorgunluk, halsizlik, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, kendine güvenin azalması, gerginlik, kızgınlık ve öfke hali, seksüel isteklerde değişiklik gibi fizyolojik ve psikolojik birtakım belirtiler gözlemlenir.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte, genelde mineral ve vitamin yetersizlikleri, hormonal dengesizlikler, (progesteron yetmezliği ve diğer hormonal değişimler), kan şekerinin düşük olması, vücutta aşırı sıvı tutulumu, beyindeki bazı kimyasal ileticiler, bastırılmış cinsel arzu, psikolojik nedenler üzerinde durulmaktadır.

Regl öncesi döneminde genellikle aldatıcı bir kilo artışı görülür; ancak bu gerçek bir yağ artışı değildir. Bu durum östrojen ve progesteron hormonlarının dengelerindeki değişiklikler sonucu vücutta biriken ödemden kaynaklanır. Yine hormonal değişimler nedeniyle bağırsak sisteminin çalışma düzenindeki değişiklikler kabızlığın görülmesine neden olur ve kabızlıkta şişkinlik hissi yaratarak ağırlıkta artışın olduğunu düşündürür.

Regl dönemi biter bitmez, bağırsakların tekrar normal hızda çalışması sonucu, kabızlık sona erer ve hormonların normal dengeye ulaşmasıyla birlikte vücutta biriken sıvının atılmasıyla beraber kiloda normale döner.

Ancak regl döneminin başlangıcından birkaç gün önce, değişen iştah durumu kontrol altına alınmayıp vücudun ihtiyacından fazla enerji alınması ağırlık artışı ihtimalini yükseltir.

Regl dönemi öncesi çikolata ve bunun gibi tatlı, şekerli yiyeceklerin yenilmek istenmesinin nedeni, östrojen hormonunun vücutta dolaşımının azalmasıdır. Östrojen kadınlar için uyarıcı bir hormondur, vücuttaki seratonin, noradrenalin ve endorfin hormonlarının üretimini artırır. Östrojen azalmasıyla, kan şekerindeki düşme eğilimi artar dolayısıyla bu durum iştah metabolizmasının uyarılmasına neden olur ve sürekli tatlı yeme ihtiyacı hissedilir. Bu nedenle, özellikle bu dönemde az ve sık aralıklarla beslenmek ve glisemik indeksi düşük besinleri tercih etmek oldukça önemlidir.
Dyt. Rabia Yurdagül

İştahının artışının nedeni, vücutta progesteron seviyesinin artması sonucu metabolizma hızında artış görülmesi ve beyne daha fazla kaloriye ihtiyaç duyulduğunun sinyallerini gönderilmesi sonucu vücudun daha fazla kalori alma isteğinin oluşmasıdır.

Vücudun su tutmasının nedeni; bazı araştırmalara göre, östrojen hormonunun vücutta tuzu tutması ve bu durum sonucu vücudun tuz seviyesini normal ve sağlıklı düzeyde tutabilmek için suyu yapısında toplamasıdır. Bazı çalışmalarda ise vücuttaki suyun korunmasında rolü olan vitamin ve minerallerin eksik olması sonucu bu dönemde hassasiyetin arttığı belirtilmektedir. Ödemler genellikle karın bölgesi, göğüsler ve yüz çevresin olmaktadır.

Beslenme;
1. Kan şekeri dengesinin sağlaması için ana ve ara öğün düzenine dikkat edilerek azar azar ve sık sık beslenilmeli.
2. Karbonhidrat kaynağı olarak şeker, tatlı, çikolata gibi besinler yerine ekmek, kepekli makarna, esmer pirinç, bulgur, kuru baklagil ve sebzeler gibi kompleks karbonhidrat kaynakları tüketilmeli.
3. Tuz ve tuz içeriği yüksek salamura besinler, tuzlu bisküviler gibi besinlerin tüketimi minimuma indirilmeli.
4. Bağırsakların çalışmasına yardımcı olan ve tokluk hissini artırmayı sağlayan lif içeriği yüksek besinlerin (sebze ve meyveler gibi) tüketimine ağırlık verilmeli.
5. Çay, kahve, kola gibi kafein içeren içecek tüketiminden ve alkol tüketiminden kaçınılmalı.
6. Su başta olmak üzere yeterince sıvı tüketilmeye özen gösterilmeli.
7. Hormonal denge üzerine olumlu etkisi olduğu için egzersize mutlaka yer verilmelidir.